Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”

23.10.2024 medyascope.tv

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Fethullahçı medya kuruluşlarında çalışanların önemli bir kısmı yurtdışına kaçtı. Bunların yine önemli bir kısmı bulundukları ülkelerde ağırlıkla sosyal medya üzerinden yazıp çizmeye, konuşmaya devam etti. Bunların arasında Fethullahçı yapıyla arasına mesafe koyan, daha ötesi, onu eleştiren, sorgulayan çok az gazeteci karşımıza çıkıyor. Bu anlamda Ahmet Dönmez dikkat çekici bir istisna olarak karşımıza çıkıyor. Dönmez’in, Fethullahçı hareket içindeki iktidar kavgaları, birtakım yolsuzluk iddiaları vb. üzerine yaptığı videolar ve yazdığı yazılar bu yapı içerisinde de ciddi bir ilgi uyandırdı. Uzun bir süre İsveç’te yaşayan, yakın zamanda ailesiyle birlikte ABD’ye yerleşen Ahmet Dönmez sorularımı şöyle yanıtladı.

1) Fethullah Gülen’in bir süredir sağlık durumunun kötü olduğu, hareketini bilfiil yönetemediği söyleniyordu. Bu doğru mu? Doğruysa ne kadar bir süre söz konusu?

Evet, doğru. Sadece Gülen`in sağlık durumunun ciddileşmesiyle başlayan bir süreç değil bu. Aslına bakarsanız, 15 Temmuz'dan sonra Gülen büyük oranda yönetimden elini eteğini çekmişti. Ben bir yayınımda “Gülen icin hayat 15 Temmuz’da bitti. Biyolojik olarak elbette hayatta ama bildigimiz anlamda bir Hareket lideri olarak ömrünü tamamladı. Suskunluğunun nedeni de bu” demiştim. Hem kendisine karşı hem de çok güvendiği bazı arkadaşlarına karşı kırgınlıkları vardı. İcra heyetine, “Artık ben yokum. Ben yokmuşum gibi farz edin. Meşveretle, ortak akılla yönetin” demişti. Ve bir süredir Cemaati heyet yönetiyordu. Fethullah Gülen bir manevi büyük, bir manevi dinamik olarak, ya da siyasi jargonla söyleyecek olursak, “Bir bilen”, “Onursal lider” olarak oradaydı. Ama kararlara karışmıyordu. Aslında bu, 15 Temmuz öncesinde de Fethullah Gülen'in hayata geçirmek istediği, dile getirdiği, zaman zaman denediği, belli oranda da hayata geçirdiği bir modeldi. Fakat bu, çeşitli konjonktürel gerekçelerle zaman zaman inkıtaya uğradı. En büyük kesinti de 17-25 Aralık ile 15 Temmuz arası dönemde oldu. Fakat 15 Temmuz sonrasında, Gülen büyük oranda yönetimi, icra heyetini bıraktı. Özellikle son dönemde, sağlık durumunun ciddileşmeye başlamasıyla beraber büsbütün kendini kenara çekti. Hatta bildiğim kadarıyla, bazen kendisine gelip bir şeyler soranlara dahi, “Ben size bana bir şey sormayın demedim mi? Artık yetki sizde, size bıraktım, siz kendiniz meşveretle, ortak akılla bir karara varın, bana getirmeyin” diyordu.

2) Gülen’in ölümünün ardından işleri o ağır hastayken yürütmüş olanların mı yürütmesi bekleniyor?

Evet, bundan sonraki süreçte cemaati, bu bahsetmiş olduğum icra heyeti yönetecek. Ayrıca da Âli Heyet denilen daha geniş bir başka danışma kurulu daha var. Onların da katkılarıyla, yönetim icra heyetinde olacak. Muhtemelen zaten “Hocamızın vasiyeti bu şekilde” diye açıklama yapılacaktır. Tahminim o yönde.

3) Abdullah Aymaz, Mustafa Yeşil, Mustafa Özcan gibi isimlerin adı yeni dönemin liderleri olarak anılıyor. Doğru mu? Bunlara başka isimler eklemek gerekiyor mu?

Bu saydığınız isimler zaten Cemaatin içerisinde uzun zamandır yönetim mekanizmasında, karar mekanizmasında olan kişiler. Dolayısıyla da doğal liderler arasında adları geçebilir. Fakat mesela Fethullah Gülen'in 2022 yılında yaptığı değişiklikle Mustafa Yeşil icra heyetinden alınmıştı. Bu kararı alan bizzat Fethullah Gülen'in kendisiydi. Yine de Mustafa Yeşil uzun yıllar heyette görev yapmış, Gazeteci Yazarlar Vakfı Başkanlığı yapmış birisi olarak, bunun da ötesinde hareket içerisinde belli bir ağırlığı olan, icra ve politika kabiliyeti olan “ağabeylerden” birisi olarak, elbette yeni dönemin aktörlerinden birisi olacaktır.

Bunlara başka isimler eklemek de mümkün. Mesela Ekrem Dumanlı'yı dikkatle takip etmek gerektiğini düşünüyorum. Keza Mehmet Yavuzlar’ı da eklemek gerekir. Çünkü son zamanlarında Gülen’in en çok güvendiği, en çok itimat ettiği insanlaran biriydi. Cemaat içinde sevilen, itibarı olan, yıpranmamış ve gruplar üstü görülen bir heyet üyesi. Diğerleri ile kıyaslandığında onu en çok öne çıkaran da bu. Gülen`in derin bir güven bunalımı yaşadığı, çoğu eski yol arkadaşı ile arasına mesafe koyduğu bir zaman diliminde onu Avustralya`dan kampa getirmesi, heyete koyması ve kilit görevler vermesi bundandı. Fakat bu, onun cemaatin lideri olacağı veya en fazla sözü dinlenen kişisi olacağı anlamına gelmiyor. Belki Gülen sonrası pasifize de edilebilir.

4) Gülen’in yerini herhangi bir kişi alabilir mi?

Gülen'in yerini herhangi bir kişi alamaz. Yani, hem onun yerini doldurma anlamında böyle bir liderin çıkacağını hem de Gülen`in bir varisi olarak tek bir yöneticinin atanacağını düşünmüyorum. En azından kısa vadede böyle bir şey olmayacaktır. Ancak Gülen’in kendi el yazısı ve görüntüsü ile işaret edeceği birisinin olması gerekir, ki ben böyle bir vasiyet açıklanmasını beklemiyorum. Tam tersine, meşvereti, ortak aklı ve heyeti işaret eden bir vasiyeti daha muhtemel görüyorum.

5) 15 Temmuz’dan bu yana Gülen’in “merak etmeyin her şey düzelecek” şeklinde özetlenebilecek telkinleriyle yola devam eden hareket tabanı ve kadrolarını yeni yönetici(ler) nasıl motive edebilir?

Bana kalırsa, Heyet bundan sonra Cemaatin kalan tabanını motive etmek için ekstra bir çabaya ihtiyaç duymayacak. Çünkü zaten şu ana kadar kopanlar koptu, kalanlar da kaldı. Ve bu kalanlar da her şeye rağmen yola devam etme iradesini taşıyanlar.

Bundan sonra Cemaat tabanı büyük ölçüde mistik kodlarla motive olacaktır. Yeni bir “vazifeli” zatın zuhur etmesine kadar bir “fetret devri” yaşanacaktır. Taban böyle inanacak ve böyle kabul edecektir. Bu kabul de çeşitli rivayetlerle, nakillerle, rüyalarla, işaretlerle beslenecektir. O zamana kadar “sadakat” ve “vefa” en önemli itici güç olacaktır.

Cemaatten kopmadan yola devam edenleri ikiye ayırıyorum.
Birinci grupta, bu yolculuğu sadece bir hareketin üyesi olmak olarak değil de bir kutlu yolculuk olarak, bir iman vazifesi olarak, “teyidat-i Subhani`ye mazhar olan, yani Allah`in teyidi ile göreve gelmiş olan “vazifeli” bir zatin takipçisi olmak olarak gören adanmışlar var. Bunlar, sorgulamayı ve eleştiriyi ham ruhların hezeyanları olarak görüyor.
Bu kitle için, “Hocamızın emanetine daha çok sahip çıkmalıyız, bayrağı yere düşürmemeliyiz, Hocamızın ideallerini yaşatmalıyız, onun öğretilerine sahip çıkmalıyız” motivasyonunun, yöneticilerin ekstra bir motivasyon yüklemesine gerek bırakmayacağını düşünüyorum.

Ikinci grupta ise belli eleştirileri veya rahatsızlıklarını saklı tutsa bile çocuklarının rehberlik ihtiyacı için veya sosyal dayanışma çemberine ihtiyaç duyduğu için varlığını devam ettirenler var. Bunların sayısı da hiç az degil.

Bu ikisine ek olarak; bu tür vefatların duygusal bir tarafı vardır. Birleştirici ve yeniden kenetleyici psikolojik bir etki doğurabilir. Kısa vadede, daha önce Cemaatten uzaklaşmış olan bazı insanlarda bile “vefa” gereği tekrar dönüş olabileceğini düşünüyorum. Bunun oranı çok yüksek olmayabilir ama kısmi de olsa böyle bir duygusal yakınlaşmanın olabileceği kanaatindeyim.

Öte yandan, vefatın ardından Türkiye'de yükselen kin ve nefret söylemi, ilenç, küfür ve hakaretler, tabanı, Cemaat yöneticilerinin motive edebileceğinden daha fazla kenetleyebilir. Türk insanı duygusaldır. Bu nefret dalgasına tepki dönüşleri de olabilir.

6) Çok kişinin Gülen’in ölümünün ardından ve tabii onu vesile ederek hareketle bağlarını kişisel olarak koparmasını bekliyorum, katılır mısınız?

Bunu iki parçaya ayıracağım. Az önce sıraladığım birinci gruptakiler kopmaz. Ikinci grup içinse devletin atacağı adımlar etkili olabilir. Hepsi için degil elbette ama azımsanmayacak bir kalabalık uzaklaşabilir. Aksi takdirde, tam tersi bir sonuç ortaya çıkar. Gülen olmasa bile kopuş olmaz. Hatta tam tersine, gidenlerden bile dönenler olabilir. Çünkü hayatta birçok şeyini kaybetmiş bu insanlar, birbirine muhtaçlar. Birbirlerinden başka hiç kimseleri yok. Yurt dışına çıkmış olanlar yeni hayatlar kurdular. Ekonomik bağımsızlığını elde edenlerden kopanlar oluyor ama aynı ebeveynler, çocukları için camianın içinde kalmaya devam ediyor.

Sadık olanlarda da ancak şu şartla kopuş olabilir; orta ve uzun vadede, eğer heyet içerisinde bir güç kavgası temayüz ederse, buna bağlı olarak bazı skandallar ortaya saçılır, ifşaatlar yapılırsa, bir gruplaşma veya ekipler savaşı görüntüsü doğarsa, bu tabanda öfkeyi ve uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü o zaman onları sadakat bağıyla bir arada tutacak Gülen de olmayacak. Herkes kendi mahallesinde “kendi Hizmet`ini” yaşamaya yönelecek veya büsbütün uzaklaşacak.

7) Hatta yine aynı şekilde bazı okul, vakıf, şirket vb.’nin yöneticilerinin bir tür bağımsızlıklarını ilan etmesi de söz konusu olabilir mi?

Yine bunun da ekipler arasında bir güç mücadelesinin baş göstermesine bağlı olacağını düşünüyorum. Aksi takdirde burada da bir bağımsızlık ilan etme gibi bir durumun karşımıza çıkmayacağı kanaatindeyim.

Fakat şu olabilir; hali hazırda Amerika ve İngiltere örneğinde olduğu gibi, bir yerelleşme, adem-i merkeziyetçi bir yapılanma ağırlık kazanacaktır. Bu da zamanla, bu lokal birimlerin merkeze karşı otonom hareket etmesi şeklinde karşımıza çıkabilir.

Ama eğer Heyet güç dağılımını iyi organize ederse, rasyonel davranır ve dengeleri gözetirse, gerçekten ortak aklı hakim kılarsa, yerel yönetim yapılarına saygı duyarsa, burada da çok fazla bir ayrışmanın olmayacağı görüşündeyim.

8) Bu hareket içinde ABD, Avrupa (özellikle Almanya), Asya yapılanmaları arasında farklar ve rekabet olduğu söylentileri ne derece doğru?

Cemaat içerisinde uzunca bir zamandır farklı ekipler olduğu ve bu ekipler arasında mücadeleler olduğu bilinen bir gerçek. Bunların bazılarından ben de yazılarımda ve yayınlarımda bahsettim. Bu farklılık, Cemaat içerisinde etkili konumda olan insanların ve o insanlara bağlı hareket eden kadroların hadiselere bakış açısı, yönetme biçimi, tarzı ve zihniyeti arasındaki farklardan kaynaklanıyor. Zaman zaman bu rekabetin çirkinleştiğini, birbirlerini hain olmakla, çete olmakla, şer şebekesi olmakla suçlamaya kadar vardığını, hatta Bizans entrikalarını andıracak düzeyde birbirlerini tasfiyelere giriştiklerini gördük. Hatta zaman zaman sahte deliller üreterek, sahte bilgiler üreterek, Gülen'i de manipüle ederek birbirlerini yok etmek istediler. 15 Temmuz`un Cemaat`e bakan yönünde bu kapışma var. Bunlar daha sonra bir hesaplaşmaya da girecekti ama bir şekilde Gülen`in varlığı ile baltalar gömüldü.

Şimdi bu baltalar tekrar çıkar mi? Gülen hayattayken böylesine sert, çetin hesaplaşmaların olduğu ekipler arası mücadelenin Gülen'den sonra ortadan kalkmasını beklemek reel olmayabilir. Ancak diğer taraftan paradoksal bir şekilde Gülen'in olmaması bu tür mücadeleleri daha pragmatik bir çizgiye çekebilir. Çünkü bu bir lider hareketiydi ve lideri etkilemek, liderin kararlarına etki etmek kolay yoldan sonuç alıcı olabiliyordu. Lider üzerinden ve lider adına kararlar alabiliyordunuz. “Büyüğümüz öyle dedi, “Hocamız böyle istedi” diyerek istedikleri gibi manipüle edebiliyorlardı. Nasılsa bir denetim mekanizması yoktu.

Şimdi böyle bir lider olmayınca artık hem icra heyetini hem danışma heyetini hem de tabanı ikna etmek gibi bir zorlukla karşı karşıya kalacaklardır.
Çünkü aynı zamanda taban da değişti. Artık eskisi gibi güven ve itimat ilişkisi yok. Sorgusuz sualsiz itaat yok. Gülen için olabilirdi bir tek, o da artık yok. Bu Heyet üyelerinin bir kısmına güven duymuyor insanlar. Haliyle bir tek kişiyi, yani lideri etkileyip ikna etmek gibi olmayacaktır.

Bir de o baltaların yeniden çıkması için yine bir paylaşım kavgasının olması gerekir. O zamanlar Cemaat en şaşaalı, en güçlü, en hesapsız günlerindeydi. İkbal bitince, güce sahip olma derdi de kalmıyor.

Sizin sorunuza gelecek olursam… Dediğiniz gibi kampta Gülen'in etrafında etkili olan bir kadro ile Almanya'da, Avrupa'da etkili olan başka bir kadro arasında bir rekabet olduğu bir gerçek. Az önce bahsetmiş olduğum gruplar arası mücadelenin parçalarından ve sahalarından birisi de buydu. Bu, bundan sonra da kısmi olarak devam edecektir. Fakat yeni dönemde taraflar birbirlerinin hakimiyet alanını ihlal etmemek ve dengeyi bozmamak gibi bir zorlukla karşı karşıya kalacaklardır. Bu kendi içerisinde mecburi bir uzlaşmayı da beraberinde getirebilir. Çünkü bu dengenin kaybolması halinde asıl o zaman Cemaatin parçalanacağını en iyi onlar bilirler. Gülen gibi bir tutkal olmayacak. Ve böyle bir parçalanma durumunda da hepsinin kaybedeceğini, onun sonuçlarının çok daha ağır olacağını hesap edebilirler. Sorumluluk onlarda artık. Eskiden Gülen`i işaret ediyorlar, taban da Gülen`i sorgulamadığı için pislikler vakumlanabiliyordu. Artık böyle olmayacak.

Ayrıca şunu da göz ardı etmeyelim ki, bu isimlerin çoğu artık yaşlanmış durumda. Burada, bundan sonraki süreçte daha genç olanlar ve siyaseti bilenler, siyaset yapmayı bilenler öne çıkacaktır. İcra heyeti yönetmeye devam edecektir ama birileri de icra heyetini yönetmek isteyecektir. De facto, heyetler üstü heyet oluşturmak isteyenler olacaktır. Kararlar üzerinde söz sahibi olmaya ve “gerçek lider” ya da “gölge lider” olmaya, perde gerisinden yönetmeye çalışacaklar çıkacaktır. 

Birden fazla kişinin yönetimde söz sahibi olduğu bütün yapılarda olduğu gibi burada da siyaset ve para konuşacaktır. Bu, insanın, iktidarın ve yönetimin doğasında olan bir gerçek. Parayı kim kontrol ederse o daha etkili olacaktır. Fakat çoğu zaman paraya da, kadrolara da, yönetim organlarına da hükmeden, siyaset becerileridir.

9) Devlet bu hareketin geleceğininde ne yaparsa nasıl etkili olur?

Bence bundan sonra devlete düşen, devlet gibi hareket etmektir. Aslında ben uzunca bir süredir buna kafa yoruyor, bu konuda yazıyor, çiziyorum ve konuşuyorum. Türkiye'de gerçekten bir devlet aklı olsaydı, bilge, adil, sağduyulu bir devlet aklı olsaydı, şimdiye çoktan bazı adımları atmış olması gerekirdi. Hayret ediyorum. Kinin ve nefretin, bilgeliği yok ettiğini görüyorum.

Burada şunu asla göz ardı etmeyelim: Üzerinde konuştuğumuz bu insanların yüzde doksanı zaten suçsuz. Hukuk önünde, normal bir hukuk düzeninde tamamen masumlar. Bir kolektif suç üretiminin kolektif kurbanları onlar. Ne darbe planladılar, ne darbeye karıştılar. Bir zamanların en makbul vatandaşlarıydılar.

Evet, rejimin kendi ağızlarının ifadesiyle, 15 Temmuz'dan hemen sonra devletin kendini koruma refleksleriyle bazen aşırıya kaçmalar, hukuk dışına taşmalar olmuştur. Bunu yine de mazur görmüyorum. Fakat bir retorik olarak yine de bir yere tekabül edebilir. Fakat bunun makul bir seviyede ve makul bir zaman dilimi içerisinde olması ve bitmesi gerekiyordu. Bu seviye aşılalı çok oldu. Geri dönülemez noktalara gelmek üzere. Eğer devlet burada gerçekten bir devlet gibi hareket etseydi, şefkati ve adaletiyle vatandaşlarına yaklaşsaydı; Cemaatle ilgili hedeflerinde sonuç alabilirdi. Yani eğer gerçekten Cemaat içerisinde bir çözülme hedefliyorsa, şimdiye kadar çoktan bu hukuksuzluklara son vermesi ve bu operasyonları durdurması gerekiyordu. Daha önce pandemi affı sırasında bu fırsat kaçırıldı. Şimdi Gülen'in vefatı bir başka fırsata dönüştürülebilir ve dönüştürülmelidir. Bahsettiğim gibi, eğer devlet kendisinde var olduğunu iddia ettiği kadim bilge aklı devreye sokarsa, Türk Devleti'nin genlerinde, geleneklerinde var olduğunu iddia ettiği adalete dönerse, yine de bir açılım sağlayabilir. Fakat şimdiye kadar devlet bu hukuksuz uygulamalarıyla, bu gaddar, ceberut, acımasız, ölçüsüz, vicdansız uygulamalarıyla zaten tabanı kenetledi. Kafasında soru işareti olanları, duygusal ve psikolojik kopuş yaşayanları bile zamanla tekrar bu çemberin içerisine sürükledi ve safları sıklaştırdı. Bundan sonra atılacak bu tür adımların ne kadar faydası olur bilmiyorum. Ama yine de devlet bunu denemelidir. Erdoğan`ın kinine mağlup olmamalıdır. Bunu bir şekilde fırsata çevirmelidir. Yok eğer, “taviz vermek yok, asla vazgeçmeyeceğiz, sonuna kadar devam edeceğiz” derse, bu kenetlenme daha da artacaktır. Kopan bazı insanlar bile geri dönecektir. Ve devletle Cemaat arasındaki, Cemaati oluşturan bu kitleler arasındaki uçurum daha da büyüyecektir. Hatta ileride, özellikle yurt dışında, yeni nesillerdeki kırgınlığı, bir düşmanlığa, bir intikam duygusuna dahi dönüştürecektir. Devlet kendi eliyle böyle bir diaspora daha oluşturmamalı. Çünkü yurt dışına çıkmış olan bu kalabalık kitlenin çocukları, ileride bulundukları ülkelerde çok etkili pozisyonlara gelecek. Çok parlak kariyerlere sahip olan kalabalık bir diaspora nesli oluşacak. Bir zamanlar devletin makbul vatandaşları olan bu kitlenin çocuklarından böyle bir “küskün ordusu” oluşturmak, her şeyden önce stratejik olarak yanlış. Ancak bu ülkeye kötülük yapmak isteyen ve böyle bir misyonu olan bir yönetim böyle bir “stratejik” yanlış yapar.

10) Son olarak, bu yapı yeniden bir dini harekete dönüşebilir mi, yoksa o tren çoktan kaçtı mı?

Bu da Cemaatin kendine bakan yönüyle alakalı bir soru. Cemaat bundan sonra yoluna nasıl devam edecek, buna karar verecek. Yani sizin kastettiğiniz anlamda, bir sivil, dini cemaat tarafı olan; bir de özellikle de bürokraside etkili olan ve gizli bir ajandayı takip eden mahrem hizmetleri olan dual bir yapıya işaret ediyor. Ben uzunca bir süredir Cemaatin bu mahrem hizmetler tarafını lağvetmesi gerektiğini, bir zamanlar buna ihtiyaç duymuşsa bile artık o gerekçelerin ortadan kalktığını, bundan sonra Türkiye'de zaten bir karşılığının olmadığını, yurt dışında bulunulan ülkelerde de buna ihtiyaç olmadığını, dolayısıyla da mahrem hizmetlerin ebediyen ortadan kaldırılması gerektiğini savunuyorum.

İşte burada Cemaatin neye karar vereceği etkili olacak. Burada da az önce işaret ettiğim gibi, Cemaat içerisinde farklı düşünen, farklı tarz ve yöntemleri savunan ekipler arasında hangilerinin sözünün geçeceği, hangilerinin dediğinin olacağı önemli. Bundan sonraki süreç şeffaflaşma, daha çok sosyal, dini, sivil hizmetlere yoğunlaşma hamlelerini hızlandırabilir. Ki ben bu ihtimalin daha ağır bastığını düşünüyorum. Bu süreç, “Gülen`in vefatı Cemaati yönetenlere yeni hareket alanları açar mi?” sorusunu da beraberinde getirecektir.

Diğer taraftan, var olan mevcut yöntemlerle eskisi gibi devam etmeye çalışacak çok etkili kadrolar da var. Çünkü bu bir çeşit geçim kapısı. Bu hem para demek, hem güç demek. Hesapsızca, sorumsuzca bir gücün sahibi olmak demek. Bunu kolay kolay hiç kimse terk etmez. Yani Hüküm Dağına çıktıktan sonra elindeki o yüzüğü kimse kolay kolay o ateşin içerisine atmak istemez. Para akışı devam ettikçe ve gücü üreten kaynak devam ettikçe, bunları kontrol etmek isteyenler de var olacaktır. Eğer şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir bir finans modeli ve mali ayak oluşturabilirseniz, bu çok büyük bir sorun teşkil etmeyecektir. Ona sahip olmak da şimdiye kadar olduğu gibi önemli olmayacaktır. Fakat bu şeffaflaşmayı gerçekleştiremez, hesap verebilir, denetlenebilir, mali ve idari bir yapıyı hayata geçiremezseniz, her zaman için buradan beslenen, burayı istismar eden, buraya hakim olmak isteyen ve bu hakimiyeti mümkün kılabilmek için de farklı farklı kirli oyunlara yeltenen insanlar da olacaktır. Öncelikle bundan sonra Cemaati yönetecek olanların buna karar vermesi gerekecek. “Biz neydik, neyiz, ne olmak istiyoruz? Bundan sonra yolumuza nasıl devam etmek istiyoruz?..” Bu sorulara cevap verecek. Çünkü deniz tükendi. Gidilen ülkelerde de aynı sıkıntılarla karşılaşmak istemiyorlarsa, bu bulunulan ülkelerin hukuk düzenlerine ve demokratik değerlerine uygun bir yol takip etmek zorundalar. Öbür türlüsü hem Cemaatin manevi kişiliği için hem de tek tek bu Cemaatin içerisindeki bireyler için daha büyük felaketler anlamına gelir.

Burada bundan sonra dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, Gülen sonrasında Cemaati kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda kullanmak isteyecek ülkeler, istihbarat kuruluşları, siyasi organizasyonlar ve güç merkezleridir. Sadece yabancı ülkeleri kastetmiyorum. Türkiye içinden de… Böylesine muazzam büyüklüğe sahip  olup da denetlemenin ve hesap sormanın olmadığı; dünyanın hemen her ülkesinde varlığı olan, yetişmiş kadrolara sahip ve belirli bir para büyüklüğünü kontrol eden bir yapıyı dünyadaki hemen her sıklet merkezi yönetmek ister. İşte bunun için de Cemaat`in bundan sonra şeffaf, demokratik, denetlenebilir ve hesap sorulabilir bir yapıya geçme zorunluluğu var. Hatta bundan başka çaresi yok.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.12.2024 RTÜK İslam dinini kurtarabilir mi?
24.11.2024 Kürt realitesi, Kürt sorunu realitesi, Kürt siyasi hareketi realitesi
20.11.2024 Transatlantik: Hamas Türkiye’ye mi geliyor? Rusya-Ukrayna savaşında kritik dönemeç - Trump’ın ekibindeki isimler
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
18.11.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (3): Muhâlif belediyelere kayyumlar, soruşturmalar ve para cezâları
13.11.2024 Transatlantik: Trump döneminde Amerika’nın dış politikası
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
01.12.2024 RTÜK İslam dinini kurtarabilir mi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı