Prof. Cihan Tuğal ile söyleşi: Küresel cihatçıların küresel kapitalizmle ilişkisi

07.12.2025 medyascope.tv

7 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de Sosyoloji Profesörü Cihan Tuğal'la küresel İslamcılığı, cihatçılığı, selefiliği ve bunun dünyayla ilişkisini, küresel kapitalizmle ilişkisini ele alacağız. Evet, Cihan, kapsamlı bir yazı kaleme aldın ve yazıyı tetikleyen olay da Ahmed eş-Şara'nın; çünkü IŞİD ve El Kaide geçmişi olan bir isim, şimdi Suriye'nin geçici cumhurbaşkanı olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda konuşmasından hareketle yazdığın bir yazı. Tabii sonrasında bir de Beyaz Saray'a da gitti. Trump'la da görüştü. Çok sembolik bir olay. Semboliğin de ötesinde bir olay, değil mi?
Cihan Tuğal: Aynen. Çünkü Ruşen, senin de dediğin gibi, kapitalizm, özellikle de Batı kapitalizmi, baş düşmanı olarak 90'larda, 2000'lerde, hatta 2010'larda cihatçılığı tanımlıyordu. Sovyetlerin çökmesinden itibaren ilk başta bunun adına ‘‘radikal İslam’’ dediler. Sonra ‘‘cihatçılık’’ dediler. Sonra da ‘‘selefi cihatçılık’’ dediler. 11 Eylül'den önce başlamıştı bu. 11 Eylül'den önce baş düşman ilan edilmişti. 11 Eylül'den sonra iyice bu keskinleşti ve de toplumsallaştı. Yani Batı'da kamu tartışmalarının da artık bir parçası oldu. Yani özgürlüğün, demokrasinin, medeniyetin her şeyin baş düşmanı olarak cihatçıları tanımlıyorlardı. Şimdi kucak açmış durumdalar. Yani bu çok büyük bir dönüşüm elbette.

Ruşen Çakır: Evet. Kucak açtılar da şöyle bir şey hatırlıyorum. Yıllar önce ben, Londra saldırılarının ardından Vatan Gazetesi'nde çalışırken Pakistan'a gitmiştim. El Kaide'nin Londra'da metro saldırısı vardı, biliyorsun. Ve Pakistan medreselerinde eğitim gördükleri söyleniyordu militanların. Oraya gitmiştim. Orada Usame bin Ladin'le de tanışmış, röportaj yapmış Filistinli bir gazeteciyle söyleşi yapmıştım. Çok parlak birisiydi. Bana demişti ki o tarihte, "ABD Usame ile görüşecek, görüşmek zorunda." demişti. Başlığa onu çıkarmıştım ama inanmamıştım. Nitekim öldürdüler, biliyorsun. Hatta cesedi bile yok yani. Böyle bir olay. Şimdi görüyoruz ki, sen de demin söyledin, eş-Şara da şimdi aynı ABD'nin en muteber müttefiklerinden birisi oluyor, 11 Eylül saldırılarının yaklaşık 25 yıl sonrasında. Burada değişen ne? İslamcılar mı değişti? Batı mı değişti? Hepsi birden mi değişti?
Cihan Tuğal: Kesinlikle hepsi birden. Hangisine odaklanalım bilmiyorum. Yani İslamcılığı konuşabiliriz ama Batı'daki değişim çok önemli tabii. Yani küresel kapitalizmin krizi, düşmansız yaşayamaması, bu düşmanlara muhtaç bir taraftan. Fakat ciddi bir kriz de var ve bu krizi toparlayamıyorlar. Bu krizin ekonomik boyutları var. Toplumsal, ideolojik, siyasi, askerî boyutları var. Artık yani Amerikan kapitalizmi ve emperyalizmi 80'lerde, 90'larda izlediği hattı izleyebilecek durumda değil. Yani ilk başta bunu neomuhafazakârlık, neokonservatizm ile toparlamaya çalıştılar. Bu tutmadıktan sonra şimdi MAGA diye bir şey çıktı. Fakat MAGA’nın da neoconların olduğu gibi doğru düzgün bir projesi yok. Yani neomuhafazakârlık hakikaten ciddi bir ekonomik, ideolojik, siyasi ve askerî projeydi ve bu proje çöktü ya da eski hâli çöktü diyelim. Hâlâ toparlamaya çalışanlar var. MAGA buna alternatif olduğunu iddia etti ve Ortadoğu'dan çekileceğini iddia etti. Savaş çıkarmayacağını, var olan savaşları da bitireceğini iddia etti. Şimdi bunun mümkün olmadığını görüyoruz. Yani artık bir savaşlar ve emperyalistler arası rekabet dönemine girmiş durumdayız. Savaşları bitirmek şu anda kesinlikle mümkün değil. Yani daha çok savaş ve daha kızışan bir rekabet göreceğiz. Ve bu, Amerika'nın kendi başına seçebileceği bir şey de değil. Çünkü Amerika eski kapasitesini kaybetmiş durumda. Finansal kapasitesini kaybediyor. Ekonomik kapasitesini, ideolojik kapasitesini de kaybediyor. Ve de askerî kapasitesi bunlarla birlikte geriliyor ve hem Rusya hem Çin, bir sürü rakip Amerika'yı sıkıştırmaya devam edecek ve Amerika daha çok savaşmak zorunda kalacak. Ama bu sadece diğer emperyalistlerden kaynaklanan bir durum da değil. İşgal ettikleri yerde, Amerika işgal ettiği yerlerde, Rusya da keza işgal ettiği yerlerde, kontrol etmeye çalıştığı yerlerde istediği kontrolü kuramayacak. Çünkü toplumsal hareketler ve antiemperyalist direnişler de eskiden oldukları yerde değil. Yani bir sürü daha fazla sorun eklendi aslında. Yani antiemperyalist hareketler daha iyi bir durumda anlamında söylemiyorum ama nasıl imparatorluğun yıkıcılık gücü artıyorsa ve kuruculuk gücü azalıyorsa, antiemperyalist hareketler için de aynısı geçerli. Yani emperyalizme çok iyi direniyorlar ama yerine bir şey koyamıyorlar henüz. Yani çok karanlık da bir tablo çizmek istemiyorum. Belki 10-20 seneye daha kurucu antiemperyalist hareketler görebiliriz. Fakat şu anda antiemperyalizmin durumu, yıkabiliyor fakat kuramıyor. Aynı emperyalizm gibi. Yani neoconların iflas ettiği yer bu oldu. Yani rejim yıkabildiler Irak'ta, Afganistan'da, en sonunda artık Suriye'de rejimleri yıkabiliyorlar. Yerine kalıcı bir şey kuramıyorlar. Bunun sebeplerinden biri, toplumların emperyalizmi sabote gücü çok gelişmiş durumda. Yani dronelar, şunlar, bunlar, bu toplumları kontrol edemiyor artık. Ama buradan maalesef özgürlük ya da eşitlik çıkmıyor.

Ruşen Çakır: Peki, olayın bir de diğer tarafına bakalım. Şimdi hatırlıyoruz. Usame Bin Ladin'in o meşhur deklarasyonunun ilk hedefi neydi? ABD ve İsrail'di, değil mi? Tarih boyunca küresel cihatçıların İsrail'e vurduğunu hiç görmedik. O zaten komparatörlerinin en güzel malzemesidir biliyorsun. Yani herkese saldırdılar İsrail hariç ama ABD'ye defalarca saldırdılar. En büyüğü de 11 Eylül saldırısı. Şimdi böyle bir yerden gelen birisinin Birleşmiş Milletler hadi neyse ama Beyaz Saray'a gitmesi, ABD ile stratejik bir ortaklığa girmesi ve hatta İsrail'le anlaşma yoluna gitmesi o Türkiye'de çok yaygın olan "ya bunlar takiyecidir" diyerek geçiştirilecek bir olay değil herhâlde, değil mi? Burada da çok ciddi bir dönüşüm söz konusu.
Cihan Tuğal: Evet, aynen. Kesinlikle. Yani biz bu dönüşümü ciddiye almazsak hiçbir şey anlayamayız. Yani Batı solunda da böyle maalesef. Yani her şeye araçsal bakılıyor. Yani bunların teolojik, toplumsal, ideolojik bütün boyutları ıskalanıyor. Biraz bunu hakikaten konuşmak lazım ama ben yine çok teolojik bir yerden konuşmayacağım. Daha ziyade toplumsal, psikolojik ve onun üzerinden siyasi ve teolojik şeylere değineceğim. Yani bunun gerçekten toplumsal dayanakları var, bu selefi yükselişin ve de selefiliğin dönüşümünün hepsinin toplumsal dayanakları var. Bunları anlamadan bir yere gidemeyiz. Dediğim gibi yani itikadî bir şey söylemek istemiyorum kesinlikle. Fakat itikat meselelerini nasıl tartıştıklarına da bakmak gerekecek. Ama toplumsal meselelerle başlayalım. Yani selefilik bir kere niye yükseldi? Niye bu kadar etki alanı açtı kendine? Niye bu kadar etki alanına sahip oldu? Ve de eninde sonunda nasıl bu kadar dönüştü? Bunların hepsini anlamak lazım. Yani selefiliğin bu kadar yükselmesinde ihvani diyebileceğimiz hareketlerin — ihvaniyi de yine çok örgütsel ve teolojik anlamda kullanmıyorum, genel bir yöntem, genel bir toplumsal hareket, mobilizasyon yöntemi olarak kullanıyorum — ihvani yöntemlerin tıkanmasının payı çok çok büyük. Yani siz muhafazakâr bir aileden geliyorsanız ve de ailenizin diniyle, yani dine yaklaşımıyla sorunlar yaşıyorsanız ya da İslam'a yeni geçtiyseniz ve yöntem arıyorsanız eskiden karşınıza çıkan şey ihvani yöntemlerdir. Yani Türkiye'de tarikatlar belki ama dünya genelinde baktığınızda daha çok ihvani yöntemler. Bundan ne kastediyorum? Bir kitle eğitimi, parti disiplini, yardım kuruluşları, iş çevrelerinin iç içe geçmesi, bütün bu modern yöntemlerin iç içe geçerek, daha radar altı, barışçıl ve de kurumsal bir şekilde İslam'ın topluma hâkim olması. Şimdi bu yol 80'lerde, 90'larda yavaş yavaş tıkanmaya başladı. Ve buna tepki olarak bir sürü insan yeni bir arayışa yöneldi. Buna ilk başta ‘‘radikal İslam’’ deniliyordu. Yani selefilik gibi çok net bir teolojik ifade yoktu burada. Zaten bunların bir sürüsü de İhvan'ın içinden çıktı ya da ihvani hareketlerin içinden çıktı. Ve ilk başta her şey çok böyle hücre teşkilatlanması şeklindeydi. Yani El Kaide'nin ilk hâline bakarsak işte bu İhvan'ın kitleselliğine tepki olarak, kitlelerle, kurumlarla barışık hareket etmesine tepki olarak El Kaide ve benzeri hareketler, işte Tekfir ve’l Hicreler, El Cihad gibi hareketler hep küçük hücre örgütlenmesi yaptılar. Ve yine bu yıkıcılık diyorum ya, yani yıkıcılığı bunun çok daha net görüldü, yani 11 Eylül'de ve başka yerlerde. Yani bu aslında şeye kadar gider, Enver Sedat'ın suikastına kadar gider. Yani bu tür hareketler 80'lerden 11 Eylül ve 11 Eylül'ün ertesindeki birkaç yıla kadar bunlar yıkıcılıklarını ispat ettiler ve buradan çok büyük kitle kazandılar. Fakat bu bir şey kurmaya yönelmedi. Şimdi burada da yavaş yavaş aslında dönüşüm hikâyesi başlıyor. Yani cihadî hareketler, selefi hareketler bir şeyleri yıkabileceklerini çok iyi ispatladılar ve buradan özellikle de genç insan kazanmaya devam ettiler. Fakat bu iş Irak'ta tıkanmaya başladı. Ruşen, bir şey soracaksın galiba. Ona da cevap vereyim istiyorsan ama bu kaldığım yerden de devam etmek istiyorum.

Ruşen Çakır: Özellikle olayın şöyle bir yönü var. Dinî boyutuyla ilgili benim şöyle bir gözlemim var. Şimdi ilk Afgan cihadı başladığı zaman dünyanın dört bir tarafından Müslümanlar gitti. Türkiye'den gidenleri biliyorum. Orada ölenleri biliyorum. Bunlar zaten İslamcı kişilerdi ve cihada gittiler. Belli bir İslami görüşe sahip kişilerdi. Uzun bir süre bu cihatçı hareketlerin beslenmesi böyle oldu. Ama sonra Suriye'de iç savaş döneminde IŞİD'e katılımlarla ilgili birtakım haberler falan okuduğumda şunu gördüm mesela; Türkiye'den ya da dünyanın dört bir tarafından Suriye'de IŞİD'e katılanlara ilk olarak İslami eğitim veriyorlarmış.
Cihan Tuğal: Aynen, aynen. Kesinlikle bu çok önemli.

Ruşen Çakır: Evet. Kur'an-ı Kerim öğretiyorlar. Yani eskiden dindar, Müslüman, dindar, sonra üstüne İslamcı olup cihatçı olunurken şimdi belki de hiç dinle alakası olmayan birtakım insanlar baştan itibaren garip bir dönüşüm yaşadı bu hareketlerde. Yani o ilk baştaki idealist çizgiden daha böyle sıradan insanın gelebildiği, uğrayabildiği, girip çıkabildiği bir yere dönüşmüş sanki.
Cihan Tuğal: Kesinlikle öyle. Fakat bu çok daha önce başladı. Bu Suriye'de başlamadı ve buna ben idealizmden uzaklaşma olarak da bakmıyorum. Yani bunun içinde de idealizm var. Yani Batı'da bir sürü insan... Şimdi bir kere bunun Suriye'de yaşanma şekliyle, Irak'ta yaşanma şekliyle, Batı'da yaşanma şekli farklı ama onlara da geleceğim birazdan. Yani hakikaten Irak'a tekrar dönmek istiyorum. Çünkü IŞİD'in doğuş yeri biraz orası. Yani oradaki dinamikleri çok iyi anlamak lazım. Fakat Irak öncesine de gidecek olursak yani 90'lardan itibaren Batı'nın toplumsal krizine, daha doğrusu sadece Batı değil yani seküler dünyanın toplumsal, ideolojik ve psikolojik krizlerine cevap veren bir tarafı da var Selefiliğin. Yani burada bir sürü insan ailesinden kopuyor, toplumdan kopuyor ve Batı'da eski kurumsallık yok. Yani eskiden sendikalar, okullar, yardım dernekleri bir toplumsallık yaratmıştı Batı'da. Neoliberal kapitalizm dediğimiz şey bunları çözüyor ve insanlar tek başlarına kalıyorlar ve tam da böyle bir ortamda daha sert din yorumları çok büyük çekicilik arz ediyor. Yani bu sadece Selefiliğin yükselişi değil. İşte Pentekostal Hristiyanlığın yükselişi, Rus Ortodoksisinin Amerika'da hızla büyüyen en büyük kilise olması. Bunların hepsinin toplumsal, psikolojik dinamikleri Batı'da kesişiyor, genel olarak da daha seküler dünyada. Yani seküler dünya insanlara bir anlam bütünlüğü ve eskiden sunduğu sosyal bağları sunamıyor. Yani bu saiklerle giren ve bir idealizm yokluğunda idealizm arayan yığınla insan var. Yani bu insanlar 60'larda Maoist olabilecekken şimdi selefi ya da Ortodoks Hristiyan ya da benzeri şeyler oluyorlar. Yani Maoizm gibi bir şey üretemiyorsun. Anlatabiliyor muyum? Yani insanların bu keskin arayışına hitap eden şeyler üretemiyor sol. Fakat bu dediğim gibi daha çok seküler dünyanın kriziyle ilgili bir şey. Irak'ta yaşanan ve Suriye'de yaşanan ise, yani son 10-20 senedir, bambaşka bir şey. Yani o iki dinamiği birbirinden ayırmak lazım. İkisi de Selefiliği besliyor. Irak'ta ne oldu? Irak'ta bir Sünni Baas diktatörlüğü çöktü. Bu çöken diktatörlükten arta kalanlar yine işte sol ve seküler dünyanın onlara bir şey verememesinin başka bir veçhesi. Antiemperyalist direnişi El Kaide ile bütünleşerek yaşadılar. Yani Saddam'ın generallerinden, subaylarından, askerlerinden yığınla, işte bazı verilere göre yüzlerce, bazı verilere göre binlerce insan El Kaide'ye katıldı ya da işte El Kaide'nin IŞİD'e dönüşme hikâyesi bu. Ve burada iki tarafın dönüşümü de çok çok önemli. Yani dediğim gibi zaten Baas diktatörlüğü Suriye'dekinin aksine Irak'ta Sünni bir diktatörlüktü. Zaten bu insanlar Sünni İslam'dan bir haber insanlar değildi. Yani din değiştirmediler o anlamda. Ve Türkiye'deki Kemalistlerin çoğunluğu gibi tamamen İslam'dan bir haber, sekülerleşmiş bir Sünnilik de değil bu. Yani elbette Mısır'dan, Suudi Arabistan'dan filan daha sekülerdir bazı çevreleri Irak'ta ama yine de Türkiye'ye nazaran, Türkiye'deki Kemalistlere nazaran daha dindar insanlar. Ve bunlar daha yumuşak, yani itikadî anlamda daha yumuşak bir geçiş yaşayabildiler. IŞİD'in doğuşu böyle oldu. Yani El Kaide ile Saddam'ın subaylarının, askerlerinin birleşmesiyle oldu. Burada ama bir o kadar önemli olan da Selefiliğin dönüşmeye başlaması, yani selefi cihadîliğin dönüşmeye başlaması. Çünkü demin de vurguladığım gibi 90'ların ve 2000 başlarının cihadîliği, selefi cihadîliği çok bireysel, çok hücre yapılarına dayanan bir cihadîlikti ve de itikadî ve ideolojik anlamda da çok devlet karşıtıydı. Yani, ‘‘Biz ulusal sınırları tanımıyoruz, ulusçuluğu tanımıyoruz. Devletleri tanımıyoruz. Bizim tek tanıyacağımız devlet küresel çapta bir İslam devletidir’’ noktasından, eski El Kaide artıkları bir Sünni Arap milliyetçiliğiyle iç içe geçmeye başladılar. Ulusal sınırların bazılarını tanımaya başladılar ve de milliyetçiliği de kabul etmeye başladılar. Zaten El Kaide hiç milliyetçi değildi, hiç Arapçılık yapmadı demiyorum ama en azından kâğıt üstünde bu reddediliyordu. IŞİD'de ise bu ret yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Yani bir milliyetçileşme, uluslaşma, devletlerle barışma, devlet sistemleriyle barışma ve işte IŞİD zaten biliyorsunuz İslam devleti, yani ‘‘IS’’ idi sadece ama IŞİD olması yani bir ulusal sınırları ve ulus devlet mantığını yavaş yavaş kabul etmeye başlaması anlamına geldi.

Ruşen Çakır: Bir de şöyle bir şey var tabii, kusura bakma araya girdim ama, IŞİD'in devletleşmesi aynı zamanda IŞİD'in yediği en büyük darbenin nedeni oldu. Yani o şimdi Irak ve Suriye'de varlığını gösteren IŞİD, sonra bir yerde Musul'u, bir yerde Rakka'yı başkent ilan edip bir devlet, İslam devleti ilan ettiği andan itibaren o eski mobilizasyon gücünü vesaireyi kaybetti ve orada mesela çok büyük darbe yedi ve yıkıldı. Bitmedi ama o büyük çıkışının hızla erimesine yol açtı. Orada böyle garip bir paradoks var. Yani küresel cihatçılıktan, ulusal cihatçılığa dönüşün avantajlarından kısa bir dönem yararlandılar ama çok ciddi bir şekilde de sınırları belli oldu. Mesela hatırla, Suriye'de Batı Kürtlerle beraber Rakka'ya girdi ve IŞİD'i dağıttı.
Cihan Tuğal: Aynen, tabii, tabii. Bunlar var, yani bu düzeltme için sağ ol Ruşen. Bu da doğru ama yani burada bir öğrenme süreci de var. Çünkü eski El Kaide'ye bakarsan yani bırak böyle bir ulusal ordu disiplinini kabul etmeyi, birilerine yardım götürme, eğitim götürme filan terbiyesi de yoktu bu insanlarda. Tecrübesi de yoktu, niyeti de yoktu. Şimdi IŞİD'le birlikte yavaş yavaş bunlar oluşmaya başlıyor. Becerememiş olabilirler, yıkılmış olabilirler ama bu niyetler, yönelimler ve tecrübeler oluşmaya başlıyor. Yani IŞİD, El Kaide'ye göre çok daha ihvani bu anlamda. Yani yardım var, kitle eğitimi var. Bunlar El Kaide'nin asla tenezzül bile etmeyeceği şeylerdir. Ve bu tecrübelerin Suriye'de başka bir sıçrama yaşadığını görüyoruz. Yani şimdi yavaş yavaş eş-Şara'ya getirmeye başlıyorum işi. Biliyorsunuz eş-Şara El Kaide ile başlayan birisi. Irak'ta savaşıyor. Sonra Suriye'ye geçip El Kaide'nin Suriye birimini kuruyor. Sonra işte bu El Nusra'ya dönüşüyor. Sonra HTŞ'ye dönüşüyor. Ama bunlar sadece isim değişiklikleri değil. Hakikaten her aşamada çok önemli değişimler oluyor. Yani dediğim gibi IŞİD yavaş yavaş ordulaşmaya başlamış bir şey El Kaide'ye nazaran. Yardıma, kitle eğitimine önem veren bir cihadîlik hâline gelmeye başlamış durumda. El Colani — yani şu andaki adıyla ve de doğum adıyla eş-Şara, el Colani ama, aslında bir taraftan da hakikaten hâlâ el Colani — bunlara çok çok önemli bir şey ekliyor: El Kaide'de de IŞİD'de de olmayan bir taktik ve stratejik zekâ, bir koalisyon zekâsı. Yani en sekülerinden en tekfircisine, ortada İhvan'a kadar herkeste bir koalisyon kurma kapasitesi ve de yavaş yavaş 2010'ların ortasına gelindiğinde artık bu koalisyon kurmanın ötesine geçiyor. Yavaş yavaş eski ihvanileri, eski seküler Sünni milliyetçileri Nusra emmeye başlıyor. Sonra HTŞ bu emme işlemine devam ediyor. Yani bunu neden anlatıyorum? Bak şey dedim, yani Irak'taki belirleyici dinamik Saddam'ın generalleriyle El Kaide'nin birleşmesiydi dedim. Suriye'de çok daha büyük bir şey oldu. İhvan, HTŞ'nin içinde, yani önce Nusra'nın sonra HTŞ'nin içinde erimeye başladı. Daha da önemlisi Suriye'nin demokratik devrimcileri. Yani bunların hepsi Sünni milliyetçi filan da değil. Esad'a karşı ayaklanmış demokratik devrimciler baktılar, başka hiçbir şey hiçbir yere gitmiyor. İhvan da doğru düzgün savaşamıyor. İhvan'ın da kolu kanadı kırılmıştı. HTŞ'ye yığınlar halinde, bazı verilere göre en azından, bunlardan çok emin olamıyoruz tabii ama elimizdeki verilere göre El Nusra'ya sonra da HTŞ'ye yığınlar halinde bu demokratik devrimciler katılıyorlar ve de bu süreç içinde selefileşiyorlar, cihadîleşiyorlar. Bu çok çok büyük bir dönüşüm. Dolayısıyla bu el Colani'nin bu demokratik dili kullanmayı öğrenmesi, bunun basit bir takiye olmaması bundan kaynaklanıyor işte. Yani 10-15 senedir bu insanlarla istişare hâlinde. İstişareyi de geçmiş durumda. Bunlarla artık aynı kadrolarda. Yani onları selefileştiriyor.

Ruşen Çakır: Burada sen şunu daha iyi hatırlarsın. Benim hafızam o anlamda güçlü değil. Sen bu yazıyı yazarken o yaptığın okumalarda da görmüşsündür. Golani olarak, bir ara şeyi hatırlıyorum, röportaj verdi. Çıktı, ama o savaşçı kıyafetiyle.
Cihan Tuğal: Evet, yüzü de kapalıydı.

Ruşen Çakır: Önce yüzü kapalı falan yapıyordu, sonra yüzü açık verdi. Şimdi tarihi tam olarak hatırlamıyorum ama mesela Batılılardan yapılan açıklamalar vardı biliyorsun. Bir eski Amerikan büyükelçisi bir açıklama yaptı. "Biz eğittik." dedi. İngiliz gizli servisi "Biz işin içindeyiz." dedi. O tarihlerle sanki örtüşüyor. Yani bir yerde Colani ve topladığı koalisyon aynı zamanda Batı’yla, Batı'nın böyle birtakım kritik kurumlarıyla, genellikle istihbarat, Türkiye zaten işin içinde İdlib üzerinden, bir şeye girip o andan itibaren bir strateji saptıyorlar belli ki. Yani küresel cihatçılıkla küresel kapitalizmin Suriye üzerinde bir mutabakatı oluyor ve bu adım adım buraya gelmiş. Yani şey gibi değil, son anda görmüşler ve oraya yatırım yapmış gibi değil.
Cihan Tuğal: Kesinlikle değil. Bunların hepsi doğru. Yalnız şu var, sen bana bir düzeltme yaptın, ben de sana bir düzeltme yapacağım ya da daha doğrusu bu iki tablonun iki tarafı birbirini tamamlıyor aslında. Ama nasıl tamamlıyor? Yani bu Batı antiemperyalist solun baktığı yerden bakınca, buna Türkiye antiemperyalistlerin de bir kısmı dâhil, bu adam bir maşa, değil mi? Yani İngiliz istihbaratının, Amerikan istihbaratının, yerine göre Türkiye istihbaratının bir maşası. Hakikaten bunlar oluyor, yani bu görüşmeler oluyor. İşte bazı verilere göre, daha doğrusu spekülasyon mu desem bunlara, veri mi desem bilmiyorum, bazı spekülasyonlara göre bir eğitim süreci de var. Yani istihbarat kuruluşları bu adamı eğitti, diyorlar. Zaten bir işkenceden geçme süreci filan da var. O sırada döndü, diyenler var. Var Allah var, yani spekülasyon bol. Ama benim burada vurgulamaya çalıştığım şey, bunlar olmadı demiyorum, vurgulamaya çalıştığım şey şu: Bunu herhangi birine yapamazsın. Yani bu adam zaten bu IŞİD sürecinden, Irak sürecinden, sonra Suriye devrimi sürecinden geçerek gelen bir adam ve de özel bir adam. Yani bütün bunlardan başkalarının öğrenmediği şeyleri öğrenmiş. Yani bir El Kaide tecrübesiyle IŞİD tecrübesini, Saddamcılık tecrübesini, Esad'a karşı ayaklanma tecrübesinin hepsini içinde barındıran bir adam bu. Dolayısıyla yani demokratik, liberal demokratik oyunu da, ihvanîlik oyununu da, selefilik oyununu da bir noktaya kadar oynayabiliyor. Anlatabiliyor muyum? Yani takiye filan diyoruz ya. Takiyenin çok böyle yüzeysel kalanı ve sırıtanı var, bir de sırıtmayanı var. Yani illa buna takiye diyeceksen de, ki ben onu demiyorum, bu yetenekler öyle hemen geliştirilen şeyler değil. Yani 20 yıl, 30 yıldır bu adam pişiyor. Dolayısıyla kapitalizmle, küresel kapitalizmle ve de emperyalizmle bu kadar rahat iş yapabilmesinin nedeni bütün bu süreçler. Yani Irak'ta emperyalizmin ve ona karşı IŞİD direnişinin sonradan Suriye'ye taşması, Suriye'de bunun Esad'a karşı direnişle iç içe geçmesi ve de sonradan da emperyalistlerle iş birliği hâline dönüşmesi çok uzun ve de sindirile sindirile yaşanan bir süreç.

Ruşen Çakır: Bir de tabii şöyle bir şey var. Ailesine baktığımız zaman Faruk eş-Şara'nın yeğeni galiba ve zengin bir ailenin çocuğu vesaire. Yani öyle şey de değil. Mesela Irak'ta Zerkavi vardı bir ara biliyorsun. O daha böyle suç sicili olan, böyle bir adamdı. Bu daha bir aslında sistem içi ama sonra belli bir yaşta tercih yapmış ve bir anlamda aslında köklerine de dönüyor. Hatta görmüşsündür, kardeşinin birtakım işleri yaptığı, şu anda bayağı bir yolsuzluk iddiaları bile gündeme geldi. Neyse, şunu sormak istiyorum. Demin sen İhvan'dan bahsettin. İhvan'dan aldı, İhvan'a verdi falan ama çok ilginç bir şey oldu. Ahmed eş-Şara'nın Beyaz Saray'da görüşmesinden kısa bir süre sonra Trump'ın İhvan'ı yani Müslüman Kardeşleri terör listesine koyması, değil mi?
Cihan Tuğal: Evet. Yani hem ilginç bir şey hem korkunç bir şey tabii.

Ruşen Çakır: Yani bu eskiden biliyorsun şöyleydi, İhvan kendini şöyle pazarlardı Batı'ya: "Biz olmazsak radikaller gelir." diye pazarlardı. Ben Amerika’da gazetecilik yaptığımda biliyordum böyle birtakım temaslar. O zaman El Kaide'ye vesaireye karşı açıkça olmasa bile örtülü bir şekilde bunu söylerlerdi. Şimdi El Kaidecinin Beyaz Saray'dan devşirildiği bir yerde Müslüman Kardeşlerin terörist olması gibi böyle akıllara ziyan bir durumdayız ama bunun bir de karşılığı var herhâlde, değil mi?
Cihan Tuğal: Evet, hem de çok karşılığı var. Yani sen ‘‘ilginç’’ dedin, ben ‘‘korkunç’’ dedim. Sonra da evet, senin dediğin gibi yine komik ve ironik bir tarafı da var bunun. Yani fiilî katilleri bağrına basıyorsun; bir taraftan eline silah almamış adamlara terörist diyorsun. Çok tuhaf bir şey. Fakat yani bunun nereye gittiğine ya da nereye gideceğine bakarsak çok uzun vadeli, uzun erimli dinamiklerin içine oturan bir şey aslında bu. Yani dediğim gibi İhvan, ihvani çizgiler genel olarak çok büyük krizde zaten. 10 yıllardır krizde ve bu krizden dolayı Selefilik yükseliyor. Ve şimdi Trump'ın bu darbesi, özellikle Ürdün, Lübnan ve Mısır üzerinden İhvan'ı hedef göstermesi ve saldıracak olması bunlara, bir taraftan da İsrail'den kaynaklanan bir şey. Yani bu üç gerekçe olarak gösterdikleri şey zaten Mısır'da yaptıkları değil. Çünkü Mısır'daki darbeye karşı öyle büyük bir silahlı direniş filan gerçekleştirmedi İhvan. Yani, tırnak içinde, terörizm filan falan yok Mısır'da. Yani yaptıkları ne? Filistin davasını desteklemek, İsrail'e karşı açıklamalar yapmak. Yani bütün bunlar biraz İsrail dolayısıyla oluyor. Ve de İhvan'ın kendisinin ihvani iddiaları kaybettiği bu ortamda işte eş-Şara gibiler iyice ön plana çıkacak. En başta da eş-Şara'nın kendisi. Yani artık eş-Şara ve bir taraftan da Türkiye tabii, hem İhvan davasını hem selefi davasını sahiplenen kişiler olarak kendilerini ön plana çıkaracaklar. Bunu en iyi yapabilecek kişi de eş-Şara zaten. Yani İhvan'dan kalan boşluğu eş-Şara dolduracak.

Ruşen Çakır: Burada bir şey hususunu da konuşsak. Şimdi Suriye'de eş-Şara var ama Suriye'de birtakım Sünni olup da İslamcı olmayan odaklar da var. Bir diğer yandan mesela Aleviler var, Dürziler var, Kürtler var, Hristiyanlar da var. Ve şu hâliyle bakıldığı zaman en güçlü yapı olarak da Kürtler gözüküyor. Daha doğrusu Kürtlerin bir ittifakı SDG gözüküyor. Ve Kürtler de esas olarak orada bir tür özerk yönetim, Rojava'dakinden hareketle bir tür seküler hayatın inşa edildiği bir model de var. Ve bir taraftan da ABD'nin ve Türkiye'nin entegrasyon projesi var. Yani Şam'la bunların ittifak içerisinde olması. Hatta işin içerisine Abdullah Öcalan da giriyor, şu oluyor, bu oluyor. Şimdi şöyle söyleyeyim: eş-Şara'nın Batı'yla kurduğu ilişki nispeten daha kolay ilerliyor ama ülkenin içerisinde o ilişkiyi nasıl kurabilecek? Yani Batılılarla bir al-ver ilişkisi yapabilir belki. İşte Trump orada birtakım petrol hesabı yapabilir. Şu olabilir, bu olabilir. Fransız şirketleri geliyormuş, şunlar geliyor, bunlar geliyor. İsrail birtakım anlaşmalar yapabilir. Ama oradaki insanları, kendisi gibi olmayan insanları, tabii ki İslamcı olmayan Sünni Arapları da ama esas olarak Kürtleri, Dürzileri, Alevileri, Hristiyanları nasıl ikna edebilecek? Bunun formülü var mı?
Cihan Tuğal: Bence yok ama öğrenmeye çalışıyor. Yani en büyük zorluklar burada çıkacak tabii. Bu SDG sürecine Batı, Türkiye, Suudi Arabistan hep çok olumlu ve iyimser bakmaya çalıştılar ama yani HTŞ'de çok öyle bir maya yok, yani bunu barışçıl sürdürebilecek bir maya yok gibi gözüküyor. Yani SDG kendisi de iyimser bakmaya çalıştı aslında ama sonradan sahilde ve Süveyde'de katliam yaşanınca, yani hem de çok büyük çaplı katliamlar yaşanınca işin rengi değişti. Yani sonradan SDG daha işi yavaşlattı, daha fazla talepkâr olmaya başladı ve de çok da sağlam gerekçelerle tabii. Yani bugün bunu yapan, bunu başkasına yapan, yarın da bana yapar sonucu çıkarmak hiç de zor değil buradan. Ve şu anda Batı dünyası, Türkiye'yi zaten söylemiyorum bile, Batı dünyası bunları mümkün olduğunca görmezden gelmeye çalışıyor, yani Süveyde'de yaşananları ve sahilde yaşananları. Bunlar başka yerde yaşanmış olsaydı, Batı'da, yani Suriye dışında yaşanmış olsaydı, Batı'da fırtına kopardı. Yani binlerce insan öldürüldü birkaç gece içinde ve çoğunlukla sessizce geçiştirildi bunlar. Gerçi şunu da eklemek lazım; elbette Batı'da da bir heves düşüşü oldu bunlar yaşandıktan sonra ama sessizce geçiştirdiler yine de. Yani hak ettiği ilgiyi görmüyor bu katliamlar. Biz bundan neyi öğreniyoruz? Biraz onun için de bir 10 dakika falan önce dedim ya, yani bu adam hâlâ el Colani. Yani istediği kadar ismini değiştirsin, kravat taksın, o cihadî misyon bir yerinde yaşıyor aslında. Ve bu çok kolay kolay değişecek bir şey de değil. Bu hem eylemde görülüyor hem söylemde görülüyor. Yani iktidarı ele geçirdikten bir 10-15 gün sonra da söyledi. Yani, ‘‘Biz insanları zorlamayacağız, onlar şeriata uyduğu sürece.’’ dedi. Yani ilk başta şey diyor: ‘‘Biz güç kullanmak istemiyoruz. Siz şeriata uyun, biz de güç kullanmayalım.’’ Yani cümleye başka türlü başlayıp başka türlü bitiriyor ve o cümlenin o şekilde bitişi de zaten onun etkilerini Süveyde'de de gördük, sahilde de gördük. Ve bu Kürtlerle ilişkide şu anda aynı şiddette kendini göstermedi ama SDG bunun çok farkında. Yani o noktaya her an gidebilir. Dolayısıyla yani ilk başta söylediklerimle çelişiyor gibi gözükebilirim ama aslında çelişmiyor. Çünkü şunu söylüyorum aslında: ‘‘Selefilik ihvanileşti ve liberal demokrasiyle de biraz iç içe geçti’’ diyorum ama yani bu şu anlamda değil; ‘‘Artık adamlar barışa hazırlar, demokrasiye hazırlar’’ anlamında demiyorum. Hazır oldukları şu: Bütün bunları harmanlayarak bir ulus devlet kurmak ve bunu Amerika'yla, İsrail'le barışık şekilde yürütmek. Buna niyetliler ama işte senin de söylediğin sebeplerden dolayı bunu kolay kolay yapamayacaklar. Ve yapamamalarının tek nedeni de kendileri değil, bir sürü güç dengeleri var burada.

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle de bir husus var. Çok ilginç. Tekrar küresel cihatçılığa geliyoruz. Biliyorsun HTŞ'nin içerisinde çok sayıda yabancı savaşçı var. Geçenlerde çok uyduruk bir nedenle Fransız bir adam Şam yönetimiyle sorun yaşadı. Detaylarını biliyorsun, çok uyduruk bir şey yani ama yüksek perdeden atmış tutmuş eş-Şara'ya falan, karakolluk olmuşlar.
Cihan Tuğal: Çatışmalar da çıktı. Sadece karakolluk olmak değil, çatışmalar çıktı yani.

Ruşen Çakır: Evet, çatışma çıktı. Şimdi şöyle bir şey söyleyebiliriz; mesela HTŞ içerisindeki Ahmed eş-Şara ve diğer Suriyeliler milliyetçi bir duyguyla, şununla bununla, ülkelerinin hayrı için diyelim ki birtakım şeyler yapabilirler. Tavizler verebilir, şu olabilir, bu olabilir. Ama oraya gelen Uygur, Özbek savaşçının ya da bir başka şeyin böyle Suriyelilik diye bir duygusu yok ki. Yani oraya hesapta küresel bir cihadın parçası olarak gelmiş. Şimdi yeni kurulan, Batı'yla barışık, herkesle ve toplumun diğer kesimleriyle mümkün olduğunca barışık bir sisteme onları ikna etmeleri zor olmayacak mı? Yoksa en kolay lokma onlar mı?
Cihan Tuğal: Yok, hiç kolay lokma değil. Yok, süfli bir mesele değil bu. Çünkü yani bunlar üç beş kişi değil, binlerce insan var. Hiç abartısız binlerce insan var dışarıdan gelmiş olan. Ve de eş-Şara bunlara şey demedi: "Tamam, benim sizinle işim bitti. Siz artık bu ülkeyi terk edin." demedi. Bunlar yeni ordunun içine sadece emir eri olarak değil, yönetici kadrolara getirildi bu insanlar, ordunun içinde. Yani bunların elinde silah var. Bu şaka değil yani. Fakat şunu da not etmek lazım; yani bunların ben ileride çok sorun çıkartacağını öngörüyorum. Daha doğrusu bir sürü insan öngörüyor. Fakat tek sorun bunlar değil, Suriye'nin kendi selefileri de sorun. Yani istediği kadar ihvanileşmiş olsun, liberal demokratikleşmiş olsun — bunların hepsini de tırnak içinde kullanıyorum — elimizdeki bilgilere göre sahildeki ilk baştaki saldırıları değil ama büyük katliamı gerçekleştirenlerin çoğu Suriyeli. Yani Aralık'ta, Ocak'ta hep şeye atılıyordu bu, yabancı savaşçılara atılıyordu ve öyle gözüküyordu hakikaten. Yabancılar yapıyor gibi gözüküyordu. Fakat Mart'taki katliamlar öyle deniliyor ki esas olarak Suriyeli HTŞ'liler tarafından yapıldı. Dolayısıyla sorun çok katmanlı.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlayalım Cihan? Şimdi şunu biliyoruz; küresel cihatçı hareketler yok olmadı. Özellikle Afrika'da çok ciddi bir şekilde güçleniyorlar diye biliyorum ama Afrika dünyanın çok umurunda olmadığı için fazla gündem olmuyorlar. Ama her gün bir Mali'de, Nijerya'da vesaire sürekli bir şeyler oluyor.
Cihan Tuğal: Aynen. Nijerya çok çok kritik bir durumda. Tabii.

Ruşen Çakır: Evet. Yani küresel cihatçılık bir yerde varlığını sürdürüyor. Ama bizim gözümüz daha çok işte Ortadoğu'daki vesaire yapılanmaya doğru gidiyor. Sonuç olarak böyle birileri barışırken ya da barışmak demeyelim de hani ortak iş tutmaya başlarken — Suriye örneğinde olduğu gibi, başka yerlerde de olacaktır muhtemelen — bir diğer yerde de aynı saldırgan vesaire yönüyle bir yerde duruyor. Bir de birebir benzemese bile Afganistan'da bir Taliban olayı var.
Cihan Tuğal: Evet. O da devam ediyor.

Ruşen Çakır: Dünya artık ona izin verdi. "Ne yaparsan yap, umurumuzda değil." dedi. Değil mi? Orası bambaşka bir şey yani. Şimdi böyle bir olayda nasıl görüyorsun bu Selefiliğin, cihatçılığın geleceğini? Yani hem bir taraftan Batı'yla savaşan cihatçılar hem bir taraftan Afrika'da ulus devletlerle ya da başka etnik gruplarla falan çatışan cihatçılar ama bir tarafta Batı'yla iş birliği yapan, liberal kapitalizmle entegre olan cihatçılar falan... Böyle bir mozaikle mi karşılaşacağız?
Cihan Tuğal: Aynen öyle olacak. Ama bunları birbirinden çok ayrı da tutmuyorum. Yani elbette farklı dışavurumları oluyor ama aynı küresel resmin parçası ve o resmi özetlemeye çalışacak olursak iki şeyi vurgulamak istiyorum. Bir tanesi, ihvanilerin selefileştiği, selefilerin ihvanileştiği bir dönemdeyiz. Yani bizim dönemimizin büyük özelliği bu. İkinci büyük özelliği de bütün bunların çöküşteki, çöküş çok iddialı bir laf ama gerileyişteki ve düşüşteki bir kapitalizmle iç içe geçtiği; hem onların kapitalizmi kullandığı, emperyalistleri kullandığı, hem emperyalistlerin onları kullandığı bir dönem. Ve bu karşılıklı kullanma ilişkileri ve iç içe geçme durumu giderek derinleşecek. Yani bir iki yerde belki birbirleriyle çatışabilirler ama birbirlerini destekleyerek toplumları çürüteceklerini öngörüyorum. Yani bunun bir örneği de mesela, Nijerya'ya geri dönecek olursak, Sudan ve Afrika'nın bir sürü yerinde ciddi şekilde iç savaşları, katliamları, soykırımları destekleyen bir güç hâline geldi Birleşik Arap Emirlikleri. Ve Batı dünyası yine aynen gözlerini buna kapatıyor. Yani bu birikim kriziyle, yani kapitalizmin artık büyüyememe, bir yere gidememe kriziyle bu tür emirliklerin, devletçiklerin şiddeti beslemesi, soykırımları beslemesi birbiriyle fazlasıyla iç içe geçmiş durumda. Ve biz hani İsrail’i, Siyonizmi filan bunlarla hiç benzemez bir şey olarak görüyoruz da aslında çok benzer bir zihniyet. Yani Siyonizmin, özellikle de bu Netanyahu ya da Ben-Gvir versiyonları bunlardan çok farklı şeyler değil. Dolayısıyla dönemimizin diğer büyük özelliği de kapitalizmin bu ahlaki ve ekonomik çürümesinin iç içe geçmesi ve de soykırımların önünü açması. Bu bir yerde Müslüman soykırımı olur, başka bir yerde Müslümanların bir alt kolunun soykırımı olur. Ama artık bir emperyalistler arası rekabetin, savaşların kızıştığı ve bunun toplumları çürüttüğü ve de soykırımlara yönelttiği bir döneme girmiş durumdayız. Bu ihvanilerin selefileşmesi de bunun bir parçası.

Ruşen Çakır: Şimdi kapatmadan şunu söylemek istiyorum. Biz seninle ilk Boğaziçi Üniversitesi'nde yine İslamcılık üzerine bir tartışmada tanışmıştık. 90’lı yılların başı sanki. Haldun Gülalp vardı. Ama orada şöyle de bir şey var. Geçen gün hayatını kaybetti, Taha Parla. Ben Boğaziçi'nde Taha Parla'dan ders alacak kadar eğitimimi yükseltemedim. Birinci sınıftan sonra falan ayrılıp gittim ama senin hocandı diye biliyorum.
Cihan Tuğal: Aynen, aynen.

Ruşen Çakır: Ve sizde de bayağı bir emeği var diye biliyorum. Ne dersin Taha Hoca için?
Cihan Tuğal: Taha Hoca tabii çok insanın hayatına dokunmuş, çok insanın hayatını değiştirmiş birisi. Ben üç ders aldım lisans düzeyinde. Lisansüstünü Amerika'da yaptığım için lisansüstü dersi almadım. Lisansta üç ders almıştım ve de onun niyeti o değildi ama benim sosyolojiye yönelmemde, İslam çalışmaya yönelmemde çok büyük etkisi oldu istemeden. Yani o bu konulara hiç dokunmak istemezdi. Hani İslamcılıkmış, milliyetçilikmiş, "Ya bırakın bunları çalışmayı." derdi. Fakat onun verdiği özellikle de Weber ve Hermeneutik dersleri... Bir Weber dersi aldım. Bir Hermeneutik dersi, bir Marx dersi aldım. Bu aldığım Weber ve Hermeneutik dersleri, benim İslam'ı anlamaya, işte Türkiye'de İslam'ın, dünyada İslam'ın rolünü anlamaya ve bu kadar baş koymaya yönelmemin büyük sebeplerindendir. Yani o açıdan Taha Hoca'ya çok şey borçluyum. Onun niyeti bu değildi ama onu da ekleyeyim.

Ruşen Çakır: Evet, rahmetle analım ya da sevgiyle yolcu edelim.
Cihan Tuğal: Aynen. Sevgiyle, rahmetle...

Ruşen Çakır: Evet, yani hocanın emekleri çoktur. Bir de şöyle bir özelliği hep vardı benim bildiğim; insan içine çok çıkmazdı, medyaya çıkmazdı. Ben ondan ‘‘Sol Kemalizme Bakıyor’’ için röportaj alana kadar canım çıkmıştı. Ama sonra da gerçekten o röportaj, diğer konuştuklarımız kızmasınlar ama, en iyi röportaj o olmuştu. Levent Cinemre ile hazırlamıştık o zaman 90'lı yılların başında. Hâlâ insanların okuduğu, tartıştığı, çok kişinin de küfrettiği bir kitaptır biliyorsun.
Cihan Tuğal: Tabii, tabii. Zaten Taha Hoca'nın arkasından da küfreden çok oldu. Şaşırmıyoruz yani.

Ruşen Çakır: Cihan, çok teşekkür ediyorum verdiğin bilgiler için. Çok sağ ol.
Cihan Tuğal: Ruşen, ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Sağ ol. Evet, Kaliforniya Üniversitesi'nden Sosyoloji Profesörü Cihan Tuğal'la küresel cihatçılığın küresel kapitalizmle ilişkisini Irak'tan, Suriye'den hareketle konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
18.12.2025 Dindar nesil diye diye…
17.12.2025 Habertürk’ün laneti sürüyor
16.12.2025 Bondi Plajı kahramanı Ahmed el Ahmed bize ne söylüyor?
15.12.2025 Öcalan olunca zor, Öcalan olmayınca imkansız
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
14.12.2025 Mehmet Akif Ersoy’un yalnızlığı
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı