Haftaya Bakış (271): İsrail'in İran saldırısı, 19 Mart, çözüm süreci ve anayasa sürecinde son durum

13.06.2025 medyascope.tv

13 Haziran 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la birlikte haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Tabii ki en önemli olay İsrail'in İran’a yönelik ‘’Yükselen Aslan’’ olarak çevrilen operasyonu. Çok geniş çaplı bir operasyon. Çok sayıda üst düzey askerin ve nükleer konuda çalışan bilim insanının öldüğü açıklandı, sivil kayıplar da var ve İran'ın bu saldırıya cevap vermesi bekleniyor. Trump İsrail'e destek verdi ve İran'a, “Artık son şansınız. Ya masaya oturursunuz” dedi. Aslında İran masaya oturmuştu ve ABD ile görüşmeler sürüyordu. İsrail buna rağmen bu operasyonu yaptı. Şimdi bölgedeki dengelerin iyice değişeceği yeni bir döneme girdik. Aslında Hamas saldırısıyla başlayan altüst oluşların bir devamı gibi. Bu operasyon Türkiye'yi çok fazla ilgilendiren bir husus. Zaten önce Ömer Çelik, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve en sonra Devlet Bahçeli çok net pozisyonlar aldılar. Devlet Bahçeli açıklamalarıyla olayı bir tür ‘’İsrail zorla durdurulmalı’’ya getirdi, ama kim durduracak? Yani Türkiye mi yapacak? Böyle bir güç yok. Ortaya söylenmiş bir laf, ama söylenebilecek en açık ve net şeyi de söylemiş oldu.
Kemal Can: Tabii orada biraz Trump'ı işaret ediyor.

Ruşen Çakır: Evet ama Trump'ın İsrail'e zor kullanması diye bir şey olmaz. Mesela Trump'ın, CNN’in üst düzey kıdemli bir gazetecisiyle yaptığı telefon konuşmasını okudum. Trump çok net bir şekilde, “Tabii ki İsrail'i destekledik. Başka bir şey söz konusu olamaz” diye açık açık söylüyor. Aslında biz ‘’Transatlantik’’ yayınlarımızda bunu tartışıyoruz biliyorsun. Trump İsrail'in bu tavrından rahatsızdı; “bırakın ben bu nükleeri halledeyim” diyordu. Ama Netanyahu, Trump'a rağmen, ABD'deki İsrail desteğinin çok güçlü olduğunu bildiği için bunu göze aldı ve sonuçta Trump da buna uymuş gözüküyor.
Devlet Bahçeli'nin sözlerindeki en önemli hususlardan birisi, “Nihai hedef Türkiye” lafı. Bu, çok şey söylüyor aslında. Bir anlamda, bizim ‘’Terörsüz Türkiye ‘’ya da çözüm süreciyle de bir şekilde alâkalı bir husus. Onu da konuşalım, ama bir de şöyle bir şey var. Benim İran'a özel bir ilgim var biliyorsun, çok gittim. Sami Oğuz'la beraber Hatemi’nin İran’ı kitabını yazdık. Çok sevdiğim bir ülke İran. Devrimi de olabildiğince yakından izlemeye çalıştım. Aslında İran’da rejim büyük ölçüde tükenmiş durumda, ama varlığını hâlâ sürdürüyor. Şimdi birçok kaynaktan bakıyorum, İran halkının rahatsızlığı öyle çok da yüksek değil. Ülkeye böyle büyük bir saldırı yapılıyor, zaten tamamen İsrail karşıtı resmi bir söylem var, normalde ortalığın yıkılması lazım. Küçük birtakım gösteriler oluyor ama birçok kişinin, özellikle üst düzey subayların öldürülmesinden, rejimin doğrudan hedef alınıyor olmasından çok da rahatsız olmadığı söyleniyor. Önümüzdeki süreçte olay, İran'ın nükleer gücünü yok etmenin ötesinde bir şeye dönüşebilir pekâlâ. Yani İran'da rejim değişikliğine doğru da gelişebilir. Ne diyorsun?
Kemal Can: Hamas’ın İsrail’e saldırısı Ekim 2023'te olmuştu. Onun biraz öncesindeki gelişmeleri de beraber düşünürsek, yaklaşık 2 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Şimdi bu süreçte iki tane dikkat çekici nokta var: Bir tanesi, neredeyse adım adım, her bir aşaması öngörüldüğü ya da tahmin edildiği gibi yahut da endişe edildiği gibi gerçekleşen, bir tür, kendini gerçekleştiren kehanet gibi ilerleyen bir doğrusal hat var. İsrail, Suriye'den başlayarak, daha sonra İran'ın bütün vekil unsurlarını, yani Lübnan, Hizbullah ve Suriye'deki varlığını, İran'ın nüfuzunu da neredeyse tamamen devreden çıkartarak İran'ı sıkıştıran, İran'ı büyük bir kuşatma altına alan, aslında Ortadoğu'da kendi karşısında yer alan ve şimdiye kadar gücü biraz abartılan bütün unsurların da ne kadar etkisiz olabileceğini ya da onlara müdahale ettiğinde nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gösteren bir performans sergiliyor. Daha önce Hizbullah'a çağrı cihazları üzerinden yapılan yarı teknolojik saldırı, yine, Suriye'nin bir bölgesini de işgal edip Golan civarını neredeyse tamamen nüfuz alanı hâline getirmesi ve Suriye'deki süreci belirleyen aktörlerden biri hâline gelmesi. Yine o direniş ekseni denilen unsurların hepsinde teker teker, ama senin söylediğin gibi, öncelikli olarak komuta kademesini hedef alarak Hamas'a da, Hizbullah'a da aynı şeyi yapması. Şimdi İran'ı da aynı şekilde sıkıştırıyor, hatta daha önce de İran'da da aynı şeyi yaptı. Suriye süreci de öyle başlamıştı. Yani neredeyse böyle aşama aşama giden bir taraf var. Ama Trump’ın zaman zaman Netanyahu'ya açık ya da bazen kapalı uyarılarda bulunduğu, biraz daha suhuletle davranmasını istediği gibi bilgilerle kamuoyuna yansıyan bir başka bir taraf var. Bir başka tarafında ise, İsrail'in tarihi bir fırsat yakaladığını, ki aslında bu bütün dünyada geçerli olan bir konjonktür. Hem uluslararası ilişkilerde, hem ülkelerin kendi içinde, keyfî, otokratik liderlerin güce dayalı olarak istediklerini kolayca yapabildiği ve güçlerinin karşısında herhangi bir şeyin olmadığını göstererek, yapabileceklerinin de sınırsız olduğunu hissettikleri ve hissettirdikleri bir dönem yaşıyoruz.
Sen biraz önce, “Bahçeli, ‘biri zorla İsrail'i durdursun’ diyor. Ama o kim olacak?” dedin. Tam da bu fikir. Yani Netanyahu'nun ya da dünyada pek çok aktörün oynadığı, hatta Trump’ın yönetim zihniyetinin kendi içerisindeki en önemli motivasyonu, ülkelerin içerisindeki otokratların davranış biçimlerinde gördüğümüz şey, ‘’bizi durduracak biri yoksa biz yürüyebildiğimiz yere kadar, gidebildiğimiz yere kadar gideriz.’’ Bu nedir? ‘’Bütün düşmanlarımızı imha etmek ya da bizim için riskli olacakları imha etmek, mümkünse imha ettikten sonra orayı kendi istediğimiz gibi tanzim etmek, kendi etki ve nüfuz alanımızı ve gücümüzü maksimize ederek bir egemenlik kurmak.’’ Bunun herhangi bir hukukla, herhangi bir insani ya da ahlâki prensiple durdurulamayacağı bir düzen ve işleyiş yaratabileceklerine inanıyorlar. Biri, öngörülebilir birtakım adımlarla ilerleyen, bir tarafı da öngörülemezlik ve belirsizlikler içeren iki hat, yan yana ve birlikte yürüyor iki yıldır. Dolayısıyla bazen şaşırıyoruz, bazen de ‘’Zaten ne bekliyordunuz ki? Tam da bu olacaktı’’ dediğimiz şeyler oluyor.
Şimdi senin işaret ettiğin ve bir süredir dile getirilen İran'daki bu rejim değişikliği meselesi ya da İran'da halkın memnuniyetsizliğini kışkırtarak, rejime karşı hareketleri canlandırma meselesi açısından bakılınca ise, belki sonraki aşamada başka müdahalelerle bunun önü açılabilir ama, İsrail'in bu son müdahalesinin bu amaca çok uygun olup olmadığı tartışma götürür. Çünkü senin de söylediğin gibi, halkın rahatsızlık duyacağı, ‘’yetti artık’’ diyeceği, onların hayatını doğrudan zora sokan ve kendi yönetimlerine isyan etmeye yöneltecek birtakım hedeflere saldırmıyor. Mesela bu son saldırı, daha önce Hamas ve Hizbullah'ta olduğu gibi, önce, doğrudan seçilmiş komuta kademelerine ve nokta hedeflere yöneliyor. Bu hikâyede ve daha önce pek çok olayda konuştuğumuz gibi iki tane amaç öne çıkıyor. Bir tanesi, gerçekten direnme kabiliyetini ya da cevap verme kabiliyetini imha etmek veya zaafa uğratmak. İkincisi de o rejimlerin ya da örgütlerin aslında ne kadar güçsüz, ne kadar zayıf ve istenildiği anda nasıl kolayca ulaşılabilir yahut da içine girilebilir olduğunu göstermek. Gerçi hâlâ tartışmalı ama, bu saldırıda kullanılan birtakım görüntüler var. Saldırının, tıpkı Ukrayna'nın Rusya'ya yaptığı saldırıda olduğu gibi, İran'ın içinde konumlandırılmış birtakım İHA’lar aracılığıyla yapıldığı söyleniyor. Bu, tıpkı daha önceki Hizbullah saldırısında da olduğu gibi, çok yoğun bir istihbarat gücüyle örgütlerin, devletlerin çok güçlü olduğunu varsayan ya da senelerdir Ortadoğu'da önemli bir nüfuz alanı yaratmış yapıların aslında içine kadar sızılmış, onların komuta kademelerine kolayca ulaşabilen, kritik noktalarına kolayca müdahale edebilen ve onları bir anda çaresiz bırakabilecek hamlelere imkân verdiğini göstermek. Yani kendi gücünü gösterirken karşısında olanların da çaresizliğini göstermek. Bu iki amaca da uygun bir saldırı biçimi.
Buradan devam edersek, tıpkı Hamas’ta olduğu gibi, önce Hamas'ın komuta kademesi vuruldu, ondan sonra da Gazze'ye hâlâ sürmekte olan büyük bir saldırı gerçekleşti. Trump'ın, “Daha acımasız birtakım hamleler olacak” lafı ya da iması, İsrail’in, İran'a dönük bundan sonraki aşamayı nasıl bir stratejiyle yürüteceğine bağlı. Gerçekten öyle bir gelişme söz konusu olabilir. Çünkü şu anda hem çok önemli hedefleri vurarak büyük bir etki yaratmış durumda hem de İran'ın cevap verme kabiliyetinin neredeyse sıfıra yakın olduğunu da göstermiş durumda. Dolayısıyla aslında bundan sonra gelecek hamleler için de İran'ın açığını da test etmiş ve kendince bundan sonuçlar çıkartmış görünüyor. Bundan sonra olayın yayılma istidadı göstermesi, İran'ın sahiden kuvvetli bir cevap verme imkânı bulup bulmayacağına bağlı. Açıkçası, şu ana kadar, hatta iki yıldır, bunun işaretlerini görmüyoruz. Şimdi de böyle güçlü bir cevap verme ihtimali dolayısıyla bu çatışma yeni bir aşamaya geçer mi kestiremiyorum. Ama beni asıl endişelendiren şey, demin söylediğin gibi, İsrail'in öngörülemez biçimde durmak niyetinde olmadığının açık biçimde anlaşılması. Durmak niyetinde olmayan birinin de nereye kadar gideceğini kestirmek çok zor.

Ruşen Çakır: Tam bu söylediğin yerden hareketle, bizim ‘’çözüm süreci’’ ya da ‘’Terörsüz Türkiye’’ denilen konuya girelim. Bu olay ilk başladığında ve hatta hâlâ, birçok kişi bu olayı iç konjonktürle, Erdoğan'ın tekrar seçilmesi üzerinden okumaya çalıştı ve böyle çalışmaya devam ediyorlar. Bazıları da bunun daha çok bölgedeki yeni jeopolitik durumla, yeniden şekillenen durumla alâkalı olduğunu söylediler, ki biliyorsun başından itibaren ben de bu görüşe daha yakındım. Kürtlerin bu yeni jeopolitik altüst oluşlarda çok önemli bir aktör olabileceğini ve hatta PKK'nın İran’da, özellikle PJAK üzerinden varlığının ve değerinin artacağını söylemiştim. Ekim ayında Bahçeli bir şey dile getirdi, ama onun öncesinde başlayan bir çalışma olduğu belli. Bu belki de Hamas saldırısından önce de olabilir, ama sanmıyorum. Bence Hamas saldırısıyla tetiklenmiş bir şey. Daha doğrusu, Hamas saldırısının ardından İsrail'in verdiği o sert cevap ve senin de bahsettiğin, İran yönetimindeki direniş eksenini teker teker kırmasıyla alâkalı bir şeydi. Bu olayın taşıyıcısı Devlet Bahçeli. Açıklamalara baktığımız zaman, Devlet Bahçeli'nin Erdoğan'dan çok daha sert olduğunu görüyoruz. Doğru ya da yanlış, belli ki İsrail'in, bölgede Türkiye'yi doğrudan saldırı anlamında değil ama destabilize edici, istikrarsızlaştırmaya yönelik birtakım planları olduğunu varsayıyorlar herhalde. Ve bu anlamda da Kürtlerin, Kürtlerin ötesinde özellikle PKK'nın, Kürt hareketinin böyle kullanılma ihtimalini düşündüklerini sanıyorum. Bugün sosyal medyada Öcalan’ın son görüşme notları ile ilgili bir şeyler çıktı gördün mü onu Kemal?
Kemal Can: Hayır, görmedim.

Ruşen Çakır: İsviçre’deki Lozan Kürt Enstitüsü Başkanı, DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan ve avukat Özgür Erol’un, 21 Nisan’da İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşmesinin sonrasında, DEM Parti tarafından hazırlanan notlarını kendi sosyal medya hesabında paylaşmış. Kendisi Öcalan aleyhtarı birisi. Yüzde yüz doğru diyemem, böyle olaylarda çok dezenformasyon da yapılıyor biliyorsun, ama doğru da olabilir. Necat Zanyar, Öcalan’ın ağzından şunları paylaşıyor: O belgeye göre Öcalan, “Kandil İran'ın, SDG ise İsrail'in etkisindedir. İsrail’i Ortadoğu'da strateji kuran hegemon güç olarak inşa etmek istiyorlar. Netanyahu-Trump gidiş gelişleri bunun içindir. Ben bu stratejiyi engelleyebilirim” demiş. O notu nasıl elde ettiler, tabii doğruysa. Bunu da not olarak düşelim, ama şaşırtıcı değil. İsrail, özellikle İsrail Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı, Suriye konusunda, hep Suriye'de Kürtleri kendilerinin stratejik ortağı olarak tanımlamışlardı. Özellikle ilk dönemde. Şimdi olayın böyle bir boyutu da olacak. Açıkçası çok hızlı bir değerlendirme olabilir ama Erdoğan biraz ağırdan alıyor ya bu süreci, şimdi sanki birtakım şeylerin hızlanacağı bir döneme girecek olabiliriz. Ne dersin?
Kemal Can: Senin söylediklerine şunu ekleyeyim. Ahmed eş-Şara da “İsrail'le ortak düşmanlarımız var” gibi bir laf etti. Mesela Şam yönetiminin İsrail'le ortak düşmanı sence kim olabilir?

Ruşen Çakır: İran tabii ki.
Kemal Can: Bu lafın edilmesinden birkaç hafta sonra bu saldırının olduğunu ya da bu sürecin içinde bu lafın edildiğini hatırlamak lazım. Yine Irak’taki Kürdistan bölgesel yönetiminin bu konudaki yaklaşımını biliyoruz. İran'la ilişkiler, orada da ikili bir yapı var. İki ailenin pozisyonları açısından bir farklılık var. Dolayısıyla, İsrail'in merkezde olduğu ve İsrail'e göre herkesin pozisyonlandığı bir yeni denge demeyelim de, bir güç birikimi sürecinin ortasındayız. Şimdi bu ‘’Terörsüz Türkiye’’ diye isimlendirilen, ‘’İmralı süreci’’ diye tarif edilen her neyse, süreç yani, süreç ile ilgili hatırlıyorsan, ne zaman olduğunu ben hatırlamıyorum ama, birkaç kez şu konuşulmuştu: ‘’PKK kendisini feshettikten sonra Türkiye'nin güvenlik devleti refleksine çok ihtiyacı kalmayacak ve güvenlik devleti aklıyla düşünerek ya da güvenlik meselelerini öne çıkartarak siyaset üretmenin de sonuna gelinecek. Bu kaçınılmaz olarak birtakım demokratikleşme adımlarını da getirebilir’’ şeklinde yorumlar vardı. Çünkü Terörsüz Türkiye isminden mülhem, terör ortadan kalkınca güvenlik ihtiyacı da kalkacak ve bunun üzerine kurulan siyaset son bulacak. Ama biraz önce senin okuduğun gibi, Bahçeli'nin açıklaması ve Bahçeli'nin aslında bu süreçle ilgili ilk baştan itibaren çizdiği çerçeve, bu meselenin, güvenlik kaygılarını ortadan kaldırmak için değil bizzat güvenlik kaygıları yüzünden gündeme getirildiğini bize bir kez daha gösteriyor. Yani Bahçeli şunu söylüyor aslında: ‘Biz bu sürece Türkiye güvenlik kaygılarını bir kenara atsın, bundan kurtulsun ve başka bir ülke olmaya karar versin. Biz şimdiye kadar yanlış bir yoldan yürümüşüz’’ demiyor. ‘’Şu anda geldiğimiz nokta, şu andaki ulusal, uluslararası ve bölgesel konjonktür, bizim güvenlik kaygılarımız dolayısıyla başka biçimde, başka bir bağlamda bir ilişki kurmamızı ve güvenlik konseptini ortadan kaldırmayı ya da önemsizleştirmeyi değil, güvenlik konseptimizi yenilememizi gerektiriyor.’’
İsrail'in hamlesinin sonrasında Bahçeli'nin refleks olarak söylemediğini düşündüğüm, kendi içinde başından itibaren bu süreci de konumlandırdığı yerle ilişkili olarak, tam da bunu tekrar ettiğini düşünüyorum. Yani, ‘’Biz bu süreç işine, zaten güvenlik meseleleri ve buraya geleceğini düşündüğümüz için girdik. Dolayısıyla -tabir yerindeyse-, ‘’Plana sadık davranmalıyız.’’ Buradan senin dediğin şeye bağlarsam, Erdoğan’ın daha pragmatik iç politik hesaplar, anayasa hesapları, ‘’burada menfaat nedir, bu tam olarak nasıl kâra çevrilir?’’ hesapları, bence şu anda tekrar ikinci plana itilme riskiyle ve ihtimaliyle karşı karşıya. Bahçeli yeniden hızlı bir refleks vererek, bu konuda hızla bir açıklama yaparak, bence, plana sadık kalınması, çeşitli nazlanmalarla plana ayak direyenleri ya da ipe un serenleri yahut da süreci yavaşlatanları uyaran bir tutum da alıyor ve yeniden, hep yaptığı şeyi yapıp, senin dediğin gibi hız tazyikini arttırabilir. Böyle bir sonuç oluşabilir. Bu, süreci de hızlandırabilir. Sürecin aslında hangi bağlama oturacağı konusundaki tartışmaları da netleşmeye doğru sürükleyebilir.

Ruşen Çakır: Kemal, istersen 19 Mart sürecine geçelim. Bu Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde olanlar. Ben bu sabahki yayınımda https://medyascope.tv/2025/06/13/gaziosmanpasanin-gosterdigi-ak-parti-realitesi-video/ bu konuyla ilgili diyeceğim her şeyi söyledim. Aslında daha da çok şey söyleyebilirim. Hakikaten bu kadarı fazla değil mi? Bando mızıkayla, tamam kondunuz, çöktünüz eyvallah, güzel. Belediye meclisinde siz çoğunluksunuz. Zamanında Fethullah Gülen’e övgüler düzmüş, aynı zamanda Dilan Polat'ın avukatı olan bir avukatı atamışsınız. Ama sonuçta hep aynı şey. 19 Mart'tan beri hep aynı şeyi söylüyorum. Biz solda şu ‘’milli irade’’ lafını hiç kullanmazdık. Şimdi bıraktılar ortaya, ağzını açana… Ben bile artık ‘’milli irade’’ demeye başladım. Bozdular bizi Kemal. Bu kadar olur mu ya? Tamam centilmen olmayacaklar, eyvallah. Bu kadar da göstermeyin bari, tevazuyla gidin. Adam seçilir seçilmez diyeceğim, ama kimsenin seçtiği yok, hemen sokağa atmış kendisini videolar çekmiş. Hizmet için kolları sıvamış, onurlu görevi Cumhurbaşkanı’ndan almış.
Kemal Can: Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyor zaten bu göreve atandığı için.

Ruşen Çakır: Tabii ya.
Kemal Can: Kayyum aslında. Şu anda seçilmiş gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Kayyum, ama bu kadar mı hazin durumları?
Kemal Can: Biraz önce ilk konuyla ilgili en başta konuştuk ya, bugünün politik zemini öyle bir alan ki artık, sen centilmenlik diyorsun, böyle hakkaniyetli, kendiliğinden birtakım ilkesel tutumları bir kenara bırakalım, ortalama bir yapılamazlık sınırının, ‘’bu kadarı olmaz, bu yapılamaz, kimse buna hak vermez, bu en hafifinden ayıptır’’ ya da ‘’bundan biz de zarar görürüz’’ gibi ölçeklerin hiçbirinin artık işlemediğini görüyoruz. 19 Mart süreciyle ilgili seninle yaptığımız bütün yayınlarda sürekli tartıştığımız bir şey var. Sen, “Yapıyorlar, yapıyorlar, kimseyi inandıramıyorlar. Yapıyorlar, yapıyorlar ama kendileri zarar görüyor. Bunu neden yapıyorlar? Bundan dönmek zorundalar” diyorsun. Ama açıkçası böyle işlemiyor artık. Akıl böyle çalışmıyor. Artık siyasi akıl, ‘’yapabiliyorsam ve beni durduracak herhangi bir şey yoksa yapamayacağım bir şey de yoktur ‘’prensibine göre işliyor. Daha önce, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Tayyip Erdoğan görevden alındığında yapılan seçimde yaşanmış bir şey var. Kimse o zaman ‘’fırsat bu fırsat’’ deyip, ‘’acaba belediye başkanını başka bir partiden ve başka bir çevreden seçtirebilir miyiz?’’ hesabına girmemiş. Çünkü bunun politik bir faturası olacağını varsayarak, sadece iyi niyetli olduklarından, yüksek ahlâklı olduklarından, centilmen olduklarından yapmış olmaları gerekmez. Bazı şeylerin de siyasi olarak vebali ya da faturası vardı. Bir şey yaparsınız, o anda o imkân önünüze gelir, yaparsanız da sizi kimse durduramaz. Ama bunu yaparsanız toplum nezdinde, kendi seçmeniniz nezdinde doğru bulunmazsınız, kınanırsınız. Hatta belki de siyaseten cezalandırılırsınız. Ama artık böyle bir ölçek söz konusu değil. 19 Mart sürecinin tamamı böyle.
Geçen gün Hatem Ete ile de yayın https://medyascope.tv/2025/06/12/secmen-19-mart-operasyonuna-nasil-bakiyor-video/ yaptın, çeşitli araştırmalarda da ortaya çıkıyor. İftiracı, itirafçı sayısı ne kadar artsa da, davalar ne kadar artsa, iddialar ne kadar büyüse de, kampanyayı ne kadar köpürtseler de artık kilitlenmiş bir şey var. Çünkü bu konuda bir algı var ve bu algı değişmiyor: ‘’Siz bunu politik olarak, bir mesele olarak yaptınız ve burada haksızlık yapıyorsunuz. Burada bu insanların yaptıkları yolsuzluk ya da başka bir şeyin de bir önemi yok. Sizin yapma nedeninizi öncelikli olarak biz doğru bulmuyoruz. Sizin yapma nedeninizi doğru bulmadığımız için bu konuda bir tavır gösteriyoruz. Sizin bunu yapma nedeniniz sahiden başka bir şey olsaydı, başka şeyleri tartışabilirdik.’’ Sonuçta toplumun söylediği bu. Yine görüyoruz ki oy oranları açısından da 10 yıldır bu düzenle devam ediyorlar, baskıyla devam ediyorlar, hiçbir ahlaki kriteri dikkate almadan her şeyi yapabiliyorlar. Dediğin gibi, neredeyse kendi mottoları olan milli iradeyi bile ortadan kaldırmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Ama ne oluyor? Sonuçta bundan siyaseten bir zarar görüyorlar. Fakat bunu yapabildikleri ve bunu durduran herhangi bir şey olmadığı için yapmaya devam ediyorlar.
Gaziosmanpaşa Belediyesi’ni aldılar. Gaziosmanpaşa Belediyesi’ni aldıklarında bunun yanlış bulunacağını, bundan bir fayda gelmeyeceğini değil, yapabilecekleri her şeyi sonuna kadar, durduran çıkana kadar yapmaya hak gördüklerini anlıyoruz. Bütün dünyada, her türlü meselede, bu yaklaşımın belirleyici ve baskın hâle geldiği bir atmosferde, bir iklimde, bir dönemde yaşıyoruz ne yazık ki. Bu, bir küçücük ilçe seviyesindeki belediye meclisi seçiminden, koca bölge sorunlarına veya dünya ölçeğindeki büyük problemlere kadar neredeyse aynı biçimde işliyor. Bu dalga ne zaman değişecek? Ancak bu yaptırım hakikaten tekrar kendisini hissettirebileceğinde, kendisini siyaseten bir ceza hâlinde tekrar bir baskı aracına dönüştürebileceğinde. Bunu dönüştürebilecek olan da toplumun kendisi. Çünkü siyasi kurumlar, hatta yargı kurumları ne uluslararası düzeyde, ne de ulusal düzeyde artık buna direnç gösterebiliyorlar. 

Ruşen Çakır: Kemal, ne dersin, Türkiye bu süreçte sivil anayasaya kavuşur mu? Anladığım kadarıyla ortada ve DEM Parti sürekli olarak Devlet Bahçeli'nin dile getirdiği komisyona vurgu yapıyor. Devlet Bahçeli100 kişi demişti, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Öyle bir şey söylemişti. Öncelik herhalde komisyonda olacak gibi geliyor bana. Çünkü tekrar çözüm sürecine dönecek olursak, bu olayın aciliyeti bence çok daha fazla. Şu anda böyle bir bölgesel konjonktürde, enerjinin anayasaya hasredilmesi sanki biraz lüks olur.
Kemal Can: İki üç haftadır tekrar ediyorum, yine söyleyeyim: Bence Bahçeli’nin komisyon önerisine karşı, Erdoğan, anayasa çıkışıyla geldi. Anayasa çıkışını da kendi partisinden, biri 100 kişilik, biri 10 kişilik bir komisyon, öneri olarak şu anda ortada. Hatırlıyorsan, Bahçeli'nin bu konuda, ‘’ağzındaki baklayı çıkardı’’ denilen, 27 Ekim’deki Öcalan çıkışından sonraki grup toplantısında yaptığı bir konuşma var. Sonuçta anayasayı da içeren, hatta Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanlığı seçimini de ifade eden bir şey. Ama orada kritik olarak ‘’Bunları yapmalıyız, bu süreç işlemeli, bu sürecin sonunda o zaten olur’’ şeklinde bir kronoloji tarif ediyordu. Şimdi Erdoğan, kendi meselesini sürecin önüne koymak, yani sürecin peşinden gelecek bir faydayı beklemek yerine, sürecin önüne koyup, önce kendi meselesini sürece hallettirmek gibi bir hamle yapmaya kalktı. Bu, bence şu anda hem bölgesel konjonktür itibariyle hem içerideki konjonktür ve denge itibariyle hem de Öcalan’ın çıkışı itibariyle, Erdoğan’ı daha avantajlı kılmıyor. Erdoğan bu konuda pek çok açıdan dezavantajlı durumda. Bir şey denedi, ama sanki bu anayasayı her şeyin önüne koyup, her şeyi, kendi meselesini çözmenin aracı haline dönüştürme konusunda pek başarılı olacak gibi gelmiyor bana.

Ruşen Çakır: Evet, sürekli bir şeyler oluyor. Artık herhalde bir müddet, en azından birkaç gün diyelim, çünkü Türkiye çok kolay gündem eskitiyor, birkaç gün bu İsrail meselesini konuşuruz. Bu arada kapanışta senin çok sevdiğin bir konuyu söyleyeyim. Yarın Özgür Özel Bayburt'ta miting yapıyor. Kaleye bayrak dikecek. Geçenlerde üşenmedim, Bayburt'a baktım. Bayburt zaten kale. Bayburt'un çevresine baktım, Bayburt'a komşu olan illerde Cumhur İttifakı'nın oy oranı %60'ın altında değil. Gümüşhane var, Trabzon var, Rize var, Erzurum var, şu var bu var. Bayburt'u taşımak isteseler de taşıyamayacaklar. Nasıl yapacak? Yapacak tabii de nasıl bir miting olacak, açıkçası çok merak ediyorum. İstanbul'dan Bayburt'a uçak var mı diye baktım, yok. Aktarmalı gidiliyor. Daha doğrusu Trabzon'a ya da Erzurum'a gidip aktarma yapıyorsun. Direkt uçak olsaydı, sırf meraktan, sabah gidip akşam dönmek üzere gidebilirdim. Merak ediyorum. Ne dersin, oraya da bayrak dikecek misin? Düzce üzerine yazdığın yazıydı https://medyascope.tv/2025/06/01/kemal-can-yazdi-kalelere-baska-bayrak-asmak/ o, değil mi?
Kemal Can: Evet. Bu konuda kendini tekrar eden, sürekli ‘’Cumhur İttifakı'nın kalelerine gidiyoruz ve orada miting yapıyoruz’’ söylemi… Tamam, iyi sonuçlar aldılar. Yozgat, Konya, İstanbul'un bazı ilçeleri, Düzce, şimdi Bayburt. Tamam, bunların bir karşılığı var, ama bir şeyden iyi sonuç aldığında ve ondan 20 tane daha yaptığında etkisi büyümüyor. Ben bu konuyu ilk başından itibaren, böyle bir strateji başlatılırken çok söylemiştim. İyi güzel, ama sadece buna odaklanarak bir şey yapmak, bir süre sonra işi tavsatabilir, etkiyi zayıflatabilir. Yozgat etkisini zayıflatmak değil, kuvvetlendirmek gerekir. İkincisi, bu mitingler meselesi de elbette bir dinamizm. Özgür Özel onu çok iyi yürütüyor, gayet kuvvetli bir şey. Ama artık yanına başka bir şeyler koymanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Sen de bu Özgür Özel’in sertleşmesi meselesiyle ilgili hem kendin yayın yaptın, hem de birkaç kişiyle konuştun. Bu sertleşmenin, mitinglerdeki dilden biraz daha fazlasına ihtiyacı var. Evet, dilde sertleşme önemli bir şey. Mesajları doğrudan iletmek, ayrımları doğrudan işaret etmek önemli bir şey. Ama kendini tekrar eden, hep aynı şeyi tekrar eden bir şey, ancak durumunu koruyabilir. Fakat şu anda durumu korumak değil, biraz daha yükseltmek ve etkili hâle getirmek gerekiyor diye düşünüyorum. O yüzden Bayburt'u iyi izleyeceğiz. Ama artık biraz ‘’bir damar bulduk, buradan devam edelim kolaycılığından’’ da yavaş yavaş vazgeçseler diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, noktayı koyalım Kemal. İzleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
20.06.2025 Özel mi, Erdoğan mı? Kim daha önce pişman olacak?
19.06.2025 Öcalan niçin İsrail’in karşısında, Ankara’nın yanında?
18.06.2025 “İç cepheyi tahkim”e İmamoğlu, Demirtaş ve diğer siyasi tutsakları tahliye ederek başlayabilirsiniz
17.06.2025 Ekrem İmamoğlu’nun duruşu
16.06.2025 Nedir şu Fethullahçılardan çektiğim!
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
15.06.2025 İran’ın yanında, rejiminin karşısında
14.06.2025 Erdoğan CHP’yi yeniden istediği kıvama getirebilir mi?
13.06.2025 Gaziosmanpaşa’nın gösterdiği AK Parti realitesi
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı