‘Mahallem artık benden çok memnun’ Nazlı Ilıcak ile söyleşi-tam metin

13.01.2015 rusencakir.com

Gazeteci Nazlı Ilıcak, AKP hükümeti ve Fethullah Gülen cemaati arasındaki savaş üzerine sorularımızı yanıtladı. Söyleşinin Semih Sakallı tarafından hazırlanan tam metnini dikkatinize sunuyoruz:

Gülen Cemaati ile AKP hükümeti arasında çok sert bir kavga yaşanıyor. Ben buna savaş diyorum. Siz bunun içerisinde öne çıkan bir figür oldunuz. Bu durumdan memnun musunuz, yoksa istemediğiniz bir şey mi?

Ilıcak: Bunu bir kader olarak görüyorum. Her ne kadar kendime, "Bu kadar öne çıkmaya gerek yok" diye telkin etsem de, sessiz kalıp, başka arkadaşlarım gibi daha alt perdeden fikirlerimi savunabilirim diye düşünsem de, ister istemez, belki de tabiatım gereği, sözlerime hâkim olamıyorum. Bir haksızlık olduğunu hissettiğim ve inandığım takdirde, bunu kendime veya aileme yapılmış gibi hissediyor, kendimi müthiş bir mücadelenin içinde buluyorum. Bunu 28 Şubat döneminde de yaşadım. Milli Görüş kökenli insanlarla 28 Şubat öncesi pek ilişkim yoktu. Sayın Erbakan’ı tanırdım ama partisine oy vermeyi hiçbir zaman düşünmemiştim. Fakat Refahyol hükümetine karşı askerden güçlü bir tepki gelince “Ben Refah Partili’yim” dedim. Ondan sonra bana alâka duydular. Sonra Refah Partisi kapatıldı. Ona karşı da bir tavır aldım. Daha sonra oğlum Mehmet Ali’nin Akşam gazetesi Mehmet Emin Karamehmet’e geçti. Mehmet Ali de hedef haline geldi. Ben Akşam’dan çıkartılınca Yeni Şafak’ta yazmaya başladım. Böylece gitgide o camianın içerisindeki bir insan haline geldim. Fazilet Partisi’ne girme sebebim milletvekili sıfatı kazanmak değildi. Çünkü istesem çok daha önceden milletvekili olabilirdim. Sırf dayanışma için milletvekili olmayı arzu ettim. İki yıl içerisinde milletvekilliğinden atıldım. FP’nin laiklik karşıtı eylemler gerekçesiyle kapatılmasına aşağı yukarı sadece ben sebep oldum. 5 yıllık siyasi yasak alan 2 milletvekilinden biri benim; diğeri Bekir Sobacı. 

Bir nevi tarih tekerrür mü ediyor?

Ilıcak: Evet, bir tekerrür halindeyiz.

Uzun süredir Sabah gazetesinde yazıyordunuz. Şimdi tiraj olarak çok daha düşük bir gazetede yazıyorsunuz. Kariyeriniz açısından bir bedel ödediğinizi düşünüyor musunuz?

Ilıcak: Hayır. Bunu bir bedel olarak görmüyorum. Asıl bedel ödemek, bugünkü şartlarda Sabah gazetesinde kalmaktır. Gidebilecek başka mecrası olmadığı için Sabah’ta çalışmak zorunda olanlar olabilir. Her gün gazetenin manşetinde “paralel” haberi var. Böyle bir gazetecilik olmadığını biliyorlar ama buna katlanıyorlar. İşte esas bedel ödemek budur.

Yaşanan süreci nasıl okuyorsunuz?

Ilıcak: Öncellikle ortada bir darbe olmadığına, bir yolsuzluk operasyonunun söz konusu olduğuna yüzde yüz eminim. Velev ki bir kasıt olsun, gene de buna darbe demek mümkün değil. Dinleme tapelerinde, Rıza Zarraf ve adamlarının Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’ten çekindiklerine, bu iki bakanın kendilerine yüz vermediğine dair konuşmalar geçiyor.  Hükümete darbe olsa, niçin rüşvet almayan bakanların adını da raporlarına koysunlar? Belli ki objektif davranılmış. Bu operasyonun 2012 yılında Rıza Zarraf ve adamlarına karşı, kara para aklama iddiası ile başladığına, bakan çocukları ile olan ilişkinin 2013 yılında tesadüfen ortaya çıktığına inanıyorum. O bakımdan bunu bir Cemaat operasyonuna bağlamak mümkün değil. Eğer dershaneler meselesinden bahsediyorlarsa, yolsuzluk soruşturmasının çok daha önceden başladığını biliyoruz. Hem 17 Aralık, hem 25 Aralık soruşturmaları 2012’de başlamış. Celal Kara, Yakup Saygılı, Nazmi Ardıç gibi isimlerin Cemaat ile ilişkisi olduğuna dair somut bir bilgim de yok, ortada böyle bir belge de yok. Daha önce Aydınlık’ta çıkan sözde Cemaatçiler listesinde bile bu isimler yer almıyor.

Polislere yönelik yapılan operasyonlarda Cemaat’in polislere verdiği desteği nasıl yorumluyorsunuz? Bu bir illiyet bağını gösterir mi?

Ilıcak: O polislere Cemaatçi diye operasyon yapılıyor. Cemaat de bu polislere sahip çıkarken şunu diyor: "Bu bir darbe değil, bu bir yolsuzluk operasyonudur." Aynı tezi savunuyorlar. Ben de bu pozisyondayım. Ben de bunun bir yolsuzluk operasyonu olduğunu düşünüyorum. Polisler de bu tezi savunduğu için, birdenbire aynı pozisyonda oluyoruz. Tabii ki kendi adıma konuşuyorum. Polis ve yargı darbe yapmadı; yolsuzlukları ortaya çıkarttıkları için bu operasyona maruz kalıyorlar diyorum. O zaman arada bir bağ varmış gibi gözüküyor. Polislerin hangisinin kime yakın olduğunu bilemem ama binlerce polis oradan oraya sürüldü, yargı mensupları dosyalardan el çektirildi. Şimdi bunların hepsi Cemaatçi ve üstelik talimatı Pensilvanya’dan alıyor diyemem.

Herhangi bir Cemaat’ten insanlar devlet kademelerinde yer alabilir. Ama bugün konuşulan bazılarının koordineli bir şekilde çalıştıkları. Erdoğan ve AKP hükümetinin bu yönde düşündüğünü biliyoruz. Bu fikrinin tamamen karşısında mı duruyorsunuz?

Ilıcak: Erdoğan’ın söylediklerini külliyen asılsız olarak görüyorum. Çünkü Erdoğan, yolsuzluk operasyonlarının üstüne örtmek için Ergenekoncuların da ileri sürdükleri bir gerekçeye sarıldı. Samimi olsa, o iddialar dile getirildiğinde, elindeki devlet gücüyle bunları soruştururdu. Hem Ergenekon ve Balyozcuların, hem yolsuzluk suçlamasına maruz kalanların bir savunma refleksi ile bu iddiayı ortaya attıklarını düşünüyorum. Cemaatçi polislerin bir talimat alarak soruşturmaları ve yolsuzluk operasyonlarını yürüttüğüne inanmıyorum. Erdoğan, Adana’daki TIR operasyonunu, İzmir’deki liman operasyonunu, Dışişleri Bakanlığı’ndan sızan görüşme kayıtlarını, yolsuzluk operasyonlarını, "Hepsini Cemaat organize etti" diyor. Bunlar arasında bir bağ kuramazsınız.  Zaten bu operasyonları yapanların hemen hepsi "Bizim Cemaat ile ilişkimiz yok" diyor. Bazıları sosyal demokrat bir aileden geldiğini bile söyledi. Böyle toptancı bir bakış açısı olmasa inanabilirdim. Ergenekon ve Balyoz’da da inanabilirdim. Meselâ, bunu Hanefi Avcı diyebilir. Avcı’ya yönelik polis içindeki çatışmadan kaynaklanan bir tertip olabilir. Bu tip şeylere inanabilirim. Ama tutup da, hangi belge çıktıysa, "Bunları Cemaat organize etti" iddiası toptancı bir yaklaşım ve bana inandırıcı gelmiyor. Mesela adları yolsuzluklara, cinayetlere karışmış, bizim mafya diye bildiğimiz isimler, havuz medyasında ortaya çıkıyor ve “Ben Cemaat’in tertibi yüzünden cezaevine girdim” diyor. O bakımdan Cemaat bir günah keçisi haline geldi. Bu süreçlerin bir emir-komuta zinciri ile yapıldığına hiçbir zaman inanmadım. "Pensilvanya’dan bunu yönetiyor, Fethullah Hoca talimat veriyor, davalar sahte delillerle başlıyor" gibi bir mizansene hiç inanmadım. Ama şunu düşünüyorum: Siyasi irade, Tayyip Erdoğan, o kadar çok girişimle karşı karşıya kaldı ki, sonunda partisi kapatılacaktı. İşte o zaman istihbarat ile çalıştı. Bu onun hakkı zaten. Bu yetki Özal zamanında polise verildi. Amaç asker içindeki kıpırdanmalardan haberdar olmaktı. Erdoğan kapatılma davasından sonra bunların üzerine gidilmesi talimatını verdi. Arkada bir siyasi irade olmazsa, bir Genelkurmay Başkanı cezaevine giremez. Nasıl ki MİT Müsteşarı ifadeye bile çağrılamadıysa, Genelkurmay Başkanı da cezaevine giremez. Ben bu operasyonların hayırlı olduğunu düşünüyorum. Erdoğan ve yandaşları olan medya, bu görüşten vazgeçti. Bu operasyonlar sayesinde askeri vesayetten kurtulduğumuzu düşünüyorum. Sınırlı bir operasyon olsaydı daha hayırlı olabilirdi ama, maalesef işin ucu kaçtı ve bir sürü mağdur yaratıldı.

Türkan Saylan, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi isimler ön plana çıktı. Cemaat ile meselesi olan isimler bu davaların hedefindeydi.

Ilıcak: Türkan Saylan ile Cemaat’in meselesi var mı?

Eğitim faaliyetleri…

Ilıcak: Tayyip Erdoğan’ın dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğim sözleri, TÜRGEV ve imam-hatipler bence Erdoğan ile bir rekabetten de bahsedebiliriz.

Olay olduğunda Saylan’ın eğitim alanında gösterdiği faaliyetlerden Cemaat’in rahatsızlık duyduğu için yaptığını yazmıştım.

Ilıcak: Bunun eğitim alanındaki rekabetten olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Cemaat’in faaliyetleri daha çok muhafazakâr insanlara yönelikti.

ÇYDD de yoksul kızlara yönelik yardım faaliyetleri yürütüyordu.

Ilıcak: Cemaat’i tanıdığım için rekabetin böyle bir sonucu getireceğini düşünmüyorum. Erdoğan’ın şöyle bir perspektifi vardı: Emniyet teşkilâtı zaten yapısı gereği her zaman muhafazakâr olmuştur. Yargıyı da muhafazakârların ağırlıkta olacağı bir şekilde dizayn etmek istedi. 2010 referandumunda iki liste çıktı. YARSAV’ın listesiyle, Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur’un liderlik ettiği liste yarıştı ve Okur’un listesi kazandı. HSYK’ya hâkim olmak önemli. Zira böylece bütün yargıyı şekillendirebiliyorsunuz. İbrahim Okur, daha sonra, 2014’te, HSYK seçimlerine bağımsız olarak katıldı ve en az oy alanlardan biri oldu. Okur’a Cemaatçi denmişti ama Cemaatçi olsa bu kadar az oy almazdı herhalde. Cemaatçi yaftası çok çabuk yapıştırılabiliyor. 2010 referandumu sonrasındaki HSYK muhafazakâr ağırlıklıydı. Bunun içinde Cemaatçiler de olabilir hükümet sempatizanı da olmuş olabilir. Bağımsızlar da olabilir.  Karma bir yapı vardı. Türkan Saylan’a karşı yapılan operasyonda, Cemaat’in rolü olduğunu düşünmüyorum. Son çıkan bilirkişi raporunda evraklar sahte denildi. Buna inanmak mı gerekir, inanmamak mı? Bugünkü ortamda hiçbir iddiaya inanmıyorum.

Ben de dünkü ortamdaki iddialara inanmıyorum...

Ilıcak: Şimdi herkes kendi eğilimine göre inanıyor. Ben o belgelere şahsen inandım. O gün bilirkişi raporları bunun aksini söylemedi. Şimdi raporlar aksini söylüyor.

ÇYDD’nin PKK ile işbirliği yapabilmesi gibi bir iddia akla yatkın mı? Keza Hanefi Avcı…

Ilıcak: Avcı bir polis şefi olduğu için, polis içindeki bir rekabette bunları yaşamış olabilir; ama, bunu illâ Cemaat’in içinde yer aldığı bir rekabet gibi düşünmemek gerekir. Hanefi Avcı’nın bir zamanlar Cemaat ile yakın olduğunu da biliyorum. Türkan Saylan ise, Allah rahmet eylesin, -eğitim alanında kim hizmet ederse önemlidir- fakat, ideolojik bir yapısı vardı. Kemalistlere, askerlere yakın duran bir insandı. Bizdeki aydınların bir bölümü askerlerle hep işbirliği yapmıştır. Onun için bunu çok fazla yadırgamadım. Kemalist ve laik gençler yetişsin diye, askerle bir takım tertiplere girmiş olabilir diye düşündüm. Yanılmış olabilirim. Meselâ Bülent Eczacıbaşı’nı tanıyorum. Onun hakkında böyle bir şey çıksa, bu iddiaya prim vermem.

Fethullah Gülen ile şahsen tanışıyor musunuz?

Ilıcak: Tanışıyorum.

ABD’de kendisini gördünüz mü?

Ilıcak: Yıllar önce bir kere ABD’de gördüm.

Onun şu anda nasıl bir ruh halinde olduğunu düşünüyorsunuz?

Ilıcak: Bir kere çok büyük bir ıstırap içinde olabileceğini düşünüyorum. Kendisi hassas bir insan. Bütün hayatını bu tarz eğitim, hizmet faaliyetlerine adamış biridir. Yol arkadaşlığı yaptığı, dindar bildiği insanlar tarafından bu kadar hakarete uğraması karşısında büyük bir hüzün ve ıstırap duyduğunu, Allah’a sığındığını düşünüyorum. Cemaat’ten tanıdığım insanlar da Allah’tan güç alarak direniyorlar. Öyle yıkılmışlık içinde değil ama büyük bir ıstırap içinde oldukları kanaatindeyim.

Sizce bu olay nereye varacak?

Ilıcak: Türkiye’de her şey mümkün. Tayyip Erdoğan daha ileri gitmek istiyor. Şimdi onu rahatsız eden Cemaat’e yakın medya. Çünkü asıl muhalefet bu medya tarafından yapılıyor. 28 Şubat’ta nasıl ki Yeni Şafak bir sığınma yeri olmuştu, bugün de Cemaat’e yakın medya organlarında sınırsız bir muhalefet var. Sözcü, Yurt gazeteleri de muhalif yayın yapıyorlar ama, onlar daha çok sol görüşlü insanlara hitap ediyor. Cemaat’e yakın medya ise muhafazakârlara doğrudan sesleniyor. Bu Erdoğan’ı rahatsız ediyor. O yüzden bunlara el koymak isteyebilir. Zaten bazı gazeteciler bunu dile getiriyor. Terör örgütü ve onun yayın organı gerekçesiyle el koyma planları olabilir.

Öncellikli hedef medya diyorsunuz.

Ilıcak: Evet. Medyayı öncellikle hedef aldığını düşünüyorum. Polisler zaten darmadağın oldu. Polisler konuşamıyor. Meselâ bir Yakup Saygılı dışarıda kalsaydı çok şey fark ederdi. Dosyanın sahibiydi. TBMM Soruşturma Komisyonu onu dinlemedi mesela. Hakimler, savcılar da konuşamıyor. Bugünkü durumda polislerle o kadar işi kalmadı. Akın İpek’e diyebilir ki, “Sen örgütün finansörüsün.” Bunun yasasını çıkarttı zaten. Bank Asya hâlâ hedefinde. Oraya paralarını yatıran işadamları vardır. Hem medyaya, hem iş dünyasına el atabilir. Ama her şeyin bir vakti vardır. Ne gül vaktinden önce açar, ne bülbül vaktinden önce öter. Bekle, mutlaka o vakit gelecektir. Böyle bir ağır yükün altında, yarı demokrasi ile yönetilen bir ülke de olsa, Türkiye böyle bir gerginliği ve haksızlığı sürdüremez. Bu tecrübeyi Türkiye ilk defa yaşıyor. Türkiye’de darbeler oldu, mücadele edildi ve bir bilinç oluştu. Şu anda deseler ki bir askeri darbe olacak, insanların gönüllerinden "Ah keşke" diye geçse bile,  açıktan bu fikre angaje olamazlar. Ama ilk defa bir siyasi iktidar, milletten aldığı oy ile geldi ve git gide faşizan bir yönetim uygulamaya başladı. Bu ilk defa yaşanıyor. Halk yavaş yavaş bilinçlenip, oy vermekten cayacaktır.

2007’deki seçimlerden sonra AKP ile Cemaat ittifakı gayet başarılı bir şekilde çalıştı. Anadolu’da insanlar Erdoğan’ı ve Gülen’i eşit ölçüde seviyorlardı. Bu savaşla beraber tabanda ciddi bir ayrışma vardır diye düşünüyorum. Bu konudaki gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?

Ilıcak: Kavgalar var. Ailelerde oluyor. Bu büyük bir yarılma meydana getirdi ama zaman içerisinde kim hakikati söylüyorsa o güçlü çıkacaktır. Türkiye’de koca koca iş adamlarının, banka sahiplerinin, medya patronlarının ne hale geldiğini de gördük. "28 Şubat bin yıl sürecek" diyenler bunu başaramadı. Askeri dönemlerde çok büyük bir zulüm vardı ama bir kuralı mevcuttu. Meselâ 12 Eylül’de, 52 sayılı bildiri vardı. Bildiriyi ihlal ederseniz veya bir sol bir örgütteyseniz bilirsiniz ki başınıza bir iş gelebilir. Şimdi bunun kuralı yok. Meselâ Sedef Kabaş. 12 Eylül şartlarında onun başına bir şey gelmezdi. Şimdi bir tweet attı… Bunları yaşıyorsa, zulmün kuralı olmadığı içindir. Bu dönemde yaratılan mağduriyetlerin birikerek süreci sonlandıracağını düşünüyorum.

Bu tür kavgalarda taraflar üçüncü şahısları kendi yanlarına çekip haklılığını göstermeye çalışırlar. Cemaat bu konuda zorlanıyor mu?

Ilıcak: Türkiye’de çok büyük bir korku var. Kimse pozisyonunu belli edemiyor. Herkes kendini gizliyor.

Sadece korku mu?

Ilıcak: Bir kesimde Cemaat’e güvensizlik olduğu da muhakkak. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin, o günlerde yapılan propagandaların ve yolsuzluk soruşturmalarından sonra hükümetin yaptığı yoğun propagandanın etkisiyle, insanların zihninde Cemaat’e karşı soru işaretleri doğdu. Bu doğal; çünkü Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında, bir cenah askerin bu şekilde yıpratılmasına karşıydı. Cemaat, o dönem mağduriyete uğrayanları ve onları destekleyenleri yanına alamıyor. Bir de korku var. Meselâ TÜSİAD. Ben TÜSİAD’ı hiç bu kadar çaresiz görmedim. Ecevit döneminde sağ ve sol arasında müthiş bir kutuplaşma yaşanıyordu. O ortamda TÜSİAD çıktı ve Ecevit’e karşı bildiri yayımladı. Belki Ecevit’e karşı haksızlık yapıldı ama, Ecevit demokrat bir siyaset adamı olduğu için hiçbir şey yapmadı. Şimdi ise TÜSİAD Başkanı bir şey söylediğinde meydanlarda hemen hedef alınıyor, havuz medyası yalan yanlış onu teşhir ediyor. Vergi memurları geliyor. Türkiye’de mecburi bir sessizlik var. Böyle bir çatışmada kimse taraf olmak istemiyor.

Her iki taraf da ittifak yaptıkları dönem için “kandırılmıştık” diyor. Bu tatminkâr bir açıklama mı?

Ilıcak: Tayyip Erdoğan hiçbir zaman bir darbe olduğuna inanmıyor. Darbe var sözünü bu işi örtbas etmek için kullanıyor. O yüzden onun “Kandırılmışım” demesinin hiçbir inandırıcılığı yok. Onun amacı, yolsuzluk iddialarını örtmek için bir mazeret oluşturmak. Ben hep özeleştiri yapıyorum. Böyle bir şey olabileceğini hiçbir zaman düşünmedim. Kendimi kandırılmış hissediyorum ve yanlış bir siyasi oluşuma destek verdiğimi düşünüyorum. Bunun birçok sebebi var. Bir kere, Türkiye’de yolsuzluğun bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Yolsuzluk iddialarını duyuyorduk ama, meselâ belediyelerde usulsüzlük var, deniliyordu. CHP’li belediyelerle de ilgili lâf çıkıyor. Her dönem böyle şeyler oluyor. İllâ ki belediye başkanı yapmayabilir, alttakiler yapar diye düşünüyordum. Münferit olaylar olduğunu zannediyordum. Baştan organize edilen, bu kadar büyük çapta rüşvetlerin dağıtıldığı, havuzların oluşturulduğu, medyaya bu kadar aşırı müdahale edildiği bir sistemin Türkiye’de kurulduğunun farkında değildim. 2011’de gittim AKP’ye oy verdim ve bunun için çok pişmanım. Bir kalkınma vardı, istikrar vardı, Aleviler, Kürtler konusunda yeterli olmasa da arayışlar vardı. AB süreci de vardı. Ben bunları çok olumlu olarak görüyordum. Cemaat adına konuşamam. Kendi adıma yanıldığımı ifade ediyorum.

Birlikte program yaptığımız dönemde Nuray Mert ilk defa “sivil vesayet” kavramı ile otoriterleşme konusunu gündeme getirdi. O dönemde onu hükümet yanlılarından çok Cemaat çevreleri ve bazı liberaller eleştirdi. Şimdi ise tam tersi. Bu kadar basit mi fikir değiştirmek?

Ilıcak: Nuray’a da söyledim zaten. "Bravo, bundan sonra sana müneccime hanım diyeceğim" dedim. Şimdi de Nuray’a soruyorum, "Bundan sonra ne olacak? " diye. Çünkü Nuray “sivil dikta” dediğinde çok erkendi. Tabii bilim kadını olduğu için, birtakım tahlillere dayanarak bunu söyledi. Onun sivil dikta saptaması o günkü şartlara göre çok ileri bir fikirdi. Ben şahsen ona karşı çıktım. O, bugünkü şartların gelebileceğini görmüş, hissetmiş. Nuray’a şapka çıkartmak lâzım. Ben öngöremedim. Çünkü ben, bugünkü iktidarı, normal merkez sağ muhafazakâr ve dindarlardan oluşan bir iktidar olarak değerlendiriyordum. Bir Özal, Demirel veya Menderes iktidarı gibi. Menderes’in de son zamanlarında bu tarz eğilimleri olmuştu ama, partisindeki milletvekilleri ona karşı çıkmıştı; eleştirmişti. Klasik muhafazakâr denilen kitlenin bu şekilde radikalleşmesi mümkün değil.  Meğer AK Parti, siyasal İslam’ı temsil ediyormuş. "Milli Görüş gömleğini çıkarttık" deseler de, daha çok Müslüman Kardeşler zihniyetini yansıtan, giderek başkasına hayat hakkı tanımayan bir iktidar ile karşı karşıya olduğumuzu tahmin edemedim. Çünkü, ilk başta böyle bir izlenim vermediler. AK Parti’den yolsuzluklara karşı tek bir ses çıkmıyor; böylece hepsi yolsuzluklara destek vermiş oluyor. Halbuki Özal, Demirel veya Menderes iktidarı olsa, o partilerin milletvekilleri itirazlarını dile getirirlerdi. Nitekim Tahkikat Komisyonu kurulduğunda DP içinde müthiş bir tepki oluşmuştu. AK Parti hususunda yanılmışım. Biat kültürünün egemen olduğu, kolayca tek adam denetimine giren, haksızlığa sesini çıkarmayan  bir partiyle karşı karşıyayız.

Siz geçenlerde bir programda HDP’nin barajı geçmesi için HDP’ye oy verebileceğinizi söylediniz ama Cemaat’in Kürt sorunundaki duruşu çok tutucu değil mi?

Ilıcak: Güvenmiyorlar. Cemaat, PKK’ya, KCK’ya ve çözüm sürecine güvenmiyor. Kürt meselesinde PKK’nın dışında bir çözüme yakın duruyorlar. Meselâ "Kürtçe ana dil haktır" diyorlar. Hatta Türkçe’nin yanında ikinci resmi dil bile olabilir diyorlar. Bunun yanı sıra, KCK operasyonlarını, hükümetle beraber Cemaat de çok destekledi. Çünkü KCK vasıtasıyla tüm Türkiye’de PKK’nın kök saldığını, örgütlendiğini düşündüler. Güneydoğu’da hükümet ipleri elinden kaçırdı kanaatini taşıyorlar. Çözüm süreciyle, PKK yerleşik bir sisteme geçiyor ve bir anda istedikleri düzeni Türkiye’ye empoze edebilirler gibi görüyorlar. Milliyetçi-muhafazakâr biri olarak ülke parçalanır diye çok korkuyordum. Benim için bölücülük çok önemli bir tehditti ama, baktım ki silahla, savaşla halledilemiyor. O bakımdan çözüm sürecinden başka çare olmadığını düşünüyorum. Madem onlar parti olarak seçime girecek, ülkemin selameti için,  barajı aşmaları için HDP’ye oy verebilirim.

Siz zamanında Refah ve Fazilet Partileri ile yan yana durduğunuz için mahallenizden tepki aldınız. Şimdiki konumunuzda benzer bir durum yaşanıyor mu?

Ilıcak: Hayır, mahallem benden çok memnun. 2011’de de mahallemden çok dışlandım. O dönemde bu konuları kendi aramızda hiç konuşmuyorduk. Benden nefret etmemek için çıktığım televizyon programlarını seyretmiyorlardı. Şimdi tam tersi, mahallem beni çok destekliyor.

Tayyip Erdoğan’ı eleştirdiğiniz için…

Ilıcak: Evet. O mahalle Cemaat’e karşı o kadar mesafeli değil. Cemaat’i savunduğum için memnun olmasalar bile, Cemaat’e bir nevi sempati besliyorlar. Çünkü bakıyorlar ki hiçbir muhalefet odağı kalmamış. Yolsuzlukları Cemaat ortaya çıkardıysa, biz de Cemaat’e üye olalım diye lâtife yapıyorlar.

Oğlunuz sanki hükümet tarafında…

Ilıcak: Oğlum siyasete pek karışmıyor. Benim siyasette bu kadar ön planda olmamı arzu etmiyor. Onun bir iş adamı olarak kendi düşünceleri var. Siyasi istikrar diye bakıyor. Alternatif yok diyor. CHP zaten alternatif olamaz diye düşünüyor. Zaten CHP’ye hayatında oy vermemiş… İş dünyasını sığ ve biraz korkak buluyorum.

Cemaat’in Tayyip Erdoğan’a alternatif birini çıkartma imkanı olabilir mi?

Ilıcak: Bu aşamada görmüyorum. 2015 seçimlerini beklemek lâzım. Bu seçimlerde ne olacak? Halk yavaş yavaş bazı şeylerin farkına varıyor. Mesela AK Saray. Bu en az yolsuzluklar kadar etki yaptı. Türkiye gibi yoksulu çok olan bir ülke, bu kadar büyük bir israf yapmamalı. Buradan görülüyor Vahdettin’in Köşkü. Bu kadar lüks arabalar; uçaklar… Bunların yavaş yavaş zihinleri karıştırdığını düşünüyorum. Mutlaka halkın "AK Parti’ye oy vermeyeyim" diyeceği bir an gelecektir. Çözümü her zaman halkın oyunda gördüm. Allah korusun İlker Başbuğ’u Ahmet Hakan’ın programında izleyince tüylerim diken diken oldu. Ben en faşizan siyasi iktidarı bile, bir askeri darbeye tercih ederim. Biraz bekleyeceksiniz, biraz sabredeceksiniz. Allah korusun asker müdahalesi o kadar büyük bir tortu bırakıyor ki, altından kolay kolay kalkamayız. Sabretmek lâzım. Bir gün sandıkta bu işin çözüleceğini inanıyorum.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
20.06.2025 Özel mi, Erdoğan mı? Kim daha önce pişman olacak?
19.06.2025 Öcalan niçin İsrail’in karşısında, Ankara’nın yanında?
18.06.2025 “İç cepheyi tahkim”e İmamoğlu, Demirtaş ve diğer siyasi tutsakları tahliye ederek başlayabilirsiniz
17.06.2025 Ekrem İmamoğlu’nun duruşu
16.06.2025 Nedir şu Fethullahçılardan çektiğim!
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
15.06.2025 İran’ın yanında, rejiminin karşısında
14.06.2025 Erdoğan CHP’yi yeniden istediği kıvama getirebilir mi?
13.06.2025 Gaziosmanpaşa’nın gösterdiği AK Parti realitesi
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı