Nakşi sohbetlerini hiç kaçırmadı KASIMPAŞALI/4

07.07.2001 Milliyet

KASIMPAŞALI/4

Nakşi sohbetlerini hiç kaçırmadı


RUŞEN ÇAKIR-FEHMİ ÇALMUK


Bir mücahit nefesiyle de mücadele etmeliydi. Yani gündüz mücahit, gece zahid olunmalıydı. Nefis terbiyesi için de bir tarikatın kapısı çalınmalı, bir şeyhe bağlanılmalıydı. Öne çıkan iki cemaat vardı: Nakşibendiliğin, ikisi de Fatih merkezli İsmail Ağa ve İskender Paşa dergâhları. İsmail Ağa’da sakal, şalvar, cübbe, çarşaf zorunluydu; alt sınıflar tarafından rağbet görüyordu. İskender Paşa ise daha çok eğitimli kesimlere sesleniyordu. Erdoğan da İskender Paşa dergâhına gitti, Mehmet Zahid Kotku’nun sohbetlerine katıldı. Zaten o günlerde çoğu MSP’li, randevu defterine "Pazar günleri ikindi namazı-İskender Paşa" diye yazardı. Erdoğan, Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Prof. Mahmut Esad Coşan ile bağını koparmadı. İslamcı gençlerin o günlerdeki gözde kavramlarından biri "hicretöti. Hicret, İslam devletinin ilk adımıydı. 20 Kasım 1979 günü de hem Hicri yılbaşıydı, hem Hicret’in 1400’üncü yıldönümüydü. Yurt çapında çeşitli etkinlikler yapıldı.

BATILLARI TASFİYE


Erdoğan da, MSP İstanbul Gençlik Komisyonu Başkanı sıfatıyla bir tebrik hazırlayıp sağa sola yolladı. Burada "Hicret’e hazır mıyız?" diye sorup bir çağrıda bulunuyordu: "Hicret; zulmetten nur’a geçişin fiili tezahürüdür. Hicret; mal-mülk, ana-baba, çoluk-çocuk ve bütün dünya nimetlerini bir kenara iterek hakk’a vasıl olma yolculuğuna çıkıştır. Hicret; kavmiyetçiliğin, ırkçılığın, putçuluğun ve bütün beşeri sistemlerin yıkılışıdır. Hicret; batılları tasfiye hareketidir. Hicret; belli bir imana kavuşmanın ifadesidir. Biz neyiz, ne haldeyiz, ne istiyoruz? İnancımızı yaşayamıyoruz. Dolayısıyla inancımızın gereğini yerine getirmek istiyoruz. ‘Mutlak fikri’ hayatımıza hâkim kılmak ve onu yaşatmak istiyoruz. O halde Hicret’e hazır mıyız? Duhulüyle müşerref olduğumuz 1400’üncü Hicri yılınızı tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan İslam Âlemi’nin saadet ve selametine vesile olmasını niyaz ederiz."

CADDEDE NAMAZ


1980 Nisan ayında peş peşe dört İslamcı genç öldürülmüştü. Bunlardan Necip Kural’ın cenaze töreninin ardından bir grup Unkapanı’ndan Fatih’e doğru yürüyüşe geçti. Erdoğan’ın başını çektiği ve aralarında Mehmet Metiner, Edip Yüksel, Ömer Yorulmaz, Yılmaz Yalçıner gibi isimlerin de bulunduğu (Yorulmaz ve Yalçıner 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Diyarbakır uçağını kaçırdılar) yaklaşık 400 genç, polis ve jandarmanın müdahalesi üzerine ellerinde bulunan gazeteleri, paltoları, ceketleri asfalta sererek namaz kılmaya başladılar. Hepsi gözaltına alındı. Gençlerden kimi Davutpaşa Kışlası’na, kimi emniyet amirliklerine götürüldü.

Tayyip Erdoğan neyi keşfettiğinden habersiz Kristof Kolomb gibi

RP’nin kapatılmasının arifesinde kaleme aldığımız bir yazıda onu, keşfettiği kıtadan habersiz Kristof Kolomb’a benzetmiştik. "Yerli ve yabancı birtakım iktidar odakları, ondan yeni bir Özal yaratıp, yarım kalmış birtakım plan ve projelerini tamamlama hesapları yapıyor, o ise ‘Mücahit Erdoğan’ sloganları arasında, sık sık ‘neferi’ olmakla övündüğü Hocası Necmettin Erbakan’ın yolunda ilerliyor. Devletle zıtlaşmaktan, sistem dışına sürüklenmekten yorgun düşmüş yüz binlerce Milli Görüşçü, Erdoğan’ı, kendilerini sorunsuz bir şekilde merkeze taşıyabilecek, özellikle de orduyla aralarını düzeltebilecek bir lider olarak görüyor. Ama bir bakıyorlar ki aynı Erdoğan, Siirt’te durup dururken minareleri süngüye, kubbeleri miğfere, camileri kışlaya benzetiyor.

ÖZAL REFERANSI


Acaba Recep Tayyip Erdoğan, Kristof Kolomb gibi, gerçekte neyi keşfettiğini, hangi damarı yakalamış olduğunu bilmiyor mu? Bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek mi? Yoksa bütün bunların farkında, fakat sonunun Bedrettin Dalan veya Murat Karayalçın gibi olmasından mı korkuyor? Bu yüzden mi, o beklenen çıkışını erteleyip duruyor?" Erdoğan her ne kadar "liberalleşme" ve "globalleşme" yolunda o beklenen çıkışını yapmış ve sık sık Özal’ı referans veriyor olsa da, yakın çevresinde bile, onun kendisine örnek olarak hep ustası ve hocası Erbakan’ı aldığı görüşü taraftar buluyor.

TÜRKİYE’NİN HATEMİ’Sİ


Siyaset sosyoloğu Asaf Bayat, Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçildiği 1997 yılını İran için, "post-İslamcı" dönemin başlangıcı olarak tanımladı. Pekâlâ aynı tanımı, 28 Şubat 1997’den itibaren Türkiye’ye ve Milli Görüş hareketine uyarlayabiliriz. Peki Türkiye’nin Hatemi’si kim? İlk akla gelen isim Tayyip Erdoğan. Bugün hangi yenilikçiye gitseniz, size ülkenin en ücra köşesindeki bir garibandan Boğaz’daki işadamına, yılların ülkücüsünden HADEP’lisine, DYP’lisinden ANAP’lısına kadar herkesin nasıl "Tayyip" dediğini ve onun kuracağı partiyi beklediğini anlatacaktır. Bunlarda abartı payı hiç de fazla değildir.
Biz de gazeteci olarak birbirleriyle alakasız kişilerin Tayyip Erdoğan’a bir umut gibi baktıklarını gözlemledik; kamuoyu araştırmaları da bu noktada önemli veriler sunuyor. Peki bütün bunlar Erdoğan’ı Hatemi gibi yüzde 70’leri aşan oy oranlarına taşıyabilir mi? Erdoğan da Hatemi gibi radikal denebilecek bir İslamcı çizgiden demokrasi savunuculuğuna yöneldi. Fakat İran’da İslamcılar bir devlet tecrübesi yaşadılar, hâlâ yaşıyorlar. Hatemi de başından itibaren milletvekili ve bakan olarak devletin içinde pişti.

DEVLETİ TANIMIYOR


Erdoğan ise asıl olarak teşkilatçı ve belediyeci. Yakın arkadaşları bile onun en az bir dönem milletvekilliği yaparak devleti tanıması gerektiğini düşünüyorlar. Erdoğan’ın karizmasında mahalleli olmasının önemi büyük. Seçimlerden önce, kaçak gecekondusu olduğunu söylemesiyle ve kendisini sorgulamaya çalışan bazı gazetecilere aynı üslupla cevap vermesiyle oylarını artırdığı biliniyor. Hatemi’nin de Erdoğan gibi bir "halk adamı" olduğunu biliyoruz. Fakat o bir seyyid, yani Peygamber soyundan geliyor ve aynı zamanda hüccetülislam, yani üst düzeyde bir din adamı. Diğer bir deyişle, "sıradan biri" değil. Hatemi’nin siyasetle birlikte halka doğru inmesine ters orantılı olarak Erdoğan’ın da, özellikle 28 Şubat sürecinden sonra bir nevi statüsünü yükseltmeye çalıştığını görüyoruz.

BARIŞMA YANLISI


Yenilgiyle birlikte İslami hareket içinde uzun bir süre birlikte hareket etmiş ve kabaca uzlaşmacılar (genellikle orta ve yüksek sınıf kökenliler; diğer bir deyişle "beyaz Türkleşen" muhafazakârlar) ve muhalifler (genellikle yoksullar, diğer düşük statülü kesimler ve iflah olmaz İslamcılar) olarak tanımlayabileceğimiz katmanlar yollarını ayırdı. Erdoğan, ulusal ve uluslararası sistemle barışma yanlısı kesimlerin sözcülüğü ve liderliğine soyundu. Muhaliflerle ilişkilerini de tam olarak koparmadı. Hatemi, 15-16 yaşlarındaki binlerce yeni seçmene hitap ettiğinde onlara, "Asıl olan sizlersiniz" dedi. Cumhurbaşkanı adayı olmamak için epey de direndi. Erdoğan ise ne zamandır, halkın sorunlarından kurtulmasının, kendi siyasi yasağının kalkmasına bağlı olduğunu söylüyor. Yenilikçi ekip, ya kendi aralarında, ya gelenekçilerle tartışıyor, ya da birtakım güç odaklarıyla açık veya gizli pazarlıklar yürütüyor. Bir zamanlar RP’liler de belediyelerde, "halk meclisleri" gibi uygulamalarla meşruiyeti doğrudan topluma verir, bu sayede geniş bir destek alırlardı. Belki de RP’yi diğer partilerden ayıran en önemli özellik buydu. Ama ne zamandır halk meclisleri de yapılmıyor.

Aydınları danışmanlarına havale etti

Hatemi’nin en büyük destekçileri gençler, kadınlar ve aydınlar. Çünkü doğrudan onların en temel taleplerine, özgürlük isteklerine sahip çıkıyor. Tayyip Erdoğan ise kadın denilince başörtüsü sorununun çözümsüzlüğüyle felç oluyor. Ülkenin "büyük" sorunları üzerine kafa yormaktan ne kadınlara, ne gençlere ayrı bir önem veriyor. Aydınlarla ilişkileriyse bir-iki danışmanına havale etmiş durumda. Hatemi’nin kendisi başlı başına bir entelektüel. Felsefeye ve ilahiyata hâkim. Ayrıca yabancı dil de biliyor ki, bütün bunlar Erdoğan’la arasındaki farkları artırıyor. Hatemi, suratından sahici gülümsemesini eksik etmiyor ve genç kızlar "I love you Hatemi" diye pankart açıyor. Bizdeyse suratlar hep asık. Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan’ın anlattığı "bir görüşte aşk" öyküsünü, "Ben kimseye âşık olmadım" diye tekzip etmekten çekinmiyor.

Haberin orjinali




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı