Mümtaz’er Türköne: “Devlet bir adım attığı zaman Kürtler on adım atmaya hazır”

12.05.2025 medyascope.tv

12 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Mümtaz’er hoş geldin. Farkında mısın bilmiyorum ama senin Medyascope'ta çıktığın yayınların sayısını sayanlar var ve o saydıktan sonra bir müddet yayın yapmadık. Herhalde, ‘‘vazgeçtiler’’ demişlerdir. Halbuki hiç öyle bir şey değil, hatta tam tersine. Yani biraz izninle, bu süreç başladığından beri, Ekim'den beri buradan bir şey çıkacağını söyleyen ilk isimlerden birisi sensin. Ben de benzer bir şekilde söyledim ve bayağı da bir dayak yedik galiba, değil mi?
Mümtaz'er Türköne: Haklı çıkmanın gururu hepsini geride bırakıyor.

Ruşen Çakır: Hep söylüyorum, rahmetli Sırrı'ya demiştim, ‘‘Sırrı bir şey yapıyorsunuz, biz de inanıyoruz ama çok dayak yiyoruz’’ demiştim. ‘‘Sen merak etme, sıra size gelecek’’ dedi. Ama şimdi dövecek insan bulamıyoruz. Herkes "zaten belliydi" diyor. Belli miydi?
Mümtaz'er Türköne: Bizim dışımızda buna inanan ve bunu söyleyen yoktu hemen hemen.

Ruşen Çakır: Değil mi? Ya oradaki soru şu. Şimdi bir, bunun çok zor bir şey olduğu kesin. 50 yıllık bir olay sonuçta. Çok zor olduğu kesin ama bir şeyler yapılmak istendiği de kesin. Şimdi, bunun zorluğuna dikkat çekenleri ayrı tutuyorum. Onların hepsi zaten her an çıkabilecek sorunlar, bundan sonra da çıkabilir. Ama bir de "ya olmasın" diyenler vardı.
Mümtaz'er Türköne: Evet, Suret-i Hak nümayişçileri derler buna. Yani, ‘‘olsun’’ der gibi görünüp olmaması için bin dereden su getirenler. Zor muydu? Ben çok zor olduğunu hiç düşünmedim. Çünkü bizim bir muhakeme tarzımız vardı. Bir gerekçelendirmek… ‘‘Neden böyle bir netice ortaya çıkacak?’’ diye söylediğimiz zaman, bunun sebeplerini tek tek sıralıyorduk. O sebepler var olduğu sürece, o sebepler etkide bulunduğu sürece böyle bir sonucun ortaya çıkacağı kesindi zaten. Ve hâlâ bugün geldiğimiz noktada herkesin işin önemsiz faslına takıldığını, asıl önemli faslı gözden kaçırdığını düşünüyorum ben.

Ruşen Çakır: Nedir o?
Mümtaz'er Türköne: Sürecin Türkiye'deki siyasi atmosferi, siyasi düzeni, siyasi rekabet ortamını, devletin yapısını, alışkanlıkları, gelenekleri, her şeyi nasıl ters yüz edeceğini, adeta yeni bir ülke inşa edeceğini çoğu kimse görmüyor.

Ruşen Çakır: Şimdi ben bu sabah "Öcalan Türkiye'nin siyasi haritasını yeniden şekillendiriyor" diye bir yayın yaptım. Bir izleyici demiş ki: "Bir yıl önce bunu söyleseydin, şu anda gökyüzünü kartpostallardan görüyor olurdun" demiş. Ama gerçekten sonuçta — şimdi bunları konuşacağız — insanlar ne kadar bunun farkında? Bu süreç ilerlediği müddetçe birçok şeyin değişmesi gerekecek.
Mümtaz'er Türköne: Evet evet.

Ruşen Çakır: Pozisyonlar değişecek, iktidarlar dağılacak. Yani yıllarca terör üzerinden meslek sahibi, makam sahibi, şu bu olmuş insanlar bir şekilde açıkta kalacak. Aynı şekilde, Kürt hareketi içerisinde de mesela çok şahinler vardı. O şahinler şimdi ne yapacak?
Mümtaz'er Türköne: Terörle Mücadele Kanunu diye bir kanun var mesela, Türkiye'de ceza yargılamalarının ana iskeletini oluşturan kanunlardan biri. Ona bağlı katalog suçları var, o suçtan yargılananlara yapılan apayrı bir muamele var. Terör kavramı üzerine oluşturulmuş bir edebiyat var. İşte ‘‘meyve sebze terörü’’ diye bir laf bile çıktı, ‘‘trafik terörü’’, ‘‘sosyal medya terörü…’’ Aslında hepsinin kullandığı PKK terörüydü. Yani oradaki terör imajını alıp ona bir şekil verip siyasette, iletişimde onu kullanıyorlardı. Şimdi bütün bunların hepsinin gerekçesi, sebebi olan şey aradan çekilince her şey boşlukta kalıyor ve düşmeye başlıyor. Devlet yapısı, devletin birimleri, askeri birimleri, İçişleri Bakanlığı, İstihbarat birimleri, Dışişleri, bütün dış ilişkileri, Avrupa'yla ilişkileri, bütün bunların hepsinin içinde bir terör parametresi vardı. O çekilince geri kalan her şeyin değişmesi gerekiyor. Ve en önemlisi bence siyasi düzen. Siyasi partilerin rekabet düzeni değişecek. Yani terör faktörünün devre dışı kaldığı bir anayasaya ihtiyacımız var. Böyle, vatandaşından korkmayan, daha özgüvenli, işte "Aman memleket bölünecek", "Üç yanımız deniz, dört yanımız düşmanlarla kaplı" edebiyatından vazgeçen, daha özgüvenli bir hukuk sistemi gerekecek. Kant’ın bir lafı var, çok hoşuma giden bir laftır. Diyor ki: "Denge ve fren mekanizmaları çok iyi örgütlenmiş bir anayasa, şeytanların bile barış içinde yaşadığı bir devlet düzeni ortaya çıkartır." Şimdi ona ihtiyacımız var. Ve en önemlisi siyasette, bu tür işlerde kişisel gücün, kişisel ağırlığın ortadan kalktığı; kuralların, kurumların belirleyici olduğu bir evre geliyor. Yani şöyle bir şeyi düşünemeyiz, değil mi, bu önemli bir ipucu verecek: ‘‘PKK veya Öcalan bu süreci Erdoğan'ın vermiş olduğu sözlere güvenerek yürütmez.’’ Zaten söylüyorlar, açık bir şekilde de söylüyorlar. Üç tane şartı var PKK'nın ileri sürdüğü. Birincisi Öcalan'ın liderliği, ikincisi hukuk, üçüncüsü de demokrasi. Başka bir şey değil.

Ruşen Çakır: Peki orada ama şöyle deniyor: Ya vermezse?
Mümtaz'er Türköne: Yani bugüne getiren, Öcalan'ı da PKK'yı da bugüne getiren, bu konuda devlet tarafını da ikna eden ve böyle proaktif bir tavır almaya zorlayan şartlar, hepsinin iradesini aşıyor. Bunu daha önce konuştuk defalarca. Hepsinin iradesini aşıyor, ona teslim oluyorlar. Bu anlamda bir endişe yok, bu anlamda bir sıkıntı yok. Ben şöyle somutlaştırarak ifade edeyim, çok da önemsediğim bir şey ve gözden kaçtığını düşünüyorum. 19 Mart'ta bir operasyon planlandı ve icra edildi. Ve biliyoruz ki, gayet iyi biliyoruz ki, sonradan hemen ortaya çıktı, bu operasyonun amacı İmamoğlu'nu terörden içeri tıkıp İstanbul Belediyesi'ne kayyum atamak, Cumhuriyet Halk Partisi'nin başına da bir kayyum getirip ortadan ikiye bölmek. Böyle bir planlamayla yola çıkılmış. Peki ne engelledi bunu? Bunu süreç engelledi. Doğrudan doğruya sürecin kendisi engelledi. Çünkü bu olsaydı süreç karaya oturmuş olacaktı. Süreç tamamıyla bitmiş olacaktı. Zaten nitekim hatırlarsan o belirsizlik dönemlerinde 19 Mart'tan hemen sonra ‘‘Süreç buzdolabına kaldırıldı’’ dedik. Çünkü o 19 Mart'ın ısısı, sıcaklığı, hareketi süreci çıkmaz bir sokağın içine soktu veya buzdolabına kaldırmaya sevk etti. Şimdi şu ilişkiyi kurmamız lazım, süreçle 19 Mart arasındaki ilişkiyi. Yani süreç çok zorlayıcı bir program olarak, plan olarak devletçe benimsenmiş, ona göre konuşlanılmış, ona göre tavır alınmış bir şey olmasaydı 19 Mart amacına ulaşırdı.

Ruşen Çakır: Yani belediyeye de kayyum atanırdı, CHP'ye de kayyum atanırdı.
Mümtaz'er Türköne: Atanırdı. Şeyi engelleyen, işte terörden tutuklamayı engelleyen, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum atanmasını engelleyen, mesela Bahçeli ona karşı tavır aldı. Bahçeli'nin ona karşı tavır almasının sebebi de süreçti. Yani süreç o kadar belirleyici ki her şeyi dövüyor, her şeyi hizaya çekiyor.

Ruşen Çakır: Peki şimdi şeye bir bakalım. Senin eski yol arkadaşlarının önemli bir kısmı, ocak başkanlarının büyük bir kısmı şimdi İYİ Parti'ye yöneliyorlar. İYİ Parti bir yandan bu süreçte muhalefetin merkezi olmak istiyor sanki. Ama Zafer Partisi de var, ama Anahtar Parti de var. Hatta Büyük Birlik Partisi de var. Her ne kadar Cumhur İttifakı içinde olsa da arada laflar ediyor. Kim taşıyacak bunu ve hangi argümanla? Yani MHP’ye rağmen, Devlet Bahçeli’ye rağmen, Türk milliyetçiliği, Ülkücü Hareket içerisinden birileri bu süreç aleyhtarlığını, bayrağını taşıyıp ve buradan da bir kitle desteği alabilir mi?
Mümtaz'er Türköne: Bahçeli’nin tavrı aslında Türk milliyetçiliği saikiyle tavır alanların hepsinin sınırlarını belirledi. Domine etti çünkü, alanı bütünüyle domine etti. Yani ayrı partilerde olabilirsiniz ama Devlet Bahçeli’nin milliyetçiliğinden, ülkücülüğünden hiç kimsenin şüphesi olmaz. Kimse ‘‘hain’’ diyemez. Kimse, ‘‘Devletin, milletin menfaatlerine aykırı davranıyor’’ diyemez. Öyle bir iddiada bulunamaz. Şimdi normal olarak zaten bu tür süreçlerin itiraz edenleri olacak, eleştirenleri olacak. ‘‘Yandık, mahvolduk, Türkiye bölünüyor, devletin üniter yapısı kayboluyor, federalizme doğru gidiyoruz’’ falan filan diye felaket tellallığı yapanlar da olacak. Bunların içinde haklı gerekçeleri ileri sürenler de olabilir. Bu kendi içinde, kendi doğası içinde zaten işleyecek. Böyle bir alan var. MHP’liler Bahçeli domine ettiği için onu kullanamazlar, o alanda at koşturamazlar. Ama diğer partiler, muhtemelen Zafer Partisi ile İYİ Parti bu alanda kendi aralarında rekabet edecek. ‘‘Kim daha iyi sürece karşı çıkıyor?’’ rekabeti içine girecekler. Öcalan’ı çıkartmadan Allah vere de Ümit Özdağ’ı çıkartsalar da Ümit Özdağ haklı çıkmasa.

Ruşen Çakır: Değil mi? Peki CHP’ye ne diyorsun? Van mitinginde aslında Özgür Özel çok açık net mesajlar verdi. Sırrı Süreyya referanslı birtakım sözler söyledi, ‘‘Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama Kürt olamazsınız’’ dedi vesaire. CHP, olayın karşısında yer almayacak gibi duruyor değil mi?
Mümtaz'er Türköne: Yani özellikle İbrahim Kalın’ın CHP’yi, Özgür Özel’i o ziyaretinden sonra öyle anlaşılıyor ki meseleyi kavramışlar. Mesele onlara gayet ciddi bir şekilde aktarılmış, anlatılmış. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir şeyi var, o ‘‘tatlı su Türkleri’’ kesimi var. Özellikle sahil yörelerindeki CHP’lilerde öyle bir kesim var. Sağda solda da bol miktarda konuşuyorlar ve sürece itiraz ediyorlar. Yani İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin yaptığı kadar kemik bir itiraz değil ama böyle bir itiraz var Cumhuriyet Halk Partisi tabanında da. Ancak anlaşılması ve yavaş yavaş sindirilmesi gereken çok önemli bir şey var. Türkiye demokratikleşecekse, hukuka dönecekse bu süreç sayesinde olacak. Başka bir ihtimal, başka bir imkân yok. Yani ısrarla Kürtleri siyaset üretme konusunda ciddiye almak lazım. Ben tanıyorum, biliyorum. Yani entelektüellerini de birikimlerini de takip ediyorum. Hukuktaki ısrar, demokrasideki ısrar boş bir ısrar değil. Ve çok önemli bir şey yaptılar; silah bırakmayı pazarlık konusu yapmadılar. Mesela bu çok önemli bir ayrıntı. Eğer silah bırakmayı, işte ‘‘Şu şu şu şartları yerine getirirseniz biz de silah bırakırız’’ gibi bir pazarlık konusu yapmış olsalardı, o zaman karşı tarafta kişisel kararlara, inisiyatiflere rol vermiş olacaklardı. Yani pazarlığın tarafları söz verecekti. Şimdi doğrudan doğruya, işte o bahsettiğimiz anayasal düzenin, hukuk düzeninin, demokratik hakların, bunların teminat altına alındığı, işlediği bir Türkiye önümüze koyuyorlar. Ve bu koydukları şey, çözüm dediğimiz şeyin zaten kendisi. Böyle bir şey önümüze konduğu zaman da şeyi yapamayız, yani oturup işte ‘‘Biz oynamıyoruz, vazgeçtik, tekrar çözüm öncesi düzene geçtik, siz teröristsiniz’’ falan filan diyemez kimse. Bu çok daha sağlam, çok daha emin bir yoldu PKK açısından. Bunu da fark ettiler, anladılar. Sanıyorum bunu anlayan da Öcalan'ın kendisi. Diğerleri, Kandil'dekiler anlamamıştır bunu. Yoksa onlar pazarlık yapıp, işte ‘‘Söke söke aldık’’ diyebilecekleri bir yolu izleyebilirlerdi. Ama şimdi bu haliyle elleri daha kuvvetli ve istediklerini de gayet basit bir formülasyonla ifade ediyorlar: Hukuk ve demokrasi diyorlar. Ve siz Terörle Mücadele Kanunu’nu değiştireceksiniz, infaz yasasını değiştireceksiniz, terör suçlularına ayrı muamele yapmaktan vazgeçeceksiniz; çünkü orada gerekçe olarak kullandığınız terörün kendisi ortadan kalkıyor. Kayyum atıyorsunuz. Niye atıyorsunuz? İşte ‘‘terörle iltisak’’ diyor, ‘‘terörle iş birliği’’ diyor. Yok şimdi öyle bir şey. Nasıl atayacaksınız?

Ruşen Çakır: Onların hepsini Özgür Özel söyledi. ‘‘Kayyumlar iade edilecek’’ diye söyledi. Şu şeye tekrar bir bakalım: ‘‘Devlet aklı’’ lafı. İlk andan itibaren Bahçeli'nin pozisyonunu devlet aklı olarak tarif ettin ve orada insanlar bunu çok speküle ettiler. ‘‘Nedir bu devlet aklı? Devlet kimdir? Erdoğan'a rağmen mi? Erdoğan devletin neresinde?’’ gibi çok tartışma oldu. Şimdi bugün gelinen noktada devlet aklı kavramına tekrar nasıl bir yorum yaparsın?
Mümtaz'er Türköne: Yani bu aşırı derecede speküle edilen, bir de somutlaştırılmaya çalışılan bir şey. Çok somutlaştırılacak bir şey değil; ama şöyle ifade etmek mümkün: Devletin varlık sebebi olan, işte güvenliğin sağlanması, adaletin dağıtılması, dış ilişkilerin yürütülmesi gibi vazgeçilmez görevleri var ve kendi varlığını muhafaza etmesi, kendi varlığını muhafaza ederken beşeri unsuruyla yani milletle bir özdeşlik yakalaması, bir uyum yakalaması; bunlar devlet dediğimiz varlığın varlık sebepleri. Bunları koruması lazım. Şimdi bu minvalde devlet içinde MİT müsteşarı görevi yaparken, asli görevi bunları korumaktır. Yani devlet aklı dediğimiz şey o koltuğa oturur oturmaz onun sorumluluğuna giriyor. Dışişleri bakanının sorumluluğuna giriyor. Adalet bakanının uhdesine giriyor. Bazıları yapabiliyor, bazıları yapamıyor. Ama Türkiye'de nesnel şartlara bakarak ulus devletin çıkarlarına uygun hareket eden herkes devlet aklını temsil eder. Buna ben de dahilim. Yani uzun bir tarihin, bir tarih bilincinin eseri olarak bu devlet için, bu millet için doğru olan şeyin, çıkarlarına uygun olan şeyin, selametine uygun olan şeyin ne olduğunu kestirebiliyorum ve bunları söylüyorum, bunları anlatıyorum zaten.

Ruşen Çakır: Mümtaz’er bir dakika, şimdi arkadaşlar yolladı, Devlet Bey'in açıklamasını okuyorum bir yandan seni dinlerken. Uzun bir şey yazmış, Türkgün’de yayınlanmış. Mesela şöyle diyor: ‘‘27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla tarihsel sorumluluğu üzerine alan PKK'nın kurucu önderi Abdullah Öcalan'a; İmralı, DEM Parti, Kandil arasında temas ve görüşme trafiği yürüten heyetlere; DEM Parti'nin Eş Genel Başkanlarına, yönetici ve milletvekillerine; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, aziz şehitlere şükranlarımı sunuyorum.’’ Öcalan başta olmak üzere hepsine şükranlarını sunuyor. Bir de şöyle bir şey söylüyor, ‘‘kazanan’’ diyor, çok uzun bir şey. Şöyle diyor: ‘‘Bugün kazanan barış ve kardeşliktir. Bugün kazanan siyaset ve demokrasidir’’ demiş. Bir daha açılmamak üzere sayfanın kapandığını söylemiş. Artık geriye dönüş yok. Sen de yayından sonra herhalde bunu okursun. Bayağı uzun bir şey. Tabii ki Cumhur İttifakı'nın hep birlikte tavizsiz olarak destek verdiğini söylemiş. Ama bu işin mimarı o ve Öcalan değil mi?
Mümtaz'er Türköne: Yani bu ortaya çıkan sonuçtan haklı olarak gurur duyması gereken ilk kişi Devlet Bahçeli. Çünkü çok büyük bir risk aldı ve aldığı riskin karşılığını, yani bazen büyük risk alırsınız ve aldığınız risk oranında başarı elde edersiniz, bu öyle bir sonuç. O riski alırken de kendi tabanına, kendi hitap ettiği kitleye karşı zor durumda kalır; ama netice geldiği zaman herkes ikna olur. Böyle bir şey yaşanıyor. Mesela sosyal medyada bana karşı tavır bile değişti bu şeyden sonra. Herkes bizim nifak tohumları, fitne fesatla uğraştığımızı zannediyordu. Ortaya böyle bir sonuç çıkınca anladılar ne için gayret ettiğimizi, ne için çabaladığımızı.

Ruşen Çakır: Bu arada senin son yazından hareketle, biliyorsun artık sana Mümtaz’er Türköne değil ‘‘Kürtöne’’ diyorlar. Çünkü, ‘‘Artık bundan sonra Kürt olacağım’’ demişsin.
Mümtaz'er Türköne: Alparslan Türkeş'in lafını söyledim. Alparslan Türkeş söylüyor bunu: ‘‘Bir Kürt ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm’’ diyor. Bu önemli bir laftır. Tam da bugünlerin ruhuna uygun bir laf. Onu tekrarladım, onu referans göstererek, evet, yani Kürt tarafımızla bundan sonra meseleye bakıp bu işi uhuvvetle, suhuletle, yolunda yordamınca çözmek lazım. Çünkü aslında bir meseleyi çözmedik; başlıyoruz. Yani herkes zannetti ki bir şey çözüldü. Hayır, yeni başlıyoruz. Yani hukuk dediğimiz, demokrasi dediğimiz bu konuda atılacak adımlar, sağlanacak yeni devlet düzeni, toplum düzeni, ulusla devlet arasındaki uyum, bunların hepsi için yeni bir sayfa açıldı. Yani henüz hareket noktasındayız, başlangıç noktasındayız. Sadece bir engeli ortadan kaldırdık. Terör dediğimiz engeli ortadan kaldırdık. Herkese çok büyük vazife düşüyor. Bahçeli bunun idrakinde, demokrasi vurgusuyla, hukuk vurgusuyla bunun idrakinde. Yani işte itiraz edenler olacak. İşte, ‘‘Şehit aileleri üzüldü’’ diyecekler. İşte, ‘‘Bundan bir Kürdistan, bağımsız Kürdistan çıkacak’’ diyenler olacak. İşte, ‘‘Suriye'de bir Kürt devleti kuruluyor. Bütün bunlar onun için oluyor’’ diyenler olacak. Fakat bu mevcut haliyle Türkiye'de bir anayasal düzen, bir hukuk düzeni içinde her bir ferdin eşit ve onurlu vatandaşlar olarak yaşadığı bir düzeni gerçekleştirmek gibi bir görev var. Herkes için var bu.

Ruşen Çakır: Geçenlerde sen Diyarbakır'a gittin bir toplantı için. Herhalde insanlar senin bu çıkışlarını falan yakından takip ediyorlardır, yazdıklarını, söylediklerini. Nasıl bir ortam vardı? Bu şeyden bir hafta önce falandı, değil mi? Mayıs başında gittin herhalde.
Mümtaz'er Türköne: Evet, Mayıs başıydı, doğru. Ben Kürtleri anladığımı, anlayabildiğimi sanıyorum. Empati kurmaya çalışıyorum. Ne düşündüklerini, ne hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Bir şey var; yani çok marjinal bir Kürt milliyetçisi, separatist diyebileceğimiz bir kesim var veya duygusal olarak işte bu şiddetten, terörden yaralanmış insanlar var. Ama genel olarak Diyarbakır muhteşem bir şehir. Dünyanın belki de en güzel şehirlerinden biri haline gelmiş. O bir Kayapınar diye bir ilçe çıkmış ortaya, inanılmaz bir yer. Turistler geliyor, akın akın turistler geliyor. Yani herkesin arzusu, isteği işte kendi evladının, çoluk çocuğunun, ailesinin rızkıyla uğraşacak, güvenli bir hayat sürecek, kimseye muhtaç olmadan yaşayacak ve bunu tamamlayan bir unsur olarak da bir Kürt olarak onurunun, eşit vatandaş olarak kendisinin hiç dışlanmadığını hissedecek, o şekilde yaşayacak. Bunları görüyorsun, bunları fark ediyorsun. Yani devlet kanadından bir adım atıldığı zaman Kürtler on adım atmaya hazırlar.

Ruşen Çakır: Peki, yavaş yavaş toparlayalım. Bundan sonra zorluk başlıyor diyorsun ve şimdi şunu da biliyoruz ki her tarafta, içeride ve dışarıda, bunun şu ya da bu nedenle başarıyla sonuçlanmasını istemeyen çok odak, kurum, devlet, şahıs var. Çünkü 50 yıllık bir alışkanlık gidiyor, her şey bir yana. Burada en ciddi sorunlar, yani riskler sence ne?
Mümtaz'er Türköne: Yani özellikle iktidar kanadında çeyrek yüzyıldır iktidarda olan bir parti var. Bütün alışkanlıkları, bütün yönetim teknikleri, siyaset teknikleri bu terör hayaleti, terör belası üzerine kurulu. Onların bütün yönetim sistemini değiştirmeleri lazım. Çok zor. Terör malum, bir sürü karanlık alan yaratıyor. İllegalite yaratıyor, ona çanak tutuyor, onun alanını genişletiyor. Onlar rahatsızlık duyacaklar. Onlar bütün bağlantılarıyla yüklenecekler bu süreci baltalamak için. Bunun PKK kanadında karşılıkları var. Yani uyuşturucu, narko terör dedikleri şeyle PKK terörü arasındaki ilişki mesela, bundan vazgeçmek zorunda kalanlar çok aşırı provokatif eylemlere girebilirler. Devlet için de durum sanıyorum kontrol altında. Yani devlet içinde terörle uğraşan birimler kolay kolay o şekilde elde ettikleri yetkilerden, ayrıcalıklarından vazgeçmek istemezler. Fakat onların da yapabileceği çok fazla bir şey yok. Uluslararası ortamın da özellikle bu konuda etkili aktörlerin; Amerika gibi, İngiltere gibi, Fransa gibi, onların da yapıcı bir rol üstlendiği anlaşılıyor. Hatta Yahudilerin de, yani Netanyahu dışında Yahudilerin de bu konuda yapıcı bir rol üstlendikleri görülüyor. Suriye meselesi etrafında bir plan yapılmış, o dört başı mamur, yani Türkiye'nin de benimsediği, kabul ettiği bir plan gibi görünüyor. Ama her zaman sürprizler olabilir, kişisel faktörler devreye girebilir. Ama bütün bunların içinde en önemlisi, süreci bütünüyle göz önüne aldığın zaman bu süreç iktidarın sonunu getiren bir süreç. Çünkü hukukla, demokrasiyle ve eskiden sahip olduğu otokratik yetkilerden vazgeçerek yönetmeleri mümkün değil. Yönetim araçları ellerinden alındı, alınıyor.

Ruşen Çakır: İşte tam da o nedenle diyorlar ki: iktidar demokrasinin kapısını açmayacak.
Mümtaz'er Türköne: Şu aşamaya geldikten sonra artık öyle bir şansları yok. Sanıyorum teslim olmuşlar. Bu, teslim olmalarının işareti. Yoksa kimse saf değil, yani böyle bir şeye girmez. Bu söylediğimiz şeyi de en başta herhalde Öcalan düşünür veya PKK kanadı düşünür. Onlar ikna olduklarına göre, sanıyorum… Bir de tabii bu verilecek mücadeleyle de belirlenecek olan bir şey. Siz iktidar olarak ‘‘çözüm olmasın, hukuk olmasın, demokrasi olmasın’’ diye ısrar ettiğiniz zaman, zaten arkanızdaki halk desteği bu sefer katlanarak erimeye başlar. Yani onların açmazları daha fazla. Zor, yeni bir başlangıç, çok uzun soluklu bir mücadele gerekiyor. Yani siyasal anlamda, sivil anlamda çok fazla yapılması gereken şeyler var. Siyasal sistem değişecek, roller değişecek, kurallar değişecek, anlayışlar, alışkanlıklar değişecek. Fakat altyapı sağlam görünüyor. Yani iskelet çok sağlam bir şekilde kurulmuş görünüyor. Bahçeli'nin açıklamasından da o anlaşılıyor.

Ruşen Çakır: Ağzından bal damlıyor diyeceğim ama ben de benzer düşünüyorum. Çok teşekkürler Mümtaz’er.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
24.05.2025 Her şeye rağmen iyimser olmak ve iyimser kalmak
22.05.2025 Bir Süleymancı olmadığım kalmıştı
21.05.2025 Her kuşun eti yenmez!
19.05.2025 Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşiyor, nerelerde ayrışıyor?
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
18.05.2025 Hakkımdaki iftiralara karşı net yanıt
17.05.2025 Öcalan Erdoğan’ın her dediğini yapar mı?
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı