Hasan Cemal’in “Barışa Emanet Olun” başlıklı yeni kitabını okuyorum. Aslında kendisinin sıkı bir takipçisi olduğum için kitapta yer alan mülakat, izlenim ve görüşlerin büyük bir çoğunluğunu daha önce okumuş veya kendisinden dinlemiştim. Ama kitap bambaşka bir şeydir ve açıkçası Hasan Cemal bunu çok iyi bilir. Kendisi “Tank Sesiyle Uyanmak” adlı ilk çalışmasından beri biz gazetecilere kitap yazma konusunda da kılavuzluk etmektedir. Cemal’in son kitabı “Kürt Sorununa Yeni Bakış” altbaşlığını taşıyor. “Yeni” sıfatı çok cazip ama aynı zamanda çok da tehlikelidir. “Yeni” bir bakış açısı sunma iddiası hiç kuşkusuz okuyucuyu daha çok çeker ama alıp okuduğunda kendince “yeni” bir şey görmediğinde kandırılmış olduğunu düşünür ve o andan itibaren gerek o yazarın, gerek diğerlerinin “yeni” olma iddialarına kuşkuyla yaklaşır.
Henüz kitabı bitirmiş değilim, sindire sindire okumaya çalışıyorum ama işte bu “yeni bakış” iddiası, daha okumayı bitirmeden bu kitap hakkında yazmaya itti beni. Soru çok basit: Hasan Cemal yeni kitabında yeni bir bakış açısı sunuyor mu sahiden? Benim cevabım da çok basit olacak: Hem de nasıl!
Peki nedir yeni olan? Bu soruyu, “Barışa Emanet Olun”u, yine Cemal’in 2003’te basılan “Kürtler” kitabıyla karşılaştırarak verebiliriz. Çıkar çıkmaz çok satanlar listesine giren “Kürtler”in “Kürt realitesini tanıma” tartışmalarının sona ermesinde büyük katkısı olduğu yadsınamaz. “Barışa Emanet Olun” ise “Kürt realitesi” ile iç içe geçmiş bir başka realitenin, “Kürt siyasi hareketi realitesi”nin, diğer bir deyişle “PKK realitesi”nin altını kalın çizgilerle çiziyor. Kuşkusuz “Kürt sorunu” ile “PKK sorunu”nun iç içe geçmiş olduğu tespiti “yeni” değildir. Yeni olan, Hasan Cemal gibi saygın isimlerin, “öncelik Kürt sorununa verilmeli. Kürt sorunu çözülürse PKK’nın varlık nedeni de ortadan kalkar” şeklinde hızla özetleyebileceğimiz, ülke gerçekleriyle pek de bağdaşmayan, o naif yaklaşımı sonunda terk etmeye başlamalarıdır. Eğer bu ülkenin onca zamanı, enerjisi, kaynakları ve insanları Kürt realitesini tanımama inadından dolayı kaybedilmişse, son yıllarımızın da Kürt siyasi hareketi realitesiyle yüzleşmekten kaçma ısrarı nedeniyle tüketilmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Zorla mı, iknayla mı?
Son günlerde Kürt sorununun ana ekseninde “PKK realitesi”ni tanıyıp tanımama tartışmasının yattığını görüyoruz. Sırtını devletin bir kısmına dayamış olan bazıları, PKK’yı baypas ederek, hatta daha ileri gidip onu zorla tasfiyeye yönelerek Kürt sorununun çözülebileceğinde ısrar ediyorlar.
Dalga dalga gelen KCK operasyonları, bu operasyonları eleştirmeye çalışanlara yönelik, geçmişte TSK’nın andıçlarına taş çıkartacak psikolojik harekat faaliyetleri bu yaklaşımın tezahürleri ki Hasan Cemal ve onun gibi düşünenlerin de bu (nafile) itibarsızlaştırma çabalarının hedefi olması şaşırtıcı değil.
Diğer tarafta devletin bir başka kısmının da desteklediği, sorunu “zorla” değil “ikna” ile yani müzakerelerle çözme yaklaşımı var. Hatırlanacaktır, 12 Eylül referandumu öncesi devletin Öcalan’la sistemli bir şekilde görüştüğü ortaya çıkmış ama başta MHP olmak üzere muhalefetin onca gayretine rağmen AKP sandıkta seçmen tarafından cezalandırılmamıştı.
Geçenlerde ortaya çıkan PKK-MİT görüşme tutanaklarının da kıyamet koparmamış olması, sanıldığının aksine “müzakereci” yaklaşımın kamuoyunu çok da rahatsız etmediğini bir kez daha göstermiş oldu. Herhalde devlet içindeki “şahin” kanadın bu kadar öfkeli olmasının bir nedeni de kamuoyunun yöneliminin bu şekilde belirginleşmesidir.
Tekrar Hasan Cemal’e ve son kitabına dönecek olursak: Hasan Cemal, kendi konumundaki bir gazeteci için hayli riskli ve meşakketli bir tercih yapıyor. “PKK realitesi” ile Güneydoğu’da ve Kandil’de yüzleşip izlenimlerini bizlerle paylaşıyor. Eğer kamuoyu, barışın ancak diyalog yoluyla gelebileceğine eskisine göre daha fazla inanıyorsa bunda Cemal ve onun gibi gazetecilerle aydınların rolü son derece önemlidir.
Sonuç olarak: Tebrikler ve teşekkürler Hasan Cemal.