“Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek

09.07.2024 medyascope.tv

9 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Geçen bir yayında o kavramı hatırlayamamıştım. Almanca bir kavram dedim, çünkü Almancam yok ve zor bir kavram; ama çok sevdiğim bir kavram. Tekrar buldum. Hattâ bir izleyicimiz de mail atıp yollamıştı: “Schadenfreude” — “Başkalarının acısına sevinmek” tâbiri. Ben bu tâbiri ilk gördüğümde çok etkilenmiştim, ama böyle bir realite var. Vatan gazetesinde yazarken, Ergenekon sürecinde bu tâbiri kullanmıştım; çünkü o târihlerde biliyorsunuz üst üste operasyonlar oluyordu. Çok insan mağdur ediliyordu ve birileri bu mağdûriyetlerin üzerinde tepiniyordu. Yani şöyle şeyler deniyordu: “Suçsuzsa çıkar, haklıysa zâten bir şey olmaz” vs.. Fethullahçılar bunu yapıyordu; çünkü Fethullahçılar bir şebeke. Ama Fethullahçılarla işbirliği yapan sözüm ona liberaller, solcular vs. de aynı şekilde büyük bir mutlulukla başkalarının acısından zevk alıyorlardı, büyük keyif alıyorlardı. Ve ben o yazdığım yazılardan bir tânesinde Said Nursî’nin “Zâlimler için yaşasın cehennem!” lâfını başlığa çıkartmıştım. Gerçekten zâlimin ideolojisi filan olmaz, başkalarının mağdûriyetinden zevk almak iyi bir şey değildir. Bunu niye söylüyorum? Bu ülke öyle bir ülke ki maalesef bu kavram... Tekrar bakayım... Bizim Kaya’ya okunuşunu yazdırdım: Schadenfreude — bu kavram bizim ülkemizde acâyip geçer akçe. Her dönem zâlimler ve mazlumlar değişiyor; ama birilerinin mazlûmiyetinden keyif alma olayı asla değişmiyor. Sosyal medyanın iyice yaygınlaşmasıyle berâber, bu zâten aynı şekilde, linç kültürüyle de böyle oldu. Sokakta gördüğümüz polis şeflerinin “Alın bunu, alın bunu” sözlerinin, sosyal medya üzerinden linç kampanyalarıyla, “Şu kişi tutuklansın, bu kişi tutuklansın, şunu istemiyoruz, bunu istemiyoruz” gibi kampanyaların açıldığını ve insanların yaşadıkları mağdûriyetler üzerinden büyük sevinç çığlıkları atıldığını görüyoruz.
Örneğin, Açık Radyo geçenlerde bir yayınında “soykırım” kelimesi geçtiği için çok ağır bir şekilde RTÜK tarafından cezâlandırıldı. Bunun haberini yaptık. Önce bir para cezâsı, ondan sonra lisans iptâline kadar gitti. Olay yargı sürecinde ve çok büyük bir adaletsizlik var. Yıllardır varlığını sürdüren bir radyoya bir kelime yüzünden yapılan, tam bir otoriter sistem ürünü bir olay. Şimdi bir bakıyorsunuz, bu habere insanlar “Oh olsun!” diye seviniyorlar. Ne geçiyor ellerine? Açık Radyo kapanırsa nasıl bir mutluluk sâhibi olacaklar? Açık Radyo’yu acaba hayatlarında hiç dinlemişler mi, ne zarar görmüşler? İşte, “soykırım” demiş; “Bizim atalarımız soykırım yapmaz” vs., şu bu... Bunları Türkiye bir dönem yaşadı. Bir dönem Türkiye’de –o dönemde de AKP iktidârı vardı– bütün engellemelere rağmen Ermeni konferansları yapılabilmişti. Ama tekrar gerisin geri gidiyoruz. Meselâ birisi hapse atılıyor ya da Diamond Tema olayında olduğu gibi, yani hadis kitaplarından alıntılar yaptığı için ellerine geçse onu çiğ çiğ yok edecekler. Yani böyle bir şekilde insanlar büyük bir mutluluk duyuyor. Aslında bu mutluluk, kendi zaaflarının bir göstergesi.
Şimdi, “Buna neden taktın da yine karşımıza bununla çıkıyorsun?” diyeceksiniz. Birçok olaydan dolayı; ama öncelikle şu Ayşe Ateş, yani Sinan Ateş cinâyeti, sûikastiyle berâber yaşananlara baktığımız zaman, CHP başta olmak üzere muhâlefet partileri âileye sâhip çıktılar; diğer partiler de, İYİ Parti de öyle, DEVA ve Gelecek Partisi de öyle, sâhip çıktılar. Ama yine de birçok kişi, öldürülen kişinin eski Ülkü Ocakları Başkanı olması hasebiyle ve bunun bir iç hesaplaşma olma ihtimâli çok güçlü olduğu için, bu olaya çok fazla ilgi göstermiyorlar ya da şöyle bir şey yapıyorlar: “Kendisi zamânında bilmem neler yapmıştı” vs. diyorlar. Âilesi de, eşi de söyledi: Meselâ gazeteci dövdürtmek filan gibi olaylar bunlar. Bir kere, bu tek başına Sinan Ateş’in öldürülmesini meşrulaştırmaz — onu biliyoruz. Ama bir diğer yandan, olay artık Sinan Ateş’in öldürülmesi, katledilmesi, gündüz gözüyle herkesin önünde göstere göstere öldürülmesi olayını çoktan aştı. Burada eşi, kızları, annesi, kızkardeşleri hep berâber bir adâlet mücâdelesi veriyorlar. Olay artık bu. Ve onu verirken de sürekli olarak tehdit ediliyorlar, gözdağı veriliyor. Özellikle isimleri herkes biliyor. Geçmiş dönemde Fethullahçıların tetikçiliğini yapmış; ama nedense başlarına bir şey gelmemiş birtakım insanlar, şimdi Ateş Âilesi’ne karşı her türlü rezilliği yapabiliyorlar. Ve burada, ortada bir eş, çocuklar, anne, kızkardeş falan olduğu için çok fazla sevinmeseler bile, insanların bir kayıtsızlığı var. O acıyı paylaşmama, o acıyı başkasının acısı olarak görme ve kendi acılarıyla yarıştırma eğilimi var. Bunu özellikle görüyorum. Ve Medyascope’ta son çıkan, Göksel Göksu’nun yazdığı bir yazıdan dolayı buna çok daha bâriz bir şekilde sosyal medyada tanık oldum. Bunu yapanların büyük bir kısmı solculuk iddiasındaki kişilerdi. Kendini yaklaşık 50 yıldır solda gören birisi olarak açıkçası içim acıdı, ama şaşırmadım. Şaşırmadım, çünkü böyle bir şey var. Bu eğilim her kesimde var. Yani bunu sâdece sağcılar yapar, aşırı sağcılar, faşistler yapar falan diye bir şey yok. Herkes bir şekilde… İsmet Özel’in çok sevdiğim –ki İsmet Özel de tabiî başlı başına ayrı bir olay ama– çok sevdiğim bir sözü vardır, şiirinden bir parça: “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” diye. Herkes kendi acısıyla, kendi sorunuyla ilgilenip başkasının derdiyle, tasasıyla çok fazla ilgilenmiyor, onun sorunlarını kendine dert etmiyor. Hattâ tekrar gelelim Almanca tâbire ve ben tekrâr bakayım: Schadenfreude. “Oh olsun!” deniyor.
Meselâ bunun bir başka örneğini bu pazar yazdım: Nagehan Alçı olayı. Nagehan Alçı, boşandığı kocası Rasim Ozan Kütahyalı’dan gördüğü psikolojik ve fiziksel şiddetle ilgili çok ciddî ifşâda bulundu, sonra da mahkemeye verdi. Yazıda da yazmaya çalıştım, ama tekrar söyleyeyim. Bu kişilerin ikisi de sonuçta Türkiye’de “medya üzerinden kötülük” denince akla gelen –tabiî ki öncelikle erkek olanı– iki kişi. Ama burada yaşanan başka bir olay var: Kadına yönelik şiddet var. Kadına yönelik şiddet, Türkiye’nin en ciddî olaylarından birisi ve bir yerden sonra şiddete marûz kalanın kim olduğuna bakmadan insanların bu konuda bir duyarlılık göstermesi gerekir. Ama ne oldu? Tam tersine, baktığınız zaman, Nagehan Alçı’nın yanılmıyorsam Haziran ortasında yaptığı uzun paylaşımın altındaki yorumların %90’ı “Oh olsun!” diyorlar ve örnekler veriyorlar. Örnekler nereden örnekler? Alçı’nın zamânında yaptığı, ettiği, her biri ayrı bir utanç vesîlesi olabilecek şeyler. Bunları yapmış olması, onun evinde bir erkekten, eski kocası, artık kocası değil, zamânında kocası iken, şiddet görmesini meşrûlaştırır mı? Ya da insanlar şunu söyleyebilirler: “Beni ilgilendirmiyor” diyebilirler. Bu da bir şeydir. Ama bunun ötesinde, bundan mutlu olmak, bundan keyif almak, o kadar çok yaşanan bir olay ki. Meselâ göçmen karşıtları, göçmenlerin başına bir şey geldiği zaman; Kürt düşmanları, herhangi bir şekilde Kürtlerin başına bir şey geldiği zaman… Sosyal medyada öyle şeyler gördüm ki aktarmak istemiyorum. Meselâ en son Güneydoğu’da yaşanan yangınlarda hayâtını kaybedenlere sevinenler oluyor. Yani acâyip bir şey bu. Bu sâdece Türkiye’ye özgü bir şey değil belki; ama Türkiye’de çok ciddî bir şekilde var. Her kesimde var. Bâzı kesimlerde, özellikle ayrımcılığı kendi hayatlarının temeli yapan kesimlerde çok daha güçlü bir şekilde var.
Yani bunları söyleyip söyleyip duruyorum, ama en azından kayda geçsin istiyorum. Hep verdiğim bir örnektir; zamânında İlhan Selçuk gözaltına alındığı zaman –rahmetli İlhan Abi’yi çok fazla olmasa bile ben de tanırdım; kısa bir süre Cumhuriyet’te birlikte çalıştık–, o yaşta tutuklanması açıkçası içimi cız ettirdi birçokları gibi. Ve o dönemde özgürlükçü bildiğim bir gazeteciye, solcu özgürlükçü bildiğim bir gazeteciye bunu söylediğim zaman, o da gayet sâkin bir şekilde mutluluğunu alenen dile getirdi. Yani şimdi İlhan Selçuk’un tutuklu yargılanıyor olmasından nasıl bir keyif alır insan — ya da bir başka insanın? Yani şöyle söyleyeyim: Pekâlâ, yargılanma, eyvallah, suç işleyen veya suç işlediği iddia edilen her kişi yargılanabilir diyelim; ama tutukluluk başlı başına bir cezâ ve Fethullahçılar bunu dün çok iyi yapıyorlardı, bugünkü iktidar da bunu onlardan çok ciddî bir şekilde kopya çekiyor. İnsanların yaşını, sağlık durumunu vs.’yi gözetmeden… Şu anda meselâ çok ilginçtir; zamânında Fethullahçılar bunu yapıyordu, şimdi Fethullahçılıkla suçlanan çok sayıda kişi cezâevlerinde aynı durumda. Yeterli tedâviyi görmedikleri için hayâtını kaybedenler var maalesef. Bunlardan insanlar mutluluk duyuyorlardı ve “Ne var bunda?” diyorlardı, “Bu doğal” diyorlardı, “Onlar neler yaptı” diyorlardı. Yani sonuçta, yargılanması sürecek olan bir kişiyi baştan suçlu îlân etme yaklaşımı bu.
Bütün bunları anlatmamın nedeni: Not düşmek, kendi durduğum yerin tekrar altını çizmek. Hiç kimse başkasının acısından, mağdûriyetinden zevk almamalı diyeceğim; ama Romanya asıllı Fransız düşünür Emil Cioran’ın o meşhur sözü tekrar karşımıza çıkıyor. Bu çok acı bir söz. Bunu bizim Haldun çevirdi. Neydi? Şimdi aklımda kaldığı kadarıyla söyleyeyim: “En acımasız zâlimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar” gibi bir cümleydi. Maalesef böyle bir şey var. İnsanlar zulmetmek için kendi sıralarının gelmesini bekliyor. Yıllar önce bunu bir yerde yazmıştım galiba, ama tekrâr söyleyeyim: 19 yaşında İstanbul’da Siyâsî Şûbe’de işkence görürken, işkenceyi üst katta görüyorsunuz, daha sonra aşağıdaki hücrelere indiriliyorsunuz. Orada hücrelerde çok kötü şartlarda 7-8 kişi, 10 kişi berâber kalıyorsunuz. Orada birçok kez tanık olduğum bir şeydir; insanların o sinirde, o acı içerisinde ettiği muhabbetlerin önemli bir kısmı, işkenceciyi yakalarlarsa sonra –ki öyle bir ihtimâlin olduğunu düşünüyordu insanlar– ne yapacakları üzerineydi. Yani bu bir cevap vermek. Ama orada da işte şöyle bir şey var: Düşmanının silâhıyla silâhlanmak gibi bir şey oluyor. Birileri size birtakım kötülükler yapabilir; ama siz onlara aynı şekilde, aynı kötü yöntemlerle cevap verirseniz, sizin ondan bir farkınız kalmıyor. Böyle olmaması lâzım diyorum, ama ne işe yarayacağını bilmiyorum. Ama ben yine de bunu söylemiş olayım. Birilerini sevmeyebilirsiniz, ama ona yapılan haksızlığa karşı sesimizi çıkarmamız gerekir. Sesimizi çıkaramıyorsak, en azından sessiz kalmayı bilebiliriz. Ama sırf sevmediğimiz biri diye haksızlığa uğrayan, mağdur edilen insanların karşısında sevinirsek, o zaman işte karşımıza bu Almanca kavram, “Schadenfreude” çıkar ve bu hiç de iyi bir şey değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı