Hatem Ete ve Osman Sert ile söyleşi: PKK’nın fesih sürecine toplum nasıl bakıyor?

14.07.2025 medyascope.tv

14 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye, devletin tabiriyle ‘’terörsüz Türkiye, benim tabirimle ‘’yeni çözüm süreci’’ni yaşıyor. Çok şey olacağa benziyor. Neler gelişecek, bunları bilemiyoruz. Ama cuma günü yaşanan silah yakma töreni, önemli bir başlangıçtı. Bundan sonra ne olacak? Kamuoyu bu olaya nasıl bakıyor? Kamuoyu nasıl şekillenir? Bu soruları Ankara Enstitüsü’nden iki isimle, Osman Sert ve Hatem Ete ile konuşacağız. Çünkü Ankara Enstitüsü daha çok yeni, 10 Temmuz tarihinde, yani PKK silah bırakmadan bir gün önce, ‘’PKK’nın Silahsızlandırılması ve Kürt Meselesi’’ ile ilgili önemli bir rapor https://www.ankaraenstitusu.org/pkknin-silahsizlandirilmasi-ve-kurt-meselesi/ yayımladı. Bu raporu Osman Sert ve Hatem Ete ile konuşacağız. Arkadaşlar merhaba, hoş geldiniz.
Hatem Ete: Merhaba.
Osman Sert: Merhabalar, Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Hatem, en son seninle yayın yapmıştık. Onun için ilk sözü Osman'a vereyim. Devlet Bahçeli Ekim ayında bu çıkışı yaptıktan sonra, sonrasında anladık ki daha evveliyatı varmış bunun hazırlıklarının. Ama Türkiye'nin gündeminde çok ciddi bir şekilde bir PKK sorunu yoktu. Bu sorun hep var, ama en kızgın olduğu döneme denk gelmedik. Hatta devlet sürekli operasyon yapıyor. Dronlarla, şunlarla bunlarla, MİT'in ya da Silahlı Kuvvetlerin yaptığı operasyonlarla ilgili sürekli haberler geçiyor. Kürt sorunu hep var ama o kadar da ana gündem değildi. Ekonomi başta olmak üzere Türkiye'nin daha başka sorunları vardı. Önce onu sormak istiyorum. Bence iyi oldu, ama nereden çıktı bu süreç?
Sert: Bence bu işin iki dinamiği var. Birisi jeopolitik tedirginlikler, ki bunu Sayın Devlet Bahçeli de söyledi. O dönem, daha çok İsrail'in Gazze'deki saldırısı hâlâ devam ediyor olsa da, bunun çok yoğun olduğu, Suriye üzerinden ve PKK'yla, muhtemel ya da muhayyel ilişkileri üzerinden Türkiye'yi tehdit etmesi gibi unsurlar vardı ve iç cepheyi tahkim etmek, korumak amacıyla gündeme çıkmıştı. Dolayısıyla bence birinci temel, ana dinamiği bu. Ama ikinci dinamik dersen, o da iç siyasi endişeler. Yani bunu da yine Sayın Bahçeli'nin sözlerinden buluyoruz. Sayın Bahçeli Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir dönem daha seçilmesi gerektiğini ve bunun için de bu sürecin bir rol oynayabileceğini düşündü muhtemelen. Dolayısıyla bu ikisi süreci başlatan ana amirler. Ama dediğin gibi, Türkiye'nin gündeminde terör yahut PKK veya Kürt sorunu çok acil bir ihtiyaç ya da gündem değildi. Birazdan yine raporun detaylarına gireriz ama bu üç başlık arasında, çok uzun zamandır bu tür süreçlere bakıyoruz.
Belki üç soru çerçevesinde bu ne kadar Türkiye'nin gündemindeydi ya da beklentiler iki gün önce Süleymaniye'de olanı ne kadar öngörüyordu, bunu görmek mümkün. Birincisi Türkiye'nin en önemli sorunu ne? Tartışmasız bir şekilde Türkiye'nin en önemli sorunu hep ekonomi çıkıyor. Biz de o yüzden ‘’ekonomi dışında en önemli sorun nedir?’’ dediğimizde, o takdirde de yine hukuk, ama bu hukuk daha çok Kürt sorunu bağlamında değil, Türkiye'deki demokrasi eksikliği bağlamında, adalet eksikliği bağlamında öne çıkıyordu. Burada özellikle de muhalefet seçmeninin, bilhassa da CHP seçmeninin bu konuda bir beklentisi ya da endişesi vardı. ‘’Peki, bir süreç olabilir mi? Sürece ne diyorsunuz?’’ dediğimizde, ki bunu bundan 1,5 sene önce de biz bunu soruyorduk. Daha ortada süreç ya da adına ne diyorsanız deyin, yokken de soruyorduk. Orada da %30-35 civarındaydı. Fakat Sayın Bahçeli o çıkışını yaptıktan sonra bu destek %50'ye çıktı. Bütün siyasi partilerin ucundan, kenarından ya da tam ortasından sürece katkısı sebebiyle böyle bir süreç vardı. Tabii bu %60'lara yaklaştıkça raporu yine konuşacağız, daha yukarılara geldi. Üçüncü ise ‘’PKK silah bırakır mı?’’ meselesi sorulduğunda, burada beklenti çok zayıftı. Dolayısıyla bir, sürece destek veriyor musunuz? Evet, veriliyordu. Fakat Süleymaniye'de olan olur muydu? Bu soru %20'ler civarındaydı, daha yeni %30'ların üzerine çıkabildi. Dolayısıyla bu süreçle ilgili insanların zihni biraz karışık: ‘’Çok önemli bir gündem değil, ama olursa biz buna destek vermeye hazırız.’’ Peki, başarılı olur mu? Soru işareti. Kabaca, beklentilere dair böyle bir çerçeve çizebiliriz süreçle ilgili.

Ruşen Çakır: Siz bayağı geniş bir ekip olarak bunu hazırladınız. Bunun bir saha ayağı var. Bir de analitik ayağı var anladığım kadarıyla. Osman temel birtakım sorulardan biraz bahsetti, ama burada özel olarak neleri kurcaladınız? Şimdi bir tarafta PKK'nın silahsızlandırılması diyorsunuz, bir tarafta da Kürt meselesi diyorsunuz. Bunlar aslında birbiriyle iç içe ama bir yerde de ayrı ayrı ele alınabilecek hususlar. Tabii olayın içine girdiğimiz zaman, sahaya çıkıldığında yüzlerce soru sorulabilir. Fakat bunların içerisinde neyi nasıl yaptınız? Biraz araştırmanın kendisini anlatır mısın Hatem?
Ete: Araştırmayı kabaca dört beş başlıkta inşa ettik. Birincisi ‘’kök nedenler nedir?’’ diyebiliriz. Yani Türkiye'de insanlar bir ayrımcılığa uğradığını düşünüyor mu? Türklerle Kürtler eşit mi seçmenin algısında? Türkiye'de farklı kimlikleri bir arada tutan ortak bağ ne? Türkiye'de Kürt meselesi dediğimiz bir mesele varlığını sürdürüyor mu? Kürt meselesi ile PKK arasında nasıl bir etkileşim var? Buna benzer, meseleye bir girizgâh vaziyetinde, elimizdeki toplumsal zeminle, milletin bu meseleye nasıl baktığını ölçen, tarihsel bir derinliği de olan bir bölümle başladık araştırmaya. İkinci aşamada, Ekim ayında başlayan ve bugüne kadar devam eden süreçle ilgili çok ayrıntılı sorular sorduk. Yani sürecin gidişatından desteğine, başarısından PKK'ya yönelik algıya, Meclis komisyonuna kadar bu mesele bağlamında tartışılan birçok konuyu süreçle ilgili bir başlık üzerinden tartıştık. Üçüncü bölümü, iki eksende kamuoyunda tartışılan muhtemel adımlara toplum nasıl bakıyor, onu ölçelim dedik. Birincisi, süreç devam ederken bu süreci kolaylaştırmak için, hızlandırmak için ya da başarıya ulaşma ihtimalini arttırmak için doğrudan PKK'nın silah bırakma gündemi ile ilişkili olarak ajandada duran, tartışılan birkaç tane adım var. Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesinden, belediyelere kayyum uygulamasına son verilmesinden, PKK'lıların bir kısmına ya da kademeli olarak bir aftan, bugüne kadar PKK'lı, yani terör meselesi üzerinden cezaevinde yatan tutuklulara ne yapılacağına, Demirtaş başta olmak üzere HDP, DEM içerisinde bugüne kadar terör dolayısıyla tutuklanan siyasetçilere ne yapılacağına dair, doğrudan bu silah bırakma sürecini kolaylaştıracak, hızlandıracak, engelleyecek risk ya da imkân bağlamında gündeme gelen, PKK etrafında terörle ilişkili olarak gündeme gelen bazı adımları soralım dedik.
İkinci aşamada da, doğrudan Kürt meselesi bağlamında, herhangi bir idari ya da yasal düzenlemeden öte anayasal düzenleme gerektiren ve kamuoyunda artık son yıllarda neredeyse üç başlık altında toplanmış, sadeleşmiş üç meseleye yönelik bakışı soralım dedik. Anayasal vatandaşlık kategorisinin genişletilmesi. Yani Türklüğe dayalı bir millet tanımını dar tutan, Kürtleri dışarıda bırakan ya da farklı unsurları dışarıda tutan dar kimlik tanımını genişletmeye yönelik bir vatandaşlık tanımı yeniden yapılırsa toplum nasıl bakıyor? İki, kültürel haklar, başta anadilinde eğitim olmak üzere toplum buna nasıl bakıyor? Üçüncüsü de, sürekli kamuoyunda tutulan bu yerel yönetimlerin güçlendirilmesi meselesine toplum nasıl bakıyor, onu anlayalım dedik. Bu ikisinde de, sürecin sonrasını ya da sürecin başarısını etkileyen iki tane, biri kısa vadeli, biri uzun vadeli, biri PKK ile ilgili, biri Kürt meselesi ile ilgili muhtemel adımlara toplum nasıl bakıyor, onu anlayalım dedik. Son olarak da, başta Osman'ın da dediği bu sürecin jeopolitik bağlamını toplum nasıl okuyor? Yani Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye'nin kurduğu ilişkilere toplum nasıl bakıyor?
İkincisi, yarın öbür gün Suriye'de buna benzer bir oluşum oluştuğunda toplumun buna yönelik beklentisi, kanaati ne, Suriye'de bir Kürt yapılanması ile ilgili algısı ne? Bütün bu nabızla beraber, yani meselenin kökenlerinden, meselenin yarın hangi konular üzerinden tartışılacağı meselesine varıncaya kadar, böyle katmanlı ve tarihsel bir analiz üzerinden bazı soruları yapılandırdık. Bu soruların saha kısmı bittikten sonra da Ankara Enstitüsü’nün akademik ekibi bu soruları detaylı bir şekilde analiz etti. Böyle bir rapor ortaya çıktı.

Ruşen Çakır: O zaman Osman'a döneyim, bize biraz rakamları anlatsın. Ben hızlıca baktığım, bazı rakamlar açıkçası beni şaşırttı. Mesela her üç kişiden biri Türkiye'de Kürt sorunu olduğunu söylüyormuş. Yani bana az geldi ya da ben kendi kendimi hazırlıklı hissettim, öyle diyeyim. Birtakım rakamları biliyorum. Mesela ‘’PKK silah bıraksın’’ denilince, ‘’tabii iyi olur’’ diyen rakam çok. Ama ‘’bırakır mı?’’ denilince düşüyor gibi. Bu rakamları bize hızlıca bir özetleyebilir misin? En önemlileri sence nedir? Bir de tabii şöyle de bir husus var: Mesela Kürtler, ‘’daha çok Kürt sorunu var’’ derken, Kürt olmayanlar ‘’yok’’ diyor gibi. O konuları biraz açıklarsan.
Sert: Teşekkür ederim. Bu rapor 110 sayfa, ankaraenstıtusu.org'da var. Dolayısıyla bunu hızlıca nasıl özetleyebilirim bilmiyorum, ama elimden geleni yapacağım. Şimdi dediğin çok doğru. İstersen oradan başlayalım. Hatem de bahsetti. Bir, bu işin kimlik temeli, yani bizi bir arada tutan bağ ne? Sorunu nasıl görüyoruz? Bu, sonra süreç, sonra sürecin muhtemel yansımaları ve nihayetinde de jeopolitik bağlam. Evet, dediğin gibi sadece %37 ‘’Kürt sorunu var’’ diyor. Bu da çok az gözüküyor. Fakat o insanlara, “Peki Kürt sorununun sebepleri nedir?” dediğinizde, buna da cevap veriyorlar. Dolayısıyla aslında, ‘’Ne Kürt sorunu?’ diye bir tepki var ya, ‘’Kürt sorunu var’’ dediğinizde, sanki biraz böyle vatana ihanet mi diyeyim, kimlikle çatışma mı diyeyim, ‘’Kürt sorunu yoktur’’ diyorlar, fakat biz ona bağlı sorular sorduğumuzda buna cevap vermeye de devam ediyorlar. Yani mefhûm-u muhâlifinden, aslında toplumda bir sorunun varlığı aşikâr. Fakat ‘’Kürt sorunu yoktur’’ diyenler, mevcut sorunu daha çok yurtdışından başka ülkelerin Türkiye'yi bölme çabası ya da PKK'nın varlığı gibi algılıyorlar. Yani PKK'yı bir Kürt sorununun sonucu değil, sebebi olarak tanımlıyorlar. Bir de günün sonunda terör sorunu, Suriye, Irak, İran bağlamında Türkiye'ye yöneldiği için de bunu Amerika ile PYD ilişkisi vesaire, bir yurtdışı bağlamına oturtma eğilimi var.
İkincisi, senin dediğin yine son derece önemli. Yani destek çok yüksek, ama bırakır mı, burada soru işareti. Bu araştırmada biz birkaç tane temel şey gördük. Bunlardan birisi sürecin yumuşak karnı. Bir, aynen dediğin gibi sürece destek %50 ve üzerinde. Bu da son derece anlaşılır. Çünkü istisnaları dışarıda bırakırsak, CHP dâhil tüm siyasi partiler en azından sürece karşı çıkmıyorlar, ki bu bence son derece önemli. Ve toplum, ekonomik kriz, CHP ile ilgili yargı süreçleri, belediye başkanları, bütün bunlarla PKK sürecini birbirinden ayırıyor, oradaki tepkisini buraya yansıtmıyor. Bu sayede sürece destek %70'lere ulaşmış vaziyette ki CHP'lilerin desteği olmadan bu mümkün değil. Fakat ‘’süreç iyi mi?’’ dediğinizde, “Tabii ki PKK'nın bırakması çok iyi olur.” Bunda da iyi bir destek var. “Peki, PKK silah bırakır mı?” denildiğinde, doğal olarak bir terör örgütü var ve bunun silah bırakıp bırakmayacağına dair tereddütler var. Bu, süreç içerisinde %20'lerden %35'in üzerine kadar çıktı. Çünkü çok fazla, ‘’PKK şu gün silah bırakıyor, bugün bırakıyor ‘’açıklamaları geldi. Bu araştırma, Süleymaniye'den sadece dört gün önce bitti, ki biz tam olaydan önceki fotoğrafı çektik. Şimdi tekrar sahadayız. Olaydan sonra ne olacağını da…

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Yarın çıksanız, aynı insanlara sorsanız o oranın en az bir 5-6 puan artacağını düşünür müsün?
Sert: Büyük ihtimalle. Aslında yarın değil, biz bugün çıktık. Yani Pazartesi itibariyle PANORAMATR'nin Temmuz araştırması başladı. Bu soruların bir kısmını tekrar yöneltiyoruz katılımcılara. Tabii aynı kişilere değil, ama aynı örnekleme. Muhtemelen PKK'nın silah bırakacağına olan inanç, sürecin başarısı gibi konularda daha müspet sonuçlar alabiliriz. Çünkü süreç ilk defa açıklamaların, yazılı değerlendirmelerin, siyasi vaatlerin ötesinde, sembolik bile olsa somut bir yere evrildi. Dolayısıyla biz daha olumlu olacağını düşünüyoruz. Bu araştırma, tam da somut sembolik fotoğrafı görmeden önceki toplumsal algının fotoğrafını çekiyor. Bu yüzden önemli.

Ruşen Çakır: Rakamlar anlamında şunu da soracak olsam, sürecin olumlu sonuçlanmasını temenni edenler için en artı ve en eksi bulgular neler?
Sert: İki ucu söyleyeyim önce. Bir, çok doğal olarak Kürt seçmende, sürece olan destek, sürecin başarısı ile ilgili pozitif algı ya da sürece dair atılması muhtemel adımlarla ilgili destek hep daha yüksek. Bunu biraz daha özelleştirdiğimizde, çünkü Kürt seçmenin hepsini tek başına DEM Parti temsil etmiyor, ama biraz daha özele indiğimizde, DEM Parti'de bu desteğin en yukarıya çıktığını, hep %90'lar civarında pozitif, olumlu bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Uç noktada ise İYİ Parti ve Zafer Partisi'ni görüyoruz. Bunlar süreçle alâkalı çok daha olumsuz kanaatleri olan, atılacak adımlara karşı çıkan bir kitle. Fakat PANORAMATR araştırmalarında İYİ Parti ve Zafer Parti’nin toplamı aşağı yukarı %5'e tekabül ediyor. Bence daha ilginç olanı, bu araştırmanın bize söylediği, PKK konusunda ve Kürt meselesinde parti kimliklerini göreceli olarak aşan ortak bir duygu hâli var. Normalde biz AK Parti ve MHP'nin hep belli bir düşüncede, CHP, DEM Parti ve diğerlerinin daha farklı bir yerde olmasını görürdük. Fakat PKK'nın silah bırakacağına olan inanç ya da PKK'lılara getirilecek aflar gibi sorularda, AK Parti, MHP, CHP seçmeni ki bunların toplamı neredeyse %70, 80'e ulaşıyor, birbirine benzeşen yaklaşımlar var. Bu da PKK meselesinin diyeyim, daha ortak bir duygu hafızasına sahip olduğunu bize söylüyor.
Fakat biraz daha detaya indiğimizde açıkçası şu söylenilebilir. Tek tek bütün rakamlara girmek kolay olmayabilir, ama insanlar PKK'nın ürettiği acıların, tarihsel hafızanın, terör geriliminin çözüm sürecine girmiş olmasıyla beraber, faturasını bütün topluma çıkartmıyor. Neyi kastediyorum? Anayasada Kürtleri dışlamayan bir vatandaşlık tanımına %50'ye yakın bir destek var. Ya da anadilinde eğitime yine aynı şekilde %50 civarında bir destek var. PKK silah bıraktığında, Türkiye'de demokratikleşmenin daha da olumlu olacağına dair %60 gibi bir beklenti var. Kayyum uygulamasının sona ermesi gerektiğine yine %50'ye yakın bir destek var. Dolayısıyla toplum, bu sorun bitiyorsa, terörün ürettiği korkular üzerinden tabu gördüğümüz, konuşamadığımız şeyleri konuşmaya daha açık bir fotoğraf veriyor. Fakat meseleyi toplumun genelinden çıkartıp bireyler üzerinden tartışmaya başladığımızda, orada olumsuz hafıza devreye giriyor. Selahattin Demirtaş ve Kürt tutukluların, siyasilerin serbest bırakılmasında destek biraz daha düşüyor. PKK'lılara af, cezaevinde bulunan PKK üyelerine af çıkartılması ya da Abdullah Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi gibi kişi temelli, aktör temelli sorulara geldiğinizde o terör hafızasından kaynaklanan geçmiş tedirginlikler olduğu yerde duruyor. Buradaki destek %20'ler civarında takılmış vaziyette. Selahattin Demirtaş’ta %30'un üzerinde.

Ruşen Çakır: Hatem, tam burada sana şunu sormak istiyorum. Seninle PANORAMATR'nin araştırmaları hakkında yaptığımız yayınlarda bunları sık sık konuştuk, ama tekrar üzerinden geçelim. Şimdi Osman'ın da anlattığı üzere, elinizdeki birtakım bulgulara göre, PKK'ya ve Abdullah Öcalan'a karşı toplumun büyük bir kısmında hâlâ bir nefret ve öfke var. Ama bu sürecin başarılı olabilmesi için de devletle PKK ve Öcalan arasında bir mutabakatın da olması gerekiyor. Zor bir iş aslında. Ve bu anlamda sürecin taşıyıcısı gibi Devlet Bahçeli'nin ortaya çıkması sanki bu zorluğu aşmada yardımcı olmuş, ama hâlâ aşamamış gibi. Öyle gözüküyor.
Ete: Benim görebildiğim, toplum ikili bir ayrım yapıyor. ‘’PKK ile ilgili meseleleri bana sorarsanız, ben bu konuda hiçbir adım atmanızı olumlu görmem” diyor. Ama ‘’Kürt meselesiyle ilgili atacağınız adımlara da benim baştan desteğim var” diyor. Hâlbuki Kürt meselesi ile ilgili muhtemel adımlar daha zor adımlar. Anayasa değişikliği gerektiren, daha geniş bir siyasal konsensüs gerektiren konularda, siyasiler de daha çekinceli davranır. Siyasetin çekinceli olabileceği muhtemel konularda toplum daha önde gözüküyor. Yani yarın öbür gün siyaset, ‘’bu anayasa ile ilgili bu tür meselelere girersek toplumda destek var mı yok mu?’’ endişesine kapılacaksa, bizim araştırmamız toplumun bu meselelerde siyasete tedirginlik üretecek bir noktada olmadığını gösteriyor. Fakat bir taraftan da, senin dediğin gibi yürüyen bir süreç var ve bu sürecin doğal uzantısı PKK ile ya da Öcalan üzerinden PKK ile devletin belli bir mutabakat vasıtasıyla bir yol yürüterek vardığı bir sonuç var. Bunun doğal uzantısının PKK'lılarla ilgili bazı adımların atılması olacağı da açık. Fakat bunlar toplumun önüne geldiğinde, toplum, ‘’ben bunlara sıcak bakmam’’ diyor. Buna sıcak bakmayan toplum sürece niye bu kadar yüksek destek veriyor? Ben siyasetçi olsam bunu şöyle değerlendiririm: Siyasetin gündeminde, toplum, siyasetin bir meseleyi çözme kabiliyetine önemli ölçüde bir destek veriyor; %70'ler düzeyinde bir destek. Dolayısıyla eğer siyaset buradan yürüyecekse toplumun buna ciddi bir blokaj ortaya koymadığına yönelik kategorik bir destek var. Fakat bizim araştırmamız, siyasetin tedirgin olduğu muhtemel bazı meselelerle ilgili de toplumun hazır olduğunu gösteriyor. Ben siyasetçi olsam bunu pozitif olarak okurum.
Fakat yarın öbür gün bu meselelerle ilgili adımlar atıldığında da ne kadar maksimalist ne kadar minimalist olunması gerektiği ile ilgili de toplum bir mesaj veriyor. Yani bu süreci yürüttüğünüzde, hemen yarın ertesi gün şu kişilerin affedilmesi, şu kişilerin salıverilmesi ile ilgili meselelerde herkese suhuletle, soğukkanlılıkla bu meseleyi yürütme, toplumsal nabzı doğru yönetme yükümlülüğü yüklüyor bizim araştırmamız. Siyasetin tedirgin olduğu diğer konulardaysa, ‘’tedirgin olmanıza gerek yok; burada bir asgari uzlaşma zemini var’’ mesajı çıkarıyorum ben. Dolayısıyla siyasetin konjonktürel gündeme dair süreç yönetimi ile ilgili ihtiyatlı olunması gerektiğine, suhuletle davranılması gerektiğine yönelik bir mesaj. Bizim araştırmamızın, gelecekte, bunun Kürt meselesini de çözmeye yönelik adımlara kadar götürülmesi konusunda da siyasete bir cesaret vermesi gerekir diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Osman, özellikle Erdoğan'ın cumartesi günü yaptığı konuşmadan hareketle, Türkiye'de yeniden bir rejim tartışması başladı. Başta, çözüm sürecini zaten Erdoğan'ın iktidarını bir tür tahkim olarak gören bayağı geniş bir kesim vardı. Sonra, her ne kadar sonradan revize etseler de Erdoğan'ın ortaya attığı ‘’biz MHP ve DEM Parti ile bu işi yürütüyoruz’’ çıkışı. Bir de Türk-Kürt-Arap ittifakı çıkışı ki burada bölgesel bir şeyi kastediyor. Mesela sizin kamuoyu araştırmanızda, ‘’tabii olsun, neden olmasın?’’ diyen seküler ya da CHP seçmenini tedirgin eden çıkışlar oldu bunlar. Erdoğan'ın o konuşmasındaki bu iki tartışmalı temel hususu, sizin kamuoyunda ölçtüğünüz nabza vurduğun zaman neler çağrıştırıyor sana?
Sert: Bir kere ben o konuşmanın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürece sahip çıkmak, siyasal hamiliğini üstlenmek anlamındaki en güçlü konuşması olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, bence sürecin akışı ve zamanın ruhuyla toplamda örtüşen bir konuşmaydı bu. Nihayetinde PKK silah bırakıyor. Bunu da sürecin en üst ismi olarak ve toplumda PKK'ya karşı yükselebilecek milliyetçi tepkileri yönetebilecek bir aktörün bunu sahiplenmesi toplamda olumluydu. Senin söylediğine gelince, ben buradan bir rejim tartışması çıkartmayı çok anlamlı bulmuyorum. Yani ümmetçilik üzerinden, bunun ne toplumsal ne jeopolitik bir zemini var zaten. Eğer ümmetçilik üzerinden tanımlayacaksanız ve bunun en önemli aktörü Erbil’se, ‘’Erbil de bizim, Süleymaniye de bizim’’ gibi, Erbil sonuna kadar seküler bir Kürt oluşum. Dolayısıyla buradan bir ümmetçilik korkusu çıkartmanın, bunun üzerinden de bir tepki kurgulama zemininin çok sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu söylerken, evet, bir şey yapmaya çalışıyor. Aslına bakılırsa, sürecin başından beri bizim bildiğimiz, beklediğimiz, öngördüğümüz, tahmin ettiğimizdi. O da şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan, önümüzdeki süreçte siyasal yol haritasını milliyetçileri, kendi tabanını ve Kürtleri eklemleyerek yürümek istediğini belirtti. Bu da zaten bizim beklediğimiz bir şeydi. Burada belki, beklenmemiş olan ya da fazla olan hadise, Arapların da sürece eklenmesiydi. Yani ne Türkiye'deki toplumsal zemin, ne de jeopolitik zemin böyle bir Türk, Kürt, Arap ittifakının şekillenmesine çok müsaade ediyor. Ama şu anda sürecin hâlâ zayıf karnı PYD, SDG üzerinden Suriye ve burada Şam yönetimi bir Arap yönetim. Bu sorunun çözülmesi için Suriye bağlamında bir Türk-Kürt- Arap ittifakına ya da işbirliğine ihtiyaç olduğu da aşikâr.
Ben bunu AK Parti iktidara geldiği günden bugüne, biraz bölgesel entegrasyon olarak görüyorum. Hatta biz Osmanlıcılık, yeni Osmanlıcılık tartışmaları yaptık. Buna benzer korkular hep konuşuldu. Fakat Türkiye’nin geldiği yer itibariyle, bugün en iyi ilişkilerinin olduğu ülkelerden bir tanesi belki Rusya, birisi Ukrayna, birisi Azerbaycan. Hiçbirinde bu tür ‘rejim değişikliği’ korkularını besleyebilecek bir zemin yok. Fakat burada Erdoğan siyasal bir toplumsal kurgu ve yol haritası kurgusu yapıyor. Bunun da zaten öngörüldüğünü, beklenildiğini düşünüyorum. Belki orada Erdoğan'ın kelime seçiminde farklı davranılabilirdi. Onlar da bunu biraz toparlamaya çalıştılar. Ama ben ortaya çıkan gürültü kadar bir arka planı olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki DEM Parti hemen arkasından, daha böyle dakikalar geçtikten sonra, ‘’ bir süreç ittifakı, bu bir siyasal ittifak değil’’ diyerek, o çizilen çerçeveyi biraz daha kendilerince bir yere oturttu diye düşünüyorum. Araştırmaya gelince, evet, bu seküler kesimi endişelendirebilir. Sürece dair desteği ne kadar etkiler, Onu çok bilmiyorum. Onu da zaten bir hafta içerisinde görmüş oluruz.

Ruşen Çakır: Hatem, birkaç gündür içim dışım Abdullah Öcalan oldu. Sürekli, son dönemdeki değişik metinlerini okuyorum. Öcalan'ın kafasındaki şeyi sen de biliyorsundur. Zaten öteden beri ilgin olduğunu da biliyorum.  Öcalan'ın son günlerde kendi tabanı ve kendi deyimiyle ‘’Kürtler için’’ çizdiğiyle, Erdoğan'ın cumartesi günü söylediği arasında çok büyük bir uçurum, uçurum olmasa bile çok büyük bir fark gördüm. Yani ister inanın ister inanmayın, ama Öcalan'ın söylediklerinde çok ciddi bir demokrasi vurgusu var. Çok güçlü. Erdoğan'da bu yok. Konuşmasında bir iki yerde geçti, onlar da pek bir şey değil. Ama öteki tarafta bir metin yapıyor, kelime araması yaptığın zaman yüz tane, iki yüz tane demokrasi ya da demokratik kavramıyla karşılaşıyorsun. Çok söyleniyor olması, bunu çok savunduğu anlamına gelir gelmez, o ayrı. Ama en azından böyle bir şey var. Sonuçta Öcalan hedef olarak ‘’demokratik cumhuriyet’’ diye bir şey tanımlıyor. Ama ben Erdoğan’da böyle görmüyorum. Erdoğan hâlâ, Osman'ın demin söylediği gibi ‘’yeni Osmanlıcılık’’ kavramıyla… Ben Erdoğan'a ‘’yepyeni Osmanlıcılık’’ dedim. Ama bir de şöyle bir şey var. Bugün Kadri ile yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/07/14/pkknin-silah-yakmasi-ve-erdoganin-turkiye-vizyonu-video/ da okudum. Öcalan, son görüşme notlarından birisinde, “İslam yok, İslamcılık var. Osmanlı yok, Osmanlıcılık var” diyor. Böyle de bir şikâyeti var onun. Ne dersin, bu önemsiz bir mesele mi? Yani ‘’Öcalan'ın vizyonuyla, Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin vizyonlarının bambaşka olması önemli değil, önemli olan silahların susması mı?’’ diyeceğiz?
Ete: Kısmen önemli, kısmen değil. Ben şöyle bakıyorum: Siyasetçilerin siyasal tahayyüllerinde, mensup oldukları gelenekler belirleyici oluyor. Seçtikleri kelime dağarcıklarında da bunun önemli bir etkisi oluyor. Erdoğan'ın beslendiği gelenek, bu geleneğin Türkiye tahayyülü, bu geleneğin Türkiye'deki farklı birçok kimliği bir arada tutan bağla ilgili tercihleriyle, Öcalan'ın Türkiye tahayyülü ve Kürtlerin haklarını nasıl elde edeceklerinden başlayıp birçok farklı kimliğin nasıl bir arada duracağına dair tahayyülü ve bu tahayyülü hangi terminoloji üzerinden gerekçelendirdiği, meşrulaştırdığı arasında çok derin ayrışmalar var, farklılıklar var. Bu çok açık. Yani o anlamda dediğin doğru. Her ikisinin zihinsel kurgusu birbirinden farklı. Bu zihinsel kurgunun yansıdığı Türkiye tahayyülü var. Türkiye tahayyülünü nasıl tanımladığımızla ilgili bir mücadele de şekillenecek. Fakat ikisinin ortaklaştığı nokta ne? Bence ikisinin ortaklaştığı noktada, her iki taraf da bu süreçle beraber bir geri adım attığı, bir karar verdiği, bir tercihte bulunduğu için bu süreç yürüyor. Öcalan açısından en önemli bariz değişiklik, 90'ların sonlarından başlayıp bugüne kadar gelen, ama güçlü bir muhatapla, güçlü bir şekilde bir mekanizmaya dönüştürülmediği için hayata geçmeyen ve bu sefer çok daha net bir şekilde ortaya konulan bir kararın var olması. Bu mesele artık Kürtleri bir devlet sahibi kılma davası değil. Bunun mücadelesi sürdürülemez.
İkincisi, eskiden bir konfederal yapı içerisinde dört farklı ülkedeki Kürtlerin birlikteliği de söyleniyordu ayrı bir Kürt devletinden vazgeçildiği zaman. Şimdi buna bir şey daha eklenmiş. Bundan da vazgeçilmiş. Her bir ülkedeki Kürtlerin kendi ülkelerine, kendi devletlerine nasıl entegre olacakları ile ilgili demokratik bir siyasal tahayyüle dönüşmüş bu. Bu karar verildiği için zaten silahlı mücadeleden vazgeçip bir siyasal mücadeleye dönülmüş gibi gözüküyor. Yani o anlamda, öteden beri var olan ve şimdi çok daha fazla netleşen bir fikir değişikliği, bir düşünce farklılaşması var. Erdoğan açısından da, aslında çözüm süreci sonlandırıldığı günden bugüne meselenin bir siyasal müzakereyle ya da bir çözüm üzerinden demokratikleşme standartlarını artırarak bu meseleyi çözmeye yönelik bir bakış yerine, yeniden güvenlik politikalarına dönüş, güvenlik üzerinden geriletme ve çok daha fazla devletin sert gücünü, siyasetin yerine inşa ederek bu meseleyi çözmeye yönelik bir perspektif vardı. Şimdi bu çözüm süreciyle beraber yeniden bundan adım atılıyor. Yani Erdoğan'ın Kızılcahamam'daki konuşması a, “Biz Kürt meselesini de bitirdik, artık Kürt meselesi yok. Çözüm sürecini de rafa kaldık kaldırdık,” fikrinden yeni bir aşamaya geçişi ifade ediyor. O anlamda son 10 yıllık parantez de kapandı Erdoğan açısından. Şimdi yeni bir dönemin başlangıcı var. İkisi de bir şekilde bu ortak zeminde, yani siyasal müzakereyle, siyasal mücadeleyle ve temel bazı meselelerde demokratikleşme adımlarını artırarak bir yere gittiklerinde, burada ortak bileşen bir sürü şeye varılabilir. Ama en nihayetinde ikisinin Türkiye tahayyülü ile ilgili çok sert bir siyasi mücadele önümüzdeki dönemde de devam edecek. O anlamda bir benzeşme görmüyorum.
Sıkıntı nerede çıkar diye bakıyorum. Ben bu terminolojide görmüyorum sıkıntıyı. Yani ikisinin beslendiği geleneğin farklı olması dolayısıyla bunu çok doğal karşılıyorum. Önümüzdeki dönemde sıkıntı şurada yaşanabilir. Bir, PKK siyasal mücadele kararı verdikten sonra, demokratik siyasetini, yeniden neredeyse bir paralel yapı gibi, siyasal mücadelesini, tanımlanmamış, kayıt dışında tutulan bir örgütlenme yapısı üzerinden sürdürmeye devam edecek mi? Yani PKK silahını bıraktıama silah bırakan PKK mensupları üzerinden daha örgütlü, disiplinli bir siyasal mücadeleyle, yine kayıt dışı bir siyasete mi şahit olacağız? Yoksa daha demokratik, müzakereye açık, farklı girdilere, çıktılara açık bir siyasal mücadele mi yürütülecek? Bence PKK ve DEM Parti açısından en önemli olan şeylerden birisi bu. PKK demokratik siyasetin içerdiği o şeffaflığa, yarışmacı niteliğe, farklı fikirlere açık olma hâline, Türkiyelileşme bağlamına nasıl adapte olacak? Silahın yerine bunu ikame ettiğinde, siyasetin gereklerine de sahip çıkacak mı? İkincisi, Suriye ve İran'daki PKK yapılanmasıyla Öcalan ilişkisi nasıl kurgulanacak? KCK ilişkisi nasıl kurgulanacak? Evet, şimdi devlet de, PKK da bunu görmezden gelerek zamana yaymaya bırakıyor, ama sadece Türkiye'ye yönelik silahların bırakıldığı, Irak ve İran’da silahlı bir örgütün varlığını sürdürdüğü ve bu iki örgütün de kurucu önder olarak Öcalan'ı görmeye devam ettiği, dolayısıyla da KCK tarafından yönetilmeye razı olmayı sürdürdüğü bir denklemde, bu çatışmaların başlaması mukadder. Benzer şekilde Erdoğan açısından da silah bırakıldıktan sonra bunun gerektirdiği siyasal düzenlemeleri, demokratik sistemin işleyişini tahkim etmeye yönelik yasal ve anayasal düzenlemelere hevesli bir şekilde razı olacak mı, olmayacak mı iktidar? Bu tür bilinmezlikler bekliyor siyaseti. Yoksa ben, ikisinin kafasındaki bölge ve Türkiye fotoğrafının farklılığından ben çok ürkmüyorum. Bunun pratiğe yansıdığı temel pratiklerde bir ayrışma olup olmamasına daha çok odaklanmamız gerekir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Yasal siyaset konusunda, Öcalan’ın kafasında, metinlerinde çok net bir şekilde DEM’in adı ve yapılanması da değişerek yeniden yapılanması ve anladığım kadarıyla da Kandil'deki birtakım unsurların kademeli de olsa, yasal siyasete aktarılması gibi birtakım formüller var.
Osman rakamlara baktığımız zaman en sert çıkan hususlar, PKK'ya ve Öcalan'a yönelik birtakım iyileştirme ihtimallerine, insanların “Olamaz. Bu kadarı fazla” tavrında bulunmaları.  Ama şu anda sürecin bir merkezi İmralı oldu, bu çok net. Ve Öcalan'ın daha fazla kişiyle görüşmesi, orayı bir tür Kürt hareketinin yeni karargâhına dönüştürmesi gibi bir gidişat var. Öcalan, Mecliste kurulacak olan komisyonla görüşmek istiyor ve bunu çok ciddi bir şekilde vurguluyor. Meclisten bir komisyonun İmralı'ya gitmesi, ki tabii Bahçeli’nin, “Gelsin, mecliste konuşsun” demişliği var. Ya da Öcalan'ın bir şekilde meclis komisyonuna gidip onlarla konuşması isteniliyor en azından. Sendeki verilere göre, böyle bir fotoğraf, böyle bir gelişme, kıyamet koparır. Yanılıyor muyum?
Sert: Doğru. Bence iki açıdan bakmak lazım. Birincisi, senin de baktığın o araştırmada, bizim gördüğümüz bir şey var. Süreç iyi işledikçe toplumdaki endişeler zayıflıyor, olumlu beklentiler artıyor ve sürecin yönetilmesine dair zemin genişliyor. Bunu, PKK'lılara af çıkartılması ve Abdullah Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesinde görür müyüz, bilemiyorum, ama trend bana, süreç ilerledikçe, hele bir de Süleymaniye'deki gibi somut sonuçlar çıktıkça, tepkilerin, eleştirilerin gevşeyeceğini söylüyor. Bu nereye kadar gider? Şu anda yanlış hatırlamıyorsam Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesine destek %18 küsur. Bu %50 olur mu? Kolay değil, ama trende baktığımda, süreç olumlu ilerlerse bunlar hafif de olsa gevşeyebilir. Fakat burada net bir pozisyon var: Yüzde 70'lere varan, “Bu, Türkiye için iyi olur, süreci destekliyorum” cümlesi, iktidara ve siyasi aktörlere bu gerilimleri yönetme kredisi veriyor. Dolayısıyla sadece anketle siyaset yapılmaz, ama bu size neyi yönetmeniz gerektiğini söylüyor.
Burada bence şöyle bir ikilem var: Sen de DEM Partililerle görüşüyorsun, Birçok röportaj yaptın. Aslında bir taraftan DEM Parti'nin süreçle ilgili beklentileri çok mutedil; çok aşırı beklentileri yok. Yani ben anayasada bir değişiklik talebini bugüne kadar duymadım. Anadiliyle ilgili beklentiler bile çok mutedil. Ama infaz düzenlemeleri, kayyum uygulamalarının sona erdirilmesi, yurtdışı çıkış yasaklarının kaldırılması gibi mutedil, hatta bir kısmı yasal düzenlemeyle değil, mevcut yasaların uygulanmasıyla ya da yönetmeliklerle bile halledilebilecek konular var. Bu konularda toplumun geniş bir kredisi var. Fakat öbür tarafta, DEM Parti'nin ya da aktörlerin de cezaevindeki PKK'lılar ve Abdullah Öcalan'ın daha da fazla aktörleşmesine dair beklentileri var. Burada ise toplumda net bir pozisyon var. Bu iki makas arasının nasıl yönetileceği bence önemli. Bir taraftan eğer Öcalan bu açıklamaları yapmasa, çağrıları yapmasa bu noktaya gelinmezdi. Bu bir vaka. Fakat toplumda da çok güçlü bir hafıza var. Bu konuda bence temkinli olunması gerekiyor. Hem DEM Parti'nin beklentileri anlamında bunu söylüyorum hem de sürecin nihayetinde başarılı olmasını isteyenler açısından bunu düşünüyorum. Kaldı ki DEM Parti çok ciddi bir şekilde aktörleşiyor. ‘’PKK silah bırakırsa, DEM Parti bir Türkiye partisi olur mu?’’ dediğimizde, %37 olur diyor. Kimilerine göre bu oran düşük, ama bana sorarsanız yüksek. Çünkü biz bugüne kadar DEM Parti ile ilgili sorduğumuz sorularda %10, 20'nin ötesinde olumlu cevap almadık. Çünkü DEM Parti eşittir PKK, eşittir terör algısı, DEM Parti'yi bir yere kilitliyordu. Şimdi bu duvarlar gevşiyor ve bu gevşeyen duvarlarda DEM Parti aktörleşebilir. Bu aktörleşmenin önüne geçebilecek sert beklentileri bence DEM Partililerin de yönetmesi gerekir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Hatem, seninle bitirelim. Sence en büyük risk ne?
Ete:  En büyük risk bu silah bırakma sürecinin uzaması ve bu süreçte devletle PKK arasındaki eşgüdümün sağlanamaması. Yani karşılıklı beklentilerle bu işin tavsatılması olarak görüyorum. Eğer bu konuda beklentilerin karşılanmaması bir güven bunalımına yol açarsa, bunu bir risk olarak görüyorum. Fakat buna büyük bir anlam atfetmiyorum. Yani bir şekilde riskin atlatılacağını, aşılacağını düşünüyorum. O konuda, silah bırakma meselesinin tamama ereceğini düşünüyorum. Fakat bunun sonrasındaki siyasetin, PKK'sız bir Türkiye'ye ne ölçüde adapte olacağı ile ilgili önümüzde daha çok uzun bir yol var. Herkesin resmi ezberleri var. O resmi ezberlerde, siyasetin, korunaklı alanlarda siyaset yapma alışkanlığı var. Dolayısıyla PKK'nın silah bırakması daha kolay oldu diyebiliriz. Yarın öbür gün geriye dönüp baktığımızda, siyasetin, silahlı döneme göre siyaset yapma alışkanlığını bırakıp artık yeni bir dönemde siyaset yapma sürecine adapte olması daha zor olabilir. Bu olursa, Türkiye PKK’dan kurtulmuş olur. Bu çok önemli bir şey. O prangadan kurtulmuş olur, ama biz yine bu fırsatı kullanamadık diye hayıflanmaya devam ederiz.
Osman'a sorduğun soruyla ilgili bütün bir araştırmadan çıkan temel bir şeyi söylemek istiyorum iki cümleyle. Aslında birçok yerde görüyoruz bunu. Bir, 100 yıllık resmi kamusal söylemi toplumun büyük çoğunluğu satın alıyor. ‘’Kürt meselesi var mı, yok mu? Sebebi ne, PKK'ya nasıl bakmalıyız?’’ gibi. İkinci katmanda toplum son 10 yıllık güvenlik politikalarını da satın almış vaziyette. Fakat burada ikinci bir trend de var. Araştırma bize, siyasetin dönüştürücü etkisinin var olduğunu da gösteriyor. Eğer bir araştırma sonucu, aydan aya yüksek bir şekilde toplumsal algı değişimine işaret ediyorsa, burada siyasetin, bir meseleyi eline aldığında arkasına bir siyasal irade ve kararlılık koyduğunda, toplumu rahatsız etmeyecek bir sağduyuyla bir süreci yönettiğinde, toplumu nasıl hızlı dönüştürebileceğini de gösteriyor bize. Dolayısıyla evet, araştırmaya bakıldığında, hükümetin önümüzdeki dönemde zorlanabileceği en önemli alanın, PKK ile ilgili adımları atmak olacağı gözüküyor. Fakat siyasetin dönüştürücü etkisine de bakıldığında, bu konuda da istikrarlı bir şekilde bir siyasal irade ortaya koyduğunda, bu konuda toplumun engel olmaktan çıkarılabileceği gözüküyor. Burada siyasetin dönüştürücü etkisine itimat etmesi gerekiyor siyasetin. Bunun farkında olması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Osman Sert, Hatem Ete, çok teşekkürler. Ankara Enstitüsü'nün hazırladığı PKK'nın silahsızlandırılması ve Kürt meselesi raporundan hareketle, Osman Sert ve Hatem Ete ile konuştuk. İkisine de çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
09.08.2025 Bugün Gazze için ne yaptın?
08.08.2025 Özgür Özel iktidarın surlarında gedikler açmaya çalışıyor
07.08.2025 Öcalan’ın istediği “Demokratik Suriye Birliği” ne derece gerçekçi?
05.08.2025 Bereket üniversite diplomam yok!
04.08.2025 Orhan Bursalı değerlendirdi: CHP komisyonda ne yapmalı?
03.08.2025 Türk solu bu sürecin neresinde?
01.08.2025 Beklenen komisyon kuruldu ve gözler yine CHP’nin üzerinde
01.08.2025 Haftaya Bakış (278): Komisyon nihayet kuruldu | Toplumsal muhalefetin durumu
31.07.2025 Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi?
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı