Ruşen Çakır’ın konuğu Okan Konuralp: Kılıçdaroğlu ve CHP’nin seçim stratejisi

05.05.2023 medyascope.tv

5 Mayıs 2023’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi Ankara 1. Bölge adayı Okan Konuralp stüdyomuzda. Kendisiyle partisinin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyalarını tartışacağız. Okan, hoş geldin.
Okan Konuralp: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Bilmeyenler için söyleyelim; uzun bir süre gazetecilik yaptın. Daha sonra Kılıçdaroğlu'nun basın danışmanı oldun; sonra da CHP kontenjanından RTÜK üyesi oldun. Sonra istifâ edip milletvekili adayı olarak yer aldın. Biz zâten gazetecilik zamânından, çok eskiden tanışıyoruz; ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun da en yakınındaki isimlerden birisi olarak biliyoruz.
Şimdi çok yoğun bir süreç yaşanıyor ve artık seçime bir şey kalmadı: Neredeyse 10 günden az bir zaman var. İki kampanya birden söz konusu. Hem Cumhuriyet Halk Partisi hem Kılıçdaroğlu kampanyası. Cumhuriyet Halk Partisi kampanyasının da bir ilginçliği var: 4 ayrı parti de sizinle aynı listede giriyorlar. Bu çok karışık bir durum değil mi?
Okan Konuralp: Sizin söylediğinizi, acaba karışık bir hâle dönüşebilir mi diye biz de düşündük ilk başta. Ama alana çıktıkça, bu karışıklığın son derece minimize olduğunu ve geldiğimiz nokta îtibâriyle de hiç kalmadığını görüyoruz. Dolayısıyla bir yanıyla şöyle bir avantajı var bu durumun. Şimdi kabul etmek lâzım; belki çok fazla fark edilmiyor ama Millet İttifâkı masasının ya da Altılı Masa’nın bir Yol Haritası Mutâbakat Metni var. Madde numarasını şu anda hatırlamıyorum, ama o metinde şöyle bir ifade var: Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, yani Kemal Kılıçdaroğlu, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş süreci tamamlanana kadar genel başkanlık görevini sürdürecek. Dolayısıyla Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçildiği gün îtibâriyle, bir siyâsî partiyle ilişkisi var ise, bu sona erecek. Yani bu şu demek: Elbette biz bir cumhurbaşkanlığı kampanyası yürütüyoruz ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu ülkenin 13. Cumhurbaşkanı olması için bir kampanyayı elbirliğiyle yürütüyoruz. Ama aynı zamanda 13. Cumhurbaşkanı olacak kişi, yani Kılıçdaroğlu, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçinceye kadarki geçecek sürede de Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı olacak. Dolayısıyla bir yanıyla baktığın zaman, bir kolaylaştırıcılığı da var bu işin. Hem Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik bir kampanya yürüyor; ama bu ülkenin temel problemlerini çözeceğini iddia eden kişi olarak da genel başkanlığı da bırakmayacağı için doğal olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin kampanyasını da üstlenmiş bir politik figür olarak önümüzde duruyor. Hâliyle, bizde alanda birçok siyâsî partinin yaptığı gibi Millet İttifâkı ya da dışında, hem “1 oy Kemal Kılıçdaroğlu’na, 1 oy Cumhuriyet Halk Partisi’ne” söylemi üzerinden, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de kampanyasını Sayın Kılıçdaroğlu ile berâber, onun yürüttüğü kampanyada ve onun adına yürüttüğümüz kampanyayla berâber sürdürüyoruz. Bunun kolaylaştırıcı bir yanı da var.
İkincisi, diğer siyâsî partilerden İYİ Parti, Millet İttifâkı’nın içinde ama ayrı bir tüzel kişi olarak seçimlere giriyor; diğerleri, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti kendi alışılmış geleneklerini ve reflekslerini de bozarak, onlar da “1 oy Kemal Kılıçdaroğlu’na 1 oy Cumhuriyet Halk Partisi'ne” diyerek, belki de son derece anlamlı bir demokratik adımın parçası oldular. Saadet Partisi Genel Merkezi’ne asılan afişler, Sayın Babacan ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir arada gösteren afişler ve afişlerde “1 oy Kemal Kılıçdaroğlu’na, 1 oy Cumhuriyet Halk Partisi’ne” yazması, bence Türkiye demokrasisi için son derece anlamlı bir başlangıcı da teşkil ediyor.
Ben bunu şöyle söylüyorum: Yarın bir gün elbette ülke Güçlendirmiş Parlamenter Sistem’e döndüğünde, seçim barajı %3’e düştüğünde, elbette her koyun kendi bacağından asılacak. Ama artık içilmiş bir kahve ve bu kahvenin kırk yıl sürecek bir hatırı var. Artık ne olursa olsun, yarın bir gün bu partiler kendi yollarına gitme kararı aldıklarında da, artık geçmişte yaşanmış bir siyâsî birliktelik, bir yakınlaşma, birbirlerini anlama hâli olacağı için, bence Türkiye’nin temel problemleri Güçlendirmiş Parlamenter Sistem’e geçtikten sonra çok daha rahat bir şekilde aynı masaya oturup konuşularak çözülebilir.

Ruşen Çakır: “Diğer partiler” derken, özellikle ilk günlerde listeler açıklandıktan sonra bayağı gürültü koptu. İlk başta da, seninle aynı listede olan Sadullah Ergin konusunda koptu. Ama onun dışında da, CHP içerisinde ya da CHP’ye yakın olanlardan, “Bu partiler bu kadar çok milletvekili hak ediyorlar mı?” diye bir soru soruldu. Bir diğer husus da, 4 partinin CHP’ye oy isteme konusunda yaşayabilecekleri zorluklar, bizzat kendileri tarafından dile getirildi. Meselâ Ali Babacan, “Ben bütün parti taraftarlarımızın CHP’ye oy vereceğini garanti edemem” minvâlinde açıklama yaptı. Bu sorunlar aşıldı mı? Hâlâ devam ediyor mu?
Okan Konuralp: Sizin az önce atıf yaptığınız listenin açıklandığı gün ve sonrasında yaşanan tartışmalara geleceğim, ama kabul etmek lâzım, Cumhuriyet Halk Partisi’nde her seçim döneminde milletvekilleri listeleri açıklandığında bir şekilde bir türbülans olur. Bu sâdece Cumhuriyet Halk Partisi’nin de özel bir durum değildir elbette; diğer partilerde de olur. Ama Cumhuriyet Halk Partisi'nde…

Ruşen Çakır: Daha fazla olur.
Okan Konuralp: Daha fazla da olur ya da en azından, daha fazla olmasının bir koşulu var: Daha demokratik ve daha özgürlükçü bir parti olduğumuzu düşündüğümüzden ve bunun da böyle olduğuna inandığımızdan kaynaklanıyor bu. İnsanlar listelere yönelik îtirazlarını daha rahat ifâde edebiliyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki birtakım tartışmalar kamuoyunda daha fazla ilgi çekebiliyor. Ama bu olay üzerinde söyleyeyim: Evet, ilk başta oldu, doğru. Ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun da o dönem yapmış olduğu bir açıklama var. Biz kişiler üzerinden bir müzâkere ve bir mutâbakat yürütmedik. Kurumsal anlayışları üzerinden yürüttük. Yani Millet İttifâkı’nın çok uzun süredir paydaşı olan, Masa’da olan siyâsî partiler, kendilerine tanınan ve üstünde mutâbakat sağlanan kontenjan sayıları üzerinden kendi isimlerini önerdiler. Biz de, “Siz bu isimleri nasıl önerirsiniz?” demedik. Hâliyle burada bir karşılıklı siyâsî nezâketin de işlediği bir dönemdi. Ve inanın, bir dönem süren bu tartışmalar, geldiğimiz nokta îtibâriyle son derece sönümlenmiş halde; hemen hemen hiç kalmadı.
Diğer konuya geçelim: Elbette seçmen kitleleri yüzde kaç olursa olsun, siyâsî partiler kendi seçmen kitlelerinin tümünü belli partilere yöneltemeyebilirler. Ama bir olgu üzerinden devam ederiz. Saadet Partisi geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınlattı, o araştırmanın da doğruluğuna hiç şüphem yok. Saadet Partisi neredeyse hiç fire vermiyor. Başladığından çok daha iyi bir noktada. Hemen hemen hiç fire vermedi. Siz daha iyi bilirsiniz Saadet Partisi’nin klasik seçmenini. İlk başlarda, “Bizim elimiz nasıl CHP’ye gidecek?” yönünde birtakım îtirazları olduğunu duymuştuk. Ama geldiğimiz nokta îtibâriyle, Temel Bey ve ekibi bu meseleyi neredeyse sıfırlamış durumda. Bunu DEVA, Gelecek ve Demokrat partileri açısından da görüyoruz. Son derece tolere edilebilir ya da görmezlikten gelinebilir bir orana kadar düşmüş durumda. Bizimle Cumhuriyet Halk Partisi çatısı altında seçimlere giren dört siyâsî partinin de hemen hemen tüm seçmenini geldiğimiz nokta îtibâriyle Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verir duruma getirdiklerini biliyoruz. Çünkü her bir siyâsî parti, aynı zamanda seçim kampanyasının görünmeyen bir yüzü olarak seçmen tabanlarını iknâ etme konusunda özveriyle mücâdele etti ve çalıştı. Basına, kamuoyuna yansımayan, kendi teşkîlatları nezdinde yapmış oldukları temaslar ve görüşmelerle, iknâ çabalarıyla, bu meseleyi tolere edilebilir ya da görmezlikten gelinebilir bir orana kadar düşürdüler. Düşürdükleri için, sizin de yayınlarınıza yansıdığı şekliyle ifâde edeyim: Cumhuriyet Halk Partisi oylarını yüzde 30’lara kadar genişletmiş görünüyor. Aynı zamanda, çok olağanüstü bir durum olmaması hâlinde, Sayın Kılıçdaroğlu ilk turda bu meseleyi halledecek görünüyor.

Ruşen Çakır: Bu kesin mi?
Okan Konuralp: Elbette kesinlik yok, ama bizim gördüğümüz tablo bu. Benim açımdan kesin. Burada politik bir tartışma yapmak istemiyorum. Nihâyetinde iki gazeteciyiz. Ya da ben eski bir gazeteciyim. Dolayısıyla bu standartlar içinde kalmak gerekir. Benim gördüğüm budur. İlk turda bu iş halloluyor. İlk turda Sayın Kılıçdaroğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı olacak görünüyor.

Ruşen Çakır: Özellikle son haftada bir şeyler bekleniyor. Zaten Kılıçdaroğlu da Dark web üzerinden birtakım sahte videolarla, kurgularla seçime müdâhale edileceğine dâir birtakım ön alıcı açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da birtakım göndermeler ve açıklamalar yapıyorlar. Anladığım kadarıyla, önümüzdeki hafta bayağı sert geçecek.
Okan Konuralp: Önümüzdeki haftayı bayağı sert geçirmek istiyorlar. Sayın Akşener de birkaç gündür benzer atıfları yapıyor miting meydanlarında ya da birtakım açıklamalarında. Dediğiniz gibi, Sayın Kılıçdaroğlu da benzer açıklamalar yaptı. Evet, sert geçirtmeye çalışacaklar. Bunu neden böyle yaptıklarına dâir kendi fikrimi söyleyeyim — genel olarak partimin eğilimi de bu yönde. İsmet İnönü ile Demokrat Parti’nin 1950’li yıllardaki o mâlûm gerilimli hallerinin bir sonucu olarak, Meclis’te yaşanan bir tartışma sırasında İsmet İnönü, “Suçluluğunuzun telâşı içerisindesiniz” demiş ya? Benzer bir cümleyi oradan esinlenerek söyleyebilirim: Kaybediyor olduklarını görmenin telâşı içerisindeler. Yine çok bildik bir metaforla söylersek, bütün düğmelere aynı anda basıyorlar. Siyâsî rakibini terörize eden, kriminalize eden, suçlayan, itham eden, terörle iltisaklı gösteren bir dile doğru sürüklendiler. Biz bunun örneğini 2019 yılında görmüştük. Yerel seçimler döneminde de özellikle Sayın Mansur Yavaş’ın seçim kampanyası döneminde, Mansur Yavaş’a yönelik olarak ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde kampanyaya ilişkin olarak, “Su faturalarınızı teröristler getirecek, doğalgaz sayaçlarınızı teröristler okuyacak” iddiasına kadar indirmişlerdi durumu. Ama daha vahim bir şey olmuştu. Siz de hatırlarsanız onu: Devletin arşivleri açılmış, 70’li yıllarda bile katılınmış olan bir toplantı nedeniyle ya da o toplantıya katılmış olan kuzeni, yeğeni, akrabası üzerinden propaganda yürütülmüştü. Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın 1974 yılındaki bir toplantısına katılan birinin yakınının, belediye meclis üyesi adayı olması üzerinden, Millet İttifâkı’nın terörle ilişkili belediye meclisi üyesi adayları diye de açıklamışlardı. Buraya kadar düşmüş bir halleri var, ama 2019’da bundan sonuç alamadılar.
Şimdi yine benzer bir hikâyeyi kendileri lehine yaşama geçirmeye çalışıyorlar. Aslında çok iyi bildikleri, ama kabullenemedikleri bir şey var: Sandıktan hiçbir şekilde demokrasi dışında bir şey çıkmaz. Ama şimdi sandıktan darbe çıkacağına yönelik bir noktaya kadar getirdiler. Dediğim gibi, bunu neden yapıyorlar? Bence kazanamıyor olduklarını, başaramıyor olduklarını gördükleri için son bir çâre olarak, bir yöntem olarak buna tenezzül etmiş durumdalar ve bu çok acı Türkiye demokrasisi açısından.
Sizin sorunuza gelelim. Peki, ne yaparlar? Haklısınız, bu Dark web, Deep Fake gibi uygulamalar ya da Cambridge Analytica atıfları son derece haklı. Çünkü mâlûm, bu, dünyada denendi. Brexit’te ya da Trump seçimlerinde denendi ve sonuç alındığı düşünülüyor. Bununla ilgili olarak, ilgili ülkelerde soruşturmalar var. Dolayısıyla benzer bir kamuoyu oluşturma, kamuoyunu yanlış yönlendirme, tam da böyle bıçak sırtı olduğu iddia edilen %2’lik, %3’lük, %4’lük oy hareketlilikleri sağlayarak tabloyu kendi lehlerine çevirebileceklerini düşünmelerinden de kaynaklı olarak, birtakım sanal, kurgu, itham ve îtiraflar içeren şeylere tenezzül ediyorlar; edeceklerini görüyoruz. Kemal Bey’in önceki gün yapmış olduğu açıklama somut bilgilere dayanıyor. Yani bir nevi, “Çocuklar, bu iş sizi aşar” derken, “Ne yaptığınızı biliyoruz, bunlara tenezzül etmeyin” diyerek, aslında son derece demokratik bir uyarı da yapıyor. Bir ülkede bir seçim olur ve mevcut bir iktidar bunlara tenezzül eder mi? Ama etti, etme noktasına geldi. Dolayısıyla, Sayın Kılıçdaroğlu, “Sakın girmeyin bu işlere” diye bir uyarıda bulunarak, belki de onlara bir metafor olarak “köprüden önce son çıkış”ı gösteriyor. Her şeye rağmen girerlerse başarılı olurlar mı? Zannetmiyorum. Başarılı olamayacaklarını düşünüyorum. Ama girmiş olmaları da Türkiye demokrasisi açısından talihsizliktir. Hiçbir ülkede bir seçim kampanyası bu ve buna benzer yöntemlerle sürdürülmemelidir. Ama 20 yıllık iktidarlarının sonucunda gelmiş oldukları nokta, böylesine çukur bir nokta;

Ruşen Çakır: Bunun devâmı olabileceği yolunda birtakım kaygılar var. Meselâ ben geçen gün Londra’daydım. Orada çoğu finans sektöründe çalışan Türkler’le daha çok seçim üzerine bir sohbet ettim. Bana gelen soruların büyük bir kısmı, “Erdoğan kaybederse bırakır mı?” sorusuydu.
Okan Konuralp: Kaybederse bırakır. “Kaybederse bırakır”, “Kaybederse bırakmayabilir” algısı, bir seçim kampanyası enstrümanına dönüşmüş durumda. “Kaybederse bırakmayacak galiba” aslında bir enstrüman onlar için. Bir korku toplumu yaratma, bir ürkütme hâli. Ama yaptığı her şeye rağmen kaybedecek. Kaybettiğinde de bırakır. Zâten bunun işâretlerini Sayın Mustafa Şentop da söyledi, Özlem Zengin de söyledi. Sayın Bülent Turan’dan da galiba benzer bir açıklama geldi: Dediğim gibi, Türkiye, her şeye rağmen, binlerce yıldır bir nehir gibi doğudan batıya doğru akan bir toplumsal, sosyolojik bir kimliğe sâhip. Batıcıl bir toplumuz her şeye rağmen. Her şeye rağmen, kurumlarımız, yargımız, eğitimimiz, yaşamış olduğu bütün tahrîbâta rağmen, bugün değil, geçmişte de yaşamış olduğu, ama yaşadıktan sonra her seferinde kendini yeniden onarmayı başardığı batıcıl bir ülke. Kurumlarıyla da batıcıl bir yapı. Benzerlerini Ortadoğu’da, Afrika’da gördüğümüz, kısmen bir dönem Doğu Avrupa diye nitelendirilen ülkelerde, Ukrayna’da, Gürcistan’da benzer şeyler yaşanmıştı. Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi durumunda, ben Türkiye’de bunların işlemeyeceğini düşünüyorum. Kaybetmemek için, “Kaybederse bırakmaz” korkusunu topluma yerleştirmeye çalışıyor. Ama sandıkta kaybettiği anda devretmek dışında bir şansı olmadığını söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki, CHP’nin İYİ Parti ile ilişkisi ne durumda? Mâlûm, 3 ve 6 Mart’ta yaşananlar çok büyük olaylardı. O olaylar tamâmen kapandı mı? Millet İttifâkı’nın önde gelen iki partisinin arasında artık tam bir uyum olduğunu söyleyebilir miyiz?
Onur Konuralp: Politik bir şey olarak söylemiyorum, bir gazeteci ve sosyolog gözüyle bakıyorum. Yaşanması gereken şeylerin yaşandığını, hattâ bunların Masa’yı daha da pekiştirdiğini ve birbirine yakınlaştırdığını görüyorum. Hattâ o günlerde de zaman zaman konuşuyorduk; ben bunun iyi ve faydalı bir şeye dönüşeceğini savunanlardandım. Geldiğimiz nokta îtibâriyle hem İYİ Parti hem de İYİ Parti’nin Sayın Genel Başkanı Meral Akşener’in, Millet İttifâkı’nın bu hedefine, ittifâkın diğer bileşenleri kadar bağlı ve uyumlu bir şekilde 14 Mayıs’a doğru yürüdüğünü biliyorum. Bir sorun kalmadı. Sorunun kalmadığının bir başka göstergesi de şu — belgeler üzerinden konuşacak olursak: Sayın Kılıçdaroğlu bir yola çıktı ve o masanın 5 genel başkanı da, milletvekili adayı olmayarak ve bunu Mutâbakat Metni’ne koyarak, “Sizi bu yolculuğunuzda yalnız bırakmıyoruz” dedi.
İkincisi, az önce andığım, yine Sayın Kılıçdaroğlu bir yolculuğa çıktığında, 5 genel başkan, “Sizi bu yolculuğunuza yalnız bırakmıyoruz. Hep berâber bu ülkeyi onaracağız. Bu ülkeye baharı getireceğiz, insanların yaşama sevincini geri almasını sağlayacağız” dedi. Ve aynı zamanda, “Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığından istifâ etmenize gerek yok. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçene kadar hep berâber olacağız” dedi. Aynı zamanda, yine o Yol Haritası Metni’nde zabıt altına alınan bir madde var ki, “Kimseye yetki devretmenize gerek yok, hep berâber yürüteceğiz. Karşılıklı olarak yetkileri paylaşabiliriz, ama yetki devrine gerek yok” dedi. Ve son maddede, bence iki başarılı Büyükşehir belediye başkanının, üstelik Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tanımlanmış görevleriyle ve dolayısıyla Kabine’de yer almalarına da onay vererek tam bir uyum sağlandı. Meral Hanım da, Temel Bey de, Ali Bey de, Davutoğlu da, Gültekin Bey de, milletvekilliği yerine bugün Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak Sayın Kılıçdaroğlu ile berâber yol yürümenin arifesindeler. O sorunlar belli yerlerde olabilir. Meselâ biz nasıl “1 oy Kılıçdaroğlu’na, 1 oy CHP’ye” diyorsak, Meral Hanım ve Partisi de “1 oy Kılıçdaroğlu’na, 1 oy İYİ Parti’ye” diyor. TİP de “1 oy Kılıçdaroğlu’na, 1 oy TİP’e” diyerek benzer bir açıklama yapmış. Her siyâsî parti ve her siyâsî partinin genel başkanı, eğer partileri seçime kendi tüzel kişilikleriyle giriyorsa, seçim kampanyasında kendi partilerini öne çıkartırlar. Ama arkadaki sorunların hemen hemen minimum seviyeye düştüğünü biliyorum.

Ruşen Çakır: Kampanya üzerine söylenecek çok şey var. Meselâ demin bahsettiğin iki belediye başkanı, gerçekten kampanyanın en önemli unsurları hâline geldiler. İmamoğlu ve Mansur Yavaş, ya Meral Akşener’le, ya Kemal Kılıçdaroğlu ile berâber ya da bâzen kendi başlarına çok yoğun kampanya yürütüyorlar. Meselâ bugün İmamoğlu’nun programında 3-4 tâne birbirinden farklı üç dört yer var. Belediye başkanları kampanyaya epey bir dinamizm getirdi sanki.
Okan Konuralp: Hiç şüphesiz. Gerçekten çok iyi oldu. Hem dinamizm getirdi.

Ruşen Çakır: O 3 Mart krizinin hayrı dokundu gerçekten.
Okan Konuralp: Evet. Ben “Bu tip krizlerden hep hayır çıkar” derdim. İnsanlar, duygularını düşüncelerini açıklıkla anlatmalı; îtirazları, kızgınlıkları, memnûniyetleri ya da memnûniyetsizlikleri varsa hep bunları söyleyerek geldim. Dediğim gibi 3 Mart krizinin en önemli hayırlarından biri, Yol Haritası Mutâbakat Metni’ne 12. madde olarak giren, başarılı 2 Büyükşehir belediye başkanımızın bu hikâyenin doğrudan bir parçaları olmaları. Şimdi yaptıkları da, olmalarının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bâzen Kemal Bey’le Ekrem Bey bir yerde, bâzen Ekrem Bey Meral Hanım’la başka bir yerde, bâzen Ekrem Bey ve Mansur Bey ayrı ayrı bir yerde, bâzen hepsi birlikte başka bir yerde… Yani sürekli bir dinamizm var. Türkiye coğrafyasının hemen hemen her noktasında, her gün, önemli bir isim, Türkiye’nin temel problemlerinin nasıl çözüleceğine dâir önermelerde bulunuyor. Aynı zamanda, AK Parti’nin ve/veya Cumhur İttifâkı’nın, az önce anmış olduğumuz kriminalize eden, suçlayan, itham eden, tehdit eden diline karşı, herkes ortak bir dille pozisyon alıyor ve seçmenleri bunların olumsuz etkilerinden uzak tutmaya çalışıyor.

Ruşen Çakır: Ortak dil diyorsun da, meselâ İzmir’de hepsi berâber çıktı ve orada en çok dikkatimi çeken husus, Meral Akşener’in ve diğer liderlerin, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun, Gültekin Uysal’ın, Meral Akşener’in, daha çok iktidâra, yani Erdoğan ve Bahçeli’ye yönelik birtakım söylemleri varken, Kemal Kılıçdaroğlu polemiklere pek girmiyor. Ama diğer liderlerde bu olayın çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Meselâ Süleyman Soylu’nun darbe göndermesine, Kılıçdaroğlu dışında hemen hemen herkes değindi. Ya da, terörle işbirliği meselesine Mansur Yavaş da dâhil olmak üzere değindiler. Ama benim gördüğüm kadarıyla Kılıçdaroğlu doğrudan gençlere sesleniyor. İzmir mitinginde de gençlere yönelik konuştu. Zâten son dönemde hep gençleri hedef alıyor; onlara yönelik daha az siyâsî şeyler söylüyor sanki.
Okan Konuralp: Tabiî, çok haklısınız; ama şöyle de bir durum var: Sayın Akşener, Sayın Yavaş ya da az önce andığınız gibi Sayın Davutoğlu, bu ve buna benzer söylemleri kullanıyor ve gereken cevapları veriyorken, aynı zamanda bu ülkeye 14 Mayıs îtibâriyle cumhurbaşkanı olacak kişi de, bu ülkenin temel problemlerinin nasıl çözüleceğini ve bu çözüm sırasında kimlerin desteğinin çok daha önemli ve değerli olacağını söyleyen bir rolde. Elbette diğer destekler de önemlidir. Yine bir futbol takımı gibi düşünün. Bazıları sol açık görevini çok iyi yapıyor, bazıları orta sahada oyun kuruyor, bazı isimler forvette pozisyon alıyor. Ama Kemal Bey’in son dönemdeki bütün yönelimi, dün akşam yayınlamış olduğu videoyla da bütün yönelimi, öncelikli olarak Türkiye’nin temel problemleri ve bu tür temel problemler arasında gün geçtikçe daha da öne çıkan ekonomi meselesini nasıl ve ne şekilde ivedilikle çözeceğini ifâdeye dönmüş durumda.
Ama bir yanıyla da şu da var: Evet, doğrudan Sayın Erdoğan’ı ya da diğer açıklama yapanları çok muhâtap almıyor; gelen soru üzerine bâzen iki cümlelik bir şeyler söylüyor. Ama bence Kemal Bey’in tam da arzu edilen, planlanan, düşünülen cumhurbaşkanı modeline de uygun olarak, sâkinleştirici bir yanı da var. Çünkü AK Parti onlar gibi sertleşmemizi istiyor, onlar gibi suçlayıcı olmamızı istiyor, onlar gibi tehditkâr olmamızı, onlar gibi aşağılamamızı istiyor. Ama Sayın Genel Başkan, özellikle öne çıkan bir aktör olarak, yine diğer siyâsî parti genel başkanlarımızın da sıklıkla vurgu yaptığı gibi, sâkinlik, îtidal, kimseyi aşağılamama, kimseyi ötekileştirmeme konusunda… Adını anmaya gerek yok, ama bir siyâsî partinin düzenlediği mitinge katılanlara verilen kumanya üzerinden yükseltilmek istenen alaycı dili bile, atmış olduğu tweet’le kesti.

Ruşen Çakır: Peki, HDP ve Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın desteği konusuna gelelim. Önce aday çıkartmadılar, daha sonra belli bir aşamada Kılıçdaroğlu’nun adını da zikrederek desteklerini söylediler. Bunun çok anlamı var. Ama özel olarak Selahattin Demirtaş’ın, özellikle son paylaşımlarında Kemal Kılıçdaroğlu’na coşkulu bir şekilde sâhip çıkması var. Bir taraftan da Erdoğan sürekli olarak, “Selo’yu çıkartacaklar” diyerek, onun üzerinden vurmaya çalışıyor. Burada bu desteğin ne getirebileceğini, en azından oy getireceğini biliyoruz, ama götürebileceği şeyler gerçekten var mı?
Okan Konuralp: Ben zannetmiyorum. AK Parti götürebileceğini ya da götürmesini arzu ediyor elbette. Az önce sizin de dediğiniz gibi, Tayyip Bey bu meseleyi, “Selo’yu çıkartacaklar” noktasına kadar getirdi. Ama ben bunun bir etkisi olacağını düşünmüyorum. 2019’da da bunu denediler. Hattâ 2019’da deneyip başaramadıkları için, son aşamada terör örgütü lideri Öcalan’dan mektup getirtmeyi denediler. Hattâ Öcalan’ın kardeşini TRT'ye çıkartmayı da denediler, ama sonuç alamadılar. Üstelik bu ikinci seçimler döneminde yaptıkları bir şeydi, İstanbul Büyükşehir seçimleri açısından oylar daha da patladı.
Genel Başkanım her zaman, “Ben bu milletin ferâsetine güveniyorum” der. Gelmiş olduğumuz nokta îtibâriyle Türkiye büyük bir değişim arzusunun eşiğinde. Türkiye’deki değişim arzusu ve talebi de bizi bu noktaya getirdi. Binali Bey de 2019’da seçim kampanyası döneminde, “Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve seçme seçilme hakkına sâhip olan her bir bireyin oyuna tâlibiz” demişti. Bunda bir mesele yok. Selahattin Bey’in yapmış olduğu destek mesajı da bu bağlamda okuduğumuz ve değerlendirdiğimiz bir şey. Ben bunların olumsuz bir etkisi olacağını düşünmüyorum.

Ruşen Çakır: Geçenlerde Konya Ereğli’de Kılıçdaroğlu’nu tâkip ederken, partinizin bir kurmayı bana seçimle ilgili ne düşündüğümü sordu. Ben de ona şaka yollu, “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bu seçimi kaybedemeyeceksiniz” diye cevap verdim.
Okan Konuralp: İyi bir gazeteci bakış açısı. Eleştirel yaklaşmak.

Ruşen Çakır:
Burada benim gördüğüm, senin de bahsettiğin şekilde tabanda bir hazırlık var. Kılıçdaroğlu’nun İzmir’de, Konya’da, Trabzon’da, Kayseri’deki etkinliklerini tâkip ettim. Meselâ Konya ve Trabzon’daki iftar yemeklerini daha fazla önemsedim. Mitinglerden ve esnaf ziyâretlerinden ziyâde oradaki ortam çok değişikti. Daha çok, kentin orta sınıfı gibi insanların geldiği yerlerdi ve birbirinden daha farklı, sadece CHP’lilerden ibâret olmayan bir kalabalık vardı. Çok büyük yemekler yapıldı. İzmir mitingi ya da Kayseri mitinginde de gördüğüm, taban sâdece CHP’lilerden oluşmuyor. Meselâ Kayseri mitinginde çok sayıda ülkücü de vardı. Taban bir şeyleri çözmüş sanki.
Okan Konuralp: Çok haklısınız. Çok da geriye gitmeden, çok da detaya girmeden şöyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Siz bu ülkede, özellikle İslâmî hareketleri, muhâfazakârları, onların reflekslerini çok iyi bilen bir gazetecisiniz. Seküler diye tâbir edilen, bir yandan da muhâfazakâr, İslâmcı, ülkücü diye tâbir edilen toplum kesimleri, bir arada yaşamanın tadını aldılar. Ben bunu her zaman şu örnekle veriyorum: Furkan adını verdiği çocuk, akşam eve “Evrim’in doğumgünü var” diye geliyor. Bu çok önemli bir şey. Evet, belki özel okullarda bunlar sıra arkadaşı oldular, ama nihâyetinde arkadaş olunca âileler de birbirlerini tanıdı. Meselâ İstanbul’da kentleşme meselesi. Ümraniye’de, mahalle baskısını da ortadan kaldıracak derecede bu kentleşmeyle berâber, örneğin bir konutun 14. katındaki muhâfazakâr bir âile ile seküler bir âile birbiriyle hemhal oldular. Çocuklarını birbirlerine emânet edecek kadar yakınlaştılar. Ya da örneğin vakıf üniversiteleri. “Çocuğum bir şekilde bir üniversite diploması alsın da başka bir şey istemiyorum” diyerek, kıt kanaat imkânlarıyla çocuklarını vakıf üniversitelerine gönderdiklerinde, oradaki muhâfazakâr, ülkücü, İslâmcı, solcu, liberal, apolitik gençler birbirleriyle tanışıyorlar.
Bugün Beşiktaş çarşıya gidin, çevresinde, ya bir binada, ya da iyi kötü bir kampüsü olan, neredeyse 27-28 tâne üniversite var. Siz çok iyi bilirsiniz, yakın bir zamana kadar İslâmcılar alkollü yerlere gitmezlerdi. Şimdi inin Beşiktaş çarşısına görürsünüz; şimdi gidiyorlar, belki alkol almıyorlar, maden suyu içiyorlar; ama o arkadaşlarıyla orada berâber olmak istiyorlar. Yıllar öncesinden başlayan içtenlikle tanış olma hâli insanları bir arada yaşamaya o kadar alıştırdı ki, Furkan’ın Evrim’le arkadaşlık yapmasından memnun. Biri Evrim, biri Furkan. Furkan’la Evrim arkadaşlık yaptıkça, Furkan’ın annesiyle de Evrim’in annesi tanış olmaktan memnun. WhatsApp gruplarında, çocuklarının yarınki ödevlerini birbirlerini soruyorlar. Belki okul gezilerinde bir araya geliyorlar, okul etkinliklerine yan yana oturuyorlar. Bu, kentli modern muhâfazakârların hayatlarına o kadar sirâyet etmiş durumda ki. Aynı zamanda sekülerler açısından da iyileştirici bir durum. Sekülerler de bu insanların kötü insanlar olmadığını, muhâfazakârlar da bunların kötü insan olmadığını anladılar. Böyle bir yakınlaşma oldu hâliyle. Bu da bizi bir yere doğru itiyor.
Sizin “Size rağmen kazanacaksınız” dediğiniz şeyin gerçeklik payı biraz da böyle. Bir arada yaşamak istiyorlar. Kimse kimseye höt höt etmeden, bağırmadan, çağırmadan, kızmadan, komşusunun yüzüne bakabilmek istiyor. AK Parti iktidârı ne yazık ki bu toplumun önemli bir kesimini komşusuna karşı mahçup bıraktı. Seçmeni olduğu partinin lideri, toplumu çeşitli kavramlar üzerinden bölüyor, ama o partinin seçmeni olarak bölünmüş olan, teröristlerle işbirliği yapmakla itham edilen komşusunun kahvesini içmeye gidiyor. Bir mahcûbiyet yaşıyor. Bu mahcûbiyetin tamâmen ortadan kalkması için de bizi bir yere zorladılar.  Bir başka örnek vereyim: 2017’de, o dönemde Genel Başkanımızla çalışıyordum, henüz RTÜK’e gitmemiştim. Bir gün beni makamına çağırdı ve bir dâvetiye verdi. Dâvetiyeyi açtım, Temel Karamollaoğlu’nun imzâsını taşıyan bir dâvetiye. Saadet Partisi’nin merhum Erbakan'ı anma gecesi dâvetiyesi. Bakın: 2017 yılı. “Ne yapacağız?” diye sordu Sayın Kılıçdaroğlu. “Gidin efendim” diye cevap verdim. Ama ben “Gidin” dediğim için değil, zâten gitmeye karar vermişti. Zâten gidilir. Kemal Bey’in o dâvete icâbet etmesi kadar önemli olan şey, Temel Bey’in Kemal Bey’i de o etkinliğe dâvet etmiş olması bence. Daha önemlisi o. Temel Bey böyle bir dâvette bulunmasaydı Kemal Bey nasıl gidecekti? Ama Sayın Genel Başkan’ın bu geceye katılma karârını açıkladığımızda ortaya çıkan reaksiyonu hatırlayın. Nelerle suçladılar bizi. Temel Bey’i de suçladılar. Temel Bey’i câmiden kovma noktasına kadar getirdiler. Ama geldiğimiz nokta, bizi bu etkinliğe katıldığımız için suçlayan arkadaşlarımızın hemen hemen tümü bir süre sonra Temel Reisçi oldu. Temel Bey’e, “Sen Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanını Erbakan’ı anma gecesine nasıl dâvet edersin? Onlarla nasıl oturur kalkarsın?” diyenlerin de büyük bir kısmı bugün alanda, “Evet, 1 oy Kemal Bey’e, 1 oy Cumhuriyet Halk Partisi’ne” diyorlar. Toplumu iyileştiriyoruz yani.
Bunun bir örneği de helâlleşme çabasıdır. Sinan Ateş’in katledilmesi sonrasında Sayın Kılıçdaroğlu’nun almış olduğu pozisyon son derece vicdânî ve ahlâkî bir pozisyondur. Hiçbir siyâsî seçim hesâbı yok. İki tâne evlâdı var, katledilmiş bir ülkücü ve bizim Sinan Ateş’in katline istinâden almış olduğumuz pozisyon, bizim tabanımızda memnûniyetle karşılandı. Ama aynı taban 3 yıl öncesine kadar, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölüm yıldönümünde Genel Başkan’ın atmış olduğu tweet'lere veya “Ülkücü kardeşlerim” hitaplarına karşı koyan bir tabandı. Yine aynı taban, merhum Yazıcıoğlu’nun oğlunun Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili adayı gösterilebileceğine dâir iddialara son derece mutlulukla karşılık verdiler. Hâliyle karşılıklı bir iyileştirme, karşılıklı bir yaralarımızı sarma, bâzı meseleleri geride bırakma, artık bir daha anmama hâlinin de bir sonucu olarak –yine sizin sözünüze dönüyorum– “bize rağmen” bu seçimi kazanmamızı arzulayan bir durum var. Ama o kadar da haksızlık etmeyelim. Bütün bu hikâyenin aktörleri bugün masada buluşmuş durumda.

Ruşen Çakır: Helâlleşme bahsinde, özellikle “Alevî” videosunun çok ciddî bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu da bu kadarını beklemiyordu.
Okan Konuralp: Beklemiyordu, ama bu video daha önce olmazdı. Zamânında oldu yani. Olduğu an îtibâriyle de ortaya çıkan tabloyu biliyorsunuz. Kılıçdaroğlu’na, Alevî kimliğini ya da mezhepsel kimliğini sakladığı, örttüğü, onu çok öne çıkarmadığı gibi birtakım değerlendirmelerde bulunuldu. Ama zâten mesele de böyledir. Hiç kimsenin etnik ya da mezhepsel kimliğini öne çıkartmadan bir ilişki biçimi kurma kararlılığını sürdürmediğiniz müddetçe ve o belli bir noktaya gelmediği müddetçe, bu ve buna benzer şeylere de tenezzül etmemek gerekirdi. Ama geldiğimiz noktadan îtibâren, Genel Başkan, “Artık zamânıdır” dedi. Sizin de az önce vurguladığınız gibi o videoyu yaptık. Evet, ortaya çıkan tablodan çok memnunuz tabiî. Ama biz zâten böyle bir tablo ile karşılaşacağımızı yine de biliyorduk. Az önce anlattığım hikâye: Toplum artık meselelere Sünnî, Kürt, Türk, Alevî olarak bakmıyor, artık bakmamak istiyor. Gürcü’sün, Laz’sın, Boşnak’sın, doğulusun, batılısın diye bakmamak istiyor. Çünkü toplumsal ilişki biçimleri o kadar birbirine girdi ki üniversitelerde, liselerde, göç yoluyla, metropollerde… Artık insanlar birbirlerine, “İyi insan mısın, adâletli insan mısın? Türkiye’nin temel problemlerinin çözümü konusunda hep berâber olabilir miyiz, olamaz mıyız?” noktasına geliyoruz. AK Parti’ye yönelik direnç de böyle. Yaşanan her şeye rağmen, Türkiye’de göçmenlere, mültecilere ya da sığınmacılara yönelik zaman zaman artan ya da artma eğilimine gelen reaksiyon hep belli bir yerde kaldı. Sayın Kılıçdaroğlu da bu konuyu son derece sağlıklı bir şekilde sundu: “Güle oynaya götüreceğiz, ırkçılık yapmayacağız. Üstelik bu meseleyi Suriye ile oturarak çözeceğiz” diye açıkladı. Birbirimize sâdece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil, ülkemizde bulunmak zorunda kalanlara yönelik de tolerans eşiğimizi adım adım artırdı Sayın Kılıçdaroğlu. Hâliyle bu Alevî videosu da böyle bir video. Kılıçdaroğlu, “Ben Alevîyim” dedikten sonra, sonrasında gelen cümlesinde, “Önemli olan, adaletli misin, ahlâklı mısın, iyi insan mısın? Meseleye böyle bakmak lâzım” dedi ya? Aslında toplum da öyle bakıyor.

Ruşen Çakır: Seninle bir sohbetimizde, Muharrem İnce’nin o büyük patlamasını yaptığı zaman, oy oranı %10’lara çıktığında, telefonda sana bunun sürmesinin mümkün olmadığını söylemiştim. Şimdi galiba bayağı ciddî bir düşüş var. Sorum şu: Muharrem İnce’nin bu seçimin kaderini belirleme imkânı hâlâ var mı?
Okan Konuralp: Bence yok. Dediğim gibi, bir başka bağlamda da yok. Bu, Muharrem İnce’den ya da Sayın Sinan Oğan’dan bağımsız bir durum. AK Parti, biraz da kendi eliyle getirdiği noktanın mağlûbiyetini yaşayacak. Toplumu öyle bir kutuplaştırdı, öyle bir konsolide etti ki. Artık insanlar, “Demokrasiden yana olanlar ve olmayanlar”, “Bu iktidardan yorulmuş olanlar ve olmayanlar”, “Yeter artık bu iktidar gitmiş olsun diyenler ve demeyenler…” Artık insanlar meselelere üçüncü veya dördüncü bir alternatif olarak bakmıyorlar. Hele de seçimlere yaklaştıkça, bu kadar konsolide etmeseydi, bu kadar kutuplaştırmasaydı, bu kadar ayırmaya çalışmasaydı, belki yine seçmen geçişkenliği daha kolay olabilirdi. Ama ne olursa olsun hiçbir araştırmada, yakın bir zamana kadar, kim aday olursa olsun onu bilmem, ama “Tayyip Erdoğan'a oy vermem” diyenlerin oranı %55’in altına hiç düşmedi. Her zaman orada bir %55 ve gün geçtikçe artan bir yükseliş oldu. Bunu biraz kendileri ettiler kendileri buldular, bu noktaya getirdiler.
Gelinen nokta îtibâriyle, diğer adayların seçimin sonucunu doğrudan etkileyebilecek bir noktada olduklarını düşünmemekle birlikte, biz yine de tedbîren, ikinci tura da kalabilir öngörüsüyle, son âna kadar kararlı çalışacağız. Ama benim gördüğüm, ilk turda bitecek bir şey.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler Okan.
Okan Konuralp: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Cumhuriyet Halk Partisi Ankara 1. Bölge adayı, eski gazeteci Okan Konuralp ile CHP ve Kılıçdaroğlu’nun kampanyasını, stratejilerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı