Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (237): Bahçeli’nin Öcalan mesajının anlamı ne?

22.10.2024 medyascope.tv

22 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin gündemi çok sert geçiyor. Dün Fethullah Gülen’in ölüm haberiyle gündem karıştı. Şimdi, CHP liderinin Güneydoğu ziyâreti bekleniyor; bu geceden îtibâren ziyâret başlıyor. Ama Devlet Bahçeli bugün grup toplantısında çıtayı biraz daha yukarı çıkardı ve gündemi yine belirledi. Biz de apar topar ekibi topladık; Kadri Gürsel ve Kemal Can’la birlikte, sâdece Devlet Bahçeli’nin bugünkü konuşması ekseninde bir “Haftaya Bakış Özel” yayını yapıyoruz. Arkadaşlar, merhaba.
Kemal Can-Kadri Gürsel: Merhaba.

Ruşen Çakır: Bahçeli’nin bugünkü grup toplantısındaki sözlerini bir okuyayım hızlıca. Şöyle diyor: “Şâyet teröristbaşının tecrîdi kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini îlân etsin. Bu dirâyet ve kararlılığı gösterirse, umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın. Terör sorunu ülke gündeminden tamâmen çıkarılsın. Hodri meydan! Buna varız.” Evet Kadri, seninle başlayalım. Cuma günkü yayında https://medyascope.tv/2024/10/18/rusen-cakir-kemal-can-ve-kadri-gursel-ile-haftaya-bakis-236-bahceliden-ocalana-cagri-ozgur-ozelin-guneydogu-gezisi-acik-radyo-kapatildi/ “Devlet Bahçeli bir şey söylüyorsa, olmayacak demektir” demiştin. Biz de o sözlerini yayınlamıştık. Ne düşünüyorsun?
Kadri Gürsel: Evet, hâlâ aynı fikirdeyim. Ayrıca niye benden başlıyorsun?  Kemal Can’la başla.

Ruşen Çakır: Bu lâfının üzerinden gidelim diye senden başladım.
Kemal Can: Niye her hafta îtiraz etmiyorsun da bu hafta îtiraz ediyorsun?
Kadri Gürsel: Bugün özel bir gündemle toplanıyoruz. Geçen hafta Kemal Can, “Bir süreç var” demişti; ama o süreci târif edememişti. Yani “Bir süreç var; ama bir şey olmadıysa da mutlaka bir şeyler olmuştur” gibi bir şey dedi. O yüzden ben Kemal Can’ın bahsettiği o sürecin târifini öğrenmek istiyorum. Belki şimdi netleşmiştir biraz. Buyursun, kendisi ön alsın.

Ruşen Çakır: Önce ben bir şey söyleyeyim. Bir kere Bahçeli’nin Öcalan vurgusu çok güçlü. Bir izleyicimiz, “Yerli ve millî teröristbaşı Abdullah Öcalan” diye yazmış sosyal medyada. Bâzı MHP’liler neye uğradıklarını şaşırmışlar, “Ne oluyoruz?” demişler. Ama buradaki şu husus çok önemli: Bahçeli “Ne Kandil ne Edirne” diyor. Edirne derken Selahattin Demirtaş’ı dışarıda bırakıyor, Kandil derken de PKK’yı. Bu cümleyi şöyle görebiliriz: Devlet Bahçeli DEM Parti ve Öcalan’ı konuşulabilir, pazarlık edilebilir, anlaşılabilir aktörler olarak görürken, Demirtaş ve Kandil’i böyle görmüyor. Tabiî ortada çok soru var da, en basit soru şu: Bu iş Kandil olmadan nasıl olacak? Tamam, Öcalan çıksın, “Terörü lağvettim” desin. Öcalan zâten yıllardır, “Silâhlı mücâdele devri kapandı” diyor. Diyor ama, “Bunu kapatmamız için bize bir şeyleri vermeniz lâzım” diyor. Diyelim ki Selahattin Demirtaş’ı bypass ettiler. Peki, Kandil’i nasıl bypass edecekler? Öcalan Kandil’e rağmen PKK’nın silâh bırakmasını sağlayabilir mi? Böyle bir şey gerçekçi değil. Belki ilk aşamayı kastediyordur. Yani, “Biz ilk aşamada Öcalan ve DEM Parti ile bir şeylerde anlaşalım, sonra diğerleri de buna mecbur kalır” gibi bir yaklaşımı olabilir. Evet Kemal Bey, ne dersin?
Kemal Can: Ben bu konuda söyleyeceklerimi söyleyeceğim de… hakîkaten şunu idrak etmekte zorlanıyorum: Cume günkü yayından sonra, Cumartesi günü sürecin ne olduğunu anlatan bir yazı https://medyascope.tv/2024/10/19/kemal-can-yazdi-surec-kesin-de-cozume-bir-bakip-cikacagiz/ yazdım.  Kadri sürecin ne olduğunu anlamamışsa, Kadri’yi iknâ etmek gibi bir misyonum olmadı hiçbir programda. Ben seyirciye bir şey anlatıyorum. Kadri daha önce hayvan hakları konusunda da dediğimi anlamamıştı, bunu da anlamamış. Sorun değil. Zâten benim böyle bir misyonum yok. Çok açık biçimde bir sürecin içindeyiz zâten. Sürecin târifinin ya da boşluğunun çok da bir anlamı yok; çünkü sürecin zâten içindeyiz. Süreç bundan sonra târif edilecek ve daha önceki süreçler de süreçler tamamlandıktan sonra, başlangıcı ve vardığı nokta îtibâriyle yeniden tanımlandı.
Bahçeli meselesine gelirsek: Ben geçtiğimiz iki yayında da, Öcalan’ı bir muhâtap olarak Kürt meselesinin denkleminde kullanmaya onay verme konusunda, bunun Bahçeli’nin ilk hamlesi olmadığını hatırlatmıştım. Hatırlayalım, 2019’daki cümlesi tam olarak şuydu: “HDP'nin vahim sapmasına, Zillet İttifâkı’na verdiği rezil desteğine îtirâzının ve tepkinin, bundan duyduğu rahatsızlığın eseri ve sonucu olduğunu düşünüyorum.” Bunu Öcalan’ı kastederek söylüyordu. Yani Öcalan’ın, HDP’nin vahim sapmasına ve o zamanki muhâlefet ittifâkına verdiği isimle “Zillet İttifâkı”na destek vermesine Öcalan’ın reaksiyon göstermesini, gayet isâbetli bir pozisyon alma olarak târif ediyordu. Mektup yayınından sonraki bir cümleydi bu ve bu pozisyonun, yani bu mektubun devlet televizyonunda yayınlanması dâhil, çok da lüzumlu olduğu konusundaki onayını da belirtiyordu. Dolayısıyla Devlet Bahçeli’nin, eğer devletin de dâhil olduğu bir politik manevra söz konusuysa ve bu manevrada bir karşılığı olacaksa, Öcalan’ın da aktif olarak kullanılmasıyla ilgili bir sorunu olmadığını, buna onay verebileceğini… Hattâ bugünkü toplantıda buradaki çıtayı epey yukarıya çekerek Meclis’te konuşmasından bahsediyor. Bunun gerçekte realize olup olmaması çok tartışmalı bir şey. Yani bu gerçekten olabilir bir şey değil; ama burada Bahçeli’nin göstermek istediği şey, kendi ilerleyebileceği noktayı işâret etmek. Hemen dönelim ve çok kısa bir hâfıza tâzelemesi yapalım: Bahçeli’nin bundan birkaç ay önce, “DEMlenme” gibi kavramlar kullanarak muhâlefeti ve herkesi nasıl suçladığını; daha sonra, DEM Parti’nin kapatılması, hattâ milletvekillerinin maaşlarının kesilmesi talebini gündeme getirdiğini hatırlıyoruz. Ama aynı günlerde, unutmayalım ki başka bir hâdise daha yaşanıyordu. CHP çevrelerinde, DEM Parti çevresinde ve genel olarak muhâlefet kamuoyunda yoğun biçimde, Erdoğan’ın Bahçeli’den kurtularak birtakım yeni açılım süreçleri, hattâ hem CHP ile normalleşme üzerinden, Can Atalay Dâvâsı’ndan Gezi Dâvâsı’na kadar pek çok konuda Abdulkadir Selvi’nin kulis haberleriyle gündeme gelen birtakım hamleler yapacağını, bunun içerisinde Kürt meselesinin de olabileceğini ve bunun için de Devlet Bahçeli’den kurtularak, tâbir yerindeyse “onu sırtından atarak” ilerleyeceği, buna da Bahçeli’nin çok yüksek direnç gösterdiği, bir tür açılıma engel olduğu anlatılıyordu. Dolayısıyla bugün DEM Parti ve CHP dâhil pek çok aktörün, Bahçeli’nin aldığı pozisyon ve çıkışlarıyla birlikte, birdenbire dâhil oldukları ve dışında kalamadıkları çok belirgin bir süreç başladığını görüyoruz. Bu sürecin nereye varacağı ya da adına yapıştırılan “çözüm” gibi bir perspektifi olup olmadığı tamâmen başka bir tartışma. Ama bu çok belirgin bir süreç. Bu süreç kendi içinde sonuçlar üreterek ve asıl olarak kendini var ederek ilerliyor zâten. Şu anda Bahçeli, Öcalan’ı bir aktör olarak öne çıkarma yaklaşımının hemen peşine, başka bir önemli ek yapıyor. Diyor ki: “Edirne ve Kandil değil, Öcalan ve DEM Parti”. Dolayısıyla aslında Kürt meselesindeki muhâtaplık tartışmasını, bence taraflarını târif ederek ve taraflarıyla ilişkiyi yeniden tanımlayarak bir çerçeveye oturtuyor. Ben hep bu meselenin asıl olarak hâlâ iç dinamiklere bağlı olarak şekillendiği kanaatindeyim. Dış faktörlerin çeşitli etkileri olabilir; ama asıl belirleyici unsurun hâlâ iç politika olduğunu düşünüyorum. Çünkü Devlet Bahçeli’nin iktidar ortaklığının bir partinin aritmetik dahlinden daha önemli olduğunu, daha fazla bir şey ifâde ettiğini hep söyledim ve düşünüyorum. Dolayısıyla devlet algısı açısından da Kürt meselesi, bütün dış faktörlere rağmen, dış faktörlerle birlikte çok önemli bir iç dinamik meselesi. Bu iç dinamik meselesiyle ilgili bir karar süreci yaşanıyor ve sanıldığı gibi daha önceki çözüm sürecinde… ki o da aslında büyük ölçüde devletin onayı, hattâ başlatmasıyla realize olmuş birtakım adımlarla ilerlemişti. Sâdece, orada kanatlar seviyesinde başka problemler yaşanmıştı. 2009 da böyleydi, 2012’deki hâdise de böyleydi. Hattâ 2009 Oslo Süreci, doğrudan devletin birtakım görevlileri tarafından başlatılmış bir süreçti.
Dolayısıyla şimdi de bu sürecin, devlete ya da birtakım vesâyet unsurlarına rağmen Erdoğan tarafından yapılması gibi bir görünüme asla izin verilmeyip, tam tersine, Nevzat Tandoğan’ın meşhur sözünde olduğu gibi, “Bir süreç başlatılacaksa da bunu biz başlatırız” hamlesidir.  Bahçeli’nin bu konuşmasında iki noktaya daha işâret ediliyor. Çarpıcı taraf Öcalan meselesi olduğu için belki dikkatlerden kaçmış olabilir. Birincisi, ekonomi ve diğer problemlerin yine bu ittifak terkibi içerisinde çözüm bulacağını ve asla erken seçim gibi bir şeyin akıllardan geçirilmemesi gerektiği. Yani en azından 4 yıllık bir statükoyu ve bu statükonun şu andaki temel bileşiminin değiştirilmemesi talebini ve eğer buna yarayacak bir hamle yürütülecekse bunun da bu ortaklıkla devam ettirilmesi gerektiğini söylediğini düşünüyorum.
Burada çok önemli bir şey var. Arkada hem kulis bilgileri olarak bildiğimiz hem de tahmin edebileceğimiz bir temas trafiğinin olduğu çok açık. Zâten çeşitli duyumlar var. Geçen hafta da konuştuk; uluslararası basında haber olan bâzı dedikodular var, bu konuda içeride ve dışarıda gündeme gelen bâzı duyumlar var. Bu tür bir görüşme trafiğinin olduğu çok açık. Ama Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrının bizzat Öcalan’ın kendisine ve kapalı biçimde de yapılabilmesi mümkün. Bahçeli’nin bunu açıktan ve Meclis kürsüsünden yapıyor olmasının başka bir anlamı var. İşte bu da süreçle ilgili bir şey.

Ruşen Çakır: Kemal istersen burada nokta koy, bir tur daha yapalım. Kadri de biraz konuşsun. O da şimdi notlarını aldı.
Kemal Can: Tamam. Hani ben sürecin altını dolduramadım ya, Kadri’den de, “Bahçeli bir şey söylüyorsa olmayacak demektir” cümlesinin altını nasıl dolduracağını bekliyorum.
Kadri Gürsel: Kesinlikle. Kemal o kadar sofistike bir anlağa sahip ki, kaba saba bir aritmetik siyâsal gerçekliğin olamayacağını düşünüyor ve bunu anlamak istemiyor. Veya bunu iddia edenleri meseleyi anlamamakla itham ediyor. İlginç bir durum. “Süreç” maalesef Türkçemizin çok hor kullanılan kavramı oldu. Halbuki “süreç” yerine kullanabileceğimiz başka sözcükler de var. Ben artık “süreç” sözcüğünden nefret eder hâle geldim. “Süreç” yerine “durum” diyebilirsiniz. Çünkü “süreç” diyorsanız, bu çok iddialı bir ifâde; biliyor olmanız lâzım, anlıyor olmanız lâzım, görüyor olmanız lâzım. Bunun üçünü de yapamadığınız zaman, karşılaştığınız şeye “süreç” dememeniz gerekiyor; parametreleri vardır, çerçevesi vardır, perspektifi vardır.
Kemal Can: Peki, sürecin bu târifi nereden çıkıyor? Nerede yazıyor bu tanım?
Kadri Gürsel: Süreç nedir? Politik açıdan konuşuyoruz. 
Kemal Can: Tamam, nedir?
Kadri Gürsel: Süreç, belirli bir perspektif içinde süregelen bir durum — değişen. Bir değişimi de içerir süreç. “Değişim” dediğiniz zaman, bunun illâ bir süreç dâhilinde olması gerekmiyor. Burada bir durum var; yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bunun içini doldurmak, durumun târifini yapmak açısından çok da zorlanmıyorum. Açıkçası geçen sefer, “Eğer bunu Bahçeli demişse, zâten Kürt sorununa çözüm süreci gibi bir sürecin olmayacağının bir numaralı delilidir” minvâlinde konuşmuştum. Şimdi de aynı düşüncedeyim. Bahçeli’nin söylediklerine dikkatle bakalım. Yani bugün ne dedi? Geçen cuma tartıştığımızdan farklı ne diyor ona bakmak lâzım. Ona baktığımız zaman, “Öcalan gelsin, örgütünü lağvetsin. Sonra biz de onu serbest bırakalım” diyor. Geçen cuma konuştuğumuz bahiste, “Örgütü de gelsin teslim olsun ve cezâsını çeksin” demişti. Peki, bunun karşılığı ne olacak?  Bunun karşılığı huzur hakkı, umut hakkı olacak, öyle gözüküyor. Eğer murâdımız Kürt sorununa çözümse, buradan öyle bir şey çıkmıyor, çıkmayacaktır, Kürt sorunundan ne anladığımıza bağlı olarak.
Ama şu da bir gerçek: Kemal, “Bahçeli 2019’da konuştuğunda, daha önce, 2009’daki sürece devlet onay vermişti” dedi. Ben bu devletin ne olduğunu bilmiyorum. 2011’de askerî vesâyet net ve kesin olarak ve târihsel biçimde tasfiye edildi. O zaman belki asker zâten güçsüzleşmekteydi; kezâ İstihbârat Örgütü de öyle. 2010’da zâten Hakan Fidan geldi İstihbârat Örgütü’nün başına. Şimdi ise zâten ortada devlet diye bir şey yok. Silâhlı Kuvvetler’in bütün üst kademesi tamâmen siyâsallaştı. Millî İstihbârat Teşkîlâtı ve diğer istihbârat teşkîlâtları da –hangisiyse–, hepsinin siyâsallaştığı ve özelleştiği çok açık. Dolayısıyla, burada Kürt sorununun çözümünden bahsetmiyorsak, iktidârın kendi sorunlarının çözümünden bahsediyor olmamız lâzım. Çünkü Kürt sorunun çözümünden bahsedilmemesi gerektiğini, Bahçeli’nin kendisi de söyledi. “Burada zâten kimin ne dediğinin bir önemi yok, önemli olan süreç” diyorsanız, “Olan bitene bakmak lâzım” diyeceğiz. Olan bitene bakınca da, karşımızda dış dinamiklerle iç dinamikler kalıyor. İç dinamiklerde siyâsî bir süreç var; o süreç seçim sürecidir. Seçim süreci etrâfında tâyin ediliyor her şey ve Bahçeli’nin başına saksı düşmedi, demokrat falan da olmadı. Bence Bahçeli’nin ağzından çıkan en önemli, en çok dikkat edilmesi gereken sözcük şuydu: “Silâh ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise, terörü yaratan ortamın iyileştirilmesi amacıyla demokratik adımları atmaktan imtinâ edilmesi o ölçüde hatâlıdır”. Yani diyor ki: “Terörü doğuran ortamın ortadan kaldırılması için demokratik adımlar atılabilir. Medyanın tavır ve tutumu da önemlidir” diye devam ediyor. Şimdi burada asıl üstünde durulması gereken cümle bu. Ama biz bunu niye Bahçeli’den duyuyoruz? Devletin asıl sâhibi midir Bahçeli? Devlette asıl, ana, yegâne vesâyet organı Milliyetçi Hareket Partisi midir?
Hâdise şudur: Olay tamâmen iç siyâsetin aritmetiği etrâfında şekilleniyor. En basitinden verilecek bâzı şeyler karşılığında erken seçim engelinin aşılarak, yani CHP’nin koyduğu takoz aşılarak, iktidârın istediği târihte erken seçim yapılması için DEM Parti’nin desteğinin alınması. Bir üst aşaması ise bir anayasa değişikliğinin yapılması. Bunların hangi parametreler içinde yapılabileceğini zâten geçen programda konuştuk. Bence, siyâsal İslam da Kürt milliyetçiliği de Türkiye'de pekâlâ bir anayasa değişikliği etrâfında bâzı ortak paydalar oluşturabilirler. Zâten Anayasa’nın o değişmez ilk 3 maddesi tartışmaları da buradan kaynaklandı. Bunun dışında, ben Bahçeli’nin sözlerinden, eğer murâdımız Kürt sorununun çözülmesiyse, Kürt sorunun çözülmesi dediğimiz şeyin tam anlam ve karşılığı, Türkiye’nin demokratik reformlar yaparak Kürt sorunu dediğimiz konunun bir sorun olmaktan çıkması, PKK’nın şiddet ve terörizme son vermesi, PKK’nın silâhlı örgüt olarak artık varlığına sona ermesi karşılığında da Kürt sorununun artık târihe karışması… İyi de bunun için aktörlerin ne istediğini biliyoruz. Anayasadaki değişiklik, özerklik, anadilde eğitim gibi gerçekten güçlü talepleri var. Ben Bahçeli’nin –eğer devlet üzerinde bir vesâyeti varsa– bu talepleri karşılamaya hiçbir zaman gücünün yetmeyeceği kanaatindeyim. Ha, ortada ne var? Ortada bir süreç yoksa, bir açılım vardır: Bunun adı da “İmralı açılımı” değil, “Bahçeli açılımı” olabilir.
Şimdi Bahçeli, siyâsî sorumsuz olarak… çünkü Bahçeli’nin hükûmette herhangi bir sorumluluğu yok. Bahçeli’nin Cumhurbaşkanlığı hükûmetinde bakanı yok, hiçbir şey yok, hiçbir siyâsî sorumluluğu yok. Sâdece MHP Genel Başkanı ve Cumhur İttifâkı’nın üyesi olarak konuşuyor. Bir de, Cemaat’in tasfiyesinden sonra, devlette iktidârın ihtiyaç duyduğu kadroların MHP’den sağlanarak kapatıldığı bir denklem var. Yani böyle bir açığı kapattı Bahçeli.  Bence Bahçeli’yi ve MHP’yi aşırı derecede mutlu eden, belki de kuruluşundan bu yana görmediği kadar faydalandığı, umur. Burada muazzam bir şey yaşıyor MHP. İktidâra verdiği desteğin karşılığında, her bakımdan muazzam bir fayda ve menfaat sağlıyor. Bunu görüyoruz ve bu, Cemaat’le AKP arasında olduğu gibi, bugüne kadar bir paylaşım kavgasına, iktidar kavgasına dönüşmedi.
Bütün bu hikâyenin özeti, gördüğümüz yaşadığımız şeyler, iktidârın, iki denemeden sonra, üçüncü denemesinde –Neden şimdi îcap ettiyse? Çünkü bir âciliyeti yok. Önümüzdeki seçimlerin yapılması açısından terör tehdidi yok Türkiye’de–, “Hadi bakalım, bir süreç başlatalım” denmesi. Bunun da tek nedeni iktidârın daha önceki bütün süreç diye bahsettiğimiz şeyler de –ki ben bunlara “durum” diyorum; çatışmasızlık durumları–, tamâmen iç politika ve dış politika ve ikisinin de bir araya getirdiği bir denklemin ihtiyaçları için yapılmıştı. İlk deneme, dış dünyanın desteğini almak, içeride muhâlefeti yumuşatmak, Kürt desteğini yanına çekmek için yapılmıştı. İkincisi de böyle oldu. Tamâmen seçim aritmetiğiyle ilgiliydi. Ama şu olabildi meselâ: İnsanların ilk ikisinden, yani sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gerektiği bir ortamda, sanki sözde çözüm süreçlerinde, iktidar amacında samîmîymiş, Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyormuş gibi, şimdi sanki ulvî, yüksek bir devlet mantığı ve devlet aklıyla, nereden îcap ettiyse, Kürt sorununu çözmeye yeltenmiş, karar vermiş gibi bir algı ortaya çıkıyor. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Böyle bir şey yoktur. Eğer zâten bunun sâhibi ve kapısını açan Bahçeli ise, bu, “Bahçeli açılımı”dır. Bahçeli’nin yaptığı şey de, iktidârın çok sevdiği, sıfır siyâsî sorumlulukla partisine muazzam faydalar sağladığı iktidârını, Cumhur İttifâkı bağlamında bu ittifâkın ve iktidârın sürmesi içindir. DEM Parti’den alınacak ve DEM Parti’ye verilecek şeyler ne varsa odur.
Selahattin Demirtaş’ı dışarıda tutma hakkı, eğer demokratik şeylerden bahsediyorsak, meselâ Bahçeli demokratik birtakım iyileştirmelerden, demokratik adımları atmaktan bahsetti. Atılacak en büyük demokratik adım, Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasıdır. Bundan daha büyük demokratik bir adım var mı şu aşamada akla gelen? Ama Bahçeli bunu dışlıyor; çünkü Demirtaş’ın dışarı çıkması işine gelmiyor. Bunun ötesinde, dış dinamikler varsa ne olabileceğini düşünüyorum. Amerika’nın bölgeden çekilmesi durumunda, ihâlenin Türkiye’ye kalması ve bunun, bölgede PYD/PKK ile yapılan şeylerin bir barış ortamı yaratılarak Türkiye tarafından üstlenilmesi karşılığında, Türkiye’ye uygulanan ambargoların kaldırılması gibi fantastik bir şey olabilir. Bu konuda da hiçbir emâre yok henüz. Dolayısıyla heyecanlanmıyorum. Bahçeli’nin söyledikleri yeni şeyler değil. Türkiye’de bir Kürt açılımının olacağına dâir herhangi bir işâret içermiyor; böyle bir şey yok, Kürt sorununun çözümünden bahsediyorsak. Ama Bahçeli’nin söyledikleri, Kürt partisiyle ve Kürt hareketiyle iktidârın sorunlarını çözmek üzere ve Kürt hareketinin sorunlarını azaltmak, hafifletmek için bir pazarlık kapısı açıldığına dâir bir izlenim uyandırıyor bende. Zâten esas sorunun da bu olduğunu biliyoruz. Yani şu an, iktidârın Kürtler’le bir araya gelerek çözebileceği sorunun ne olduğunu düşündüğümüzde, esas sorunu erken seçim târihi ve anayasa değişikliğidir. Bunun ötesinde verebileceği şeyler ne olabilir? Rahat bir çalışma ortamı ve bâzı yanlışlıkların, haksızlıkların giderilmesi olabilir. Ama anayasada Kürtler’e haklar verilmesi vs. gibi bir yönde herhangi bir emâre söz konusu değil. Zâten Bahçeli’nin sözlerinden de böyle bir anlam çıkarmak mümkün gözükmüyor.

Ruşen Çakır: Aslında söylenecek çok şey var. Bir iki not düşeyim: Biz yayına başladıktan hemen sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamalarla Bahçeli’ye destek verdi. Tüm Türkiye’nin, açılan bu pencereyi değerlendirmesi gerektiğini ve terörün birlikte sonlandırılmasını söyledi. Özgür Özel’in açıklamalarını da görmüşsünüzdür. Silâhların susmasına her türlü desteği vereceğini, ama Bahçeli’nin bu söylediklerinin yine gizli birtakım pazarlıklara işâret ettiğini, halbuki esas çözüm yerinin Meclis olduğunu söyledi. Tabiî ki Ümit Özdağ çok ciddî bir şekilde bayrak açtı Bahçeli’ye ve CHP’ye. Ama bütün bu olanlardan şunu görüyorum: Bahçeli burada birçok kişiyi hakîkaten zor durumda bıraktı. Çünkü şöyle bir şey var: Bahçeli’ye her şey serbest. Şimdi herkes, “Bahçeli'nin söylediğinin onda birini söyleseydik içeri girerdik” diyor. Bahçeli öyle bir şey söyledi ki, buna verilen tepkilere bakıyorsunuz… Meselâ DEVA Partisi’nden Mustafa Yeneroğlu uzun bir açıklama yapmış: “Sayın Bahçeli’nin bugün yaptığı çıkışı, Öcalan’ın TBMM’de konuşma yapmaya dâvet edilmesi gibi uçuk bir talep hâriç, şayet altı somut adımlar ve doğru hukukî düzenlemelerle doldurulursa, Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olma yolunda bir fırsat olarak değerlendiriyorum” diye yazmış. Yani Bahçeli’nin konuşmasının üstüne bir şey söyleyebilecek durumda kimse yok. Bu gece de Özgür Özel Güneydoğu’ya gidiyor. Beş gün boyunca bölgeyi gezecek. Bu ziyâreti merakla bekliyorduk. Ama şimdi her yerde Bahçeli’nin bu açıklaması sorulacak ve doğrudan Öcalan’ı gündeme getirmiş olduğu için bayağı zorlanacaklar.
Son bir şey daha söylemek istiyorum. Bu iç-dış meselesinde, ikiniz de dış meselenin çok abartılmaması gerektiğini, esas meselenin iç mesele olduğunu söylüyorsunuz. Bu konuda doğru yapıyorlar ya da yanlış yapıyorlar ayrı bir husus; ama dış mesele konusunda, Erdoğan ve Bahçeli’nin birlikte, çok ciddî bir şekilde bu konuyu önlerine koyduklarını düşünüyorum ve bu konudan ürktüklerini duyuyorum. Biraz önce Kemal’in söylediği husus da çok önemli. Geçen hafta konuştuk, Öcalan’la Kandil görüşmesinin doğru olup olmadığı tartışıldı, yalanlandı. Ama şimdi Bahçeli’nin bu çıkışından sonra anlaşılıyor ki son bir hafta, 15 gün içerisinde Öcalan’ı Kandil’le görüştürmüş olabilirler. Bahçeli’nin sistemli bir şekilde Öcalan referansları bir kere şunu çok net gösteriyor, burada bir îtirazımız yok: Öcalan tecritte olsa bile, devlet, devletin ilgili kişileri, kurumları belli ki kendisiyle harıl harıl bir pazarlık yapıyorlar ve oradan gelen bilgiler ışığında Bahçeli bu çıkışları yapıyor gibi geliyor bana. Yani öylesine bir öngörüyle, “Öcalan bunu ister” diye yaptığını düşünmüyorum, herhalde birtakım konuşmalar ışığında yapılıyordur. Ne dersin Kemal?
Kemal Can: Zâten 2009 ve sonraki süreçte bu tür temaslar yapıldığı ve bunun sâdece iktidârın siyâsî kanadıyla sınırlı olmadığı çok gizli kapaklı bir şey değil. “Hangi devlet?” diye merak ediyor Kadri; ama Oslo görüşmelerinde Türkiye adına giden heyete bakması yeter hangi devlet olduğunu görmek için. Oslo’da kim görüşmüştü?
Kadri Gürsel: Hakan Fidan. Hakan Fidan kimdi? Başbakan’ın özel temsilcisiydi değil mi?
Kemal Can: Hayır, Oslo görüşmesinde başka biri var. Burada isimlendirmek istemiyorum. Gerçi bu da çok gizli kapaklı bir şey değil. Neyse, sen devletin ele geçirildiğini ve aslında devlete rağmen yapıldığını düşünüyor olabilirsin; ama bütün veriler, özellikle Öcalan’ın yakalanması süreciyle birlikte, zâten her türlü temas ve ilişki trafiğinin devletin izin verdiği sınırların dışına çıktığını gösteren çok az veriyle ilerlediğini düşünüyorum. Kürt meselesi, siyâsî alanda kullanımı açısından bile, sürekli önemli bir iç dinamik olarak kontrol altında bir mesele. Ruşen, senin söylediğin gibi dış dinamikler bugün daha hızlandırmış olabilir; ama dış dinamiklerin, yani senin söylediğin o ürküntüye neden olan tarafı da yine iç dinamiklerle bağlantılı. Bu târihsel bir şey. Kürt meselesi târihsel olarak çok önemli bir iç dinamik unsuru. Her zaman dış dinamiklerle bağlantısı var. Her zaman böyle; ama içerideki karşılığı çok daha belirleyici. Bu mesele bunu hızlandırmış olabilir. Hangisinin daha hızlandırıcı etki yarattığını şu anda kestirmek zor.
Süreç ve çözüm meselesinde bu kavramların yapıştırılarak konuşulması meselesi bir sıkıntı yaratıyor. Çünkü bir sürecin varlığı, pozitif çağrışımlı bir kavram olduğu için illâ çözüm anlamında bir netîceye ulaşmak zorunda olan bir şey değil. Zâten süreçle çözüm arasında doğrudan bir ilişki, sâdece isimlendirme seviyesinde var. Önceki süreç için de böyleydi zâten. Önceki süreç herhangi bir şeyi çözmüş değil; ama hâlâ etiketi “Çözüm Süreci”. Şimdiki sürecin de adı “Yeniden çözüm süreci” veya “Açılım” veya “Normalleşme” veya “Yumuşama”. Bunların hepsi, kavram olarak kullanıldığı bir süreci târif ettiği dönemde bir kodla kullanılıyor; ama illâ iddia ettiği şeye varması, onu süreç yapmıyor. İddia ettiği şeye varmamak için yürütülen ve sürdürülen her şey de bir süreç aslında. Tıpkı, 2015’te çoğunluk iktidârını kaybetmiş AKP’nin, hiçbir şeyi değiştirmeden, bunu senelerce yüzdürebilmesi bir süreç zâten. Bir çözümün ortaya çıkması için herhangi bir değişimin ve pozitif bir çözüm perspektifinin olması gerekmiyor. Basit aritmetikle anlatılan şeyler ki ben de öyle bir tarafının olduğunu düşünüyorum, ama bunun aritmetik bir mesele olduğu ya da dört işlem siyâsetiyle açıklanabilir bir şey olduğu kanaatinde değilim.
Ama zâten demin de söyledim, çok açık biçimde, bu iktidar ve bu iktidârı yaratan ittifak AKP + MHP ya da yanına eklenmiş BBP ve HÜDA PAR’dan ibâret sayısal bir ittifak değil. Bu ittifak çok daha fazla bileşenli. Hani o hep târif, “Yeni Sultanizm”, “Tek Adam’” söylemleri bir sonuç anlatmak için anlamlı; ama şu anda içinde bulunduğumuz rejim terkibini anlatmak için son derece yetersiz kavramlar. Bu iktidar bileşimini oluşturan yapı hiç de öyle aritmetik bir basitlikte değil. Zâten devam edebilmesini mümkün kılan da bugün ortaya çıkan tablo, bugün süreci yöneten aktörlerin vasıflarına baktığımızda, meselâ “Bahçeli AKP iktidârına bundan 10 sene önce dâhil olduğunda zor durumdaydı, kongreyi kaybedecekti. Erdoğan onun elinden tuttu, o da sayısal desteğini verdi; onun koltuk değneği oldu”. Bu hikâye senelerce anlatıldı. Cumhur İttifâkı denilen yapının bileşimi bu hikâyeden ibâret değil. Bunun sofistike bir tarafı da yok. Zâten görünen kaba gerçek de bu ve çok basit bir şey: Eğer bu mesele sâdece basit bir aritmetikse, niye Erdoğan’ın ilk çıktığı normalleşme ve peşinden gelecek hamleler nedeniyle neden bunun yürütücüsü Erdoğan değil? Meselâ niye DEM Parti’nin oylarına ihtiyâcı olan Erdoğan ise –ki öyle, o ayrı bir konu–, neden bunun aktörü Bahçeli olsun? Zâten önceki tez, “Erdoğan Bahçeli’yi yollayacak, DEM Parti’nin desteğini alacak” tezi değil miydi? Ama oradaki aritmetik tutmuyordu. Yani onu gönderip aldığının toplamları birbirini tutmuyordu. Erdoğan’ın bu işin yürütücüsü olup –eğer DEM Parti’nin oylarını almak söz konusuysa– o açıklamayı Meclis kürsüsünden neden Erdoğan değil de Bahçeli yapıyor? Bunun bir anlamı olup olmadığına bakmak hiç sofistike bir bakış değil. Çok anlamlı, mâkul ve yapılması gereken bir perspektif. Böyle bakmak gerekiyor. Çünkü Erdoğan’ı 2015’ten sonra iktidarda tutan temel dinamik de aynı biçimde işledi. Bahçeli 2015 Haziran’ında Kılıçdaroğlu’na cevâben çıkıp dedi ki: “O çoğunluk-azınlık dediğiniz şey, o %40-%60, sizin dediğiniz gibi değil. Başka türlü bir %40-%60 var”. Ve o gün îtibâriyle bir süreç başladı, bir denklem değişti.
Bugün de bu sürecin yine devam edebilmesi için, bu iktidârın devâmı üzerine kurgulanmış bir tasarım olması, buna gidiş yolumuzun aynı olması sonucunu doğurmuyor.

Ruşen Çakır: Kemal, yavaş yavaş toparlayalım; süremiz dolmak üzere.
Kemal Can: Toparladım işte. Yani söylediğim şeye bu basitlikte baktığımızda bile, arka planında acâyip şeyler aramasak bile, burada çok basit bir soru var. Eğer bu basit aritmetikse, niye bu çıkışı Erdoğan değil de Bahçeli yapıyor?

Ruşen Çakır: Evet Kadri Bey, buyurunuz.
Kadri Gürsel: Kemal’in sorusuna cevap verebilir miyim?
Kemal Can: Sana sormamıştım, ama verebilirsin tabiî.
Kadri Gürsel: Bana sormadığını biliyorum. O zaman ben ortaya konuşuyorum. Misyonum bu değil. Seninle polemiğe girmiyorum, ama “Bu sefer neden Erdoğan değil de Bahçeli oldu?” sorusunu eminim pek çok kişi soruyordur. Çok basit: Erdoğan’ın siyâsî sermâyesi bitmiş tükenmiş halde. Erdoğan tam anlamıyla bir siyâsî sermâye züğürdü şu anda. Yani “Ben tekrar böyle bir şey başlatıyorum” dese, genel olarak kamuoyu tefe koyar Erdoğan’ı. Biz burada bunu ciddîye almış konuşuyoruz. İzliyorum yayınları, bâzı arkadaşlarımız çok iknâ olmuş görünüyor. Hepsi çok ciddî ciddî, sanki bir süreç varmış, çok ciddî bir şeymiş gibi oturup bunu konuşuyorlar. Bunu bu sefer tabiî ki Erdoğan yapamazdı. 22 yıldır Türkiye’yi yönetiyor ve politik sermâyesini tamâmen tüketmiş bir lider Erdoğan. Ama Bahçeli’de insanları şaşırtma, insanları ters köşeye yatırma ve olumlu anlamda şoka uğratma gibi bir kapasite var. Yani 2015’te bu iktidârı destekleyerek sonunda Cumhur’un bir parçası olmasına neden olan şeyin önkoşulu, “çözüm süreci” olarak yanlış kullanılan bir kavram olsa da çözüm sürecine son verilmesi ve Türkiye’deki PKK’nın ve Kürt hareketinin en cebrî şekilde ezilmesiydi. Bu gerçekleşti.
Şimdi, Bahçeli aldı sazı eline. Çünkü Bahçeli’nin kapasitesi var, sermâyesi var. Bundan başka bir ifâdesi yok.
Kemal Can: Süreç başlatma kapasitesinden bahsediyorsun.
Kadri Gürsel: Hayır, inandırma kapasitesinden bahsediyorum. Meselâ seni bir sürecin olduğuna inandırabiliyor. Böyle bir kapasitesi ve bir politik sermâyesi var Bahçeli’nin. Bahçeli isterse tabiî ki bir süreç başlatır, ama bu onun fıtratına aykırıdır. Ne ölçüde karşılık görür, nasıl olur o ayrı mesele. Bahçeli’nin ağzından duyduğumuz, “Demokratik adımların atılmasından imtinâ etmeyelim” sözü son derece ilginç. Ülkede kendi kendisini gerçekleştirememiş, yarım kalmış bir totaliter rejim var. Kapasitesi yetersiz ve güçsüz olduğu için totaliter bir rejim kuramıyor Türkiye’de Erdoğan. Kürt sorununun otoriterlik bağlamında çözülebileceği gerçeğini inkâr etmiyorum, ama buradan sâdece korkunç bir kaos ve istikrarsızlık çıkar. Türkiye’nin Kürt sorunu, ancak demokratikleşme perspektifinde, demokratikleşme dinamiği içinde çözülebilir. Eğer ülkede demokratikleşme doğrultusunda bir gelişme, bir eğilim yoksa ve birileri ortada “Ben Kürt sorununu çözeceğim”, “Ben PKK sorununu halledeceğim” diye dolaşıyorsa, ben ondan sâdece işkillenirim. Hiçbir inandırıcılığı kalmamış bir liderin, sonunda Bahçeli öyle dediği için sâhip çıkacağı bir açılımdan ne çıkar? Önümüzde zaman var, bunu bekleyip göreceğiz. Burada söylediklerimizi söyledik, yazacaklarımızı yazdık, yazıyoruz. Ondan sonra bakacağız.
Anladığım kadarıyla Ruşen’in “ürkülen şeyler” konusunda bâzı duyumları var. Ürkülen şeyler şudur. Dış aktörler açısından bakalım: İran Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesini istemez. İran, Türkiye’nin PKK ile yani Kürt hareketiyle ilişkilerini normalleştirilmesini, PKK’nın tasfiye edilmesini istemez. İsrail Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesini istemez, bu çok açık.  Erdoğan ve AKP Türkiye’sinin Kürt sorununu çözmesini istemez, istemeyecektir. Niye istesin? Suriye’de Şam yönetimi de bunu istemez, Rusya da istemez. Peki “ürküntü” olarak akla gelen nedir? Amerika çekildikten sonra, bölgede PKK’nın bu aktörlerle iş tutması. “O iş tutmadan biz iş tutalım” deniyorsa âmennâ. Bunun adı jeopolitik bir denklemde siyâset yapmaktır. Bu da çok anlaşılabilir bir şey.  Ben ilk başlarda “çözüm” kavramı kullandıysam da, sonrasında, 2015’te sona eren bu yaşanan duruma “çatışmasızlık durumu” adını koymuştum ve hep bu kavramı kullanıyorum. Çatışmasızlık durumu, yerini çatışma durumuna bıraktı. Çünkü iktidârın çıkarı o yöndeydi.
Şimdi son bir cümle daha söyleyip bitireceğim: Bahçeli-Erdoğan İttifâkı’na, Türkiye’yi zâten hiçbir zaman ittifaksız yönetememiş siyâsal İslâm’ın, sonunda “Türk-İslâm sentezine gönül indirdiği” gibi bâzı ideolojik açıklamalar, rasyonalizasyon girişimleri bulunabilir, olabilir. Ama bu, şu gerçeği ortadan kaldırmaz: Tek gerçek, iktidarın bekası ve devâmıdır. İktidârın, iktidardan gitme gibi bir çâresi yoktur, dolayısıyla bunu sürdürecek. Bunu yapmak için de gerekirse Türkiye’nin bâzı bölgelerinde, Güneydoğu’nun bâzı ilçelerinin, bâzı bölümlerinin güvenlik operasyonlarıyla, neredeyse yerle yeksan edilmesine dahi yol açabilecek bir otorite boşluğunu, bir süre için doğurmayı bile göze alabilecek bir iktidar var. 2013-2015 arasında PKK’nın kendi paralel devletini Güneydoğu’da kurmasının, çatışmasızlık durumu sona erdirmeye karar verildiğinde Türkiye açısından nasıl kanlı sonuçlara yol açtığını hepimiz gördük yaşadık. Ben tekrar aynı şeylerin olacağını hiç zannetmiyorum. Artık bu aşamadan sonra böyle bir şeye izin verilmeyecektir. Zâten Türkiye ile PKK arasındaki çatışma Irak’a ve Suriye’ye, özellikle Irak’a ihraç edilmiştir; çatışma orada sürmektedir. Belki oradaki Kürt yönetimini de işin içine katarak anlaşmak bir açıdan daha kolay olabilir. Bekleyip göreceğiz.

Ruşen Çakır: Bekleyip görelim o halde. Cuma günü kaldığımız yerden devam edeceğiz tabiî. Cuma günü eğer hâlâ gündemde kalırsa, Fethullah Gülen’in ölümünü de konuşuruz diye tahmin ediyorum. En önemlisi, biz cuma günkü yayınımızdayken, Özgür Özel Güneydoğu turuna çıkmış olacak. Bahçeli meselesini de orada konuşmaya devam edecektir. Evet, bugünkü “Haftaya Bakış Özel” yayınını burada noktalayalım. Kemal Can ve Kadri Gürsel’e teşekkürler. Cuma günü tekrar karşınızda olacağız. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı