Hayır Saddam’ın idamını onaylamıyorum. Aksine idamını tam da bu nedenle eleştiriyorum. Çünkü araç hep amacı belirliyor. Birçok ulvi, haklı dava, işkence, idam gibi insanlık dışı bir yönteme başvurduğu andan itibaren bütün meşruiyetini kaybetti. Yani Saddam’ın yıllardır kendi halkına uyguladığı yöntemleri bugün ona karşı kullananlar onun bir kopyası olmaktan öteye gidemediler. Üstelik tüm dünyanın tanık olduğu kepazelikleri yüzünden, Saddam gibi eli kanlı bir diktatörü kahraman yaptılar.
İnfazcıların Şii kimliklerini öne çıkartmaları Saddam’ı sanki bir “Sünni şehit” mertebesine yükseltti ki bunun çok vahim sonuçlarını yakında yaşayabiliriz. Zira 2007’nin Irak’ta Sünniler için tam bir kâbus yılı olacağına dair güçlü işaretler var. Örneğin ABD Başkanı Bush’un bu hafta açıklayacağı yeni Irak stratejisini daha fazla askerle Sünni direnişe ve El Kaide varlığına karşı topyekûn bir taarruz üzerine oturtması söz konusu. Bu strateji Bağdat’a odaklanacak. Başkentin Sünni mahalleleri, daha önce Telafer ya da Felluce’de olduğu gibi hallaç pamuğu gibi atılacak. Şiilerle aynı semtlerde yaşayan Sünniler de benzer bir operasyona tabi tutulacaklar. Amerikan askerleri, eşzamanlı olarak Anbar bölgesinde de harekete geçecekler.
Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve yönetim üzerinde etkili olan Neo-conlar, ilk aşamada Şii milisleri, örneğin Mukteda Sadr’ın Mehdi Ordusu’nun denetimindeki Sadr kentini hedef almanın yanlış olduğunu savunuyorlar. Bu arada Şiilerin hiç hoşlanmadığı Amerikan Büyükelçisi Zalmay Khalilzad’ın (ki Afgan asıllı ve Sünni kökenlidir) BM Büyükelçisi olacağını, yani yakında Irak’ı terk edeceğini de akılda tutmak lazım.
Türkiye ne yapabilir?
Saddam’ın idamı, Türkiye dahil birçok İslam ülkesinde genel olarak Sünnilere yönelik bir saldırı olarak algılandı, hatta ABD ile İran’ın ortak bir komplo tezgahladıklarını ileri sürenler bile çıktı. Eğer Washington sadece askeri çözümde ısrar eder ve sadece Sünnileri hedef alırsa, Irak’ta bir tür “mezhep temelli arındırma” yaşandığı duygusu daha fazla hakim olabilir. Buna bağlı olarak Sünni-Şii çatışması önce Ortadoğu’ya, giderek tüm İslam dünyasına yayılabilir. İşte Başbakan Erdoğan’ın “Artık Irak bizim için AB’den daha öncelikli hale geliyor” sözleri ve MİT Müsteşarı Emre Taner’in kamuoyunda ilgiyle karşılanan yazılı açıklaması tam da böylesi bir kâbus ihtimalinin arifesinde geldikleri için daha anlamlılar.
Acaba Türkiye “bekle-gör-tavır al” hantallığından sıyrılabilecek mi? Öte yandan, statükoculuk ne kadar riskliyse, savunma pozisyonundan çıkma adına Irak’ın (ve Ortadoğu’nun) cangıllarına yalınkılıç dalmak da o denli tehlikeli.
Lafı dolandırmaya gerek yok: Düne kadar Ankara’nın tek kaygısı Irak’ta Kürtlerin aşırı güçlenmesiydi ve yalnızca Türkmenlere oynayarak bunu aşabileceğini sandı. Irak’ın parçalanmasının engellemez olduğu bugünlerde Türkiye kaygılarını ve partnerlerini yenilemek zorunda.
Ne var ki bu, Türkmenlerin yerine Sünnileri koymakla çözülebilecek bir sorun değil. Çünkü Türkiye, Irak Çalışma Grubu’nun tanımladığı gibi “önde gelen Sünni bir ülke” değil. Halkının çoğunun Müslüman, bunların önemli bir kısmının Alevi olduğu, laik, demokratik ve AB ile üyelik müzakerelerini sürdüren bir ülke. Özetle Kürtler dahil, Irak’taki (buradan hareketle Ortadoğu’daki) tüm güçlere eşit mesafeli durup aktif bir rol oynamak mümkün ve şart. Yoksa 2007 bizim için de çok berbat bir yıl olur.