İşimiz gereği PKK sözcülerinin açıklamalarını da yakından takip etmemiz gerekiyor. Bunun yolu da kuşkusuz internet. Ancak PKK yanlısı sitelerin büyük kısmına ulaşmak yasak olduğu için dolambaçlı yollara başvurmak gerekiyor. Tabii bir de, bir-iki gün gecikmeyi göze alarak Başbakan Erdoğan'ın siyasi danışmanı AKP Ankara Milletvekili Doç. Yalçın Akdoğan'ın Star Gazetesi'nde adıyla, Yeni Şafak'ta Yasin Doğan müstearıyla yazdıklarını takip edebilirsiniz. Çünkü ülkemizde PKK'nın görüşlerini en yakından izleyen kişilerden biri olan Akdoğan yazıların çoğunda bunlardan geniş alıntılar yapıyor ve ortaya atılan iddia ve görüşlere cevap veriyor.
Örneğin Murat Karayılan'ın son değerlendirmelerini atlamışım, bereket Akdoğan'ın dün Star'da yayınlanan "Hezeyanda yarışıyorlar" başlıklı yazısını okudum da söylediklerinden haberdar oldum. Neler söylediğinin aslında bir yerden sonra çok fazla anlamı yok ama Akdoğan'ın da altını çizdiği şu nokta önemli: Karayılan, militanlarla milletvekillerinin dağda kucaklaşmaları, Hakkari kırsalının bir bölümünün PKK denetiminde olduğu iddiası gibi konularda BDP yönetici ve milletvekillerine kıyasla daha "makul" ve "serinkanlı" değerlendirmeler yapıyor. Yani daha önce defalarca tanık olduğumuz gibi BDP'lileri eleştiriyor, moda tabirle onlara "ayar veriyor."
Öcalan'ın fırçaları
Aslında HEP'ten başlayarak yasal alanda varlık göstermeye çalışan Kürt siyasetçilerin hep aynı muameleye maruz kaldıklarını biliyoruz. Bunun en çarpıcı örneklerini, Akdoğan'ın dünkü yazısında da hatırlattığı gibi Abdullah Öcalan vermiştir. Öcalan İmralı öncesi ve sonrası, yasal partileri ve bunların yöneticilerini iki nedenle sıklıkla azarlar ve hatta aşağılardı:
1) Gerçekten doğru zamanda doğru inisiyatifleri geliştirmedikleri için;
2) Kendisinin hatalarını örtbas etmek için.
Yaklaşık bir yıldır Öcalan'ın sesi çıkmıyor ama BDP'liler, PKK yöneticilerinin "kum torbası" olmaya devam ediyorlar. Tabii bu kadarla kalsa iyi: Devlet de ne zaman PKK'nın şiddeti tırmandırma stratejisine gereken cevabı veremese, diğer bir deyişle Kürt sorununda ne zaman tıkanıklık yaşasa hemen BDP'yi hedef tahtasına oturtuyor. Sonuçta bu parti her iki tarafın da günah keçisi olmak gibi garip bir misyonu, tabii ki hiç arzu etmemesine rağmen omuzlarında buluyor.
BDP'nin çaresizliği
Peki BDP her iki taraftan gördüğü bu acımasız muameleyi hak ediyor mu? Pek sanmıyorum. Çünkü ne PKK, ne de devlet bu son derece çetin süreçte BDP'ye açık, net, sınırları belli bir görev tarifi yapmış değiller. Devletin söylediği "PKK'yı kına"dan; PKK'nın söylediği de "arkamı kolla"dan öteye geçmiyor. Hal böyle olunca BDP'liler son derece dar bir alanda kendilerine bir yol açmaya çalışıyor ama beceremiyorlar.
Kimilerine göre, her iki tarafın aşırı yüklenmesine rağmen BDP'liler yine de bir şeyler yapabilir, özgün ve bir şeyleri değiştirmeye aday bir siyasal dil geliştirebilirler. Yakın bir zamana kadar bu düşünce (eleştiri) bana da makul geliyordu fakat burada çok hayati bir hususun ıskalanmış olduğunu fark ettim: Bu partinin tabanının büyük kısmı PKK'yı "ev sahibi", BDP'yi ise "geçici kiracı" olarak görüyor. Diğer bir deyişle BDP'nin PKK'dan bağımsız, hatta çok sevdikleri deyimle "özerk" hareket etmeye kalkması halinde hızla marjinalleşeceğini kolaylıkla öngörebiliriz.
Dolayısıyla devlet ile PKK arasındaki sertleşme devam ettiği müddetçe BDP'den bir şey beklemek anlamsız olacaktır. Bu gidişle BDP'nin aynı sertleşmenin kurbanı olacağı da muhakkaktır.