Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?

03.02.2025 medyascope.tv

3 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle, benim ‘’yeni çözüm süreci’’ dediğim, ama birçok kişinin, “Yok ya, ne çözüyorlar?” dediği süreci konuşacağız. Esas olarak da Türkiye'nin Kürt sorununu ve bunun çözümünde hangi noktada olduğumuzu konuşacağız. Hoş geldiniz.
Meral Danış Beştaş: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: ‘’Yeni çözüm süreci’’ lafını doğru buluyor musunuz?
Beştaş: Henüz bulamıyoruz. Sürece evrilmesini istiyoruz tabii ve bunun için çabalıyoruz. Şu anda bir diyalog zemini var, ama süreç olabilmesi için, sizin de ifade ettiğiniz gibi ‘’çözüm ve barış,’’ sonuçta barış, tek başına silahların susması, şiddetsiz bir ortamsa, çözüm dediğimiz, pozitif barış dediğimiz mesele de adaletin, demokratik dönüşümün, siyasi ve hukuki zeminin teşekkülü. Henüz ‘’süreç’’ diyemiyoruz. Demiyoruz değil, bir direncimiz yok, ama ‘’ne oluyor?’’ anlamında bunun bir oturması lazım.

Ruşen Çakır: Siz tabii ki bu olayları birçok kişiden daha fazla, içeriden biliyorsunuz. Sonuçta, Öcalan'la görüşenler, daha sonra da parti yetkilileriyle görüşenler sizin arkadaşlarınız. Tanışıyorsunuz, kurullarınız da var. Oralarda da birtakım şeyler görüşülüyor. Dışarıdan bakanlar, yazılı birtakım açıklamalar, Öcalan’a atfen yapılan açıklamalar ve kısa birtakım açıklamalar dışında şu âna kadar pek bir şey bilmiyorlar. Sizin bizden daha fazla bildiğinizi varsayarak soruyorum: Gidişat olumlu mu?
Beştaş: Gidişata çok yönlü bakmak lazım. Olumlu tarafı şu: Yıllardır devam eden tecridin, en azından iki görüşmeyle de olsa sağlanması. Hatta üç görüşme. Ömer Öcalan ilk görüşmeyi yapmıştı. Öcalan'ın fikirlerinin, bu konudaki yaklaşımının dışa yansıması tabii ki olumlu. Neticede bir adım atıldı. Çünkü biliyorsunuz tecride karşı uzun yıllardır mevcut olan bir direniş var, bir talep var, bir farkındalık var ve halk arasında hakikaten büyük bir tepki de var. Bu sadece Türkiye içinde değil, uluslararası anlamda da çok büyük kampanyalar yapıldı. Bir diğer yönü, Sayın Bahçeli'nin bu çağrısını, tecridi ‘’tecrit’’ olarak tanımlaması, “Gelip Meclis’te konuşsun. Sonra DEM Parti ile görüşsün,” söylemlerine de negatif yaklaşmıyoruz. Sonuçta bunlar olumlu adımlar ve biz bunları ilk anlamda olumladık; “Bu olmalı” dedik.  Diğer yandan, olumsuz diye ifade edebileceğimiz ya da şüphelerin yoğunlaştığı odak ne? Şu anda hâlâ işin siyasi ve hukuki boyutunda hiçbir gelişme olmaması. Mesela kayyum atanıyor. En son Siirt'te atandı, gazeteciler tutuklanıyor. İktidar sözcüsü, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, satır aralarında olumlu bazı mesajlar olsa da, totalindeki dil, “Teslim olun, bitin, bitirelim” gibi bir söylem ve dil olarak bir şiddet, bir tehdit içeriyor. Bunlar tabii ki halkta, toplumda büyük bir güvensizlik yaratıyor ve bunu sorguluyor tabii ki.

Ruşen Çakır: Yani iki yönlü bir şey var.
Beştaş: Evet. Olumlu yönü de var, olumsuz yönü de var. Bizim bütün çabamız olumlu yönü arttırmak. Yani bardağı daha çok doldurmak. Bunun hakikaten bir barış sürecine, bir çözüme evrilmesi ve tabii ki demokratikleşmenin gerçekleşmesi.

Ruşen Çakır: İnsanlar, Öcalan'ın açıklamasındaki ‘’paradigma değişimi’’ meselesini dillerine çok doladı. Kimisi dalga geçti, kimisi önemsedi. Değişik yorumlar var, rivayetler de var. Şimdi aklımda kaldığı kadarıyla, Öcalan’ın, ‘’Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan'ın da destek verdiği paradigma değişikliği’’ diye bir cümlesi var. Siz bundan ne anlıyorsunuz, değişen nedir?
Beştaş: Sayın Öcalan bu konuda önemli bir siyasi aktör biliyorsunuz ve şu anda iktidar da devlet de muhataplığını görüyor sonuçta ve bu görüşmelerle, aslında bunu yaşama geçirdi diyelim. Bizler açısından, halk açısından, toplum açısından böyle bir soru yoktu. Biz bunu hep ifade ede geldik.  Paradigma değişikliği… Aslında metinde birçok şey saklı. Bizce, o deklarasyonda ilk açıklanan maddeler var ya, mesela kardeşlik vurgusu, Bahçeli ve Erdoğan'ın destek verdiği paradigmaya güç verme anlamında bir bakışı var. Ben bundan, Kürt meselesinin, demokratik ve hukuki zeminde çözümünü anlıyorum; tamam, şiddetsiz bir çözüm, tabii ki. Bizim demokratik siyaset yapmamızın, parlamentoda olmamızın, Halkların Demokratik Kongresi’nin amacı, barışın toplumsallaşmasıdır. Bu konuda büyük bir çaba içindeyiz. Bütün bunların amacı nedir? Çözüm. Barış, ama adaletin de tesisi. Bize göre, kişisel olarak bana göre de barış, bir zorunluluk. Başka bir yolu yok. Bir çatışma ortamı, bir savaş ortamı ilelebet devam edemez. Bu nedenle, halklar açısından da, toplum açısından da bu bir ihtiyaç. Bu bir umut aynı zamanda, umudun büyümesi anlamında. Ben ‘’paradigmadan’’ bunu anlıyorum. Bir çözüm paradigması, bir kardeşliğin gerçek anlamda tesisi olarak algılıyorum.

Ruşen Çakır: Tuncer Bakırhan’la bir yayın https://medyascope.tv/2024/11/27/tuncer-bakirhan-medyascope-ta-bahceli-nin-cikisi-onemsenmeli-video/ yaptığımızda ben bunu kendisine de sordum. Bir paradigma değişikliği, kardeşlik diyorsunuz, herhalde devletin bu noktaya doğru evrildiği tespiti var. Burada ilk çıkışın sözcüsünün Devlet Bahçeli olması sizi şaşırtmıştır herhalde.
Beştaş: Herkes gibi biz de bir durduk tabii ki. Sayın Bahçeli'nin bu konudaki açıklaması çok tartışıldı biliyorsunuz, hâlâ tartışılıyor. Ben uzun yıllardır siyasette bulunuyorum, 2015'ten bu yana parlamentodayım. Devlet Bahçeli zaten konjonktüre göre söz söyleyen biri değil, hep farklı bir şey söyler. Hani beklenenin söylenmesi vardır ya, öyle bir tarzı yok. Kendisi gündem yaratan bir yerden konuşuyor. Erken seçim çağrısıyla da bunu yapıyor, başka başka konularda da yapıyor. Sonuçta Kürt meselesinin çözümüyle, Ortadoğu'da olsun, dünyada olsun ve özellikle içeride, Türkiye toplumunun da, daha iyi bir geçiş yapacağı konusunda bir kanaat oluştu bizde. İlk tokalaşmaya geldiğinde de oradaydık.

Ruşen Çakır: Siz de var mıydınız o sırada?
Beştaş: Evet oradaydım.

Ruşen Çakır: Şaşırmadınız mı?
Beştaş: Tabii ki bir şaşırma oluyor. Ben uzun yıllar grup başkanvekilliği yaptım. Ön sırada genellikle yan yana dururduk. Bahçeli, kesinlikle selam veren, insani temelde her zaman kibar olan bir siyasetçi, farklı bir tarzı var diyelim. Ama normalde kendi koltuğundan kalkıp başka bir gruba gelmez, öyle bir alışkanlığı yok. Bir de genellikle kendi yerinde bulunurdu. Cumhurbaşkanı’nın da öncesinde konuşması vardı biliyorsunuz. İç cepheyi tahkim etmek kavramıyla hemen birleşti.

Ruşen Çakır: Duyduğum kadarıyla, Abdullah Öcalan sizin partinizi, daha doğrusu DEM Parti’yi “Yeterince çalışmıyorsunuz, anlatmıyorsunuz” diyerek biraz azarlamış sanki. Yoksa rivayet mi?
Beştaş: Benim gördüğüm ve konuştuğum kadarıyla bir azarlama yok.

Ruşen Çakır: Azarlama demeyelim de, biraz daha gayret ve sahip çıkma beklentisi.
Beştaş: Kendisinin yaklaşımı genel olarak şöyledir: Çözüm, paradigmanın anlatılması, Kürt sorununun çözümü noktasında Türkiye toplumuna gerçeklerin bizler tarafından sirayet ettirilmesi, bu konuda daha çok konuşma, daha çok anlatma, sadece Kürt illerinde, Kürdistan coğrafyasında değil, her yerde, bu meselenin bütün boyutlarıyla tartışılması gerektiği noktasında önerileri eskiden beri var zaten. Bu kapsamda önerileri olduğunu ifade edebilirim. Onun haricinde, benim gördüğüm kadarıyla tarzı değil zaten. Bazen eleştirebilir de, ama öyle kamuoyuna yansıdığı gibi değil.

Ruşen Çakır: Kamuoyu demişken, ilginç bir şekilde, iktidar tabanı bu topa çok fazla girmiyor. Mesela MHP tabanında, ‘’Devlet Bey yapıyorsa bir bildiği vardır’’ havası hâkim, ama çok fazla girmiyorlar; ‘’Terörsüz Türkiye’’ lafı üzerinden gidiyorlar. AK Parti kanadı, Erdoğan'ın da bu topa çok girmemesi nedeniyle, sessizliği tercih ediyor. Ama öte yandan, muhalif olarak bilinen çevrelerde çok ciddi bir şekilde bir güvensizlik var. Çok açık söyleyeyim, birçoğu, sizin oyuna geldiğinizi düşünüyorlar. Yanılıyor muyum?
Beştaş: Tespitiniz doğru. Bahçeli'nin çağrısından sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin diğer yetkilileri, hemen hemen hiç topa girmediler. Hatta Cumhurbaşkanı da girmedi. Siz çok daha yakından biliyorsunuz, biz de izliyoruz, Sayın Erdoğan, mümkün olduğunca bu meseleden biraz daha uzak durdu. Fakat ben ilk günden itibaren bir iş bölümü olduğu görüşümü hep ifade ede geldim. Çünkü Bahçeli’yle Erdoğan arasında böyle açık bir açı yoktu. Olamaz zaten. Çünkü onlar ittifak gereği sonuçta bazı konularda…

Ruşen Çakır: Birbirlerine rağmen değil yani.
Beştaş: Birbirlerine rağmen değildir. Ayrıntılarda farklılıklar olabilir ama esasta bir uzlaşı vardır. O konuyu böyle değerlendiriyorum. Diğer yandan, mesela MHP'de genellikle Bahçeli dışında söz kurulmaz. Bu alışagelinen bir şey. AK Parti'deyse, bence yeterince bilgileri de olmayabilir. Yorumluyorum sadece. Bir de AK Parti'de söz kurmak kolay değil. Bizim gibi demokratik bir parti, bütün vekillerin konuştuğu, yöneticilerin konuştuğu, tartıştığı, farklı görüşlerin çarpıştığı, eleştiri ve özeleştirinin yapıldığı bir parti ortamı olmadığını gözlemliyoruz. Sonuçta liderlik üzerinden yürüyor. Ama asıl önemli olan diğer kesimler. Muhalefet kanadı hakikaten yanlış tartışıyor. ‘’Yanlış’’ derken şunu kastediyorum: Ana muhalefet partisinden tutun, diğer muhalefet partilerine kadar, “Bu işin neresinden tutarız? Biz nasıl bir çözüm öneriyoruz? Nasıl bir barış öneriyoruz? Hangi eksiklikler var? Hangi eksiklikler giderilirse daha güven verici adımlar olur?” konularını tartışmıyorlar. Asıl tartışılması gereken o aslında.

Ruşen Çakır: Neyi tartışıyorlar?
Beştaş: Dediğiniz gibi, “Kandırılıyorlar, aldatılıyorlar.” Bu konuda naçizane çok büyük acılarla bezenmiş bir tarihimizin olduğunu söylememe gerek yok. Çok büyük bedellerle döşendi bu yollar. Biz öylesine parlamentoya girmedik, barajı aşmadık. Bu konuda, cinayetlerden tutalım, çok uzun cezaevi yıllarından, işkencelerden geçen bir partinin, bir geleneğin temsilcileriyiz. Bizim aramızda şu anda gitseniz herhalde işkence görmeyen yoktur. Ben de dâhil. Önceki dönem eş başkanlarımız sevgili Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hâlâ cezaevinde. Onlar gibi yüzlerce arkadaşımız cezaevinde. Böyle bir geleneğin, böyle bir temsiliyetin ‘‘aldatılması, kandırılması’’ nasıl mümkün olabilir? Bu kadar kolay söylenebilir mi bu? Bu bizim tabanda şöyle yorumlanıyor: “Güvenmiyorlar tabii ki. Bir güven sorunu var.” Bunu biz de görüyoruz. Mesela dün Esenyurt'ta mitingimiz vardı Tülay Hanım’la (Hatimoğulları) beraber. İkimiz de konuştuk. Her gelen, “Ne olur, dikkatli olalım” diyor.  Bu ayrı, bu farklı bir kaygı. ‘’Arkadaşlarımız bırakılacak mı, cezaevleri boşalacak mı? Tecrit kalkacak mı? Kayyum atanmaya devam edecek mi?” gibi sorular tabii ki soruluyor. Bunu anlıyorum. Ama muhalefetin görevi, bu sürecin nasıl olması gerektiği noktasında pozitif katkıdır. Tersten soruyorum: Kürt meselesinin bir çözüme ihtiyacı yok mu? Bir barış ihtiyacı yok mu? Var, bunlara cevap vere vere gidelim. Ya da Türkiye tarihinde bu meselenin çatışma zemini daha nelere mâl olsun? Üç trilyon dolar tutarında, 20 yıllık bir savunma bütçesinden, silah bütçesinden söz ediyoruz. Mesela ben hâlâ şu cümleyi unutmuyorum, hep de örnek veririm. Cumhurbaşkanı, “Bir merminin fiyatı kaç para, biliyor musunuz?” diye sordu. Bu ne demek? İnsanlara şunu empoze ediyor: “Siz domates, biber, patlıcan, ekmek, simitten söz etmeyin. Bizim derdimiz aslında mermi, silah.” Artık bunları bitirmemiz gerekiyor. Heyetimiz, istisnalar hariç, İYİ Parti ve bir iki parti daha var, muhalefet partilerinin hemen hemen hepsine ziyaretler yaptı. Geçmişe göre yaklaşımın pozitif olduğunu da belirtmeliyim. En azından bu konuda destek verdiklerini kamuoyuna açıkladılar. Ana muhalefet dâhil, Meclis’te bir ortak komisyon kurulursa yer alacaklarını ifade ettiler. Ama bu orada kalmamalı, ilerlemeli. Bu sadece MHP ve AK Parti'nin çözeceği bir mesele değil.

Ruşen Çakır: Siz önceki çözüm sürecinde milletvekili miydiniz?
Beştaş: Evet. Pardon, ben o zaman Eş Genel Başkan yardımcısıydım. 

Ruşen Çakır: Ama biliyorsunuz bu olayı. Uzun süredir Meclistesiniz. Önceki süreçte parlamento çok devrede değildi, belki de hiç devrede değildi.
Beştaş: Aslında bir komisyon vardı, çalışıyorlardı.

Ruşen Çakır: Ama esas işler başka türlüydü; âkiller vardı, İmralı heyeti vardı, Kandil’e gidiyordu. Şimdi hem Öcalan’ın açıklamalarından hem parti yöneticilerinin, eş başkanlarının açıklamalarından görüyoruz ki Meclis sanki daha bir odak hâline gelecek.
Beştaş: Odağa alınmış. Doğru.

Ruşen Çakır: Ama ülkede bir başkanlık sistemi olduğunu biliyoruz. Orada kafa biraz karışıyor sanki. Meclisin odakta olması tabii ki iyi bir şey ama bu hakikaten Meclis’in yapabileceği bir şey mi?
Beştaş: Şöyle; Bir pratik var, bir de teori var. Şu anda Meclisin fonksiyonunun asgari düzeyde olduğu konusunda bir realite var, yaşıyoruz bunu. İktidar partisinin getirdiği kanun teklifleri geçiyor, oy üstünlüğü var, parmak sayısı fazla. Genellikle, bütçe başta olmak üzere, muhalefetin önerileri maalesef dikkate alınmıyor. Bu konuda zaten çok yaygın bir realite var ve kabul ediliyor. Ama bu, iktidar istemediği için böyle. İktidar buna yol vermediği için öyle. Tersini düşünelim: Diyelim ki, kanun teklifi hazırlanırken, tek taraflı değil de iktidarla birlikte toplantılara katılsak, o teklifi birlikte olgunlaştırsak, en azından bazı önerilerimiz yer alsa, komisyonlarda muhalefet partilerinin önerileri de maddeler halinde yer alsa ve çözüm önerileri kabul edilse, Meclis, fonksiyonunu oynayabilir. Doğru, Tek Adam rejimi var. Cumhurbaşkanlığı sistemi birçok açıdan yasama organının yetkilerini tırpanlamış vaziyette, ama sonuçta, kanun yapma yetkisi hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurmuş olduğu komisyonların raporlarını yasama organı ilan ediyor ve bunun gereğini yapmak durumunda. Bu yönüyle, istenirse, irade ortaya konulursa, Meclis, fonksiyonunu oynayabilir. ‘’Meclisin hiç yetkisi yok, kanun çıkaramaz, komisyon kuramaz, komisyonun ifade ettiği sonuçları yaşama geçiremez’’ diye teorik bir durum yok ama pratikte engel var. İşte bu nedenle, muhalefetin bir bütün olarak oraya işlev kazandırması ve tabii ki iktidarın da, hem MHP'nin hem AKP'nin, irade olarak buna uyum sağlaması durumunda aslında Meclis çok büyük bir rol oynayabilir. Mesela kanun çıkarabiliriz, bunun önünde bir engel yok.

Ruşen Çakır: Anayasayı değiştirebilir.
Beştaş: Anayasayı değiştirebilir tabii ki. Anayasa değiştirme tekeli, sonuçta Meclis’te ve nihai olarak referandumda.

Ruşen Çakır: Evet, yeterli çoğunluk yoksa referandumda. Şu andaki sürecin, anayasadaki değişiklikleri kapsayacağı yolunda birtakım iddialar var. Birileri de böyle olmadığını söylüyor. İktidar tarafı ‘’yok ‘’diyor ama öteki taraftan, en azından sizin cenahtan böyle birtakım sinyaller veriliyor. Anayasada eşit yurttaşlık temelli değişiklikler yapmadan bir çözümden bahsedilebilir mi? Bir de tabii böyle köklü değişiklikler yapılabilir mi?
Beştaş: Demin teori ve pratiği ayırdım. Burada da teori ve pratiği ayırmak isterim.

Ruşen Çakır: ‘’İktidar isterse olur’’ diyorsunuz.
Beştaş: İktidar irade gösterirse. ‘’İsterse’’ derken, bunun sebebi iktidara büyük bir ehemmiyet atfettiğimden değil. Çoğunluk gücü olarak söylüyorum. Biz çoğulcu bir yapıyı savunuyoruz, onlar çoğunlukçu bir bakışla yürütüyorlar. Siz sormadınız ama ben söyleyeyim, belki çok kıymadınız bana. Mesela şu değerlendirmeler de çok tartışılıyor: “İktidar anayasayı değiştirmek için DEM Parti’yle anlaşacak.” Bu da çok sık sorulan ve önümüze gelen bir şey. Anayasa değişikliğini tabii ki istiyoruz. Ama onların dediği gibi bir değişiklik değil. Biz demokratik bir anayasa istiyoruz. Cumhuriyeti demokratikleştirmek istiyoruz ve bunun için olumsuz düzenlemeler değil, her anlamda olumlu düzenlemeler istiyoruz. Kadın hakları açısından, çevre açısından, tabii ki Kürt meselesi ve Türkiye'deki bütün farklılıklar açısından da demokratik bir içerikte değişim istiyoruz. Bu değişikliği isterken, birileriyle anlaşıp, kabaca söyleyeyim, ‘’Kürtler AKP’yle anlaşacak, diğer bütün 70, 60 milyon yurttaşı göz ardı edecek, ‘kendi çıkarlarını gözetecek’’ diye bir şey yok. Bugüne kadar Kürtler ne zaman böyle bir şey yaptı? Bugüne kadar bu parti ne zaman Türkiye toplumunun aleyhine bir meselede imza koydu? Bizim bu konuda yaklaşımımız Türkiye'nin tamamı içindir, bir kere bunu not edelim. Biz ‘’Türkiye'nin demokratikleşmesi ‘’derken, Kürtler özgürleşsin, hakları teslim edilsin; kabaca, özür dileyerek, ‘’Lazların, Çerkezlerin, kadınların, Arapların, Alevilerin canı cehenneme’’ diye bir yaklaşımımız olamaz. Bizim geçmişimiz, siyaset yaklaşımımız, ilkelerimiz bu değil. Bu nedenle Türkiye toplumu rahat olmalı. Bu konuda bize güvendiklerini biliyoruz.
Ben iki gün önce Eskişehir'deydim. Çok hoşuma giden bir diyalog yaptık bir Türk arkadaşla. Kimlik söylemeyi sevmiyorum ama mecburen söylüyoruz. Yanıma birkaç kadın gelmişti ve özel konuşmak istediler. Kadınlardan biri, “Kürtlerin mücadelesi bana güven veriyor. Korkuyu aşıyorum ve biliyorum ki hepimiz için mücadele ediyorlar. Çünkü onlar bu konuda öncülük yapıyorlar. Biz bu tartışmalara böyle bakıyoruz” diyor. Bu Eskişehir'de bir panelde söyleniyor. Bu çok yaygın bir düşünce aslında.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir mesele var galiba. Özellikle muhalif kanattan gelen, kaygıyla karışık güvensizlik gibi olaylarda, size güvenseler bile iktidara güvenmemekten kaynaklanan bir mesele var. Ama biraz önce siz de söylediniz, kendi tabanınız da iktidara güvenmiyor.
Beştaş: Açık söyleyeyim, güven, siyasette çok geçerli bir akçe değil. Siyasette öğrendiğim, işin ‘A’sıdır. Güven tabii ki önemlidir, ama siyasette somut adım rol oynar. Yani müzakere dediğimiz mesele. Mesela bir kanun çıkıyor. Biz bir fıkra değişikliği öneriyoruz. Grup başkanvekiliyken bunu çok yaşadım. Diyelim ki onlar bize, “Bunu değiştireceğiz” dediler. O değişmeden, geçmeden, sadece o güven üzerine olmuyor. O kanun teklifi önümüze gelecek, birlikte okuyacağız, imzalayacağız, yaşama geçecek. Burada kendinize güvenmeniz lazım. Kendi arka planınıza, külliyatınıza ve tabii ki dayandığınız halk zeminine güvenmeniz lazım.
Son nokta şu: Kürt meselesi, Ortadoğu’yu, dünyayı ilgilendiren, bugün büyük güçlerin en çok konuştuğu mesele biliyorsunuz. Rojava da bunlardan bir tanesi ve Türkiye'deki en büyük Kürt nüfusunun yaşadığı yer. Bu mesele, bir cumhurbaşkanlığının uzatılmasına indirgenebilir mi? Bu bir anlaşma ‘’öngörüsü’’ ya da muhalefetine’’ indirgenebilir mi? Bu, siyaset üstü bir şey ve biz hiçbir zaman meseleye o denilen şekilde bakmadık. Bunu böyle söyleyenlerin sicil kaydı çok daha kötü yani. Biz açığız bu konuda.

Ruşen Çakır: Son olarak, bir gözlemimi size sormak istiyorum. Burada genellikle yaşananlara, olup bitenlere bakanların ve eleştirel bakanların, ‘’buradan bir şey çıkmaz’’ diyenlerin büyük bir kısmı bu olayı tek özneli görüyorlar.
Beştaş: Evet, tek taraflı.

Ruşen Çakır: İktidar var sadece. Sizi, yani Öcalan’ı, DEM Parti’yi, Kürtleri özne değil nesne olarak görüyorlar.
Beştaş: Sanki.

Ruşen Çakır: Ama bence böyle değil. Bence, tek özne yok. Fakat bu siyasi hareketi, bütün yaşanmışlıklara rağmen hâlâ kendi ayakları üzerinde durabilen bir özne olarak görmeme yaklaşımı var sanki.
Beştaş: Kesinlikle. Hem o var hem de bazı kesimlerde “Bir ben bilirim, Kürtler bilmez, DEM Parti bilmez” gibi bir üstencilik var. Haksızlık yapmak istemiyorum, asla herkesi kastetmiyorum, ama bazı kesimlerde böyle konuşmalar, tespitler var. Barış Ünlü'nün ‘’Türklük Sözleşmesi’’ kitabı bunu anlatır. Düşünün, DEM Parti hakkında, HDK hakkında ya da bizim gibi siyasi temsiliyetler açısından, hiçbir parti böyle değerlendirilmiyor. Hiçbir şey bilmeyen, anlamayan, her an herkesi arkadan hançerleyebilecek, kendi çıkarlarını öne alan, asla kabul edilemez, sadece siyaseten demiyorum, etik olarak da kabul edilemez bir yaklaşım var ve bunu görüyoruz. Bunun da arka planında Cumhuriyet’le yaşıt, hakikaten yüz yıllık bir tarih var. Sonuçta, inkâr, imha, asimilasyon, yok etme, her türlü politika uygulandı ve çözülmedi. Tek bir şeyi denemedik, daha doğrusu denenmedi, o da, barış. Hakikaten, eşit ve özgür yurttaşlık temelinde bir Türkiye toplumunu oluşturmak, yani bu yargıyı oluşturmak. Çünkü bu sokakta da karşımıza çıkıyor. Mesela şu cümleleri çok duyuyoruz, hatta kendim de çok muhatap oluyorum; ‘’Türklük Sözleşmesi’’ dediğim şey o. “Çok iyi Türkçe konuşuyorsunuz. Gerçekten Kürt müsünüz?” Kürtler Türkçe konuşamaz çünkü. Ya da biraz farklıysanız, “A, hiç Kürtlere benzemiyorsunuz.” Aslında bunu kendince bir iltifat olarak söylüyor.

Ruşen Çakır: Sizi Tatarlara benzetenler vardır herhalde.
Beştaş: Bu kendilerince bir iltifat, ama aslında hakaret. Bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Bitirirken son olarak şunu sormak istiyorum. İlk günden itibaren bölgeye çok gittim. Yakınlarda yine gittim. Diyarbakır Eş Başkanı ve sivil toplum temsilcileriyle birlikte bu konuyu konuştuk. Başından itibaren herkesin dilinde ‘’ihtiyatlı iyimserlik’’ kavramı var.
Beştaş: Doğru.

Ruşen Çakır: Ama aynı lafı Erdoğan da söyledi. Siz de öyle misiniz?
Beştaş: Evet, toplumda bir ihtiyatlı iyimserlik var. Bir konferans sebebiyle Diyarbakır'daydım, orada biraz dolaştım. Gerçekten bu tespit doğru. İyimserlik derken, bu görüşmelerin olmasına gerçekten gülümseyerek bakıyorlar. Ama yanı sıra, bu saldırılar, şiddet dili diğer uygulamalarda ihtiyat getiriyor, kaygı getiriyor. Bunu görüyoruz. Ama biz şurada duruyoruz: Kesinlikle bu barışın mücadelesini vermemiz lazım. Ben çok sık söylüyorum; barışmayı istemek teslim olmak değil. Barış teslimiyet değil. Barış bir mücadele gerektiriyor ve barışın toplum tarafından sahiplenilmesi gerekiyor. Türkiye toplumunun tamamının bunun arkasında durması gerekiyor. 2013-2015 yılları arasında en büyük eksiklik buydu. Sizler çok eski bir gazeteci olarak, aydın olarak bunu biliyorsunuz. Âkil insanlar gittiler, dolaştılar, konuştular. Aslında çok pozitif geri bildirimler vardı. Biz Halkların Demokratik Kongresi olarak bunu önümüze koyduk.
Barışı her yerde anlatalım. Barış fikri bile insana heyecan veren bir şey. Düşünsenize, sadece o gününüzü nasıl geçireceğinizi düşünüyorsunuz. ‘’Nerede yemek yiyeyim, hangi arkadaşımla buluşayım?’’ Kaygısız bir yaşam. Dışarı çıktığınızda bir risk hissetmediğiniz, Kürtlerin öldürülmediği, ayrımcılığa uğramadığı, Türklerin bu yoksulluk düzeninden çıktığı, her konuda kendisine fiyat olarak merminin ya da başka bir şeyin dayatılmadığı bir yer. Bu fikrin kendisi en büyük mücadeleyi hak ediyor bir kere. Buna yürekten inanıyorum, kişisel olarak da çok inanıyorum. Biz şimdi birçok yerde paneller, buluşmalar yapıyoruz. Bunu konuşmamız lazım, bu iktidara teslim edilemez. Bunu biz yapmalıyız. Barış fikrine, idealine inananlar yapmalı. Bu bir ihtiyaç ve halkların umudu. Bu nedenle toplumun inanması için daha çok çalışmamız gerekiyor. Bence en büyük görev bize düşüyor. Tabii iktidarın da bir yandan ‘’şiddetsiz bir zemin’’ derken, aynı zamanda şiddet uygulamaması gerekiyor; diliyle, fiilleriyle, yaklaşımlarıyla bu şiddetten vazgeçmesi gerekiyor. Bizim pozitif barışı tesis etmemiz gerekiyor.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, sağ olun
Beştaş: Teşekkür ediyorum.

Ruşen Çakır: Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş’la, bu yeni sürecin nelere yol açabileceğini, fırsatları ve riskleri konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
06.02.2025 AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi
03.02.2025 Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
29.01.2025 Transatlantik: Rusya-Suriye ilişkileri | Trump'ın Ukrayna politikası | Gazze ateşkesinde son durum
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
24.01.2025 Haftaya Bakış (251): Grand Kartal Otel faciası | Özdağ tutuklandı | Ayşe Barım gözaltına alındı | İkinci İmralı ziyareti
23.01.2025 Diyarbakır yeni çözüm sürecini tartışıyor | Serra Bucak, Vahap Coşkun, Mehmet Kaya ve Nahit Eren değerlendirdi
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı