Hani “fondaş” olan bizdik!

21.08.2024 medyascope.tv

21 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. “Fondaş” lâfı birilerinin dilinde çok var ve ilk olarak özellikle Medyascope’a yakıştırıldı. Bunun da nedeni, bizim Amerika’daki Chrest Vakfı’ndan bir zamanlar fon almamız — ki biz bunu açıkça belirtiyorduk, künyemizin altında hep vardı. Bunu böyle, bir şekilde birisinin, bir keşif yapmış gibi, sanki gizli bir şeymiş gibi bulup ortaya atmasıyla bir “fondaş”tır gidiyor ve o zamandan beri başka kuruluşlar da var; ama esas olarak Medyascope’a bir fondaş yakıştırılması yapılıyor fon aldığımız için. Sâdece Chrest Vakfı’ndan almadık; Avrupa’dan da aldık, Amerika’dan, başka yerlerden, İsveç’ten, Norveç’ten — ki bunların hepsi yasal olarak alınan, vergileri verilen fonlar. Biz biliyorsunuz, geçen hafta 9. yılımızı doldurduk Medyascope olarak ve o günden bugüne ekonomik açıdan ayakta kalabilmemizin en önemli nedenlerinden birisi, bu aldığımız fonlardır. Bunlar açık bir şeydi. Ama bunu özellikle iktidar yanlıları, bizim yaptığımız herhangi bir haberden, yayından hoşlanmadıkları zaman, bunu biz bir suç işlemişiz gibi, ayıp yapmışız gibi karşımıza çıkartırlar. Daha yeni baktığımızda, son günlerde yaptığımız haberlerde, meselâ sokak hayvanlarının haklarını savunduğumuzda ya da LGBT-İ haklarını savunduğumuzda ya da Kürt meselesinde daha serinkanlı olduğumuzda, sığınmacılar meselesinde özellikle böyle. Ama her şeyde… Meselâ bugün birkaç saat önce, PKK dâvâsından 30 yıl hapis yatmış İlhan Çomak’ın, biliyorsunuz tahliye edilmesi gerekiyordu. Ama bir heyet, onun tahliyesinin 3 ay ertelenmesine hükmetti. Bu bir zulüm. Yani normalde cezâsını tamamlamış birisinin tutukluluğu keyfî bir şekilde 3 ay uzatıldı. Ve bunun üzerine ben de sosyal medyada bunun bir zulüm olduğunu söyledim, hemen bana “foncu” yakıştırmaları yapıldı. Tabiî bu arada esas foncuların kim olduğu ortaya çıkıyor.
Şimdi bakalım, T24’te gazeteci arkadaşımız Ceren Bala Teke’nin haberi var. Aslında değişik zamanlarda çıktı bunlarla ilgili haberler, ama Ceren Bala Teke bunları bayağı bir toparlamış. Türkiye Ulusal Ajansı’nın Avrupa Birliği’nden ve vergilerle oluşturduğu havuzdan kimler ne almış? TÜRGEV var; Bilal Erdoğan ve Esra Albayrak’ın yöneticisi olduğu TÜRGEV’e 161 bin Euro. TÜGVA, yine biliyorsunuz, 114.150 Euro. Meselâ Ensar Vakfı, bir ara çok gündemdeydi erkek çocuklarına tecâvüz olayıyla, biliyorsunuz: 54.744 Euro. İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye’de milliyetçi-muhâfazakâr câmianın en eski kurumlarından birisidir: 36.950 Euro. İHH İnsânî Yardım Vakfı’na bağlı Yetimler Derneği 51 bin Euro, yine ona bağlı Yeryüzü Çocukları Derneği 18 bin Euro diye gidiyor. Başka Nakşibendîler vs., vs.. Şimdi baktığımız zaman, bu fon meselesi aslında zâten çok sakat bir mesele. Bizi güçsüz sandıkları için bunun üzerinden yürüyorlar. Ama bu esas olarak Türkiye’nin uluslararası anlamda kabul ettiği bir olay ve devletin kendisi özellikle fonlarla gidiyor. Türkiye’deki milyonlarca sığınmacının ihtiyaçları, onlara yönelik yatırımlar, yardımlar esas olarak Avrupa Birliği fonlarından geliyor. Ama sâdece bu değil; birçok projeye, belediyelere vs. Dünya Bankası’ndan, şuradan buradan, Avrupa Birliği’nin değişik fonlarından devlet de alıyor, yerel yönetimler de alıyor vs.. Ama sivil toplum ve medya almaya kalktığında, hemen devlet ağzıyla birileri –ki maalesef bu birilerinin arasında kendilerini muhâlif gibi gösterenler de var– çıkıyorlar, yıllardır bunu bir sopa gibi bizim üzerimizde sallandırmaya çalışıyorlar. Bu acı bir şey, yanlış bir şey; ama şunu özellikle söylemek istiyorum: Bakın, bugün Türkiye’de en son dönemde görüyorsunuz, kim ne kadar vergi verdi, ne kadar vermedi. Turkuaz Medya Grubu; yani Sabah, ATV, A Haber vs. hepsinin olduğu grup vergi ödememiş ve bunun haberini yapanlara da erişim engeli getirdiler. Biz, Medyascope’un sâhibi olan Scope Medya Anonim Şirketi, vergilerimizi çatır çatır ödüyoruz. Öyle ki üzerimize özel olarak, tâlîmatla, siyâsî tâlîmatla müfettişler yollanıyor ve aynı zamanda ciddî bir şekilde vergi cezâsı da ödüyoruz. Bunların hepsini arayan, araştıran bulabilir. Yani biz şu hâliyle, bugün iktidar yanlısı medya kuruluşlarının galiba hepsinden fazla vergi ödüyoruz. Çünkü her şeyimiz açık. Bütün gelen paralar, izleyicilerin destekleriyle gelen paralar, hepsi kayıt içinde. Harcamalarımız kayıt içinde ve zâten baştan devlet bunun KDV’sini, vergisini, gelir vergisini alıyor. Onun ötesinde ben bireysel olarak kendi YouTube sayfamdan belli bir gelir elde ediyorum. Medyascope’a kıyasla az, ama yine de alıyorum ve Patreon’dan destekçilerden alıyorum ve onlardan da vergi veriyorum. Ve çok ciddî bir şekilde, yine tâlîmatla olduğu belli olan; bunu özellikle Mehmet Şimşek’e iletmek isterim, ama zâten kendisinin haberi var böyle olduğundan, muhtemelen tâlîmatı da kendisi verdi. Bizimle ne meselesi varsa... Meselâ 2022 yılında, YouTube ve Patreon gelirlerimin %80’ini devlet benden vergi olarak aldı. Böyle bir durumdayız. Ve ondan sonra biz “foncu” oluyoruz, “fondaş” oluyoruz. Arkadaşlar, nereye harcadıkları belli olmayan bu paraları alıyorlar ve bizi aynı zamanda korkutmaya çalışıyorlar.
Bakın, dünyanın bâzı yerlerinde bu tür fonlar yasak, Rusya başta olmak üzere. Yasak olur, alamazsınız ve zâten böyle bir işe de girişmezsiniz. Çünkü Türkiye’de bağımsız gazetecilik yapmak mümkün değil finansal açıdan. Biz Medyascope’a başladığımızda hep iki soru soruldu: 1) Devletin baskısına karşı ne yapacaksınız? 2) Parayı nereden bulacaksınız? İkisini de bir şekilde aşabildik. Ama eğer bu olay yasak olsaydı, yani Rusya gibi yasak olsaydı, tabiî ki bulamayacaktık ve tabiî ki büyük bir ihtimalle Medyascope mâcerâsı olmayacaktı. En fazla belki ben kendi başıma önce Periscope, sonra YouTube üzerinden yayın yapmaya çalışacaktım. Ama Medyascope, bir ara 50’yi aşkındı, şu anda 40’a yakın kişinin kadrolu çalıştığı, basın kanununa göre çalıştığı, paralarını aksatmadan ödeyen, aynı zamanda çok ciddî prodüksiyon masrafları olan bir kurum; bir şahıs olayı değil. Ve biz bunu maalesef Türkiye’de reklâm gelirleriyle ve izleyicilerin destekleriyle yürütemiyoruz. Devlet zâten bunu biliyor, siyâsî iktidar bunu biliyor. Hadi bakalım, nereden reklam alacaksınız? Bugün bize “fondaş” diyen iktidar yanlısı gazetecilerin maaşlarını kim ödüyor? Biz ödüyoruz, ben ödüyorum, siz ödüyorsunuz. Nasıl ödüyoruz? Onlar satmıyor gazeteleri meselâ. Bakıyorsunuz, gazeteler belediyelere zorunlu olarak veriliyor vs.. Ama kimse merak edip –adlarını söylemeye bile gerek yok–, bu gazeteleri kimse almıyor. Niye alsın ki? Ama bu gazeteler reklam alıyor. Kimden reklam alıyor? Kamu bankalarından, kamu iktisâdî teşekküllerinden ya da büyük şirketlerden — ki bu büyük şirketler de devlet yönlendirmesiyle buralara reklâm veriyor. Ama esas olarak kamu kurumlarından gelen reklâmlar var, bankalar başta olmak üzere. Peki, bu kamu bankaları, şunlar bunlar Medyascope’a ya da iktidar havuzunda olmayan herhangi bir yere reklam veriyor mu? Vermiyor. Kamu bankası dediğim zaman, bunlar Ziraat Bankası, Halk Bankası, bunlar hepimizin bankası; yoksa iş insanlarının kurduğu bir şey değil. Hiçbir gelir elde etmeyen gazetelerin ve internet sitelerinin maaşları bu yerlerden gidiyor. Kimi durumda devletin değişik kurumlarının ödemeleriyle gidiyor; belediyeler ve başka kurumlar, bakanlıklar... Ya da buraların sâhiplerinin birtakım şirketleri oluyor. Bu şirketlere ihâleler veriliyor, bu şirketlere çok ayrıcalıklar tanınıyor; meselâ arsa vs. gibi şeyler tanınıyor, şu oluyor bu oluyor. Böyle bir ortamda biz, her şeyi açık olan, son derece kısıtlı olan, ancak çarkı döndürmeye yetecek olan fonlarla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ve bizi “ajan” gibi, “emperyalizmin uşağı” vs. gibi tanımlamaya çalışıyorlar. Meselâ ben solcu olduğum için bana solculuk öğretmeye kalkanlar var. “Amerika’dan, Almanya’dan para alarak solcu oluyorsun” diyorlar. Solculuk, her şeyden önce pes etmemektir. Pes etmemenin yolu da bunun yolunu bulmaktır. Bunu yaparken de ilkelerinden, duruşundan tâviz vermemektir.
Yıllar önce Amerika Birleşik Devletleri’nde, Washington’da gazetecilik yaparken, Washington’da “Think Tang” diye bir düşünce kuruluşunda bir toplantı izledim. Mısırlı bir sosyolog, Ortadoğu’nun önde gelen isimlerinden Saadettin İbrahim vardı. Hiç unutmuyorum, adını biliyordum. Mısır’da İbn Haldun Merkezi diye bir yeri açmıştı ve liberaldi. Hüsnü Mübarek rejimini eleştiriyordu ve sık sık da başına işler geliyordu. Ama yılmayan birisiydi ve çok ciddî işler yapmıştı. Orada konuşmacı Saadettin İbrahim’di. Yanılmıyorsam Wilson Center’daydı. Yanılmıyorsam yıl 2005 falan olması lâzım. Orada konuşmasını yaptı; “demokrasi ve çoğulculuk” üzerine çok güzel bir konuşmaydı. Daha Arap Baharı falan yoktu ortada. Ve birisi, muhtemelen Mısır büyükelçiliğinde çalışan birisi; ama her halükârda Mısır iktidar yanlısı, yani yandaş birisi çıktı, adama aynen şöyle şeyler söyledi: “Sen buraya geliyorsun, Amerika’nın imkânlarıyla ülkeni kötülüyorsun, Amerika’nın uşağı olmuşsun” falan dedi. Ve Saadettin İbrahim, hiç unutmuyorum, söylediği çok doğruydu, dedi ki: “Arkadaşım, şu anda dünyada Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok yardım verdiği iki ülkeden birisi Mısır, diğeri İsrail. Sen bana ne anlatıyorsun?” Şimdi aynı şeye bakalım. Bu arada şunu söyleyeyim: Bu yayın için Saadettin İbrahim’i araştırırken öğrendim ki geçen yıl hayâtını kaybetmiş. Kendisini saygıyla anıyorum. O olaydan, Washington’daki olaydan 2-3 yıl sonra İstanbul’da bir toplantı vesîlesiyle kendisini çağırmıştık ve orada da tanışma şansına erişmiştim. Gerçekten çok iyi bir insandı, bağımsız bir düşünürdü. Amerika Birleşik Devletleri’nden ya da Avrupa’dan destek alıyor olması, onun düşüncelerini yanlışlamıyor, doğrulamıyor da. Ama sonuçta siz onun ne dediğine bakıyorsunuz. Burada da aynı şekilde, Medyascope olarak biz ne yaptığımızı biliyoruz. Bu yaptıklarımıza bize fon veren kişilerin, kurumların herhangi bir dahli kesinlikle yok. Bizim aldığımız ve gizlemediğimiz fonları, böyle gizli bir gerçekmiş gibi ortaya çıkarttığını sananlar yanılıyorlar. Ve özellikle de şunu söylüyorum: Biz neyi, hangi haberi neden yapıyoruz? Meselâ LGBTİ+ haklarını savunmak için benim Avrupa’dan fon almam gerekiyor mu? Gerekmiyor. Benim zâten kendimi bildim bileli bu konuda duruşum bellidir. Çok yakın arkadaşlarım olduğu gibi, akraba çevremden de insanlar var, arkadaşlarımdan da var. Ve hep onların, olabildiğince haklarını savundum. Tabiî, bu çok zor; öyle olmayan birisinin onların haklarını gerçekten savunabilmesi. Çünkü önyargılar, şunlar bunlar nedeniyle çok zor. Ya da Kürt meselesinde... Şimdi benim Kürt meselesinde Kürtlerin taleplerinin karşılanması gerektiğini söylememin aldığım fonlarla ne alâkası var? Yıllar önceden beri, daha genç yaşta, çocuk yaşta hattâ, solculuğa başladığımdan beri “Herne Peş” marşını söyleyen birisiyim. Ve Medyascope’un çok öncesinde de Vatan ve Milliyet gazetelerinde, değişik yerlerde yazdığım haberlerde, yaptığım röportajlarda da bunu gösterdim. Yani şöyle bir şey yapıyorlar: Sizin gerçeklerinizle, sizin haberlerinizle, sizin analizlerinizle yarışamayan, onlara cevap veremeyen kişiler, bir eziklikle size böyle yaftalar yapıştırmaya çalışıyorlar. Ama tabiî ki bakıyoruz, ilk fırsatta o şeyleri bir fırsat gibi kullanmaya çalışıyorlar.
Bundan birkaç yıl önce genç bir arkadaş benden randevu talep etti. Çağırdım, Medyascope’a geldi. İnternette bir şey yapıyormuş, şimdi târif edersem kim olduğunu anlarsınız, onun için girmeyeceğim. Anlattı, duymadığım bir yerdi, işte, konuştuk konuştuk ve benden yardım istedi. Ne yardımı? “Bunu yürütebilmek için fon bulmak istiyoruz, sizi referans gösterebilir miyim, kimi ararım?” falan diye. Ben de o arada girdim sayfasına, Medyascope’u aradım, bir baktım tepeden tırnağa “foncu, fondaş, satılık, şu bu...” Dedim ki, “Arkadaşım, ne yapıyorsun Allah’ını seversen, bu nedir yani?” Bu, en uç örnektir; ama bunun örnekleri çok. Bu arada şöyle bir şey oldu; tabiî, bütün bu fon süreçlerinde biraz azaldı sanıyoruz, ama sürekli bir şekilde çıkıyor. Bu arada söyleyeyim, merak edenler vardır; ilk başta Chrest Vakfı üzerinden bu yürütüldü. Chrest Vakfı, bir âile vakfı, Lou Anne ve âilesinin bize çok katkıları oldu. Allah razı olsun. Onlara yönelik birtakım yayınlar yaptılar vs. ve sonra, Chrest Vakfı şu ya da bu şekilde, “Artık Türkiye’de proje desteklemiyoruz” deyip desteği kestiler. Yani gözünüz aydın, bir kaynağımızın önünü kesmiş oldunuz. Tamam, helâl olsun, başardınız; bizi değil ama onları bir şekilde ürküttünüz. Ama biz yine yolumuza devam ediyoruz, edeceğiz. O fonu alamazsak başka fona bakacağız. Tabiî ki tercihimiz, her zaman için yapmak istediğimiz şu: Kendi gelirlerimizle ayaklarımızın üzerinde durabilmek. Şimdi her yerden sizi kuşatmışlar, her türlü engeli çıkartıyorlar; erişim engeli, dâvâlar, şunlar bunlar... Bu arada, birtakım yerler özellikle Medyascope’ta yetişen genç arkadaşlara kanca atıyorlar ve biz bunu 9 yıl bayağı zor bir şekilde götürdük, ama götürdük. Ve insanlar baştan beri böyleydi ve maalesef birtakım tanıdığım, yakın olduğunu sandığım insanlarda da böyle şeyler hâlâ var. Bizim bir gün pes etmemizi beklediler, şu ya da bu şekilde pes etmemizi beklediler. Allah’a çok şükür böyle bir şey olmadı. Bundan sonra da olmayacağını düşünüyorum. Ama burası Türkiye, hiçbir şey belli olmaz. Fakat bu fon meselesine gelince, yani tekrar söylüyorum arkadaşlar, bu olaylara… hani ne denir? Günahsız atsın taşı. Yani tepeden tırnağa her şeyiyle, örtülü ödenekten, şuradan buradan ve hattâ Avrupa Birliği’nden, şundan bundan aldığınız paralarla, nereye harcadığınız belli olmayan paralarla yaşayıp; ondan sonra her yaptıkları açık olan, şeffaf olan, bütün kayıtları didik didik edilen, sizin iktidârınız tarafından didik didik edilen insanlara bu sataşmanın bir anlamı yok.
Tabiî bu arada şunu da söyleyeyim: Olay sâdece iktidardan ibâret değil. Bu fon meselesinde biz, olmadık yerlerden, şaşırdığımız birtakım yerlerden de çok ciddî saldırılara mâruz kaldık. Bir de çok az kişinin yanımızda durduğunu gördük; onu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu bir şikâyettir, üstüne alınan alınsın. Meselâ şöyle bir örnek vereyim, çok çarpıcıdır, hiç unutmayacağım bir örnek. Şimdi ben Ceren Balatekin’in haberini paylaştım, bahsettim. Onu Medyascope’a da aldık. Biz pek yapmıyoruz başkasının haberini, ama bu haberi aldık. Bundan birkaç yıl önce Amerika’da, Türkiye üzerine çalışan bir araştırmacı uyduruk bir yazı yazdı, Türk medyası, bağımsız medya üzerine. Ve orada bizi, T24’ü, birkaç yeri Amerika’dan fon alan ama başarılı olamayan yerler gibi gösterdi. Adını unuttum şimdi kim olduğunun, ama az sayıdaki Türkiye araştırmacısından birisi. Şimdi orada ilginç olan şu: Bahsettiği kurumdan biz fon almıyorduk. Birkaç yıl sonra almaya başladık, o ayrı; ama o târihte fon almıyorduk. Ama oradaki mesele şöyle oldu tabiî, onun söylediği şuydu: “Ya, bunlara para veriyoruz; ama bunlar bir numara beceremiyorlar” gibi bir yazı yazmıştı, ukalâlık yapmıştı. Eyvallah. Biz üstümüze alınmadık; çünkü o söylediği kurumdan zâten para almıyorduk. Ama yayın yönetmeni Doğan Akın T24’te bir yazı yazdı; “Biz almıyoruz, alanlara sorun” diye. Yani sanki fon almak kötü bir şey, ayıp bir şeymiş gibi. Yani siz almayabilirsiniz, eyvallah. Keşke ben de almasam; ama ben fon almayacak olsam fon alanlara lâf mı edeceğim? Yani bunun bir anlamı yok. Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsunuz. Türkiye realitesi ortada. Bunu başarabilenlere helâl olsun, biz başaramadık. Keşke başarabilseydik. Ama başarabilmemiz için ne gerekiyordu? Şirketlerin korkmadan bize reklâm vermesi; insanların korkmadan, çekinmeden bize destek olması. Hâlâ insanlar kredi kartlarıyla aylık destek tâlîmatı vermekten ürküyorlar. Burası Türkiye, sokakta ağzını açanın tutuklu yargılandığı bir ülkeden bahsediyoruz. Neyse, tekrar dönüp başa gelelim: Hiç kimseye vermeyecek hiçbir hesâbımız yok; olmadı, olmayacak. Zâten devlet sürekli tepemizde, ensemizde boza pişiriyor, elinden gelen her türlü engellemeyi yapıyor. Buna rağmen ayakta kalıyoruz, kalmaya devam ediyoruz. Bu arada ayakta kalmamızı hazmedemeyenler, yaptıklarımızdan ve ettiklerimizden rahatsız olanlar, “fondaş, foncu” gibi yakıştırmalarla bizi engellemeye çalışıyorlar. Sonra bir bakıyorsunuz ki… vallahi iyi fonlanmışlar. Ne diyelim, helalühoş olsun. Umarım aldıkları paraları bizim gibi gerçekten bir işlere yatırmışlardır, kamu yarârına olan işlere yatırmışlardır. Hiç kimseyi fon aldığı için eleştirmiyorum; ama bizi eleştirenlere de artık bunu, bu haberi sürekli olarak hatırlatmak da boynumuzun borcu olsun. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı