Hatem Ete ile söyleşi: CHP hâlâ birinci parti mi?

03.07.2024 medyascope.tv

3 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin Haziran ayı araştırmasını, her ay yaptığımız gibi, direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Bu araştırmadaki partilerin rakamlarına baktığımda çok büyük değişiklik görmedim açıkçası. Sizin önceki araştırmalarınıza kıyasla ufak çaplı azalmalar ve artmalar görünüyor. Zâten bir yerde bir tablonuz var; aylar îtibâriyle çok büyük bir değişiklik yok gibi gözüküyor. Ama en çarpıcı olan ve başlığa da çıkarttığım şey: CHP hâlen birinci parti olarak gözüküyor. Değil mi?
Ete: Evet. Geçen ayki yayınımızda https://medyascope.tv/2024/06/07/rusen-cakirin-konugu-hatem-ete-chpnin-yukselisi-suruyor-mu-2/ da konuşmuştuk bunu. “CHP şu an birinci parti olarak gözüküyor; ama bununla ilgili net bir kanaate sâhip olmak için birkaç ay üst üste bir trend tâkibi yapmakta fayda var” demiştik. Bu, CHP’yi birinci parti olarak ölçtüğümüz üçüncü ay. Oy oranı ilk ay çok yüksekti, ama son iki ay aynı yerde duruyor. Bu da şunu gösteriyor: 31 Mart seçimlerinde CHP’ye gelen seçmenin epeyce bir kısmı, seçimden sonra kendi doğal adreslerine döndü. Şimdi CHP’de durmaya devam edenler artık CHP’li. Önümüzdeki dönemde bir iki puanlık bir değişim olabilir. Önümüzdeki dönem siyâsetinde, CHP’nin, kararsızlar dağıtılmadan önce %25, kararsızlar dağıtıldıktan sonra da %32-33 bandında bir yerde durmasını beklememizin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Kararsızlar dağıtıldıktan sonra CHP’yi 30’un altında görmemiz daha sürpriz olur.

Ruşen Çakır: Pardon, sözünü kesiyorum, ama şunu çok merak ediyorum, araştırmanızda bununla ilgili şeyler de var: Özgür Özel ısrarla, kendilerinden olmayan, özellikle iktidar partisi seçmenini kazanmaktan bahsediyor. Bunu görebiliyor musunuz gerçekten? Daha önce AK Parti’ye ya da MHP’ye oy vermiş olup, bir süredir tercihlerini CHP’den yana yapan hatırı sayılır bir kesim var mı?
Ete: Seçimlerde gerçekleştiği kadar var. Onun da oranı %1 civârı. Yani yerel seçimlerde iktidardan CHP’ye 400-500 bin civârı bir seçmen gitmişti. Fakat benim anladığım kadarıyla Özgür Özel hesâbını şunun üzerine yapıyor: Muhâlefet kanadında CHP’nin büyüyebileceği bir marj var. O marjın epey bir kısmını elde etti zâten. Yani %10 civârında olan İYİ Parti, bugün %2’ler civârına düşmüş vaziyette. Zafer Partisi seçimlerden önce %5-6’ya yükselmişti, şimdi yine %2’ye düşmüş vaziyette. Türkiye İşçi Partisi %2 civârında. DEM Parti seçmeni, öyle ya da böyle seçim döneminde stratejik bir tercihte bulunsa bile, seçimden sonra yine kendi partisine dönüyor; orada da CHP’ye gidecek sınırlı sayıda bir seçmen var. Belki batıdaki seçmen açısından söylenebilir bu. Dolayısıyla CHP eğer iktidârı hedefliyorsa, iktidar seçmeninden de oy almasına ihtiyaç var. Önümüzdeki dönemde, iktidârdaki siyâset bunalımının, siyâset krizinin de bunu elverişli kıldığını düşünüyor muhtemelen CHP. Özünde doğru ve gerçekçi bir strateji. Zâten muhâlefet alanında belli bir yere geldi, oturdu. 2023 Mayıs seçimleri ile kıyasladığımızda, oy oranını %5-7 civârında artırmış gözüküyor. Kılıçdaroğlu başkanlığında %25’lerde bir CHP’den bahsederken, şimdi %30 ve üzeri bir CHP’den bahsedebiliyoruz. Bu yeterince güçlü bir sıçrama. Ama bunun istikrarlı bir büyüme trendine girebilmesi için, iktidar blokundan da oy almasına ihtiyaç var. Üstelik iktidar kanadında da arayış içerisinde bir seçmen var. O arayış içindeki seçmenin adresi olabilmek için, bu normalleşme süreci, siyâsî söylemlerde değişim, iktidar olma güvenini yansıtacak soğukkanlı, sağduyulu çözüm önerisi getiren formüller, söylemler üzerinden yürüyebilir. O anlamda Özgür Özel’in gözünü diktiği hedef henüz realize olmuş bir mesele değil. Ama potansiyel olarak doğru ve gerçekçi bir hedef diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Bu anlamda araştırmada sorduğunuzda, CHP’nin yerel seçim sonrası performansını beğenenlerin sayısının hayli yüksek olduğu, hattâ iktidar partisi seçmeninde de bayağı yüksek olduğunu tespit etmişsiniz. Yanılıyor muyum?
Ete: Doğru. Biz bu ay iki üç farklı başlık üzerinden bunu ölçtük. “CHP sizce seçimlerden sonraki başarısını sürdürebilecek mi?” “CHP'nin seçimlerden sonraki siyâset performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?” “Önümüzdeki dönemde CHP’nin oy yükselişi devam eder mi?” “Normalleşme siyâsetini nasıl buluyorsunuz?” gibi birkaç farklı eksen üzerinden baktığınız zaman, genel olarak seçmenin, CHP’nin şu andaki eksenini olumlu bulduğu gözüküyor. Olumluluk oranı da CHP’nin oy oranının epey üzerinde. Normalleşme sürecine %50 üzerinde destek var. CHP’nin önümüzdeki dönemde oy oranının artacağına yönelik kanaat epeyce yüksek ve bu, CHP’lilerin dışında da genel kabul gören bir kanaat. CHP’nin seçimlerden sonraki performansını olumlu değerlendirme kanaatleri de yüksek. Bütün bu bulgular, CHP’nin önümüzdeki dönemde bu oy oranını muhâfaza edebileceği ve oy oranını artırma ihtimâlinin de ancak iktidar seçmeninden bir kısım transferle gerçekleşebileceğine dâir tespiti de doğrulayan bir şey.
Benzer bir şekilde, iktidar kanadına baktığımız zaman da onu birlikte değerlendirmek lâzım. Yani bir tarafta, muhâlefetin öncülüğünü, lokomotifliğini üstlenen CHP’ye yönelik böyle bir perspektif varken, iktidar kanadının lokomotifliğini oluşturan AK Parti’ye yönelik olarak da seçimlerden sonra gereken dersleri çıkarmadığı algısı kemikleşiyor artık. Üç aydır üst üste aynı soruyu soruyoruz: Seçmen, AK Parti’nin seçimlerden ders çıkarmadığı kanaatinde. Orada da oranlar neredeyse 60’a 30 civârında. Önümüzdeki dönemde AK Parti’nin oy oranının düşebileceğine yönelik kanaatler bir algı düzeyinde. Elbette bu kanaatlerin somut bir anlamı yok. Bunlar toplumun genel olarak bu partilerin geleceğine nasıl baktıklarını görelim diye sorduğumuz sorular. Oy verme dinamiğinden farklı bir şey bu. Algıyı ölçüyoruz. Ama burada da seçmenin genel kanaati, AK Parti’nin bu bâdireyi atlatamayabilir yönünde. Bu kanaat daha ağırlıklı. 

Ruşen Çakır: Araştırmayı yaptığınız zaman erken seçim meselesi gündemde yoktu, herhalde onun için sormamışsınız. Ama belli ki temmuz ayı araştırmasında kesin soracaksınız. Mâlûm, Özgür Özel erken seçimi “halk isterse” deyip geçiştiriyordu. Ama şimdi vurgulu bir şekilde söylemeye başladı. O kadar ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan kabine toplantısının ardından ve sonra sosyal medya üzerinde yaptığı bir paylaşımla, erken seçimin neden olmayacağını uzun uzun anlatmaya çalıştı. Erken seçim konusu gündeme girdi artık, onu bir daha geri döndürmek mümkün değil. Bu erken seçim konusu, normalleşme- yumuşama meselesini, CHP’nin çizgisini, iktidar seçmeninin CHP’ye ilgisini nasıl etkiler?
Ete: Siyâseten, Özgür Özel’in seçimden sonra hemen erken seçim talep etmemesini gerekçelendirme yolunu daha doğru buluyordum. Yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı olduğunun altını çizip, seçmende de şu anda bir erken seçim talebi olmamasıyla gerekçelendiriyordu bunu. Ama gelen baskılar üzerine, son dönemlerde bunu siyâsal duruştan öte, bir zorunluluğa dönüştüren bir gerekçe kullanmaya başladı: “Zâten Meclis’te oy oranımız erken seçime yetmez” demeye başladı. Bence bu, kendi pozisyonundan bir geri adım anlamına geliyordu. Son açıklamasında da târih verdi. Bugünden bir buçuk yıl sonra, tam Erdoğan’ın iktidar döneminin ortasına gelindiğinde bir erken seçimi gündeme getirebileceğini, ona da yeniden seçilme imkânıyla berâber, reddedemeyeceği bir formül ortaya koyacağını dile getirdi. Bunun ne kadar doğru bir siyâsî hamle olduğunu öngöremiyorum. Şimdiki kanaatim, bunun çok erken dile getirilen bir el açma olduğu yönünde.
Şu nedenle erken bulduğumu ve doğru görmediğimi söylüyorum: Özgür Özel, iktidar seçmeni gözünde de muhâlefet seçmeni gözünde de, erken seçim talep etmeyen bir muhâlefet lideri olarak, daha güçlü, daha gerçekçi, sağduyulu bir pozisyonu savunma imkânı elde ediyordu. Yani muhâlefet kanadında durup iktidârı sıkıştırmanın ötesinde, kamusal faydayı da gözeten daha sağduyulu bir söylemi dillendirmiş oluyordu. Bu, iktidar seçmeni nezdinde de genel kabul gören, Özgür Özel’e kredi veren bir söylemdi. Bunu önce bir zorunlulukla gerekçelendirip, ardından da târih verdiğiniz zaman, önümüzdeki dönemde erken seçimi her gün gündemde tutmak zorunda kalacaksınız anlamına gelir. Yani sürekli bunu dillendirmeye başlayacaksınız, iktidar buna cevap verecek. Erken bir dönemde, sizin sağduyulu siyâset tarzınız zedelenebilir anlamına gelir bu.
Ama öte taraftan, bunun siyâseten kendi toplumsal tabanını mobilize etmesine olumlu bir katkısı olacağı da açık. Bence burada birincisini tercih etmesi daha önemliydi. Kendi tabanının mobilizasyonunu sağlamaktan öte, zaten iknâ ettiği tabanına nasıl yeni seçmen kitleleri kazandırabileceğine yönelik bir rasyonaliteyle hareket ettiğinde, daha stratejik davrandığında, CHP bundan daha kârlı çıkardı diye düşünüyorum. O anlamda, şimdi Erdoğan da net bir şekilde, bu erken seçim talebinin karşısında duran bir pozisyon elde edecek. Fakat “Ne kadar gerçekçi?” sorusu ayrı bir soru. Bir buçuk yıl sonra ülke dinamiği, ekonomik zorluklar, Erdoğan’ın mevcut ekonomi yönetimine yüklediği iyileşme hedefinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve o dönemde yeniden seçilme imkânının bir erken seçimle gelmesine nasıl bakacağını bilmiyoruz. O anlamda ben, “Bir buçuk yıl sonra Türkiye erken seçime gitmez” diyemem, ama CHP açısından bugün bunu gündeme getirmenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Muhtemel kazanımlarının bir kısmını kaybetme riskini doğuran bir söylem diye düşündüm ben bunu.

Ruşen Çakır: Biraz önce iktidar partilerinin durumundan bahsettin. AK Parti ve MHP için söz konusu olan husus, yani Cumhur İttifâkı’nın geleceği meselesi sürekli gündemde. En son Bahçeli yine bir tür rest çekti ve Erdoğan da bunun üzerine çok vurgulu bir şekilde Cumhur İttifâkı’na sâhip çıktı. Bunlar böyle neredeyse 3-4 ayda bir tekrarlanan hususlar oldu. Erdoğan ittifâka sâhip çıkarken, partisinin içerisinde Cumhur İttifâkı’nı istemeyen bir kesim var. Zâten MHP de buna vurgu yapıyor biliyorsun.  MHP’de böyle bir sorun yok. MHP, Cumhur İttifâkı’nda sonuna kadar kalmaktan yana. Bu olay böyle sürüp gidecek mi, yoksa “Cumhur İttifâkı, AKP ve MHP birbirine mecbur” diye mi bakacağız?
Ama tabiî bir de şu var: Sizin bulduğunuz rakamlar, yani 31 Mart yerel seçimi rakamları ve şimdiki rakamlara baktığımız zaman, iktidâra, AKP ve MHP’ye yetmiyor, değil mi? Erdoğan’ın bir şey yapması lâzım. En ideali, tabiî ki kendisini ve MHP’yi güçlendirip oyunu artırmak. Ama şu hâliyle Cumhur İttifâkı, bir iktidar ittifâkı olmaya müsâit bir ittifak değil; ikisi birlikte yetmiyor. Bu, çok net bir şekilde gözüküyor. Hattâ sizin iki ay önceki araştırmanızda CHP, AK Parti ile MHP’nin toplamı kadar oy alıyordu, sonra biraz değişti durum. Şimdi sizin en son araştırmanızda CHP, AK Parti ile MHP’nin toplamından 3-4 puan az oy alıyor gözüküyor. Tek başına ikisiyle mücâdele edebilecek bir parti hâline geldi. Ne diyorsun? Cumhur İttifâkı nasıl kendini yenileyebilir? Dağılır mı? Yoksa böyle bildiğimiz gibi devam mı edecek?
Ete: Birkaç şeye değindin. Bir kere, Cumhur İttifâkı’nın üzerine oturduğu siyâsal eksenin Türkiye’de bir karşılığı kalmadı ya da ciddî ölçüde azaldı. Beka tehdidi ve bu beka tehdidine karşı muhâfazakâr-milliyetçi bir siyâsal söylem üzerinden güvenlikçi politikalarla bu tehdidi bertaraf etme kaygısının toplumsal zemini aşındı. Bence en temel çıkmaz burada. Ontolojik olarak Cumhur İttifâkı’nın tâbi olduğu, öncülük ettiği siyâsal eksenin bir zemini yok artık. Olmadığı halde ısrarla bu zemin sürdürülmek istendiği için bu sıkıntılar yaşanıyor. 31 Mart bunu net olarak ortaya koydu. AK Parti, büyükşehir sosyolojisini kaybediyor. Kendi muhâfazakâr, dindar seçmenini de kaybediyor. Sâdece son bir yılı göz önünde bulundurduğumuz zaman bile, Mayıs seçimlerden bu yana, ikisinin toplamında 12-13 puanlık bir oy kaybı var. Bu siyâsal eksen değişimine eşlik eden idârî performans eksikliği var. Siz, bir siyâsal ekseni, toplumun siyâsal taleplerini gözetmeden, güçlü, sert bir siyâsal iktidar kurgusuna yaslanabilirsiniz, ama bu durumda da güçlü bir performans ortaya koymanız lâzım. Yani milletin ekonomik beklentilerini karşılamanız lâzım; normal gündelik yaşamını iyileştirecek, kaygılarını, şikâyetlerini giderecek bir idârî performans ortaya koymanız lâzım. Bu mevcut hâliyle başkanlık sistemi bu idârî performansı da sağlayamıyor. Bu ikisi de gerçekleşmediği için hem siyâsî hem idârî bir kriz içerisinde olduğu için bu sorun çözülmüyor. Ya AK Parti siyâsetini değiştirecek… siyâsetini değiştirdiği zaman da bunun temel dinamiği, MHP ile ya yeni bir siyâset konusunda uzlaşma sağlaması ya da MHP’yi yedeklemesi gerekiyor. Görebildiğimiz kadarıyla MHP, yeni bir siyâset tarzı konusunda uzlaşmaya, istişâreye, müzâkereye de kapalı gözüküyor, eski düzen olduğu gibi devam etsin istiyor. Ama bunun Erdoğan’ın krizine çâre olmadığını gördükçe de sürekli rahatsızlığını gösterip, henüz Erdoğan bir şey yapmasa bile erkenden ön almaya çalışıyor.
Hatırlarsanız, mayıs ayında çok ciddî krizler yaşandı. Hattâ kendi ittifaklarına ve partisine yönelik İçişleri Bakanlığı kaynaklı bir darbe teşebbüsünün olduğunu dile getirdi. Erdoğan’ın 11 gün içerisinde iki defa Bahçeli’yle görüşmesi ve Ali Yerlikaya’nın doğrudan gidip Bahçeli’ye kendisini anlatmasıyla bu kriz atlatıldı. Haziran ayında daha büyük bir kriz meydana geldi. Bu sefer, Erdoğan’ın, bir taraftan Sinan Ateş’in eşiyle görüşmüş olması, bir taraftan da CHP Genel Merkezi’ni ziyâret ederek normalleşme sürecinin artık biraz daha rayına gireceği mesajını vermesiyle, Bahçeli, Cumhur İttifâkı kurulduğundan beri en sert yazılı açıklamayı yaptı; bir taraftan sitem, bir taraftan tehdit, bir taraftan korkutmayı içeren muğlak bir açıklamayla diş gösterdi. Hemen bunun sonucunda, önce AK Parti Genel Merkezi, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, normalleşme sürecinden öte, Cumhur İttifâkı’nın eksenini sürdürebileceklerinin altını çizme gereği hissettiler. Şimdi bu durdurulmuş gözüküyor.
Önümüzdeki dönemde, 31 Mart’tan bu yana her ay yaşanan krizleri göz önünde bulunduracaksak, bu yüksek iyi niyet ve kararlılık beyanlarına rağmen, yeni krizlerin de doğabileceği beklememiz lâzım. Çünkü burada eşyânın doğasına aykırı bir ittifak yürüyor demek. İkisinin de gelecek beklentilerine ve mevcut durumuna uymayan bir ittifak, ısrarla, bir mecbûriyet ilişkisi üzerinden sürdürülüyor. Ama bir taraftan, bence çok kritik bir eşik de aşılmış oldu. Bahçeli rest çektiğinde, Erdoğan’ın gidecek başka bir yeri olmadığını görmüş oldu. Erdoğan da Bahçeli’yi dikkate almayan normalleşme süreçlerinin, mevcut ittifâkını zarâra sokacağını müşâhede etmiş oldu. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde Erdoğan biraz daha hassas hareket edecek demektir.
Bu çerçevede, eğer dışarıdan net müdâhaleler olmazsa, beklenmedik krizler olmazsa, şu anda ikisinin uzlaştığı ana eksenin, en azından önümüzdeki 1,5 yıl boyunca Cumhur İttifâkı ile daha tahkim edilmiş bir şekilde yola devam karârı vermiş olduklarını gözlemliyorum. Bu, Sinan Ateş Dâvâsı’nın muhtemel sonucunu da etkileyecek, normalleşme sürecinin âkıbetini de etkileyecek. Ama bir taraftan da, AK Parti’nin seçimlerden ders çıkarma beklentisinin de gerçekleşmeyeceği anlamına gelecek bu. Erdoğan, Cumhur İttifâkı’na bir alternatif üretemediğini görmüş oldu, dolayısıyla ittifak eksenine tâbi olacak. İttifak eksenine tâbi olduğunda da önümüzdeki 1,5 yıllık süre boyunca AK Parti’nin gereken dersleri çıkarmadığı algısı daha da güçlenecek. Bu da oy geçişini daha fazla hızlandıracak. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifâkı, aslında kendisini ilginç bir çıkmaza sokmuş durumda. 

Ruşen Çakır: Şimdi seni dinlerken tekrar aklıma geldi. Sen İslâmî hareketin içerisinden geliyorsun. Ben de İslâmî hareketi dışarıdan izlemeye çalışan birisiyim. İslâmcılığın Türkiye’de milliyetçilerle ilişkisi kimi zaman kavga ederek kimi zaman barışarak yürür. Ama benim bildiğim, her iki taraf da birbirine yukarıdan bakar, birbirini küçümser. Bunu 91’de Refah Partisi ile kurulan ittifakta Anadolu’da gezdiğimde görmüştüm. Refahçılar onlara –o zamanki adı Milliyetçi Çalışma Partisi’ydi– hep küçümseyerek bakarlardı. Cumhur İttifâkı kurulduğu zaman da Bahçeli’yi, “Erdoğan’ın koltuk değneği” olarak târif edenler çok olmuştu.
Ama şu son döneme baktığım zaman, Millî Görüş’ten gelmiş Erdoğan gibi bir siyâsetçinin, Türkiye’de ülkücü harekete bu kadar tâbi olması beni açıkçası çok şaşırtıyor. Meselâ bugün yaşanan, futbolcu Merih Demiral’ın bozkurt işâreti ve buna gösterilen tepkiler... Devlet Bahçeli’yi anlıyorum tabiî; onun sembolü bu. Ama Ömer Çelik’e ne oluyor? Sussa, hiç kimse “Niye sustun?” demeyecek, öyle değil mi? Spor Bakanı’nın sosyal medya paylaşımını gördüm. Büyük bir coşkuyla paylaşıyor. Gerçekten bu beni çok şaşırtıyor. Şu anlamda şaşırtıyor: Târihsel süreç içerisinde baktığım zaman, gelinen noktada baskın olan MHP, özellikle onun ideolojisi. Abartmıyorum değil mi?
Ete: Doğru. AK Parti bence iki şeyden vazgeçerek kendisini buna mahkûm etti. Bir: Kendi siyâsal önceliklerinden, kendi Türkiye tasavvurundan iktidar adına vazgeçti. Bu hareket kurulurken, Türkiye’ye vaat ettiği, temsil ettiği toplumsal kesimlere ne adına öncülük ettiğine dâir o siyâsal tasavvuru son dönemlerde, iktidârını korumak, kaybetmemek adına bu tasavvurlardan ödün vermek zorunda kalıyor AK Parti. Dolayısıyla bugün hem AK Parti seçmeni açısından hem genel toplumsal kesimler açısından, “AK Parti Türkiye’de neyi temsil ediyor?” sorusunun bir cevâbı yok. Hangi toplumsal kesimleri temsil ettiğine yönelik bir cevâbımız var. Bir seçmen kesimi var. O seçmen kesiminin siyâsal hedefleri, öncelikleri, talepleri, idealleri var. Ama “AK Parti, parti olarak da mevcut iktidar olarak da topluma ne vaat ediyor? Bu toplumsal kesimlerin hangi taleplerinin sözcülüğünü ve taşıyıcılığını yapıyor?” meselesiyle ilgili 5 madde sayamayız. Tamâmen, gündelik işlerin yürütülmesi, günübirlik krizlerin bertaraf edilmesi ve iktidârın sürdürülmesiyle ilişkili günübirlik bir iktidar vizyonu var artık.
Bununla ilişkili ikinci bir mesele, geleceğe dâir bir tasavvuru yok. Cumhur İttifâkı kurulduğu zaman da geleceğe yönelik bir tasavvur ile kurulmamıştı. Mevcut, sıcak, yakıcı tehditlere cevap vermek üzerine kurulan bir ittifaktı. Hem bireysel, hem ülke ile ilgili. Hatırlarsan, o dönemde, 2015-16’da hem Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin kişisel olarak tehdit algıları yüksekti hem de ülkenin karşılaştığı ciddî iç ve dış tehditler kavrayışı üzerinden bir iktidar kurulmuştu. Dolayısıyla ilk günden bir gelecek tasavvuru da yok bu iktidar dinamiğinin.
İkincisi, mesele bir güvenlik tehdidi ve o güvenlik tehdidini bertaraf etmek üzere kurulunca, doğal olarak MHP’nin ideolojisi, hayalleri, tahayyülü daha fazla ön plana çıktı. İktidar da bunun etrâfına, arkasına dizildi ve bugün dediğin tablo ortaya çıktı. Önümüzdeki dönemde de temel krizin bu olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Kendi temsil kaynağından, kendi temsil gerekçesinden kopup, gelecek tahayyülünü hatırlamadığı müddetçe, tekrar bir gelecek tahayyülü inşâ etmediği müddetçe, iktidar açısından günübirlik ihtiyaçlar belirleyici olmaya devam edecek. Bu günübirlik ihtiyaçlar da MHP’nin rızâsını almak, MHP’yi küstürmemek, MHP’yi kaygılandırmamak üzerine binâ edildiği için, temel fotoğrafını belirleyen dinamik bu oluyor. MHP’yi tatmin etmek üzere, MHP’yi ürkütmemek için gösterilen jestler, üretilen söylemler, yürütülen politikalar belirleyici oluyor. Ama bunun AK Parti’nin krizine çözüm olmadığı ortada. Şu anda MHP’nin hassâsiyeti yüksek olduğu için bunlar ön plana çıkıyor, ama eninde sonunda AK Parti bu bâdireden çıkacaksa, siyâset yapmak zorunda. O siyâset de, “Neyi temsil ediyor?” ve “Türkiye’yi nereye taşımayı düşünüyor?” sorularına cevap vermekle yapılacak. Bu iki sorunun cevâbını vermediği müddetçe, biz, MHP’nin belirlediği bir ihtiyaç ve mecbûriyet ilişkisiyle yürütülen zayıf bir iktidar kompozisyonu görmeye devam edeceğiz muhtemelen.

Ruşen Çakır: Diğer partilere biraz değinelim istiyorum. Açıkçası çok büyük bir değişiklik gözükmüyor. Sıralama, CHP birinci, AK Parti ikinci, DEM Parti üçüncü, MHP dördüncü, Yeniden Refah beşinci diye gidiyor. En çarpıcı olan ve şaşırtmayan olay, kararsızlar dağıtılmadan İYİ Parti’yi %2’nin altında bulmuşsunuz ve Zafer Partisi’nin gerisinde. Bir önceki araştırmada Zafer Partisi’nin çok az üzerindeymiş, şimdi Zafer Partisi’nin net bir şekilde gerisine düşmüş bir İYİ Parti var. Meral Akşener’in Erdoğan’la görüşmesi, istifâlar, en son Koray Aydın’ın istifâsı derken, İYİ Parti artık iyice eriyor. Yavuz Ağıralioğlu’nun da parti kuracağı netleşti. Herhalde eylül-ekim gibi o da partiyi kurar. İYİ Parti bayağı siliniyor o zaman. Bir ara %10’ların üzerinde oy alacağı varsayılıyordu — ki hep %10 civârında oy aldı. Şimdi %2’yi almakta bile zorlandığını ya da %2’nin biraz üzerine çıkabileceğini söylüyorsunuz. Bu gidişle herhalde onu da koruyamayabilir. 
Ete: Önce bir genel tabloyu söyleyeyim, sonra İYİ Parti’ye geleyim. Bence, 31 Mart, Türkiye parti sistemi açısından çok radikal bir kırılmaya yol açtı. Son 3 aydır da bunu genel seçim tercihlerinde de test ediyoruz ve artık bir trende dönüştü bu. AK Parti’nin siyâseti domine ettiği 22 yıl boyunca, siyâsetin birinci partisi AK Parti’ydi. Bu sâdece birinci parti, ikinci parti meselesi değil, açık ara birinci parti olma hâliydi. Kendisinden sonraki iki partinin toplamı kadar oy oranına sâhip bir AK Parti’den bahsedebiliyorduk. Hatırlarsan, 2023 Mayıs seçimlerinde, %50’lerden %30’lara düşen oy kaybına rağmen, AK Parti, yine de kendisinden sonraki iki partinin toplamı kadar bir oya sâhipti. Bu son 3 ayki ölçümlerimiz, eğer önümüzdeki dönemde siyâsetin muhtemel dinamiklerine bakıp geleceği öngörürsek, bu, radikal bir şekilde değişmiş gözüküyor. Artık Türkiye parti sisteminde, birbirine paralel çizgide ilerleyen iki tâne parti var. CHP, son üç aydır birinci parti olarak çıkıyor. Aralarında 2-3 puanlık bir fark olduğu için, önümüzdeki dönemlerde bâzı aylarda, CHP’nin ikinci partiye düşüp, AK Parti’nin birinci parti hâline geldiğini de görebiliriz. Ama bu, durumu değiştirmeyecek. Artık açık ara bir partinin belirlediği, diğer partilerin çok arkasında yer aldığı bir parti dizilimi yok. Birbirinin nefeslerini enselerinde hisseden, kıran kırana birincilik yarışının yer aldığı iki tâne parti var bir kere. Bu iki parti, önümüzdeki dönemde siyâsal söylemi, siyâsal gelişmeleri şekillendirecek gibi gözüküyor.
İkincisi, bu iki partiyi birinci parti statüsüne alırsak, ikinci dizilim bu partilerin epey altında bir yerde belirleniyor. Baraj hattında %7 civârında bir yarış içerisinde olan üç tâne parti var: Yeniden Refah, DEM Parti ve MHP. Bunlar arasında yeri en rahat konumda gözüken DEM Parti. Ama MHP ve Yeniden Refah, zaman zaman bu %7’lik dilimin üst sınırında, zaman zaman altına düşen bir yerde izliyorlar. Bu da ikinci basamağı teşkil ediyor. Orada da üç partilik bir yarış var.
Bir de, bunun oldukça altında, %2-3 bandında, bahsettiğim diğer partiler var: Zafer Partisi, İYİ Parti, Türkiye İşçi Partisi bu bantta yer alıyor. Önce bu parti piramidini bir netleştirmiş olalım. Bu, Türkiye için yeni bir şey. Önümüzdeki dönemde siyâsal dili, siyâsal tartışmaları ve tartışmaların içeriğini de şekillendirecek bir şey. CHP, seçimlerden sonra siyâsî gündemi belirliyor. Biz seçimlerden önce, Millet İttifâkı içindeki tartışmaları kaşıyan bir iktidar kompozisyonu görürken, şimdi, muhâlefetin söylemlerinin Cumhur İttifâkı’nın içini karıştırdığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Eski dönemlerde, iktidârın belirlediği siyâsal meşrûiyet alanını dikkate alan, bunun dışına çıkmakta zorlanan bir muhâlefet görürken, şimdi, özgüvenle kendi siyâsal meşrûiyet alanını inşâ eden bir muhâlefet görüyoruz. Bunun temel gerekçesi bu. Artık parti sisteminde AK Parti’nin belirleyici olduğu bir dinamiğin yerini, AK Parti ile CHP’nin kıran kırana mücâdele ettiği yeni bir parti sistemine bırakmış olması bunda etkili oluyor diye düşünüyorum.
İYİ Parti meselesine gelince: Bence, 31 Mart’tan sonra genel olarak MHP içindeki tartışmaları da buna katmamız lâzım. Sinan Ateş Dâvâsı, Cumhur İttifâkı’ndaki kararlılıkla, MHP’nin ittifak içindeki gücü dolayısıyla kamuoyunun beklediği gibi sonuçlanmasa bile, uzunca bir dönem MHP’nin kimyasını, MHP’nin toplumsal algısını, milliyetçi câmianın içindeki hareketliliği besleyecek ana dâvâlardan biri olmaya devam edecek. Bu çerçevede de Özgür Özel’in bu kadar fazla bu işe müdâhil olması, MHP’nin iç gerilimlerinin görünür olmasını sağlamak ve MHP ile AK Parti arasındaki iletişimi, uyumu bozmak adına, kendisi açısından doğru bir hamle diye düşünüyorum. Siyâseten etkili bir hamle. Bütün bunları berâber düşündüğümüz zaman, MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve kurulacak yeni milliyetçi partiler üzerinden, bu dönemde en fazla hareketli olacak alan, bu milliyetçi alandaki partiler. Orada taşlar henüz yerine oturmadı. İYİ Parti de önümüzdeki dönemde birkaç puan oy oranını yükseltebilir. Son dönemde mülteci meselesinin çok fazla ön plana çıkması, önümüzdeki ay Zafer Partisi’nin biraz daha fazla ön plana çıkmasıyla sonuçlanabilir.

Ruşen Çakır: O konuyu sormak istiyorum, istersen oradan devam edelim. Bu tür olaylar aslında riskli. Meselâ Kayseri olayında çok şaşırtıcı bir şey oldu. En azından ben şaşırdım. Önce 40 küsur kişi gözaltına alındı. Kamera kayıtları izlendikten sonra 400'ün üzerinde insan gözaltına alındı Kayseri’de. Bu çok büyük bir rakam. İlk andan îtibâren, İçişleri Bakanlığı ve daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net açıklamalar yaptılar ve daha baştan, engellemek konusunda çok net bir duruş sergilediler. Kayseri, AK Parti’nin en çok oy aldığı yerlerden birisi. Kendi seçmeninin de olma ihtimâli olan bir yerde bunu yapabildi AK Parti. Bu olayların devam etmesi hâlinde –ki bu potansiyel var–, özellikle Zafer Partisi hakîkaten güçlenir mi? Bunlar çok riskli olaylar olduğu için belki de başarısız olur.
Bu arada, gördüğüm kadarıyla İYİ Parti de, Yavuz Ağıralioğlu da, Muharrem İnce de bu konuda, “Tamam, yaptılar ama, sor bakalım niye yaptılar?” tavrındalar. Orada linçte bulunanlara karşı anlayışlı yaklaşıyorlar. Zafer Partisi –orada bir pasta varsa– pastadan tek başına istifâde edemeyebilir. Başkaları da oraya göz dikiyor. Ne diyorsun? Bu olayların tırmanması durumunda gerçekten güçlenir mi bu partiler? Yoksa tam tersine kriminalize mi olurlar?
Ete: İkisi de mümkün. Sorun çok doğru bir şeyi îmâ ediyor. Seçimlerden önce de bunu ölçtük. Zafer Partisi’nin bir marjı var. Daha doğrusu, mülteci meselesi üzerindeki söylemlerin oy tercihine etkisiyle ilgili olarak, mülteci meselesine yönelik duruşu önemseyen belli bir kitle var Türkiye’de. Eğer Zafer Partisi tamâmen bunun üzerinden temâyüz edecekse, diyelim ki %2-3-4’lük bir kitle bundan etkileniyor. Ben, temel belirleyici olan dinamiğin bu olacağını zannetmiyorum. Dediğin çok doğru. Önümüzdeki dönem siyâsetin psikolojisini, siyâsetin iklimini belirleme misyonu üstlenmiş olan iki tâne parti var: AK Parti ve CHP. Bu meselede, siyâsal söylemin eksenini bu iki parti belirlerse, bu iki partinin dışında, çok radikal söylemlerin, üstelik sokak çatışmaları, sokak gösterileri, can kayıpları, toplumsal barışı zedeleyici bir şeyin korkunun, endîşenin kamuoyuna yansımasıyla sonuçlanacaksa, burada sağduyulu davranmayan liderler kriminalleşebilirler. O anlamda, ilk günkü sert açıklamanın sonrasında, ikinci gün olaylar Türkiye’nin farklı yerlerine dağıldığında, Ümit Özdağ da daha sağduyulu bir mesaj verme ihtiyâcı hissetti. Çünkü bu aynı zamanda çok riskli bir kumar. Bir yere kadar mülteci meselesi üzerinden bir siyâsal pozisyon elde etmek kolay. Ama o saatten sonra bu bir asâyiş sorununa döndüğünde, toplumsal barışı zedeleyen bir iklime döndüğünde, geniş kamuoyu kesimleri nezdinde doğrudan bir ulusal güvenlik tehdidine de dönüşebilirsiniz. O anlamda, yaptığın uyarı doğru bir uyarı. Bu illâki Zafer Partisi’ne çok büyük bir kazanım sağlamayabilir.
Ben şunu kastediyordum: İYİ Parti, MHP, Zafer Partisi ve kurulacak yeni siyâsî partiler arasında, pastanın nasıl dağılacağıyla ilgili bir muğlaklık, önümüzdeki dönem bir süre daha devam edecek. Mülteci krizi bunu kısmen etkileyebilir, ama taşlar yine de tam olarak yerine oturmayacak. Buradan, doğrudan Zafer Partisi’ne mutlaka bir yükseliş gidebilir diye düşünmüyorum. Toplum, burada fırsatçılık adına, toplumsal barışı zedeleyecek bir yola girdiğini düşünürse, tam tersine bir sonuç ortaya çıkabilir.
İktidarla ilgili söylediklerinle ilgili de bir iki şey söylemek istiyorum: Bence iktidar bu meseleye yönelik sert davranıyor, ama süreci doğru yönetmiyor. Bu meselede süreci doğru yönetmenin iki üç farklı etabı var. Toplumun buna yönelik reaksiyonunu gözeten, bu reaksiyonu görmezden gelmeden yönetmeyi ön plana alan bir politikaya, söyleme ihtiyaç var. Erdoğan’ın ve İçişleri Bakanı’nın bu meseleye yönelik ilk açıklaması muhâlefeti eleştirmek, muhâlefeti suçlu göstermek üzerine kuruluydu. Bu, bir siyâsî parti söylemi olarak kendi tabanın nezdinde işlevsel olabilir; ama bir iktidar partisi olarak yönettiğin ülkenin toplumu nezdinde doğru bir pozisyon değil. Size düşen, bu meseleyi nasıl yöneteceğinize dâir gerçekçi ve toplumu teskin eden bir program ön plana koymuş olmanız.
İkincisi, olaylara müdâhale etme tarzında da bence iktidârın 22 yıllık tecrübesine yakışmayan bir amatörlükle hareket edildi. AK Parti iktidârında, bu olayların ilk gece bu kadar büyümesini engelleyecek toplumsal olayları yönetme tecrübesi var. O gün, belli ki mesele mülteci meselesi olduğu için, mülteci karşıtlığına yönelik toplumsal hassâsiyetlere, bir iktidârın ya da güvenlik ve asâyişten sorumlu mülkî âmirin gözetmesi gereken sınırın dışında bir müsâmaha gösterilmiş görünüyor. Olaylar büyüdükten sonra bu olaylara verilen tepkilerin sertliği açısından dediğin şey doğru, ama olayları engelleme bağlamında, proaktif, net, hızlı bir şey de gösterilmemiş. Önümüzdeki dönemde de buna benzer olaylar yaşayacaksak, bu ikisinin beraber ilerlemesi lâzım. Hem toplumu teskin edecek bir politikanın ve söylemin geliştirilmesi lâzım. Bugüne kadar süreci idâre etmeye yönelik politikanın işlemediği görünüyor. Bunu gözeten, bunu teskin etmeye yönelik, ama bir çözümü de öne süren yeni söyleme ve siyâsete ihtiyaç var. Muhtemel toplumsal olaylar olup bittikten sonra asâyişi, güvenliği artırmak yerine, bunları engellemeye yönelik net bir toplumsal tutum takınmak ve bir güvenlik politikasına geçmek lâzım diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağ ol. Anladığım kadarıyla temmuz ayında erken seçimi ve Suriye ile yakınlaşma ihtimâlini konuşacaksınız. Bunu bu sefer konuşmayalım. Bu konu bayağı bir pişeceğe benziyor. Zâten Suriye’den gelen bayrak yakma görüntüleri de bayağı etkili oldu biliyorsun. Önümüzdeki günlerde bu epeyce konuşulacak. Siz de herhalde bu ayki araştırmanızda bu konuları konuşacaksınız.
Sonuç olarak şöyle toparlıyoruz: CHP’nin birinciliği sürüyor. AK Parti kendi krizini aşabilmiş değil. Milliyetçi partilerin arasında tam bir paylaşım savaşı yaşanmaya devam edecek. DEM Parti nispeten rahat, en azından baraj sorunu yok. Şu hâliyle CHP’nin yaptığını takdir edenlerin sayısı yüksek. AK Parti’nin ders çıkartamadığını düşünenlerin sayısı 31 Mart’takinden yüksek. Doğru, değil mi?
Ete: Evet, doğru.

Ruşen Çakır: O zaman ağustos başında temmuz ayı araştırmanızın bulgularını konuşacağız. Çok teşekkürler Hatem.
Ete: Ben teşekkür ederim. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: PANORAMATR’nin Haziran araştırmasını, direktörü Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı