Bölgemizde son dönemde yaşanan krizleri daha iyi özetleyebilecek bir başlık bulamadım: İslamcılar karşı karşıya, Kürtler yan yana.
“Bölgemiz” derken, özel olarak Suriye, Irak, İran ve Türkiye’yi, genel olarak da tüm Ortadoğu’yu kastediyorum.
Bir zamanlar “İslamcılık” denince akla Mısır merkezli olup tüm Arap ülkelerine yayılmış Müslüman Kardeşler, Pakistan’daki Cemaat-i İslami ile hilafeti geri getirmek isteyen çokuluslu Hizbüttahrir gibi örgütler akla gelirdi. Suudi Arabistan rejimiyse, Rabıta adlı kuruluş üzerinden İslamcı kuruluşları denetim altına almaya ve onları kendi çizgisine (Vahhabilik) çekmeye çalışırdı. Fakat İslamcılar, milliyetçi ve solcu hareketlerin gölgesinde kalıyor, pek istikbal vaat etmiyordu. Derken İran’da Ayetullah Humeyni liderliğindeki devrimle Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı cihad, İslamcıların emellerinin hiç de hayal olmayacağının örnekleri olarak ortaya çıktı. Ve İslamcılık, birdenbire İslam dünyasının en etkili siyasal, toplumsal, kültürel ve hatta ekonomik akımı haline gelmeye başladı.
İran’daki İslami rejim, devrimin İslamcı olmayan diğer çocuklarını yemeyi tamamlar tamamlamaz, dünyanın değişik bölgelerinde kendisine imrenen İslamcıları “devrim ihracı” adı altında nüfuzuna almaya girişti. Buna bağlı olarak dünya çapında İslamcılık, hatta İslam denince akla artık İran ve Humeyni gelir oldu.
El Kaide’nin ortaya çıkışı
Ne var ki Tahran’ın devrim ihracı politikası, Irak, Pakistan, Lübnan, Afganistan ve bazı Körfez ülkelerindeki Şii topluluklar hariç başarılı olamadı. Sünni dünyadaysa, ağırlıkla Suud rejiminin (ve onun üzerinden ABD’nin) finansman desteğiyle Afganistan’da gönüllü olarak savaşan çoğu Arap ülkelerinden gelme mücahitler hızla kendi şebekelerini örgütleme yoluna gittiler. Kaderin garip bir cilvesi olarak, bir süre sonra Usame bin Ladin öncülüğünde El Kaide adını alacak olan bu şebeke zamanla hem Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerine, hem de ABD’ye cihat açtı: 11 Eylül başta olmak üzere yaşananlar ortada.
Suriye konusuna geçmeden önce Irak’ı hatırlayalım: Saddam Hüseyin’in devrilmesinden en çok Şii Araplar ve Kürtler yararlandı. Şiilerin yönetimde aslan payını alması da kuşkusuz en çok İran’ı sevindirdi. Sünnilerin iktidarı kaybetmeye yanaşmayacakları belliydi ancak fazla direnç gösteremeyecekleri düşünülüyordu ki devreye El Kaide girdi. Dünyanın dört bir tarafından gelen gönüllüler (ki çoğu Suriye üzerinden ülkeye sızıyordu) ve Sünni aşiretlerden katılımlarla oluşan Ebu Musab el Zerkavi liderliğindeki El Kaide hücreleri hem Amerikalı işgalcilere, hem de Irak’ın yeni yöneticilerine çok zor anlar yaşattılar. Zerkavi’nin ölümünün ardından El Kaide Irak’taki varlığını sürdürmekle birlikte zamanla etkisi azaldı.
Yeni savaş alanı: Suriye
Suriye’de ayakta kalmaya çalışan Baas rejiminin İslamcı olmadığının, tam tersine “laiklik” iddiası taşıdığının tabii ki farkındayım. Ama aynı rejimin sırtını esas olarak İran İslam Cumhuriyeti’ne dayadığı göz önüne alınırsa Suriye’de yaşananların son tahlilde İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırma, en azından azaltma çabalarının bir uzantısı olduğu da görülecektir.
Malum, Suriye konusunda bağımsız, objektif çalışan gazetecilerin haber ve yorumlarından çok çatışan tarafların propagandalarına ulaşabiliyoruz. Beşşar Esad esas olarak “El Kaideci teröristler” ile savaştığını söylüyor ve kendisinin gitmesi durumunda Suriye’ye Talibanvari totaliter bir rejimin gelececeğine dünyayı ikna etmeye çalışıyor. Buna karşılık muhalif gruplar da İran’ın finanse ettiği Lübnan Hizbullah’ına bağlı unsurların Esad’a destek için kendilerine karşı savaştıklarını iddia ediyorlar.
Şahsen, bin Ladin’in öldürülmesinin ardından El Kaide’ye bağlı ya da bu şebekeye yakın bazı kişi, hücre ve grupların yeniden Suudi Arabistan’ın denetimine girmiş olabileceklerini düşünüyorum. Ancak geçmişte yaşananlar düşünülürse, bu işbirliğinin çok riskli olduğu, yarın yine bir bumerang (kullananı vuran silah) etkisi yapabileceğini akılda tutmak şart.
Tekrar başlığa dönecek olursak: Bölgemizde kendilerini bir şekilde İslam diniyle tanımlamaya çalışan güç ve odaklar arasında sert çatışmalar yaşanırken bunlardan en çok Kürtlerin yararlandığı ortada. Irak, Türkiye ve Suriye’de (muhtemelen İran’da da) Kürtlerin ve onların örgütlerinin, kendi içlerindeki çelişki, anlaşmazlık ve farklılıkları bir kenara bırakıp yeniden şekillenen bölgemizde en güçlü bir şekilde varolma yolunda birlikte hareket ettiklerini ve bu yolda epey mesafe katettiklerini görüyoruz.