Reha Ruhavioğlu: “Kürtlerin geneli için henüz halay çekme zamanı değil”

12.05.2025 medyascope.tv

12 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Evet, Reha Ruhavioğlu'na bağlanıyoruz Diyarbakır'da, Kürt Araştırmaları Merkezi Direktörü. Reha, merhaba. Sonunda oldu değil mi?
Reha Ruhavioğlu: Evet Ruşen Bey, biraz beklentiler bu yönde değildi. Yani bu yönde olabileceğine, böyle bir sonuç doğurabileceğine dair gelişmeler de görmüyorlardı; ama yani o süreçleri böyle şeyle, nasıl derler, daha çok bir uzman kabiliyetiyle ve biraz da tabii temenninin kanaati bina etmesi gibi bir çerçeveden bakanlar, yani biraz "olabiliyor, umarım olur"un şeyiyle geldiğimiz nokta oldu ve şöyle dönüp baktığımızda, olan şey basit bir şey değil. Ortadoğu'nun en uzun süreli silahlı çatışması ve Türkiye'nin de, işte Süleyman Demirel'in deyimiyle 29. Kürt isyanı, üstelik bu sefer şiddetle değil, kendi rızasıyla ya da uzlaşarak, neyse, kendini feshediyor. Bu, çok tarihi bir şey ve muhtemelen, muhtemelen değil, mutlaka sadece Türkiye'de değil, Suriye'de, Irak'ta başta olmak üzere bölgede epey dengeleri etkileyecektir böyle bir karar, böyle bir gelişme. Bugün Diyarbakır'da böyle tek tük bir iki yerde caminin önünde falan küçük böyle halay grupları oldu, onlar medyaya düştü, işte ‘‘kutlanıyor’’ gibi. Henüz yani böyle belirli, ‘‘Bugün böyle bir haber gelecek ve şöyle olacak’’ gibi bir hazırlık olmadığı için, bir yandan da burada sizinle çok konuştuk, yani sürecin yürütülme biçimi biraz böyle umudu, heyecanı beraberinde dalgalandırmadığı için henüz gündelik hayatımızda böyle sürekli insanlar birbirini görüp "aa bak şöyle oldu" dediği bir coşku hali yok. Fakat ben bu halayı, bugün başka bir yerde de söylemiştim, bu halayı ben, bundan sonraki halimiz için önden çekilmiş bir halay olarak görüyorum. Yani 3 yıl sonra, 5 ay sonra, bir yıl sonra geldiğimiz aşama muhtemelen evet, artık Kürtlerin de halay çekmesini haklı kılacak bir şey olacaktır. Sizinle buralarda çok konuştuk. Yani zaten Kürt toplumunun kendisi için en az 8-10 yıldır silahın jübilesinin gecikmiş olduğuyla ilgili bir kanaat vardı. Hatta buna özel bir program da yaptığımızı hatırlıyorum. Çünkü özellikle şehir çatışmaları sonrası silahın, kazanılanın önündeki bir engele dönüştüğü, Türkiye sathında çok açığa çıkmıştı Kürt kamuoyu açısından ve o günden beri bir silahsızlanma beklentisi vardı. Burada hem bölgesel gelişmelerin bunu mümkün kılmış olması hem de Öcalan'ın biraz sosyolojiyi okuyarak, bu sosyolojiye uygun hareket ederek müdahale etmiş olması bu sonucu getirdi. Yani daha önce bu sosyolojiye uygun okumalar yapan, örneğin Demirtaş gibi aktörler vardı ama onların silahsızlanmayı sağlayacak güçleri yoktu. Örgüt üzerinde böyle bir etkileri yoktu. Fakat Öcalan'ın bu anlamda devreye girmiş olması sonucu hızlandırdı ve belki de tarihteki çok hızlı silahsızlanma süreçlerinden birini bu sefer yaşadık. Yani önceki iki yılda buraya gelemezken, işte Ekim'de selamlaşma, 12 Mayıs'ta da Silahsızlanma Kongresi'nin duyurulması, toplasanız 7 ayda örgüt artık bu isimle, bu örgütsel yapıyla varlığını sürdürmeyeceğini ve feshedeceğini söylüyor. Ben bunun Türkiye tarihinde çok çok büyük bir kırılma, bir kavşağı olarak tarihe geçeceğini düşünüyorum. İçinden geçtiğimiz günü ve tarihi bugün yeterince anlamlandıramıyor olabiliriz ya da başka koşullar, örneğin CHP’ye baskılar, Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması gibi Türkiye içindeki başka gelişmeler bunu anlamlandırmamızın önünde engele de dönüşüyor olabilir. Çünkü Türkiye muhalif kamuoyu örneğin bu gelişmelere çok ilgili görünmüyor. Bu sebeple bugünden sonuçlarını henüz görmek zor olabilir. Ancak yıllar sonra dönüp baktığımızda, 12 Mayıs 2025 tarihinin, 27 Şubat 2025 tarihinin, 1 Ekim, 22 Ekim gibi tarihlerin çok böyle altın değerinde harflerle, kavşaklar halinde tarihimizde yer ettiğini görebileceğimizi ben düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Reha, şimdi Diyarbakır’da halaylar çekildi diyorsun ama bir taraftan özellikle açıklamadaki Lozan referansı nedeniyle, onu öne çıkartarak birtakım tepkiler de var. Mesela Müsavat Dervişoğlu çıktı bir açıklama yaptı, başkaları da yapıyor tabii ki. Bu tür tepkilere karşı siyasi iktidar bu olayı sürdürebilecek mi?
Reha Ruhavioğlu: Sizi duydum ama yayınınız kesildi. Sesim geliyor mu bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Evet duyuyorum, ben seni duyuyorum. Sorumu aldın değil mi?
Reha Ruhavioğlu: Evet, soruyu aldım. Yani öncelikle sürecin Kürtleri de içine alacak şekilde, Türkiye’nin hem kendi içinde hem de bölgede hayrına sonuçlar doğurması için bir niyeti ortaya koymak gerekiyor. Bazı eski kuşak siyasetçilerin, bu niyeti göstermek yerine burada milliyetçi dalgayı köpürtmek ve bu dalganın üzerinde sörf yapmak gibi çabaları olduğunu düşünüyorum. Yani bir silahlı örgüt görünürde de sizden bir şey talep etmemiş ve silahsızlanmayı da düşük bir maliyetle sağlamışsınız. Yani bunun karşısında, mesela sevgili çalışma arkadaşım Roj Girasun’un deyimiyle Soğuk Savaş döneminde kalmış bu siyasetçileri neyle ikna edeceğiz, bilmiyorum gerçekten. Burada bir ikna sorunu yok; bir ikna olmamakta inat etme sorunu var. O sebeple ben, ikna olmak istemeyen birinin metindeki herhangi bir kelimeyle bu sorunu göstereceğini düşünüyorum zaten. Lozan olmazdı, işte ‘‘Önder Apo’’ gibi bir kelime olurdu, bu mutlaka başka bir şeyle kendini gösterirdi. Fakat konuştuğumuz şey, Türkiye’ye karşı 45 yıldır silahlı mücadele veren bir örgütün kendi kendini feshetmiş olması. En azından bir siyasetçiden beklenen şu olur: ‘‘Biz izliyoruz da, umarım Türkiye'nin zararına bazı sözler verilmemiştir, böyle bir işin takipçisi olacağız, gidişat da iyi gidiyor’’ dersiniz. Yani bugünkü gidişatın Türkiye'nin zararına gittiğini kim söyleyebilir? Şunu söyleyebilirsiniz belki: ‘‘Türkiye’nin hayrına bir sonuç doğuracak bu işi, aynı zamanda Erdoğan kendi kişisel ikbali için de yürütüyor ve bununla başkan olmayı murat ediyor’’ diyebilirsiniz. Bu siyasi eleştiri hakkınızdır. Ama burada da toplumun ve siyasetin sizden beklediği şey, ‘‘Ben oynamıyorum’’ demek değil. Türkiye’nin hayrına olacak bu barışı gerçekleştirirken Erdoğan’ın murat ettiği siyasi sonucu ona vermemek şeklinde bir siyaset ortaya koymanız gerekir. Bu konuda ben, özellikle son birkaç gündür herhalde bu sürecin Erdoğan’a yarayabileceği ihtimali üzerinden bir milliyetçi köpürmenin olduğunu görüyorum. Özellikle muhalif medyada görüyorum. Yani örneğin CHP’ye yakın gördüğümüz medyada, Özgür Özel’le bu medyanın söylemi arasında epey güçlü bir çelişki var. Yani Özgür Özel’in, az önce bahsettiğim çerçevesi, ‘‘Türkiye’nin hayrına bir süreçtir, destekleriz ve garantörü oluruz ve aynı zamanda da Erdoğan’la siyasi rekabetimizi sürdürürüz, Kürtlerin ve Türklerin kendini eşit hissetmesi için de gerekeni yaparız’’ demesiyle, bu sözünü ettiğim CHP’ye yakın olan kanaat dünyası ve medyanın yaklaşımı bunun çok aksi bir yönde. Orada güçlü bir tekrar göremiyoruz Özgür Özel’in etrafında. Yani bütün bir ‘‘CHP medyası’’ diyebileceğimiz — yani onlar elbette ki ‘‘bizim medyamız’’ demiyorlar ama — ana akım muhalif medyanın İYİ Parti’nin söylemine mahkum olmuş olması, teslim olmuş olması, tarihin ironik bir karşılaşması. Yani son derece solcu anchorman’lerin sunduğu haberlere bakıyorum, önüme düştü dün, önceki gün bir iki tanesi; yani Müsavat Dervişoğlu’yla Turhan Çömez’in demeçleri üzerine bina etmek gibi bir yaklaşım var.  Böyle isim vererek konuşmak istemem ama sonuçta konuştuğumuz şey çok ciddi bir mesele ve bu eski kuşak siyasetçileri, Soğuk Savaş siyasetçilerinin milliyetçi duyguları tahrik edecek argümanlarının da çok ötesinde büyük bir mesele. Burada eğer bir Türk milliyetçiliğinden bahsedeceksek, ders vermek haddim değil ama, memleketini böyle bir şiddetten arındırmak, herhalde esas o büyük bir iş olur, yani bu kadar jargondan öte. Bu hikayenin nereye gideceği önemli. Yani bu muhalif kamuoyunun milliyetçi bir tahrikle mi devam edeceği, yoksa gerçekten işin çözüldüğü ve barıştığı konusunda bir noktaya mı gideceği konusunda nereye evrileceği önemli. Ben burada Özgür Özel başta olmak üzere CHP ana kademesine çok büyük iş düştüğünü düşünüyorum. Bir yandan bu sürecin hassasiyetle neticelenmesi için karşısında durmamak, teşvik etmek, bir çeşit garantör pozisyonunda devam etmek gibi bir sorumlulukları var. Bir yandan da kendilerine yakın medyanın kendi seçmenlerini sürekli süreç karşıtı bir şekilde tahrik etmelerine karşı da bir direnç göstermeleri ve dönüşümü hayata geçirmeleri gibi bir ödev var önünde.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var, bunu başkalarının da yaptığını gördüm; böyle sürece yönelik olarak soldan ya da muhalif yerlerden gelen birtakım tepkilere eleştiri yapan kişiler var, yani sen de yapıyorsun. Şimdi bu sürecin mimarlarından birisi Sırrı Süreyya Önder’di. Sırrı Süreyya Önder ne Kürttü ne bir şey, solcuydu ama. Yani dolayısıyla sol deyince akla Sırrı Süreyya'nın gelmesi lazım. Yani onun için birtakım insanlara gereksiz yere paye vermeyin. Yani biz mesela burada, Medyascope'ta başından beri bu sürece inandık, ettik. Ben mesela yaptım ve ben solcuyum, solcu olduğum için yaptım. Yani onun için siz de bu şey halinden vazgeçin. Başkaları da yapıyor. Birkaç kişiye bakıp yani işte bilmem ne vesaire, ‘‘İYİ Parti ağzıyla konuşuyorlar’’ falan... Yok öyle bir şey. Ama şu soru ortada… Neyse, aldın mesajı.
Reha Ruhavioğlu: Ben tabii şu örnekten verdim, o çerçeveyi hatırlatmak isterim. Ben CHP'ye yakın medyanın böyle bir tutumunun sıkıntılı oluşunu…

Ruşen Çakır: Çok şükür biz CHP'ye yakın değiliz.
Reha Ruhavioğlu: Yoksa yani Medyascope'u konuşmaya gerek yok. Başından beri nasıl bir yayın yaptığını biliyoruz, katılarak izliyoruz zaten.

Ruşen Çakır: Şeyi sormak istiyorum. Şimdi en çok dile getirilen hususlardan birisi — milliyetçilik bahsini bir kenara koyalım — barış-demokrasi ilişkisi meselesi, hep sürekli bu geliyor. Ama bildiğim kadarıyla bundan Kürtlerin içerisinde de endişe edenler var. Yani, ‘‘Bu iktidara nasıl güveneceğiz?’’ Bir anlamda belki de PKK'nın varlığını bir tür teminat olarak gören… ‘‘Şimdi silahlar da yok. Tamam, biz haklarımızı, eşit vatandaşlık için yasal mücadeleyi temel alıyoruz, çok güzel. Ama 18 yaşındaki gençleri içeri atan, şunu yapan, bunu yapan bir iktidar var’’ diyenlere, o meseleyi dile getirenlere ne denebilir?
Reha Ruhavioğlu: Yani şöyle, ben tabii biraz önce bir eleştiri hakkımı kullandım. Ama sonuçta böyle diyenler, sizin söylediğiniz gibi söyleyenlerin tamamı aynı zamanda şu açıdan da haklılar; yani sizin ahlaki bir pozisyon göstermeniz bu insanların sorularını ortadan kaldırmıyor. İşte, ‘‘Barış çok kutsal bir şeydir, hepsinden önemlidir’’ demeniz, bu eleştirileri ortadan kaldırmıyor, sorununuzu çözmüyor. Tartışmak zorundayız. Ben bu eleştirileri o sebeple böyle yersiz, önemsiz bulmuyorum. İki türlü yansıması var bakın bunun. Birincisi, Kürtler gördüğüm kadarıyla burada kendileri bir gündem halinde bir siyaset yürütüyorlar ve bu siyasetin bir parçası, Türkiye'nin lehine olacak şekilde silah bırakmak. Şimdi bunu bir kenara koyalım. İkincisi, Türkiye toplumu, yani Türkiye'nin Kürtlerinin içinde de, sizin programlarınızda da çok konuştuk, özellikle 8-10 yıldan bu yana silahsızlanmanın, Türkiye sathında silahların devreden çıkması gerektiğiyle ilgili Kürt toplumunun da çok güçlü bir kanaati vardı. Yani silah artık Türkiye sathında kazanımların koruyucusu değil, engelleyicisi olmaya başlamıştı. Yani kayyumların atanması silah gerekçesiyle olmuştu. Silahın işte 2015'te şehir savaşlarında kullanılması, yani çatışmanın şehre taşınmasının bir sonucu olarak yaşıyoruz bunu. Yani işin hukuki tarafının ne kadar sıkıntılı olduğunu tartışmakla birlikte herkes zaten bu kayyum meselesine bir siyasi müdahale olarak bakıyor. Siz de öyle, ben de öyle, Türkiye genel siyaseti de böyle. Ama o siyasi müdahalede bulunanlar da bir silahlı örgütü bahane ederek yapıyorlardı bunu. Şimdi bunun ortadan kalkmış olması bir kere çok önemli bir mesele. Yani Kürt toplumunun da kazanımlarını son 10 yılda silaha değil, kendi sivil siyasi iradesine teslim etmek yönünde güçlü bir kanaati vardı. Bunu söylemek için söylüyorum. Burada Kürtler örneğin bir al-ver meselesinden ziyade silahsızlanmanın Türkiye sathında demokratik siyasetin önünü açmak ya da demokratik siyasete yapılan bazı suçlamaları boşa düşürmek gibi bir sonuç doğuracağını düşünüyorlar ve bu yoldan yürümeyi kendilerince anlamlı buluyorlar. Ama diğer taraftan Kürtlerin Türkiye'de tek sorunu Kürt sorunu değil. Yani Türkiye'de mesela İmamoğlu'nun tutuklanmasının, biz yaklaşık işte 50 küsur milyar dolar Merkez Bankası rezervini eritmeye mal olduğunu konuşuyoruz. Şimdi 50 milyar dolar demek, geçtiğimiz gün Özgür Özel Van'da, Türkiye'de kişi başına 27.000 TL maliyeti olduğunu söylüyordu bunun. Yani Türkiye'de her birimizin 27.000 TL'si ucuz bir paraya bozduruldu bu operasyon sebebiyle. Şimdi böyle bir atmosferde Vanlının da, Diyarbakırlının da cebinden 27.000 lirayı çıkarmış oluyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye'nin demokratik ortamının zedelenmesi, demokrasinin rafa kaldırılması, antidemokratik uygulamaları herkesi etkiliyor. Tam da bu sebeple Ruşen abi, Kürt toplumu da sürecin yürütülme biçiminden memnun değil. Bakın, bunu yine çok konuştuk. Biz, Kürt toplumunun sürece ilişkin desteğini ölçerken bu destek Kasım’da üçte birdi, Şubat’ta %55’e çıkmıştı. Bu ay itibarıyla artık üçte iki civarında. Fakat bu 6 ayda destek artmışken, insanların sürece güveninde artış yok. İnsanların heyecanında bir artış yok. İnsanların kaygılarında artış var, merakında artış var. Ama umut, güven ve heyecan duyguları ilerlemiyor. Bu şu demek, yani Kürt vatandaş da diyor ki: “Benim adıma süreç yürüten birileri var, ben onlara güveniyorum, o yüzden desteklemek zorundayım ahlaki bir pozisyon olarak. Ama görüntü beni heyecanlandıran, bana güven veren bir görüntü değil.” Bu güvensizlik görüntüsünü üç ay önce Van’a kayyum atandığı için taşıyordu; bugün Van’a kayyum atanmıyor ama Van’ın kayyumu iade edilmemiş ya da İstanbul Belediye Başkanı’nı tutuklayarak bunu yapıyorsunuz. Ben barış ve demokrasi tartışmasının bir diğerinin önüne konulmaması gerektiğini, ikisinin de birbirine paralel süreçler olarak işlemesi gerektiğini düşünüyorum. Yani bugün barış kolunda güçlü adımlarla yürüyebiliyorsak, ‘‘Demokrasi kolunu da güçlendirecek şekle bunu nasıl çeviririz?’’ diye düşünmek lazım. Keşke bir demokratik sürecin içinde barışı konuşabiliyor olsaydık. Türkiye hükümeti bu şekilde yönetmemeyi, bu şekilde yürütmemeyi tercih etti ve biz, yani biz dediğim bu taraf bu hükümetle yapmak zorunda. Yani ben bu kaygıları dışarı atmıyorum. Burada hükümetin üzerine düşen önemli sorumluluklar var. Hem Terörle Mücadele Kanunu, kayyumların geri çekilmesi, haksız yere içeride olanlar mahkeme kararında tahliye edilmesi söylenmesine rağmen, tahliye edilmesi gereken Demirtaş gibi bir sürü siyasi aktör… Bir kere bunlarda bir adım atması lazım. Ama öbür taraftan siz Kürt meselesinde meseleyi çözdüğünüzde, Türkiye’nin batısında antidemokratik uygulamalara devam ettiğinizde, otoriterleşmeyi baskıyı güçlendirdiğinizde de Türkiye’de toplumsal barışı sağlamış olmuyorsunuz. Silahsızlanmış, negatif bir barışı tesis etmiş olursunuz. Bunun da hayatımıza yansımaları ertelenir. Bakın, ben bugünkü silahsızlanmanın hayatımıza demokratik yansımalarının mutlaka olacağını düşünüyorum. Ama bunu 2026'da mı göreceğiz, 2027'de mi göreceğiz, 2029'da mı göreceğiz; ben zaman konusuyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eğer Erdoğan'ın ihtiyacı İmamoğlu'nun hapiste kalmaya devam etmesi, yani Erdoğan'ın seçimle ilgili ihtiyacı İmamoğlu'nun hapiste kalmaya devam etmesi yönünde ise, CHP başta olmak üzere Türkiye'nin muhalefeti bir çeşit baskı altında olmaya devam edecek. Ama bu arada Terörle Mücadele Kanunu’nun değişmesi gibi, belediyelere kayyumların atanmaması gibi bazı gelişmeler olur. Yani Kürt sahasında bir miktar iyileşmeyi görürüz ama Türkiye sathına bunun yayılması ertelenebilir. Ne zamana kadar ertelenebilir? 2028'e kadar. 2028 sonrası Erdoğan seçimi kazandığında bu adımlardan vazgeçer; muhalefet seçimi kazandığında muhalefet zaten Erdoğan'ın bazı otoriter adımlarını kenara alacağı için bir demokratikleşme trendi başlar. Yani özetleyecek olursam şu spotu söylemeye çalışıyorum: Kürt sahasında doğalında bir hareketlenme, hayatın iyileşmesini bekliyorum; ama genel demokratikleşme havasının 2028 sonrasına ertelenme ihtimalini de yüksek görüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi önümde bir video var, CNN Türk Diyarbakır'a gitmiş. Halaylardan bahsettin ya, CNN Türk'ün çok meşhur bir kadın muhabiri ve sunucusu var, maşallah, ilk defa Kürtlere mikrofon uzatırken görüyorum kendisini. Yani buna ne diyeceğimi bilemedim. Şimdi insanlara mikrofon uzatıyor, duygularını soruyor. Sesini dinlemedim ama bayağı bir şey yapıyor. Sen hiç gördün mü son 5 yılda CNN Türk'ün Diyarbakır'da halka bir şey sorduğunu, mikrofon uzattığını?
Reha Ruhavioğlu: İşte süreçlerin çıktıları böyle oluyor. Başta bir tereddüt ediyorlar. Ben hayatımda TRT Haber’e de çıkmadım ama bugün öğlen bülteninde TRT Haber'de konuşuyordum. Zamanla şey olacak yani, CNN Türk tekrar Kürt'le konuşmaya başlayacak, Kürt'ün önce kategorik destekçi sesiyle sesini taşıyacak, sonra yavaş yavaş eleştiriler de konuşulur. Yani CNN Türk gibi yayın organlarının, bu aşırı angaje yayın organlarının da bu süreçlerden öğreneceği şeyler var. O haberlerini gördüm ama ben Diyarbakır'da bir Suriçi’ne yürüdüm, döndüm. Genel gündelik hayat devam ediyor. Fakat dediğim gibi, öyle bir halay olayı muhtemelen bir yerde oldu. Çünkü Sezgin Bey'in de halaya katıldığı bir video gördüm ben. Fakat dediğim gibi bu halay… Ha, ‘‘Bugün herkes halay çekiyor’’ dersek abartı olur. Bugün Kürtlerin bir kısmı, özellikle AK Parti'ye destek verenler için halay çekmek için uygun bir gün. Ama gördüğüm kadarıyla Kürtlerin geneli için halay henüz bazı demokratik meseleleri de konuştuğumuzda ve hayata geçtikten sonra… Mesela Demirtaş'ın dışarı çıktığı gün Kürt halay çekebilir, Van Belediyesi'nden kayyum çekildiği gün Kürt halay çekebilir. Yani bir tane halay çekmeyiz, peş peşe bir sürü halay çekeriz. Ama umarım, bölgesel barış dahil olmak üzere bu gelişmeler herkesin hep beraber halay çektiği ve bir daha bu meseleleri konuşmak zorunda kalmadığımız bir yere evrilir. Çünkü işin içinde, mesela Irak'ta Türkiye'nin YNK ile yani Kürdistan Yurtseverler Birliği ile arası kötü. Çünkü PKK ile ilişkisi olduğu üzerinden Türkiye orayı suçluyor ve oraya uçuş sahasını kapatmış. Yani Süleymaniye'den Türkiye'ye uçamıyorsunuz. Diğer taraftan KDP, Erbil kırsalında 500'e yakın köyün çatışma sebebiyle boşaltıldığını ve 1 milyona yakın insanın göç ettiği için oradan mağdur olduğunu söylüyor. Şimdi Suriye'de Ahmed eş-Şara ile Mazlum Abdi arasındaki ya da Kürtlerle Şam arasındaki entegrasyon süreci bu silahsızlanmadan büyük ölçüde etkilenecek. Yani bölgesel anlamı çok yüksek olacak bu gelişmelerin. O sebeple, öyle karikatürize haberleri de göreceğiz muhtemelen; ama böyle sizin yaptığınız gibi daha ciddi, hem sevinci hem umudu hem kaygıyı hem eleştiriyi yansıtan çerçeveleri de izleyeceğiz. Nihai olarak ben, bütün bu silahın gölgesi çekildiğinde hem bu medya organlarının hem de toplumsal kesimlerin birbirleriyle daha rahat konuşabileceğini ve birbirimizin dertlerini, birbirimizin taleplerini, eleştirilerini daha rahat duyabileceğimizi düşünüyorum. Kürtlerin hayatının iyiye gitmesi ve bazı taleplerinin hayata geçmesi konusunda da silahsızlanmanın ben iyileştirici olacağını düşünüyorum. Yani silahın gölgesinde bir sürü şey hayata geçirilemedi. Ancak çözüm süreçlerinde bazı talepler hayata geçti. Yani mesela DEM’in yükselişi, 2 saat seçmeli Kürtçe dersin hayata geçmesi; bunlar barış dönemlerinin kazanımları oldu, çatışma dönemlerinin kazanımları olmadı. O sebeple bu gelişmelerin normal izlemekle birlikte nihai olarak totalde neye tekabül ettiği üzerinden bakmanın iyi olacağını düşünüyorum. Bugün, Türkiye'de de Suriye'de de Irak'ta da Kürtler büyük ölçüde önceki kuşağa kıyasla daha iç çözümü arar bir kuşak tarafından yönetiliyorlar. Türkiye'nin siyaseti de biraz tazeleniyor. Mesela İmamoğlu, Ali Babacan, Özgür Özel, bunlar yeni kuşak siyasetçiler ama geriye tek tük böyle eski kuşak siyasetçiler kaldı ve onların da eleştirilerini dinlemeye devam edeceğiz. Umarım bu yeni kuşak siyasetçiler, Türkiye siyasetinin ihtiyaç duyduğu dönüşümü hayata geçirebilirler ve Türkiye'ye böyle bir barışı armağan edebilirler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
24.05.2025 Her şeye rağmen iyimser olmak ve iyimser kalmak
22.05.2025 Bir Süleymancı olmadığım kalmıştı
21.05.2025 Her kuşun eti yenmez!
19.05.2025 Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşiyor, nerelerde ayrışıyor?
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
18.05.2025 Hakkımdaki iftiralara karşı net yanıt
17.05.2025 Öcalan Erdoğan’ın her dediğini yapar mı?
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı