Dün Mehmet Ali Birand, Taraf gazetesindeki söyleşide Neşe Düzel’in Kürtler arasında bir iç savaş ihtimali görüp görmediği sorusunu şöyle cevaplamış: “Görüyorum. Acaba bu yönde kışkırtmalar olur mu, bir soru işaretidir tabii. Türk-Kürt savaşından ziyade Kürtler arasında bir savaş olma ihtimali çok daha yüksek.”
Türkiye’de Kürt sorunu ve PKK’nın açık açık konuşulup tartışılmasında Birand’ın bir tür öncülük yaptığını söyleyebiliriz. Usta gazeteci, Kürt sorununun en kritik anlarında en beklenmedik (ve dolayısıyla riskli) işlere imza attı, cesur görüşler dile getirdi. İlk bakışta “Kürtler arası iç savaş” analizi de böyle gözüküyor. Ama bana göre değil.
Dönüşümü kavramak
Anladığım kadarıyla Birand, özellikle açılımın hükümet tarafından durdurulmasından bu yana geçen süreçte Kürtlerde ve onların PKK öncülüğündeki Kürt siyasi hareketiyle ilişkilerinde yaşanan değişim ve dönüşümü tam kavrayamamış.
PKK’nın şiddeti sistemli bir şekilde tırmandırmasının bölge halkını ürküttüğü, diğer bir deyişle örgütün “devrimci halk savaşı”na halkı istediği kadar katamadığı doğrudur. Ancak bu doğru tespitten hareketle “Kürtler PKK’dan uzaklaşıyor”, daha da ileri giderek “Kürtler PKK’ya cephe almanın eşiğinde” gibi tespitler yapmak pek isabetli olmayacaktır.
Bu konuda yazıp söylenecek çok şey var. Örneğin Kemal Burkay’ın neden devletten (ve medyadan) o kadar geniş destek almasına rağmen kendi siyasi hareketini PKK’ya alternatif hale getiremediğini sorabiliriz. Yine, açılan onca soruşturmaya ve yapılan onca operasyona rağmen yasal Kürt hareketinin belinin bir türlü kırılamaması da bir başka örnektir.
Kent merkezlerindeki saldırıların anlamı
Bundan tam bir yıl önce “
Şehre inen PKK” başlıklı yazıda örgütün, kırsal alanda güvenlik güçlerine yönelik saldırıları ve büyük şehirlerdeki kör terör eylemlerine ek olarak Güneydoğu’daki kent merkezlerinde polis ve asker başta olmak üzere devlet memurlarına saldırı stratejisi geliştirdiğine dikkat çekmiştim. Bu stratejinin üç temel hedefi var:
1) Bölgede görev yapan devlet memurlarını (ve ailelerini), 1990 sonlarından itibaren kavuştukları görece normal yaşam koşullarından mahrum etmek;
2) Özellikle Kürt açılımının ardından hayli iyileşmiş olan bölge halkıyla devlet arasındaki ilişkileri yeniden bozmak;
3) Kırsal alana ek olarak kent merkezlerini de birer çatışma alanı haline getirmek.
Bir yıl sonra örgütün Ovacık, Yüksekova gibi yerlerde aynı kanlı stratejiyi yeniden gündeme soktuğunu görüyoruz, fakat bölge halkının bu acımasız ve kalleşçe cinayetlere tepki gösterdiğine tanık olmuyoruz. Tam tersine kent merkezleri değişik vesilelerle PKK yanlısı kitlesel gösterilere tanık oluyor.
Dindar Kürtlerin durumu
Kürtler arası iç savaş ihtimalini ilk olarak, Nisan ayının başında, yine Neşe Düzel’e konuşan AKP eski Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt dile getirmişti. (Diyarbakır il başkanlığından milletvekilliğine geçen ve iktidar partisinde Kürt sorununa en fazla angaje olan isimler arasında yer alan Kurt, belki de esas olarak bu nedenle son genel seçimlerde aday gösterilmedi)
Kurt, Düzel’e verdiği söyleşide uzun uzun KCK yapılanmasının Kürtler arasındaki dengeleri altüst ettiğinden yakınmış ve şu uyarıyı yapmıştı: “KCK’nın sürmesi silahlanmayı zorlar. Bu yapı, Kürtleri kendi içinde bir iç savaşa götürür. Bölgede farklı gruplar var. Bir bölümü İslami gruplar. Hizbullah, bunlardan biri. PKK sempatizanı arkadaşları KCK sistemiyle ilgili ben çok uyardım. ‘Toplumun üzerinde bu baskıyı kurmayın. Toplum bir yerden patlar. Nasıl ki siz devletin baskısına karşı bir yerden patladınız, birileri de sizin KCK sistemiyle topluma yaptığınız baskıya karşı patlar’ dedim. Ama dinlemediler. Ve olaylar bu noktaya geldi.”
Görüldüğü gibi Kurt esas olarak “dindar Kürtler”in, özellikle de Hizbullah’ın “Yeter artık!” diyerek PKK’ya karşı çıkmaları ihtimaline vurgu yapıyor. Bunun da gerçekçi bir analiz olduğunu sanmıyorum. Neden böyle düşündüğümü daha önceki bazı yazılarımda ele almıştım (örneğin
Kürtlerin dönüşümü veya
Kürt hareketi özüne mi dönüyor?) bundan sonra da tartışmaya devam ederiz.