Meral Danış Beştaş ile söyleşi: Çözüm süreciyle birlikte demokrasi de gelecek mi?

27.05.2025 medyascope.tv

27 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Çözüm süreci Türkiye'nin gündeminde, tabii ki 19 Mart kriziyle birlikte. Çok şey bekleniyor, bakalım neler olacak? Bunları Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş'la konuşacağız. Hoş geldiniz.
Meral Danış Beştaş: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Nasıl gidiyor?
Beştaş: İyi gidiyor. Yani şu an çok önemli bir aksilik görülmüyor. Süreç açısından soruyorsunuz galiba?

Ruşen Çakır: Evet, tabii.
Beştaş: Aslında görüşmeler devam ediyor. Eş genel başkanların, heyetimizin görüşmeleri. En son İmralı’ya yine Pervin Buldan ve avukat arkadaşımız Özgür Bey gitti. Aslında somut çıktılar var artık. Onun üzerinden konuşabiliyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, ama şimdi şöyle bir şey var. İlk başta, 27 Şubat açıklamasının ardından, örgüt ‘’tamam’’ dedi. Sonra beklemeye başladık. PKK, mayıs ayı başında kongresini gerçekleştirdi ve ardından, silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ve örgütün feshedildiği açıklamasını yaptı. Ama pratikte bunları görmedik. Bunları görmemiz için Türkiye'de bir şeyler mi olması bekleniyor?
Beştaş: Açıkçası, muhataplık açısından, silahlar nasıl bırakılacak, nereye bırakılacak, onları bilebilecek durumda değiliz. Legal demokratik alanda çalışanlar olarak hiçbirimiz değiliz. Bunu PKK yöneticileri, devlet mekanizmaları, kendi aralarındaki temasların nasıl olacağına dair sanırım bir yol haritası çıkaracaklardır. Sanırım derken, olması gereken bu. Zaten iktidar kanadından da bu yönlü açıklamalar geliyor. Hatırlarsanız, bu PKK'nın kongre kararından önce de yoğun olarak, “Ne zaman kongre olacak, PKK ne zaman sonlandırılacak, silahları ne zaman bırakacağız diyecekler?” diye tartışılmıştı. Hatta bir iki basın organına, “Bence olacak bitecek, sonra duyacağız” demiştim. Çünkü ilan edilmesi çok akla yatkın bir şey değil. Neticede 10 yıllardır faaliyet yürüten bir örgütsel yapıdan söz ediyoruz. Nitekim öyle oldu. Yani yapıldıktan sonra kamuoyuna açıklandı ve biz onu bilmiyorduk. Bilecek durumda da değiliz tabii ki. Bence önümüzdeki günlerde, bir mekanizma oluştuğunda, silahların bırakılacağı yer, nasıl nereye bırakılacağı, güvenlik koşulları, en azından bu konuda bir iletişim, bunların hepsini önümüzdeki dönemde görüyor olacağız diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Meral Hanım, Devlet Bahçeli'nin ekim ayındaki çıkışı sırasında siz de Mecliste miydiniz?
Beştaş: Evet oradaydım.

Ruşen Çakır: Ekim'deki çıkışından beri, genellikle ne olacağından ziyade, nelerin, neden olamayacağı üzerine çok şey söylendi. Mesela en baskın çıkanı, “Bakalım Öcalan ne diyecek?”ten ziyade, ‘’Öcalan dese bile Kandil buna uyacak mı?’’ tartışmasıydı. O süreç atlatıldı. Bu süreçte arıza çıkacağı ihtimalinin bu kadar dillendirilmesinin nedeni, insanlar çıkmasını mı istiyor, yoksa hakikaten ‘’olsun, ama kolay değil’’ mi diye düşünüyorlar?
Beştaş: Kamuoyunda yapılan bazı tartışmalar konusunda çok haklısınız. Uzunca bir süre ‘’PKK bu çağrıyı dinlemeyecek’’ laflarını duyduk. Oysa 2 gün sonra, yani 27 Şubat'tan 2 gün sonra açıklama yapıldı ve “Biz dinliyoruz, destekliyoruz ve arkasındayız. Kongremizi toplayacağız” dediler. Sonrasında PKK tarafından yapılan her açıklamaya, “Bunlar kongre yapmayacaklar, silah bırakmayacaklar, örgütün çalışmalarını feshetmeyecekler” gibi dillendirme var. Sorunuz çok önemli aslında. Şu andaki birçok tartışmayı özetliyor. Bunu, ‘’sürecin devam etmemesini içten içe dileyenlerin’’ dillendirmesi olarak okumak mümkün. Ben, yazılan, çizilen ya da sözlü olarak ifade edilen konularda bir bölümünü böyle okuyorum. Çünkü neticede, böylesi dönemlerde işi oldurmak önemli. Yani yapıcı bir şekilde eleştirilerimizi, önerilerimizi yapacaksak, bu sürecin başarıya ulaşması, Türkiye'nin demokratikleşmesi, Kürtlerin artık eşitlik hukuku içinde kardeşliğinin oluşması gibi temel çıktıları var bunun. Tabii bu sözü söyleyenlerin bir bölümünün de… Çünkü kimin ne dediğini biz de takip ediyoruz, hatta bazen mecburen takip ediyoruz. “Barışa karşı çıkamam, kim barışa karşı çıkabilir ki? Ama şu, şu, şu noktalar da var” sözleri peşi sıra geliyor. Açıkçası bu rahatsız edici bir durum. Rahatsız edici derken kişisel bir şeyden söz etmiyorum. Türkiye bence şu anda çok güçlü bir barış arayışına girmiş durumda. Türkiye barışını arıyor. Hatta on yıllar önce, iyi hatırlıyorum, ‘’Türkiye Barışı Arıyor’’ konferansı vardı. Belki siz de vardınız. Oradan biraz da esinlendim ve çok güçlü bir konferanstı. On yıllardır bu tartışmaları yapıyoruz ve artık bunun nihayete ermesi gerekiyor. Bir anda bitmeyeceğini biliyoruz.

Ruşen Çakır: Ama Erdoğan'ı yeniden seçtirmek için yaptığınız söyleniyor.
Beştaş: Bu kadar önemli bir meselede sadece Erdoğan’ı seçtirme meselesi üzerinden bir tartışma yapmak, bence tarihe, siyasete haksızlık ve Türkiye toplumunun, Türkiye halkının yaşadığı cendereye büyük bir saygısızlık. Her şeyden önce bunu söylüyorum. Siyaset, kişilere karşıtlık üzerinden kurulamaz. Siyaset sadece bir seçim üzerinden, şu seçilecek, bu seçilecek üzerinden değerlendirilemez. Kürt meselesi bütün bu tartışmalardan daha büyüktür. Türkiye'nin demokratik toplum olarak inşa süreci, bütün bu tartışmaları kapsayan bir yerdedir ve hepsini aşar.

Ruşen Çakır: Bu bitmeyecek bir tartışma. “Diyelim ki barış oldu, ama bu demokrasinin garantisi değil” diyenler var. ‘’Terörsüz Türkiye’’ perspektifini gerçekleştirecek olan Erdoğan'ın, bu sayede otoriterliğini pekiştireceği, yani Kürtleri yanına alarak, CHP başta olmak üzere diğer muhalefeti ezmeye devam edeceği yolunda bir perspektif var. Silah bırakmanın, bu olayı sonlandırmanın, otomatik olarak demokratikleşmeye, hukuk devletine yol açmayacağı argümanı.
Beştaş: Siyasette hiçbir şey otomatik olmaz. Bu konuda mücadele gerektirir, çalışma gerektirir, örgütleme ve katılım gerektirir. Bu kesin. Sizin dediğiniz perspektifi tabii ki biliyorum. Bu yönlü yorumlar var. Ama dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir deneyimde, barış, sadece ‘’negatif barış’’ olarak tarif edilmez. Silahların susması, artık insanların ölmemesi, çatışmasızlık olarak nitelendirilmez, pozitif yöne evrilmesi gerekir. Bu da demokrasidir, demokratikleşmedir. Şu anda Kürt meselesi silahların bırakılmasıyla bitecek mi? Bitmeyecek. Kürtlerin talepleri sonlanacak mı? Hayır. Türkiye bir çırpıda demokratikleşecek mi? Hayır. Tabii ki bunları biliyoruz. Ama barışa giden yol da demokrasiden geçer. Ya da tersi, demokrasiye giden yol da barıştan geçer. Yani bir ülke nüfusunun yaklaşık dörtte birinin ‘’eşit ve özgür değilim’’ dediği bir Türkiye demokratik olabilir mi? Kürt meselesi bu işte. Biz ‘’barış, demokrasisiz olmaz’’ diyoruz. Biz demokrasi mücadelesini en fazla veren, en çok bedeli ödeyen bir geleneğin temsilcileriyiz. Şu anda bu eleştiriyi yapanları dinlerken bazen acı acı gülüyorum. Sanki biz hiç tutuklanmadık, hiç işkence görmedik, hiç öldürülmedik, hiç katliamlar yaşamadık, katledenler hiç cezasızlık politikasıyla ödüllendirilmedi. Biz bunları yaşayanlarız. Bu nedenle demokrasinin ne anlama geldiğini tabii ki gayet iyi biliyoruz. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisini ya da MHP’yi, Cumhur İttifakı’nı, biz tayin etmedik ki. Onları o koltuklara biz oturtmadık. Onlar muhataplar, çünkü seçilmişler. Yani doğal temsilciler. Tam tersine biz, bütün muhalefetin de bu sürecin içinde olması gerektiğini savunuyoruz.

Ruşen Çakır: Tam da onu soracaktım. CHP ile ilişkiler nasıl gidiyor?
Beştaş: Biz bütün muhalefetle, bu konuya yaklaşım noktasında cepheden karşı çıkmıyorsa, hakaret, tehdit, farklı bir propaganda içinde değilse, hepsiyle görüşüyoruz zaten. CHP ile de ilişkilerde, iletişimde ya da ziyaretlerde, görüşmelerde bir sorun yok. Yansıtıldığı gibi bir sorun yok. Ama CHP adı altında, ‘’CHP'liyim’’ diyen ya da onları desteklediğini gördüğümüz öyle kesimler var ki, bunların, sürecin başarıya ulaşmaması için ya da sürecin başarıya ulaşamayacağını anlatan sayısız açıklamaları var. Bunlar doğru değil. Burada yöntem, içine girip katkı yapmaktır, inşa etmektir. Neticede Kürt meselesi sadece DEM Parti'nin, AKP'nin ya da MHP'nin meselesi değil, bütün toplumun meselesi. Yani demokrasi meselesi.

Ruşen Çakır: Bu CHP meselesinde biliyorsunuz en son Sosyalist Enternasyonal’de bir olay oldu. DEM Parti'nin Eş Genel Başkanları’nın ‘’Ekrem İmamoğlu'na Özgürlük’’ yazılı İngilizce pankartı kaldırmadığı yolunda. Sosyal medyada epeyce gördüm “Erdoğan’ı ürkütmemek için kaldırmadılar” deniyor. Hâlbuki dün Özgür Özel bu konuda DEM Partililere sahip çıkan, savunan bir açıklama yaptı. Ama bu konu bayağı bir dolaştı. O işin aslı nedir?
Beştaş: İşin aslını zaten açıkladılar. Tülay (Hatimoğulları) Hanım açıkladı, Özgür Bey de açıkladı galiba. Dün akşam okudum sadece, izlemedim. Orada bilinçli bir kaldırmama hâli söz konusu olamaz. Bu kadar siyasi rehinelik statüsünde bulunan arkadaşlarımız dururken orta yerde, bizim başka bir siyasi sebeple içeride olan bir belediye başkanına özgürlük istemememiz için bir sebep var mı? Yok tabii. Bizim kimseyi ürkütmeme gibi bir çabamız olamaz. Biz muhalefetiz.

Ruşen Çakır: Bu mesele önemli aslında. Ürkütmeme çabanız yok mu?
Beştaş: Hayır, hayır. Bizim çabamız, barış ve demokratik toplum inşasında güvenli adımlarla ilerleyebilmek. Ama bunu yaparken muhalefet etmemek anlamında değil, biz muhalefetiz. Ben DEM Parti Erzurum Milletvekiliyim ve her DEM Partili HDK'li. HDK demokratik bir platform. Biz orada muhalefet etmeyi durdurur muyuz? Durdurmayız. İtiraz ettiğimiz her şeye karşı sözümüzü de mücadelemizi de yürütürüz tabii ki. Yani diyalog ve müzakerenin başlıyor olması, bir ittifak ve tamamen işbirliği anlamına gelmez. Tam tersine, o meselede çözüm odaklı, yapıcı bir şekilde yol yürümektir. Mesela Sosyalist Enternasyonal’de gözlemci parti olarak bulunuyoruz. Uzun yıllardır o zeminde varız ve iki arkadaşımız pankartı kaldırıyor. Bizim dış ilişkilerden sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Ebru Günay kaldırıyor mesela. Ben fotoğraflardan gördüm. Önlerinde yokmuş. Birileri ‘’kaldırmadılar’’ diye bunu farklı bir spekülasyon aracı olarak kullandı. Böyle bir durum yok.

Ruşen Çakır: Yani hata yapma lüksünüz kalmadı galiba.
Beştaş: Yok, yok. Herkes DEM’i izliyor, ama herkes. Bu bazen iyi bir şey. Yani, tabii ki söz hakkımız olduğu müddetçe konuşulmak, tartışılmak... Bazen de bir linçe dönüşüyor, olumsuz bir tabloya sebep oluyor. Bence bu kadar ince elemek yerine, DEM’in ne söylediğine ya da HDK'nin ne söylediğine bakılsa. Biz sözlerimizle eleştirilmek isteriz.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir durum var yalnız. Sizinle daha önce de bunları konuştuk. Yakın bir zamana kadar Devlet Bahçeli, daha o zaman DEM Parti yoktu, HDP vardı, “HDP kapatılsın. En azından hazineden gelen parası kesilsin” diye konuşurken, sonra birdenbire tavır değiştirdi. Hatta bugün de görüşüldü. Bugün bizzat kendisi de ağırladı DEM Parti heyetini ve sürekli mesajlar veriyor. Hatta geçenlerde Habertürk'teki yayınınıza katılmış değil mi?
Beştaş: Evet.

Ruşen Çakır: Onu bir anlatır mısınız, nasıl oldu?
Beştaş: Orada yine süreci konuşuyorduk. Yoğun sorular geliyordu. O arada Sayın Bahçeli'nin, “Barış tek kanatlı kuş değildir” mesajı geldi. İlk kanadı 27 Şubat'ta Sayın Öcalan'ın çağrısıyla oldu. İkinci kanadı oluşturmamız lazım. Pozitif bir mesaj, aslında destek yönünde bir mesajdı. Tabii programın tamamı onun üzerinden tartışılmaya devam etti.

Ruşen Çakır: Bunlar aslında mucize gibi, değil mi?
Beştaş: Aslında üç beş yıl öncesine gidersek, insana inanılacak gibi gelmiyor, ama kesinlikle iyi bir şey bu. Çok olumlu bir dönüşüm aynı zamanda. Mesela ona bakarsanız, 2013-2015 yılları arasında da ben HDP'nin MYK'sındaydım. Eş Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordum. O dönemde CHP ve MHP çözüm sürecine cepheden karşıydı. Bu dönem ikisi de bu sürece desteğini ifade ediyor. MHP zaten daha aktif bir yerde duruyor. Bu konuda şunu da söylemek istiyorum. HDP’nin, Kürt siyasal hareketinin ve partilerinin geleneğini şu anda DEM devam ettiriyor. Bugüne kadar nasıl muhalefet ettiği o kadar açık ki. Bize bu eleştiriyi yapanlar bence kendi tarihlerine bakmalılar. Mesela 2013-2015'te şunu çok iyi hatırlıyorum: O zaman Selahattin Başkan Eş Genel Başkandı, Figen Yüksekdağ'la birlikte. Her gittiğimiz yerde yine bize ‘’Siz AKP ile işbirliği mi yapıyorsunuz? Siz AKP ile ortaklık mı yapıyorsunuz?’’ soruları soruluyordu. Hayır, onlar iktidarda. Biz onlarla görüşüyoruz’’ diyorduk. Şimdi bugün aynı tablo tekrar dönüştü ve biz %13,2 oy aldık. Biz bu işin çözümünü, her türlü siyasi çıkarın, hesabın üstünde görüyoruz. Bu, tartışma dışı. Hiçbirimizin koltuğunun, statüsünün, oy oranının bu meseleyle kıyaslanamayacağı kanaatindeyiz. Burada siyaset yapılıyor, değil mi? Rekabet ortamı var. Hangi parti olursa olsun, isim vermeden söylüyorum, kendisine güvenerek kazanabilir. Niye DEM’e güveniyor ya da başka bir partiye? Biz üçüncü yoluz. Biz üçüncü yolu temsil ediyoruz ve bizim, seçimlerde hangi yönde eğilim gösterdiğimiz de geçmiş seçimlerden belli. Demokrasiden, hukuktan yanayız. Ama lehlerine eğilim gösterdiklerimizin, bizi nasıl arkadan hançerlediğini de gördük, yaşadık.
Ben, bizim zeminde halkla çok yoğun buluşanlardan biriyim. Bize onların hesabı soruluyor. Ümit Özdağ’la anlaşma soruluyor. Ne dersek diyelim, sonuçta bu, somut bir çıktı olarak önümüzde duruyor. Fakat buna rağmen biz hiçbir zaman ilkelerimizden vazgeçmedik. Hatırlarsanız, 2017'de Anayasa referanduma gitti, değil mi? Asıl orada koptu zaten. Demirtaş cezaevindeydi, Yüksekdağ cezaevindeydi, ben de cezaevindeydim Anayasa Komisyonu üyesi olarak. CHP niye geçirtti o değişikliği? Neden? Kazansaydı. Yani kime güveniyor? Biz cezaevlerinde ‘’hayır’’ oyu için direndik. Kazanamadığın seçimin faturasını başkalarına yüklemek ne siyasi etik açısından, ne siyasetin doğası açısından kabul edilebilir bir şey.

Ruşen Çakır: Bir de Numan Kurtulmuş'un açıklamasından hareketle, aslında insanların tartışmaktan korktuğu bir Alevi meselesi var. Malum, Şah İsmail göndermesi, İdris-i Bitlisî göndermesi ile ‘’Alevileri dışlayan yeni bir toplumsal sözleşme mi yapılıyor, yeni bir ulus inşası mı yapılıyor?’’ diye konuşuluyor. Ama ben biliyorum ki sizin partinizde çok ciddi bir Alevi gücü de var. Böyle bir ihtimal olur mu, hakikaten siyasi iktidar böyle bir şey deneyebilir mi? Sizin tavrınız ne olur?
Beştaş: Meclis Başkanı’nın o açıklaması çok vahim hakikaten. Biz Halkların Demokratik Kongresi olarak da geniş bir açıklama yayınladık. Bunu kabul edilemez bulduğumuzu, bu açıklamanın, bu söylemlerin ve atıfların Alevi nefretini körüklediğini, kutuplaştırmayı arttırdığını ve kaygıları büyüttüğünü ifade ettik. Bunu daha önce de söyledim birkaç defa, burada tekrar ifade ediyorum. Kadınların eşit ve özgür olmadığı bir demokrasi olamaz, Alevisiz bir demokratik toplum olamaz. On milyonlarca Alevi yurttaşın yaşadığı bir Türkiye'de, Alevileri nefret objesi olarak göstermek barış ve demokratik toplum ruhuna aykırıdır. Biz tabii ki bütün farklı, ötekileştirilen, eşitlik hukuku içinde yer alamayan herkes gibi, Alevilerin de temsilcisiyiz.  Ve barış ve demokratik toplum inşası dediğimiz meselede, sadece Kürtlerin, sadece Kürtlerin hakları için değil, kadınların da, gençliğin de, ötekileştirilen bütün kimliklerin de ve tabii ki Alevilerin de haklarını ve eşitliğini savunan bir yerde duruyoruz. Zaten buna ilişkin çok sayıda açıklama da yapıldı.

Ruşen Çakır: Siz demin Anayasa Komisyonu dediniz. Anayasa söz konusu. Zaten AK Parti iktidara geldiğinden beri ‘’sivil anayasa’’ diye bir şey söyleniyor. Ama bu arada eski anayasa bayağı bir değişti. Siz konuya daha hâkimsiniz. Yani 12 Eylül anayasasından geriye yüzde kaç kalmıştır?
Beştaş: Az kaldı. Yüzde dersek, herhalde 30,40 kalmıştır.

Ruşen Çakır: Siz yeni bir sivil anayasa istiyor musunuz parti olarak?
Beştaş: Biz her zaman istedik. Demokratik, meclis eliyle halk iradesinin belirlendiği, bu konuda özgür bir tartışma ortamıyla demokratik bir anayasanın yapımını hep savuna geldik. Yani yeni bir şey değil bu. Bunu her zaman savunduk.

Ruşen Çakır: Erdoğan'ın şimdi dile getirdiği olaya var mısınız?
Beştaş: Anayasa tartışmasının, sadece cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılıp uzatılmaması çerçevesinde tartışılması doğru değil. Mesela biz demokratik bir anayasa diyoruz, değil mi? Hep söylediğim bir şeyi burada da söyleyeyim: Bu Anayasa kadınları dışlayan, erkek, Sünni ve Türklerin anayasası. Alevi yok, kadın yok, Kürt yok, Çerkez yok, Laz yok, Pomak yok, Süryani yok, Ermeni yok, Hristiyan yok. Bir kere bizim anayasayı bu kapsamda tartışmamız lazım. Yani bir değişikliğin, sadece görev süresi, bir daha adaylık meselesi üzerinden tartışılması doğru değil. Öneriler gelir önümüze, herkes önerilerini sunar. Ona karşıtlığı zaten herkes özgürce tartışabilir. Neticede Meclisin nisabı ortada. Halk oylamasına nasıl gidebileceği, 360 meselesi var, sonrası var. Bizim gündemimizde bu yönüyle, yani görev süresi, ‘’bir dönem daha aday olsun-olmasın’’ tartışması hiç olmadı. Tartışmanın burada çok dar ve sadece karşıtlık üzerinden yapılması, çözüm sürecine ve barış sürecine karşıtlık temelinde gelişiyor. Bu doğru değil diyorum. Partiler çalışırlar, sandık kurulur, herkes gider o sandığa, kim çıkarsa o kazanır. ‘’Ben uzatılma konusunda bir görüşümüz var’’ demiyorum, aman yanlış anlaşılmasın. Çünkü biliyorsunuz çok speküle edilebiliyor. Biz demokratik bir anayasa istediğimizi, bu konuda hemen, “Hayır, biz tartışmada yokuz” demediğimizi, anayasal süreçlerin demokratik anlamda tartışılabileceğini ve herkesin kendi ilkesel ve perspektifini yansıtabileceği önerilerini sunabileceğini ifade ediyoruz. Ama şunu söylemeyi de doğru bulmuyorum: Anayasa değişikliğinde bir kişi üzerinden biz yokuz deme meselesi var ya, bu, benim seçimi kaybedeceğimin kabulüdür ya! Olur mu öyle şey?

Ruşen Çakır: Ama dün mesela Özgür Özel, “Ben Erdoğan'la menemen bile yapmam” dedi.
Beştaş: Erdoğan'la yapılmıyor. Anayasa değişiklik çalışmalarını Türkiye Büyük Millet Meclisi yapar. Yani sonuçta Cumhurbaşkanı o masada değil. O gelip, onunla tartışılmıyor. Onun partisi var tabii ki. Partisinin Genel Başkanı. Meclisteki bütün siyasi partilerin olması gerekiyor. Bir de anayasanın demokratik olabilmesi için, sadece Meclisle de sınırlı tutulmamalı. Yani Türkiye toplumunun görüşlerini akıtabileceği, ifade edebileceği, önerilerini yapabileceği bir zeminin de oluşması lazım. Ama şu konuda bir yol temizliğinin yapılması lazım mesela. Bunu geçmişte de çok söyledik. Ben Meclise geldiğimden beri, seçildiğimden beri Anayasa Komisyonu’ndayım. Şu anda Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğü var mı? Yok. Muhalifseniz, bir söz söylediğinizde yargılanabilirsiniz, tutuklanabilirsiniz. Ben Çağlayan'dan geliyorum. Gitsek, her gün Çağlayan’da olmamız lazım. Sevtap Akdağ'ın duruşması vardı, Berfin Polat'ın vardı, Selçuk Kozağaçlı'nın vardı. Sadece bu sabah, üç duruşma izledim. Bunların kalkması gerekiyor. Anayasa konusunda taleplerin özgürce ifade edilebileceği, demokratik bir ifade özgürlüğünün sağlandığı bir zemin olması gerektiğini de ifade edeyim tabii. Kimse anayasa hakkında konuşamayacakken, görüşünü söyleyemeyecekken, basın cendere altındayken, muhalefet partileri sürekli yargı operasyonlarının odağındayken, böyle pat diye, “Hadi, biz bize anayasa konuşalım” da doğru değil.

Ruşen Çakır: Siz hukukçusunuz, detaylara daha hâkimsiniz. Şimdi sürece tekrar dönecek olursak, bir şeylerin hukuken düzenlenmesi gerekiyor ve galiba adres de Meclis olacak.
Beştaş: Evet.

Ruşen Çakır: Bahçeli'nin bir komisyon kurulması önerisi var. Önümüzde neler var? Mesela bir infaz yasasından bahsediliyor ve infaz yasasının süreçle de bir ilişkisi olduğu söyleniyor. Tam olarak ne kastediliyor orada?
Beştaş: İnfaz yasasının bu kadar gündemleşmesinin en önemli sebebi tabii ki bizim talebimiz. İnfazda adalet ve eşitlik. Bu, uzun yıllardır hem hukuk kurumları, barolar, sivil toplum ve hem de bizim tarafımızdan ifade edilen bir şey. Şu anda siyasi bir sebeple cezaevinde tutulanlarla, adli bir sebeple, suçla, iddiayla tutulanların infazı eşit değil. Mesela siyasiler, dörtte üç. Terörle Mücadele Kanunu’yla ceza, yarı oranında arttırılıyor ve hiçbir şekilde şartlı salıvermeden, denetimli serbestlikten de yararlanamıyor. üstüne üstük bir de şunu eklediler. Covid döneminde çıkarılan bir iyileştirme vardı. Cezasının 3 yılı kalmışsa, serbest bırakılıp, denetimli serbestlik kapsamında olması gerekiyordu. Son bir hafta cezaevlerini ziyaret de ettim. Erzurum cezaevlerine gittim, Bakırköy'e gittim. Hakikaten dolup taşıyor cezaevleri ve bu konuda tutuklu ailelerinin ve tutukluların, hükümlülerin çok büyük bir mücadelesi, beklentileri ve talepleri var. Yani ilk tartışılan bu. Bir kere bu yarı oranında artırma nedir? Basın açıklaması yapıyorsunuz, propagandadan dava açılıyor diyelim. Somut örnek olarak söylüyorum. Cezası bir yıl, o otomatikman arttırılıyor, infazı da diğerinin iki katı yapılıyor. Bir kere ilk adımda, önce bunlar bir eşitlensin.
İkincisi, Covid döneminde çıkarılan yasa, bir geçmişe yürüsün. Şu anda içeride olan on binlerce insan var. Diğeri, hastalar, yaşlılar ve çocuklu anneler için de Covid döneminde ve sonrasında düzenlemeler yapıldı. Mesela ilk aklıma gelen Hatice Yıldız 75 yaşında. Bakırköy’de. Siyasi sebeple, ‘’örgüte yardım, yataklık’’ diye bir iddiayla tutuklanmış ve çok hasta. O, 75 yaşında olduğu hâlde denetimli serbestlikten yararlanamıyor, ama adlî iddialarda, suçlarda 65 yaş üstünü tutmuyorlar. Şimdi o 10 yaş büyük olduğu hâlde tutuluyor. Mesela bunun da eşitlenmesi lazım. Siyasi ya da adlî ayrımı neden yapılır? Ve en önemlilerinden bir tanesi de hasta mahpuslar. Mesela şu anda diyelim ki tutuklu A şahıs hasta. Eğer hırsızlıktan, rüşvetten, çetecilikten içerideyse, rapor alınca, ‘’uygun değildir’’ diye çıkabilir, tahliye olabilir. Ama siyasiyse, hasta olduğu halde, toplum güvenliği için tehlikeli mi diye savcı karar veriyor.

Ruşen Çakır: Genellikle de reddediyor.
Beştaş: Evet, genellikle de reddediyor. Mesela çok trajikomik bir dosya okumuştum. Bir tutuklu tahliye olacak, köyüne gidecek. Savcı, “Toplum için güvenliği tehdit edici bir durum” demiş. Çünkü köyüne gidince onu halk karşılayacak. Halk sevinecek, ailesi sevinecek. Bu tehlikeymiş yani. Bir köyde 10 binler olacak hâli yok. Yani en fazla 100, 200 kişi. Böyle büyük adaletsizlikler var. Şu anda kamuoyuna yansıdığı kadarıyla ve arkadaşlarımızla görüştüğüm kadarıyla, bunların düzenlenmesinin bir kısmı bu son pakete dâhil olabilir. Galiba bugün komisyona geliyor. Haftaya da bayramdan önce çıkması hedefleniyor diye biliyorum.
Son olarak, çok ucube bir madde var TCK'da: 314/3. Örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüt adına suç işlemek. Yani kanun koyucu şunu diyor: “Sen örgüt üyesi değilsin biliyorum, ama örgüt adına suç işlemişsin. Sen üyeymişsin gibi ceza vereceğim sana.” Anayasa Mahkemesi iki defa iptal etti. Öyle bir suç olamaz. Bunun tamamen kaldırılması gerekiyor. Bunları iki defa düzenlediler. Tekrar iptal oldu. Bunun da çıkması gerekiyor tabii. Çünkü bu durumda olan çok insan var.

Ruşen Çakır: Bu var olanlar için söz konusu. Bir de, örgüt kendini feshedecek ve binlerce kişiden bahsediliyor. Herhalde süreç hazırlanırken bunlar konuşulmuştur. Silah bırakanlar ne olacak? Ülkeye mi girecek, statüleri ne olacak? Bütün bunlar konusunda herhalde çok ciddi bir takım düzenlemeler yapılması gerekecek, değil mi?
Beştaş: Tabii ki. Diyelim ki, silah bırakanların Türkiye'ye gelmesi hâlinde herhalde cezaevine girmeleri beklenmiyor ya da şu anki tartışmalarda böyle bir durum söz konusu değil. Bir o var, bir de şöyle bir şey var: PKK kendisini feshettiğinde ve silahları teslim ettiğinde, iktidarın 10 yıllardır seçim kazanmak için, toplumu kutuplaştırmak için, Kürtleri ötekileştirmek için, muhalefete yüklenmek için, bizi her gün terörist siyasetiyle vurmak için kullandığı sebep yok; artık bunu kullanamayacak. Bunun bir de yasal karşılığı olmalı. Yani örgüt yoksa, silah yoksa, bir çatışma ortamı yoksa, militanlar için düzenleme yapıldığında, herhalde Selçuk Mızraklı cezaevinde kalmaya devam edemez. Çünkü ‘’örgüte yardım ettin’’ diyor ya da bunun gibi binlerce diğer insan var. Bunun için de düzenleme yapılması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Kayyumlar?
Beştaş: Kayyumlara da geleyim mi? Bir de unutmadan söyleyeyim. Hiçbir yasa değiştirmeden, hiçbir şey yapmadan yapılabilecek işler var. Bir numaralı iş, AİHM ve AYM kararlarının, yani anayasanın uygulanması. Bu konuda Siyasi irade gerekiyor. Biliyorsunuz şu anda Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Alp Altınörs, Ali Ürküt, Nazmi Gür ve daha onlarca arkadaşımız, Kobani Kumpas davasından tutuklu. Gezi’den Osman Kavala tutuklu, Can Atalay tutuklu. Sadece örnek veriyorum bunları. ‘’AİHM ve AYM kararları uygulansın’’ talebimiz her zaman için baki. Bu arkadaşlar bir an önce serbest kalmalı.
En önemli konulardan biri de kayyum tabii ki. İstanbul’da Esenyurt ve Şişli'ye de kayyum atandı. Buraya da sıçradı. Bir kere, bunun dayanağı olan kanunun kesin surette iptali gerekiyor ve hiç zaman kaybedilmemeli. ‘Terör’ iddiasıyla, yapılan bir iddiayla, üretilen delillerle, halk iradesine, insanların iradesine el konuldu. Kayyum atanan belediyelerin başkanları derhâl görevlerine dönebilir. Bu konuda Mecliste bir mutabakat var, biliyor musunuz? Çok söyledik ama çok yansımadı. AKP ve MHP hariç, CHP'nin, İYİ Parti'nin, bizim, Gelecek’in, DEVA’nın, bütün partilerin ‘’kayyumların bir daha atanamayacağına dair’’ imzaladığı bir kanun teklifi var. O hemen gündeme alınabilir. Bir saatlik bir iş. Yani çıkarılır ve böylece kayyum atanamaz. Bunun çıkarılması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Son olarak, ‘’Umut hakkı. Bunu Devlet Bahçeli telaffuz etmeseydi biz edebilecek miydik?
Beştaş: Aslında biz ediyorduk ama görünmüyordu. Zaten tecride karşı hep söylüyorduk bunu. Biliyorsunuz Sayın Öcalan 10 yıllardır İmralı’da tecritte ve Mecliste çok güçlü eylemler, etkinlikler, talepler, çok dillendirildi. Ama dediğiniz doğru. Hemen böyle bir saldırı dalgası, bir terör siyaseti, ötekileştirme suç gibi gösterildi. Şimdi Sayın Bahçeli söyledikten sonra, bizim dışımızda, bizim hedef kitlemiz ya da hinterlantta, Kürtler ve Türkiye'deki demokratik kesim dışında, bunu artık herkes öğrendi. Umut hakkının mutlak surette çıkması, yasallaşması gerekiyor. Şu anda Türkiye'de ağırlaştırılmış müebbet… Bu arada sadece Abdullah Öcalan değil, bu durumda on binlerce insan var. Tek başına hücrede, günde bir saat havalandırma ve hiç çıkmamak üzere, yani gerçek anlamda ömür boyu olmak üzere bir yasal düzenleme var ve bu da İmralı için yapıldı. İdamı kaldırdık, ama idam yerine geçen bir ceza öngörüldü ve AİHM'in kararı var bu konuda. Bir bu yönüyle, hukuki boyutuyla mutlaka çıkması gerekiyor. Temel hak ve özgürlüklere aykırı ve fiili zamana yayılan bir idam aslında. Yani hukukta böyle tarif edebiliriz.
Bir de işin siyasi boyutu var. Siyasi boyutu da şu: Öcalan bu süreçte temel siyasi aktörlerden biri, değil mi? O çağrı yapmasa, bu gelişmelerin hiçbiri olmayacak ve bu sürecin yönetilmesi lazım. Demokratikleşmeye evrilmesi, meselenin hakikaten önümüzdeki döneme sirayet etmesi, yol kazasının olmaması gibi onlarca sebep sayabilirim. Kendisinin iletişim özgürlük koşullarının sağlanması lazım. Bu konuda şu an sadece Adalet Bakanlığı izniyle görüşmek bunu karşılayamaz ve hep söylediğimiz bir şey var: Sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarının sağlanması. Şu anda telefon açamıyor, mektup yazamıyor, kimseyle görüşemiyor, ailesiyle görüşemiyor, avukatlarıyla, siyaset mekanizmasıyla ve en önemlisi gazetecilerle. Mesela siz niye gitmeyesiniz?

Ruşen Çakır: Çok istiyoruz ama…
Beştaş: Ruşen Çakır sonuçta bu kadar izlenen, bilinen bir gazeteci program yapıyor. Eskiden beri bilinen biri olduğunuz için sizi söylüyorum, buradayım çünkü. Hatırlarsanız geçmişte Mehmet Ali Birand röportaj yapıyordu. Gazeteciler gidip bizim yerimize, ona sorsun. Öcalan Ortadoğu’daki gelişmelerle, dünyadaki gelişmelerle ilgili ne düşünüyor? Demokratik toplum derken tam olarak neyi kastediyor? Her şeyi sorabilirsiniz.
Öcalan'la görüşemedim, ama Kandil'de, Cemil Bayık'la iki kere, Duran Kalkan'la bir kere, Murat Karayılan'la bir kere görüştüm. Özellikle Cemil Bayık röportajlarında gerçekten çok şey öğrendim. Öğrendim derken, biz röportajı yaparken, şu anda sizinle de yayını yaptığımız gibi, izleyicimiz ya da okurumuz istifade etsin diye yapıyoruz. Ama bu arada, o röportajları yaparken de hepsi çok öğretici oldu. Çünkü doğrudan aktörüyle konuşmanın çok yararı var. Tabii Öcalan'ın bu anlamda gerçekten konuşabilmesi, yani sorgulayıcı röportajlara açık olması… Mesela Birand röportajı hâlâ tarihidir.
Beştaş: Evet.

Ruşen Çakır: Birand da hiç öyle kalkıp ‘’aman efendim yaman efendim’’ yapmadı. Bayağı sıkı bir gazetecilik yaptı. Peki, başa dönelim. Bu süreç nasıl gidiyor, nasıl gidecek?
Beştaş: İyi gidiyor, daha da iyi olması gerekiyor. Bütün çabamız buna yönelik olmalı. Demin konuştuğumuz konularda hakikaten somut gelişmelere ve adımlara ihtiyaç olduğunu defaten ifade ediyoruz. Sorduğunuz sorulara atfen söylüyorum: Bu sürecin sağlıklı yürümesi için, iktidar kanadından da mesela Alevilere yönelik açıklama gibi açıklamaların gelmemesi ya da buna benzer,  satır aralarında eski alışkanlıkların tekrar cereyan etmemesi gerekiyor. Çünkü Türkiye toplumunun rızası çok hayatidir. Bu işte bizler konuşuyor olabiliriz ve neticede ne dersek diyelim, herkesin merak ettiği, öğrenmek istediği, bilgilenmek istediği bir süreç. Biz elimizden geldiğince bunu açmaya çalışıyoruz, ama Türkiye'nin önündeki yüzyılı belirleyecek bir süreçten söz ediyoruz ve hepimize, bu sürecin akamete uğramaması için bence büyük görevler düşüyor. Ben umutluyum. Bu sefer başaracağız.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun. Evet, Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş'la süreci, çıkabilecek yol kazalarını ve bunların nasıl aşılabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.06.2025 CHP siyasi iktidarın kızıştırmak istediği iç krizini tabanına başvurarak aşabilir
30.05.2025 Mehmet Baransu’yu hatırlıyor musunuz?
29.05.2025 Günümüz Türkiyesi’nde İslamcılık ve Kürtler
29.05.2025 DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na yamamaya çalışmanın anlamsızlığı
28.05.2025 AK Partililer niçin 19 Mart operasyonuna sahip çıkmıyor?
27.05.2025 Meral Danış Beştaş ile söyleşi: Çözüm süreciyle birlikte demokrasi de gelecek mi?
27.05.2025 Bana arkadaşını söyle…
26.05.2025 Erdoğan’ı Kılıçdaroğlu mu kurtaracak?
26.05.2025 Sahi nedir bu Kürt sorunu?
25.05.2025 Fethullahçılarla barışma mümkün mü?
01.06.2025 CHP siyasi iktidarın kızıştırmak istediği iç krizini tabanına başvurarak aşabilir
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı