İslamcılık denince Türkiye’de ilk akla gelen araştırmacı hiç tartışmasız Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. İsmail Kara’dır. Onun yayına hazırladığı, ilk cildi 1986, ikincisi 1987, üçüncü cildiyse 1994’te yayınlanan “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi” adlı antoloji tam bir emek ve özen ürünüydü ve bu konuyu ciddiye alanların en temel referansları arasına girdi. Kara’nın 1993’de yayınlanan ve doktora tezini esas alan “İslamcıların Siyasi Görüşleri” adlı kitabıysa antolojiyi tamamladı.
Kara son 20 yılda çok sayıda kitap kaleme aldı veya yayına hazırladı ancak onun “başyapıt”ına daha yeni kavuştuğumuzu söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde birinci cildi piyasaya çıkan “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam”dan söz ediyorum. Prof. Kara’nın tam 23 yıl üzerinde çalışmış olduğu bu 385 sayfalık eseri elinize alıp karıştırmaya başladığınızda, tabii eğer konuya aşinaysanız, etkilenmemiz imkansız. Bol sayıda ek metne yer vermiş ve bunları hayli çarpıcı görsel malzemeyle zenginleştirmiş olması nedeniyle Prof. Kara’nın yine bir antoloji hazırladığını sanıyorsunuz, ama “Din ile de olmuyor, dinsiz de olmuyor” başlıklı giriş bölümünü okumaya başladığınızda hiç de öyle olmadığını anlıyorsunuz.
Prof. Kara’nın kitabının, bir zamanlar epey revaçta olan “cumhuriyet idaresinin İslam’a yaptığı kötülükler” temalı “yakın tarih” çalışmalarıyla hiç ilgisi yok. Tabii “cumhuriyet döneminde irtica tarihi” gibi bir kitap da değil. İslam’ın cumhuriyet döneminde “bir mesele” olduğu kabulünden hareket eden Prof. Kara, hem devlet yöneticilerinin İslam’la; hem de muhafazakâr kesimlerin cumhuriyet ve devletle kurduğu ya da kurmaya çalıştığı ilişkilere eleştirel bir açıdan bakıyor.
Prof. Kara kitabın ilk bölümünde “Din ile devlet arasında sıkışmış bir kurum” olarak tanımladığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı; ikinci bölümde tarikat ve cemaatleri; son bölümdeyse İslamcı söylemin kaynaklarını ele alıyor. Prof. Kara, kitabın ikinci cildinin de üç bölüm olacağını söyleyip bunları şöyle sıralıyor: 1) Türk usulü laiklik; 2) Din eğitimi; 3) Dini yayıncılık ve dini fikriyat.
İsmail Kara kitabı hakkındaki sorularımızı şöyle yanıtladı:
Bu kitaba, hem devleti yöneten kadroların, hem de İslamcıların tereddütlerinin öyküsü diyebilir miyiz?
Kara: Aslında üç taraf var ama giriş bölümü hariç üçüncü tarafı pek öne çıkarmıyorum. Birinci tarafta, dini bir mesele olarak gören Osmanlı-Türk modernleşmesi ve cumhuriyet ideolojisi var. Bunlara karşılık İslam meselesini bir şekilde götürmek, halletmek, değiştirmek, dönüştürmek arzusunda olan bir Müslüman camia, İslami endişe sahipleri, İslamcılar, tarikatlar, cemaatler var. Aslında her iki taraf da birer koalisyon. Tek kelimeyle ifade etmek zor. İki taraf için de, farklı saiklerle de olsa İslam bir mesele.
Peki siz nasıl bakıyorsunuz cumhuriyet dönemindeki İslami hayata?
Kara: Bence bunun tek tarafı yok. Bir defa eğitim kademelerinden geçmiş Müslümanlar, İslami endişe sahipleri ve İslamcılar, aslında kafalarının çalışma tarzı itibariyle modernleşme süreçlerine, dolayısıyla cumhuriyetin din politikalarına şu veya bu düzeyde yakın olan veya onunla irtibat kurabilecek bir karaktere sahipler. Onların cumhuriyet ideolojisinden ayrıldıkları taraf yaklaşımdan ziyade dinin pratik taraflarıyla alakalıdır. Dinin yaşanması söz konusu olduğu zaman cumhuriyet ideolojisiyle aralarında varolan mesafe din meselesine yaklaşım söz konusu olduğu zaman, tamamen olmasa da kapanıyor. Bu problemi başörtüsünde de tekrar yaşadık. Burada işin felsefi ve pratik tarafları arasındaki boşluk meselenin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Fakat işin halk tarafına intikal ettiğimiz zaman, bu büyük Müslüman çoğunluğun probleminin zaten felsefi olmadığını görüyoruz. Meseleleri kendilerine yetecek bir din eğitimi almak ve dini yaşayabilmekle sınırlı. Aslına bakılacak olursa eğitim almış İslami endişe sahipleri, İslamcılar da halkın dindarlığından rahatsız.
Devlet ile İslamcıların dışında bir yere, belki de her ikisine de eşit mesafede olan halkı koyuyorsunuz…
Kara: Evet halkın durumu çok ayrı. Siyasi merkez acaba dini Türkiye için vazgeçilmez bir kurucu unsur olarak mı görüyor yoksa bunu sadece toplumsal bir araç düzeyinde mi görüyor. Burada da çok rahat evet ya da hayır diyebileceğimiz bir durum yok. Bu noktada da ince tahliller yapılması gerekiyor.
Buradaki sorun ne peki?
Kara: Temel sorun aslında cumhuriyetle değil modernleşmeyle alakalı. Modernleşmenin kendisinin dinle tabii olarak bir problemi var. Onun için dinle ilgili yaşadığımız problemlerin büyük kısmı, aktüel taraflarının bugünle ilgisi olabilir ama derin tarafları cumhuriyetle sınırlandırılamayacak kadar geriye gidiyor ve önemli. Cumhuriyet bu meseleleri artırmış, derinleştirmiş ve özellikle çokpartili hayatla birlikte halkın din merkezli hareketlerini bastırmak ya da kontrol altına almak için müdahalelerde bulunmuştur. Bence şu soru çok önemli: Bugün Türkiye’deki tartışmaların problemi İslam mı, aktif siyasi hareketler mi? Sathi bir bakışla sanki İslami hareketlermiş gibi görünüyor. Bense bütün modernleşme tarihimiz boyunca böyle olmadığını, esas mücadelenin İslam ile modernleşme arasında geçtiğini söylüyorum. Bu yüzden başörtüsü üzerinden yürütülen mücadele esas İslam’la alakalıdır; “siyasi simge” filan bunun hikaye kısmıdır veya mücadeleyi meşrulaştırmak için kullanılan unsurlardan biridir.
“İslam ile modernleşme arasında hiç sorun yok” diyenleri de eleştirdiğinize göre bu sorun nasıl çözülecek?
Kara: Bu sorundan çıkılabilir. Problemi çözmek konusundaki teklif ve tartışmalarımızda gözden kaçırdığımız en önemli husus bunun Türkiye’yi taşıyıp taşımayacağıdır. Yani biri laikliği savunabilir, ama öyle bir laiklik savunacak ki ben bunun Türkiye’yi taşıyabileceğine dair intibalar edineceğim. Hem cumhuriyet ideolojisini savunanlar hem de İslamcılar Türkiye’yi taşıma unsurunu öne çıkarmıyor. Halbuki İslam ile modernleşmenin ilişkisinin bir-bir buçuk asırlık bir tarihi var. Hangi taraftan olursak olalım, belli bir eğitim almış insanlar olarak bu süreçlerin ürünüyüz. Bu manada yakınlıklarımız da var. İslam ile modernleşme arasındaki felsefi zıtlık, modernleşmenin İslamileştirilmesi yoluyla bir ölçüde halledilmiştir. Felsefi zıtlık devam ediyor ama bizde modernleşme aynı zamanda dinileşme olarak devam ediyor. Dolayısıyla modernleşme süreçlerini kazanç haline getirebiliriz diye düşünüyorum.
Yıllar önce bir röportajımızda “demokratikleşme İslam’ı öne çıkarır” demiştiniz. Hâlâ aynı pozisyonda mısınız?
Kara: Bu tespitimi hâlâ savunuyorum ve bunun tabii bir şey olduğunu söylüyorum. Eğer demokrasi bu topraklardaki halkla, ruhla irtibatlı hale gelecekse bu kaçınılmaz olarak İslam’ı öne çıkaracaktır. İttihatçılar ve cumhuriyeti kuran kadrolar da bunu biliyordu. Fakat demokratikleşmenin nasıl yürüyeceği de ayrı bir konu.
Kitapta F. Gülen ile ilgili eleştirel bir tavır var. Dinler arası diyalog faaliyetlerine açık eleştiri var. Halbuki Gülen cemaati bir “başarı öyküsü” olarak görülüyor ve gösteriliyor…
Kara: Cemaatler incelememizde Fethullah Hoca hareketini müstakil olarak ele almıyorum ama bazı şeyler söylüyorum. Mesela Türkiye’de cemaat ve tarikat hareketleri, bazı liberallerin dile getirdiği gibi bir sivil toplum hareketi değildir. Bunu muhakkak tırnak içinde kullanmalıyız. Sivil topluma çalan tarafları var ama sivil toplum hareketi değiller. Bunun hem Türkiye’den kaynaklanan, hem cemaat yapılarından kaynaklanan sebepleri var. Onun için kitapta cemaat ve tarikat hareketlerini, devletin şemsiyesi altında yeniden organize olmuş kuruluşlar olarak değerlendiriyorum. Bu onların ikinci tarafta, yani İslami endişe sahibi, İslamcı tarafta yer almadıkları anlamına gelmez. Ama öncelikle Türkiye’deki cemaat ve tarikat yapılarının 1924’ten sonra devletin şemsiyesi altında varlıklarını sürdürdüklerini hesaba katmamız lazım. İsim zikretip tartışmamızı hafifletmeyelim; durumun umumi olarak böyle olduğunu düşünüyorum. Bu, Ankara’nın bunlarla mücadele etmediği anlamına gelmez. Bunların da İslamcı kanatla irtibatları olmadığı anlamına da gelmez. Fakat cumhuriyet döneminde işin yürüyüşü, işleyişi böyle. Bu açıdan dinler arası diyalog faaliyetleri ve mekanizmalarına yönelttiğim tenkitler sadece Fethullah Hoca cemaatiyle sınırlı değil. Aynı tenkiti Diyanet’e de yöneltiyorum. Dinler arası diyalog meselesinin Türkiye’deki din meselesini aşağıya çektiği kanatindeyim. Fikir olarak, tartışma düzeyi, algılama şekli bakımından bunun Türkiye’ye bir katkısı yok. Siyasi olarak olabilir mi? Olabilir, bilmiyorum. Ankara bu işi bu kadar desteklediğine göre siyasi bir beklentisi olmalı.