Siyasi örgütler normal şartlarda ilk ortaya çıktıklarında bir manifestoyla kuruluş nedenlerini, amaçlarını ve örgütlenme esaslarını açıklarlar. Türkiye’de özellikle Kürtler arasında belli bir tabanı bulunan Hizbullah ise bunun tam tersini yaptı. 1979 yılında Hüseyin Velioğlu’nun öncülüğünde Batman’da kurulan, yıllarca varlığını bile kabul etmeyen örgüt, tam 33 yıl sonra bir “manifesto” hazırladı ve bunu dün ilan etti.
Hedefini “Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplum ve nihayet İslam’ın toplumsal hakimiyeti ve İslami hükümetin tesisi” olarak tarif eden örgütün manifestosunda Kürt sorununa özel ve geniş bir yer ayrılmış olması dikkat çekiyor. Halbuki Velioğlu’nun liderliği döneminde Hizbullah, nerdeyse tüm üyeleri ve kitle tabanı Kürtlerden oluşsa da Kürt sorununa vurgu yapmamaya, katıksız bir “ümmetçi” çizgi tutturmaya çalışmıştı. Aynı süreçte Hizbullahçıların PKK’ya savaş ilan etmiş olmaları da örgütün Kürt sorunuyla birlikte anılmamasının başka bir nedeniydi.
Velioğlu’nun ölümünün ardından Hizbullah’ın Kürt sorununa daha yakın ilgi gösterdiği gözleniyordu, işte söz konusu manifesto örgütteki bu dönüşümün büyük ölçüde tamamlanmış olduğunu gösteriyor. Örneğin Hizbullah’ın 37 maddelik tüzüğünün 6. maddesinde “Hizbullah Cemaatinin çalışmaları yoğunluklu olarak Kuzey Kürdistan olmakla birlikte, faaliyet alanı tüm Türkiye’dir” denilerek örgütün İslamcılığının yanısıra Kürt kimliğinin de altı çiziliyor. Nitekim manifestoda Kürtler İslam tarihindeki yerleri ve rolleri nedeniyle övülüyor; örgütün “Kürtçenin resmi dil olması ve başta eğitim, öğretim olmak üzere Kürt halkına her alanda Kürtçe ile hizmet verilmesi için her zeminde gerekli çabaları” göstereceği vurgulanıyor ve Kürt sorunun çözümü için “özerklik, federasyon ve bağımsızlık gibi tüm seçenekler tartışılabilir” deniyor.
PKK’ya zeytin dalı
Manifestodan örgütün amblem ve marşının daha sonra ilan edileceğini ve Hizbullah’ın şu dört temel organdan oluştuğunu öğreniyoruz: 1- Rehberlik Kurumu; 2- Merkez Yönetim Kurulu; 3- İslami Şura Meclisi; Disiplin ve denetleme kurulu.
Manifestoda yer alan “Hizbullah cemaati; inanç ve ideolojisi ne olursa olsun, hiçbir cemaat, tarikat, parti, örgüt, grup veya siyasi oluşumla yersiz ve gereksiz sürtüşmelere girmeyi hem kendisi ve hem de diğerleri açısından uygun görmemektedir. Zülüm ve haksızlığa karşı mücadele eden diğer yapılarla sürtüşme, gerginlik yaşama ve çatışmanın zülüm rejimlerinin faydasına, çatışan grupların zararına olacağına inanmaktadır” sözlerini de PKK ile yeniden çatışma istememenin ifadesi olarak yorumlamak mümkün. Tabii hemen ardından “İslam ve uluslararası hukukun tanıdığı meşru müdafaa hakkı”nı saklı tuttuklarını unutmamak lazım.
Bu arada “gayri İslami yönetimlerde görev alan bireyler özel konum ve amellerine göre değerlendirilir. Tümden tekfir anlayışı benimsenmez” sözlerini de not düşmekte yarar var.
Sonuç olarak, bu manifestoyu, yediği bütün darbelere rağmen gücünü koruyan, hatta Velioğlu sonrasında yasal ve yarı-yasal faaliyetleri ön plana çıkararak eskisinden daha güçlü hale gelen Hizbullah’ın sesini daha fazla çıkarmak istediğinin işareti olarak görebiliriz. Yine bu manifesto bize Hizbullah’ın esas olarak diğer İslamcı cemaat ve grupları değil PKK liderliğindeki Kürt siyasi hareketini muhatap aldığını, çünkü onunla rekabet ettiğini gösteriyor. Bu rekabetten geçmişte olduğu gibi muhakkak bir çatışma çıkması beklenemez, hatta tam tersine, belli alanlarda işbirliği ve ittifaklar bile söz konusu olabilir.
Cezaevlerinde sohbet hakkı
Ocak 2007’de çıkarılan bir genelgeyle cezaevlerinde her kişiye hafta 10 kişiyle 10 saat sohbet hakkı çıkarılmış, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek “ileride 20 saate de çıkar” demişti. Fakat cezaevlerinden gelen çok sayıda mektupta idarecilerin gerek kişi, gerekse sürede kısıtlamaya gittikleri ileri sürülüyor. İlgili ve sorumluların dikkatine...
*****
Örgüt mü dediniz?
Kılık kıyafetlerine, okudukları kitaba, dinledikleri müziğe, gittikleri yerlere bakıp gencecik çocukları “terör örgütü üyesi” olmakla suçlayan, yıllarca tutuklu yargılayan ve çoğunu da ağır cezalara çarptırıp hayatlarını karartan hukuk sistemimiz nedense Hrant Dink’in katledilmesinin ardında herhangi bir örgüt bulmadı. İşin acısı, bu acı karar Hrant kardeşimizin katlinin 5. yıldönümünden iki gün önce çıktı. Sahiden bir örgüt aradılar mı? Sanmıyorum. Arasalardı bulurlar mıydı? Sanmıyorum. Bulsalardı üzerine giderler miydi? Yine sanmıyorum.
Mahkemenin neden böyle sonuçlandığını anlamak için, Hrant suikastinin gerçek anlamda aydınlatılması yolunda onca çaba sarf eden Nedim Şener’in neden 322 gündür tutuklu bulunduğunu anlamamız şart. Bakalım Pazartesi günkü duruşmada Nedim neler anlatacak.