Eski Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Sait Çelik anlatıyor: FETÖ’den 907 gün hapis yatıp beraat etti

02.07.2024 medyascope.tv

2 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Uşak Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Doktor Sait Çelik’le birlikteyiz. Kendisinin 907 günü cezâevinde geçti. FETÖ Dâvâsı’nda tutuklu yargılandı ve sonunda beraat etti. İşte bu 907 günün öyküsünü kendisiyle konuşacağız. Sait Bey, hoş geldiniz yayınımıza.
Sait Çelik: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Bir kitap, 907 günü anlattığınız yaklaşık 600 sayfalık bir kitap yazdınız ve yeni bir kitap daha hazırladığınızı biliyorum. Yaşadıklarınız çok çarpıcı. Bir üniversite rektörü olarak, ikinci kez seçilmiş bir üniversite rektörü olarak darbe girişiminden 5,5 ay sonra tutuklanıyorsunuz. FETÖ Dâvâsı’ndan tutuklanıyorsunuz. Önce cezâ alıyorsunuz, ama Yargıtay bozuyor, daha sonra yerel mahkeme de onaylıyor. Şimdi bütün bu olaylara “adlî hatâ” deyip geçemiyoruz herhalde, değil mi?
Sait Çelik: Vallahi kitabım onu kanıtlıyor. Yani bunun adlî hatâ olmadığını, baştan sona planlanmış, taammüden bir kumpas olduğunu kanıtlamak için yazdığım bir kitap.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman akla şu soru geliyor. Ben kitabı okuyan birisiyim, detayları biliyorum; ama izleyicilerimiz bilmiyor. Niye Uşak Üniversitesi rektörüne birileri kumpas kursunlar? Kim bunlar, niye yapıyorlar? Ve tabiî ki şöyle de bir şey var: Birisi kötülük yapmak isteyebilir, ama devlet ve yargı bunların önüne geçmek için var. Yani bu öyle kolay bir şey mi?
Sait Çelik: FETÖ ihânetinin oluşturduğu olağanüstü dönemde yaşandı bunlar. Normal dönemde böyle şeyler yaşanmaz. Öyle bir dönemde bu ihânet yaşandı ki, düşünün etrâfımızda, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de birçok olaylar oldu. İnsanlar yersiz yurtsuz kaldılar ve bunun üzerine Amerika aparatı NATO, FETÖ darbesi bununla birleşince milletimiz de, devletimiz de dehşete düştü doğrusu. Ve bu ortamda can havliyle FETÖ ile mücâdele başladı. Histerik bir ortamda böyle bir şey başladı. Ancak birileri böyle bir ortamın fırsat, çıkar ve kazanç kapısına dönüştürülmeye müsâit olduğunu çok geçmeden fark etmiş olacaklar ki böyle bir şey yaşandı. Yoksa böyle bir olayın yaşanmasını ben de hiç mümkün görmüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi kitabı okuduğumda görüyorum ki, siz bana diğer çıkacak olan kitabı da yolladınız, orada da bakıyorum, özellikle çıkacak olan kitabın içerisinde Kur’an-ı Kerim’den âyetler, sûreler var. Siz İslâmî câmiadan birisiniz.
Sait Çelik: Evet, evet. Siz İslâmî câmiayı tanıyorsunuz, yani bu konuda ülkemizdeki sayılı kişilerden birisiniz. İslâmî câmiayı inceleyen, araştıran, ton ton bilen birisiniz Ruşen Bey. Bu konuda mütevâzı olmanıza gerek yok. Ben de bu câmianın, bu mahallenin çocuğu olarak büyüdüm. İslâmî kesimdenim diyebilirim. Hâlâ da öyleyim.

Ruşen Çakır: Ama şimdi kitaba bakıyorum, FETÖ suçlaması var. Ben “FETÖ” demiyorum, ama burada kullanışlı olduğu için öyle diyoruz. Ben “Fethullahçılık” diyorum, biliyorsunuz. Ama dâvâ olduğu için FETÖ suçlaması var. Sizin târif ettiğiniz kumpasın arkasında bir İslâmî grup var, bir tarîkat var. Aynı zamanda o tarîkatla berâber hareket eden başka birtakım İslâmî iddialı insanlar var. Yani sonuçta şöyle bir şey olsa, diyelim ki, atıyorum, solcular kumpas yaptı ya da bilmem neler kumpas yaptı; bu olabilir ama. Olacağından değil de meselâ ilk akla gelen bu olur. Sizin bu durumunuzda, onlar da herhalde sizin o câmianın bir insanı olduğunuzu biliyorlar. Bu niye böyle bir şey oluyor?
Sait Çelik: Evet, biliyorlar. Ama bu tabiî paydaşların içerisinde FETÖ’cüleri ihmal etmeyelim. Onlar da önemli bir unsurdur gerçekten. Bahsettiğiniz isimler, kesimlerle birlikte FETÖ artıkları, FETÖ borsacıları elbirliğiyle gerçekleştirdiler bu işi. Ama o câmiadan kişiler, bu tarîkatlara cemaatlere sığınarak bu operasyonu gerçekleştirdiler, bu arkadaşlara yardımcı oldular. Tabiî ben böyle bir şeyi öngöremediğim için, bu kesimlerle de aramız gayet iyi olduğu için, “silâhsız” yakalandık diyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şöyle bir şey var. Meselâ bakıyorum, cezâevinde mektup yazıyorsunuz Cumhurbaşkanı’na, YÖK Başkanı’na vs.. Tabiî bunlardan bir sonuç alamadınız belli ki; ama sonuçta siz milletvekillerini tanıyan birisiniz; yani Uşak Türkiye’nin en büyük illerinden birisi değil, ama sonuçta önemli bir ilimiz ve orada bir üniversitenin ikinci kez seçilmiş rektörüsünüz. Tanıdıklarınız var. Hattâ şu çok çarpıcı: Girdiğiniz cezâevinin müdürünü tanıyorsunuz.
Sait Çelik: Evet, çok yakın işbirliği yaptığımız birisi. Ortak protokoller imzaladığımız, cezâevindeki kalanların rehabilitasyonu için projeler geliştirdiğimiz bir arkadaşımızdı yani.

Ruşen Çakır: Peki bütün bu insanlar size niye sâhip çıkmadılar, niye yalnız kaldınız? Öyle söyleyeyim.
Sait Çelik: Bu olay beklenen bir olay değildi doğrusu. Beklenen bir olay olmadığı için herkes önce bir şaşkınlık yaşadı: “Nasıl olur? Yani Sait Çelik de FETÖ’cü”. Yani olabilecek bir şey değil. Türkiye’de belki en son akla geleceklerden birisi olmam gerekirken, böyle bir olay oldu. Ama tabiî Uşak eşrâfı, Uşak siyâseti, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler bunun aslında kumpas olduğunu en başta fark ettiler. Hattâ Ankara da fark etti. Düşünebiliyor musunuz Ruşen Bey, ben o dönemde cezâevinde rektör olarak yattım. Bütün dünyaya “FETÖ'cü terörist” îlân edilmeme rağmen Ankara buna inanmadı. YÖK inanmadı, Cumhurbaşkanımız inanmadı. Başka türlü olsa görevden derhal alırlardı; çünkü yaşanan bütün örneklerde böyledir. Ancak ben cezâevinde yazdığım mektupların altına da rektör olarak imzâ attım. Ne zamâna kadar? Tâ ki 6 ay göreve gelmeme gerekçesiyle görevim YÖK’te bir îlân ile düşene kadar. Nasıl vekâlet bırakırsınız, yurtdışına gidersiniz, gelemezsiniz, 6 ay üstü gelmezsiniz; benim 7. aydan sonra görevim düşmüş oldu. Bu da neyi gösteriyor? Kimsenin aslında inanmadığını da gösteriyor.

Ruşen Çakır: İnanmıyorlar, ama bir şey de yapmıyorlar. Siz cezâevinde 907 gün yattınız.
Sait Çelik: Yargımız bağımsız, yani yargımız bağımsız. Öyle bir bağımsız yargımız var ki… Tabiî dosyam da gizli. Ancak ben cezâevindeyken eşim, çocuklarım ziyârete geldiğinde, bu sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve siyâsîlerimiz Ankara’da fıldır fıldır dönüyorlar. Onlara diyorlar ki: “Rektörün dosyasında iki husus varmış”. Neymiş bu hususlar? “Efendim, rektör cebinde Fethullah Gülen’in resmini taşıyormuş.” Şimdi, 15 Temmuz’dan bir gün sonra terör elebaşının bir resmi olan ve içinde “Darbeyi fakatsız amasız kınıyorum” diye bir belge geldi benim WhatsApp’ıma. Bunu görünce ben bunu Twitter hesâbımdan etiketleyerek dedim ki: “79 milyonu kandıracağını zannediyor hâin” diyerek devam eden bir tweet’i, şimdi devâmını tam hatırlamıyorum, Twitter’ımda paylaştım. Bizim başsavcımız ve ekibi, bu tweet’in üst kısmını, benim paylaştığım kısmı kapatıyor, diğer kısmıyla Ankara’da, “Cep telefonunda Fethullah’ın resmini taşıyor” diyor. Bir husus bu. Düşünebiliyor musunuz böyle bir istismârı? İkincisi: “Sait Çelik normal bir FETÖ’cü değil, FETÖ’nün başı” diye dolaşıyor başsavcı. Ve buna da diyor ki: “ ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyesi”. Nasıl oluyor bu “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi? Yani 15 Temmuz gecesi saat 23:30 gibi Bursa’da bir belge ele geçiriliyor: Darbe sonrası illere atanacak sıkıyönetim komutanları listesi, Ruşen Bey. Atanacak bu listeyi daha sonra, ben daha önce Elâzığ’da görev yaptığım için, oradan bir avukat paylaşıyor yaklaşık 2:30 gibi. İşte “Böyle bir liste dolaşıyor, derhal Meclis toplanmalı, îdam kararı çıkartılmalı ve bunlar asılmalı” gibi. Şimdi bu paylaşımı özel kalemim 2:30’da bana gönderiyor. Şimdi cep telefonumda böyle bir şey var yok, ben bilmiyordum. Tabiî o gece sabâha kadar ben uyumadım ve FETÖ ile açıktan açığa, ilk saatlerinden îtibâren tepkimi yazılı olarak, sözlü olarak ortaya koydum. Şimdi cep telefonumdaki bu belge –belge diyelim buna– şebeke tarafından izlenmiş. Ve benim aleyhime propaganda yapan, basın toplantısı yapan bir partinin il başkanı, söylerken bunu da ağzından kaçırdı: “Sait Çelik’in ‘Yurtta Sulh Konseyi’nin kaçıncı adamı olduğunu, daha sonra ne olacağını göreceksiniz” diye. Ben gözaltına alınmadan, yani cep telefonuma el konulmadan 42 gün önce bu il başkanından böyle bir açıklama. Arkasından da cep telefonuma el konulunca bu belgeye ulaşılıyor ve deniyor ki, yani aslını astarını, mâhiyetini anlatmadan: “Ankara’da rektör, ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyesi” gibi abuk sabuk bir şeyle şüphe oluşturuyorlar.

Ruşen Çakır: Sait Bey, şimdi şu âna kadar izleyen izleyiciler şunu soracak tabiî: Niye Sait Çelik? Yani Uşak’ta tek o mu var ya da sizi hedef almalarının sebebi nedir? Bir kumpastan bahsediyorsunuz. Hedef ne yani? İnsan sırf kişisel gıcıklıktan bunu yapmaz. Bir de tek bir şeyden bahsetmiyorsunuz.
Sait Çelik: Evet, şöyle: Ben ciddî anlamda FETÖ ile mücâdele eden biriydim. Yani bu 17/25 Aralık öncesi dâhil diyorum. Siz bizim İslâmcıları, bizim mahalleyi bilirsiniz. Atasoy Müftüoğlu’nu tanır mısınız Ruşen Bey?

Ruşen Çakır: Tanımam mı? Yayın da yaptım, çok iyi tanırım.
Sait Çelik: Nasıl birisi olarak bilirsiniz?

Ruşen Çakır: Efendim?
Sait Çelik: Yani hangi kesim olarak bilirsiniz? Hani İslâmcıların neresinden bilirsiniz?

Ruşen Çakır: Çok kabaca ilk aklıma gelen: Nevi şahsına münhasır, ama radikal birisidir.
Sait Çelik: Radikal birisidir. Bu 17/25 Aralık öncesi FETÖ hakkında ne düşünür?

Ruşen Çakır: Tabiî ki canım. Ben onunla yayın yaptım. Tabiî ki en çok karşı çıkanlardan birisidir.
Sait Çelik: En çok… Net değil mi bu?

Ruşen Çakır: Evet.
Sait Çelik: Yani siz bizim gurmemiz sayılırsınız. Şimdi ben bu hocamızı 2013 yılında üniversitemde konferansa dâvet ettim. Tabiî biz şeyi unutuyoruz Ruşen Bey, 17/25 Aralık öncesini unutuyoruz. O zaman FETÖ toplumda prestijli, –bırakın illegal olmayı– legal ve herkesin ona övgüler düzmekte yarıştığı bir, tırnak içinde, “cemaat”. O şartlarda, bakın o şartlarda Atasoy Müftüoğlu’nu getirdim ve sert bir şekilde FETÖ’yü eleştirdi. Fethullah Gülen’i ve o ekibini eleştirdi. Çok ciddî eleştiriler yöneltti. Kendisi sağdır, hayattadır, açın sorun. Ve o zaman, kendisi hakkında FETÖ’cülükten işlem yapılıp ihraç edilen vâli de bunu duydu, gördü. Yani benim FETÖ karşıtı olduğumu FETÖ’cüsü de bilir, FETÖ karşıtları da bilir. Diğer taraftan Banu Avar’ı da tanırsınız herhalde değil mi Ruşen Bey?

Ruşen Çakır: Evet, biliyorum.
Sait Çelik: Onu nasıl bilirsiniz? Affedersiniz, hani böyle sohbet olsun diye söylüyorum.

Ruşen Çakır: Ulusalcıdır. O da tabiî ki Fethullahçı karşıtıdır. Ergenekon sürecinde bayağı dikkat çekici bir duruşu olmuştu onlara karşı. Hâlâ öyle diye biliyorum.
Sait Çelik: Peki, 17/25 Aralık öncesi nâdir FETÖ’yü eleştirenlerden biridir. Bu tamam mı?

Ruşen Çakır: Tabiî tabiî.
Sait Çelik: Ve ben onu 2012 yılında üniversiteme dâvet ettim. Oldukça sert bir şekilde Fethullah Gülen’i ve ekibini eleştirdi. Kendisi hayattadır, açıp sorabilirsiniz. Ve Ruşen Bey, benim 17/25 Aralık öncesinde İsrail ve ABD politikalarını sert bir şekilde eleştiren basın bildirileri, Twitter paylaşımları var. Sizin gibi biz de antiemperyalistiz. Yani aslında su katılmamış, sek bir antiemperyalistiz biz. Ben öyleyim şahsen. Benim câmiamda da böyle çok sayıda kişi var antiemperyalist olarak. Dolayısıyla bu basın taramalarından bunu görebilirsiniz. Orada ne var ne yok, nasıl bir dil kullanarak Siyonist rejimi, ABD’yi, Batı’yı eleştirdiğim oralarda görülecektir. 2014 yılında, Mayıs ayında Filistin, İsrail gezisi yaptım Mahmud Abbas’ın dâveti üzerine. Orada bütün Filistin şehirlerini gezdim, fotoğraflar çektim, belgeledim ve rektörlük hesâbımdan, Twitter hesabımdan İsrail’in yayılmacı politikalarını, Filistin halkına karşı soykırımını belgeleyen tweet’ler paylaştım çok sayıda. Bunlar orada duruyor. Yani net Siyonist karşıtı, FETÖ karşıtı. Üstelik 17/25 Aralık öncesi olduğu gibi, 17/25 Aralık sonrası da…

Ruşen Çakır: Sait Bey, duruşunuzu anladım. Zâten sorun da burada. Bu kumpas dediğiniz olay… Şimdi bu söylediklerinizden şöyle bir şey çıkıyor: Fethullahçılar hâlâ Türkiye’de güçlü olur, sizi kendilerine düşman bilir, zamânında yaptıkları gibi, size bir şey yaparlar. Ama burada başka bir şey söz konusu. Sizi Fethullahçılıkla suçluyorlar. Fethullahçı olmadığınızı anlatmanıza artık gerek yok. Ben şunu merak ediyorum: Niye yapıyorlar bunu?
Sait Çelik: Orada tabiî bir makam var, bir ekip var Ruşen Bey, Uşak’ın bütün kurum ve kuruluşlarını ele geçirmek istediler; milletvekillerini, organize sanayi başkanlıklarını, sivil toplum kuruluşlarını. Meselâ, Uşak Kent Konseyi’ne bir aday çıkardılar, yani bunu bile diyorum, bakın, kendi özel kalemlerini aratarak buna oy istediler. Ama gösterdikleri aday değil de başka bir arkadaş kazanınca, bu kent konseyine verdikleri odadan attılar, elindeki arabaları aldılar. Ama Türkiye Kent Konseyleri Birliği Uşak’a geldi ve dedi ki: “Bunu kınıyoruz”. Basından bunu da görebilirsiniz. Her dernek bizim olsun istediler. FETÖ’de nasıl yaşandıysa bu, bunlar da daha câhilce, acımasızca ve FETÖ’nün bıraktığı boşluğu dolduracak şekilde yaşandı.

Ruşen Çakır: Başka bir cemaatin sizin rektörlük makamına bir anlamda göz dikmesinden bahsediyorsunuz.
Sait Çelik: Net. Yani bunu ben kitabımda ispatlıyorum. Bana yardımcı olsun diye İslâmî İlimler Fakültesi Dekanı’nı gönderdiler. YÖK başkanımızla ve ilâhiyatlardan sorumlu YÖK Yürütme Kurulu üyesi, bana önerdiği kişiyi el altından rektör adayı yapmak, rektör yapmak istemiş. Bu bahsettiğimiz arkadaş grubu da demiş ki: “Bu bizim gruptan, ne güzel. YÖK Yürütme Kurulu üyesi de Uşak’a zaman zaman geliyor”. Benim de aram çok iyi. Bakın, aram o kadar iyi ki, o Uşak’a geldiğinde mutlaka bana uğrar diye düşünüyorum. Ankara’da da mutlaka ben o arkadaşa uğruyorum. Öyle bir şey ki, geliyor belediye başkanına ve vâliye, benim tekrar atanmayacağımı, memnun olmadıklarını, Cumhurbaşkanı’nın atamayacağı gibi bir yalan ile bu arkadaşların kalplerini çeliyorlar. Bana karşı resmen değil de el altından bir tavır göstermeye başlıyorlar. Seçimden iki gün önce, cumartesi-pazar açık öğretim sınavları vardı üniversitemde. Bana geldiler dediler ki: “Falan adayın ekibi ellerinde belediye başkanının ve vâlinin fotoğraflarıyla ve o adayın ve ekibinle birlikte çektirdikleri fotoğraflarla dolaşıyorlar. Sait Çelik atanmayacak, YÖK ve Cumhurbaşkanı bunu uygun görüyor. Bu atanacak diye oy topluyorlar” diyor. Şimdi ben inanamadım. Neden inanamadım? Çünkü bu arkadaş, YÖK Yürütme Kurulu’nda benim çok değer verdiğim, gerçekten makamına gittiğimde de söylediklerinden etkilendiğim ve söylediklerini kabul ettiğim, mâkul bulduğum bir kişiydi. İnanamadım ve telefon açtım. Her zaman ânında telefonuma çıkan arkadaş cevap vermedi. Arkasından tekrar aradım, tekrar cevap vermedi. Dedim ki: “Demek ki doğru”. Bu doğruluk üzerine ben artık bunu yetkililere de ilettim; “Böyle bir korsan girişim var” dedim. Onlar da bana dediler ki: “Böyle bir şeyin Cumhurbaşkanı’yla ve YÖK’le alâkası yoktur diye bir bildiri paylaşın”. Gece, yani pazar günü gece bu oluyor. Ben dedim ki: “Efendim, ben bu bildiriyi yazıyorum, size gönderiyorum. Eğer uygun görüyorsanız ben bunu paylaşıyorum”. O teyidi aldıktan sonra, kimsenin de ismini âlet etmeden öğretim üyelerimize, akademisyenlerimize ben bunu ulaştırmaya çalıştım. Bâzılarına ulaştı, bâzılarına internet sıkıntılarından dolayı ulaşamadı. Şimdi böyle bir ihânetle karşılaştım Ruşen Bey. Düşünebiliyor musunuz? Anlayamadım, yani çok şaşırdım.

Ruşen Çakır: Şimdi kâbus gibi bir şeyden bahsediyorsunuz. Ama sonuçta şimdi Fethullahçılık gibi bir yapıyı devlet tasfiye ediyor, etmeye çalışıyor. Bu arada, bu tasfiyeden istifâde ederek bir başkaları da başkalarını tasfiye ediyor ve bunu yapanlar da yine İslâmî iddialı bir başka yapı oluyor. O zaman bu dediğiniz olay, yani siz Uşak’ta bunu yaşadınız, bir rektör olarak 907 gün hapis yattınız. Bu süreçte Türkiye’nin dört bir tarafında kim bilir kimler ne tür şeylere marûz kaldılar, insanın aklına bu geliyor. Yanılıyor muyum?
Sait Çelik: Hiç yanılmıyorsunuz. Bu bir adâlet çığlığıdır. Bu kitap, neler olduğunu ayan beyan belgeleriyle açık açık, isim isim, resim resim, yer târih saat vererek ispatlıyor. Burada sâdece bana değil, orada başka düzenledikleri kumpasları, FETÖ’cülerin nasıl korunup kollandığını, FETÖ dosyalarının nasıl sulandırıldığını, FETÖ’cülerle nasıl bu operasyonların düzenlendiğini… Burada çok sayıda FETÖ’cünün operasyonun içinde olduğunu görüyorum. Ve ben buna diyorum ki: Bu bir FETÖ operasyonu. Diyeceksiniz ki, aradan 8 yıl geçti. Belki bugün böyle bir operasyon yapamaz FETÖ; ama o zaman yapabilecek zindelikteydi. Hatırlarsanız demokrasi mitingleri yapılıyordu. Her an bir kalkışma yapabilirler diye teyakkuz hâlindeydi devletimiz, milletimiz hep berâber. Bu ortamda, yani orada Uşak’ta en önde gelen FETÖ’cülerin nasıl korunup kullandığını anlatıyorum ben. Yargıtay karârıyla, belgeleriyle anlatıyorum ben bunları. Başka neler yaşandı? Yani jandarma komutanının hanımına, bakın, Hâkime Hanım… Uşak’taki çete, avukatlara da kumpas kurdu. Bu kumpasa tabiî Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da gelerek müdâhale etti, Twitter’ında paylaştı, “Bu hukuksuzluk” dedi. Netîcede kumpas ekibi… Meselâ avukatlar öyle bir ekip kurmuşlar ki içinde olmayan FETÖ’cü avukatı listeye dâhil ediyor, listenin içindeki avukatlığı dışarıya atıyor. Ekle çıkar yaparak ne yapıyor bunu? “Bak, avukatlar FETÖ operasyonu yapıyor” diye istismar ederek avukatlara da kumpas kuruyor. Yani 40-50 avukata böyle bir kumpas kuruyor Sayın Çakır. Şimdi orada Hâkime Hanım beraat veriyor bu avukatlara. Ama bu sefer bizim başsavcı durur mu? Hemen Hâkime Hanım’ın eşi jandarma komutanına FETÖ operasyonu düzenliyor. Öyle bir operasyon ki yani Ergenekon dâvâlarına taş çıkartır, emin olun ki taş çıkartır.

Ruşen Çakır: Anlatacak çok şeyiniz var, biliyorum. Ama burada benim çok ilgimi çeken bir husus var. Ali Galip Baltaoğlu diye bir doktor, yani bir akademisyenden bahsediyorsunuz ve bu kişi başından îtibâren size sâhip çıkmış. Şimdi Uşak gibi bir yerde… Gerçekten kendisini tanımıyorum, yani onun akademisyen olduğunu biliyorum ama bir de bir gazeteci aynı zamanda. Yani böyle bir olayda yerel düzeyde neredeyse önde gelen herkesin dâhil olduğu bir kumpastan bahsediyorsunuz. Ama bu arada birileri de çıkıp pekâlâ sizin yanınızda durabilmişler. Bu gerçekten çok takdire şâyan ve ilginç bir olay.
Sait Çelik: Evet, şimdi bir de o döneme gitmek lâzım bunun değerini anlamak için. Bize akademisyenler, Uşak halkı, sivil toplum kuruluşları, milletvekillerimiz, herkes sâhip çıkıyor; ama hepsine de “Bir rektör tutuklanıyor” diyor Emniyet yetkilileri. “Devlet böyle bir şeyi delil olmadan yapmaz” diyor. “Kesin, açık, ayırt edici bir delil vardır” diyor. “Ayağınızı denk alın. Senin bacın, senin kardeşin, senin bilmem neyin… Bak, başına işler gelebilir” diyor. Yani Sayın Çakır, kravatlı eşkıyâların kol kol gezdiği bir ortamdı bu. Dolayısıyla böyle bir ortamda düşünün, yani ses çıkaranların FETÖ’cü diye damgalandığı bir ortam. Hayal edebiliyor musunuz? Böyle bir ortamda mesâi arkadaşım Ali Galip Baltaoğlu Hocam baştan bunu yazdı ve o kadar kendinden emin ki… Bu arkadaş ülkücü bir arkadaş. Bilirsiniz, ülkücüler çeşit çeşittir; ama bir cesâreti vardır. Yani gerçekten hani bâzı grupların ön plana çıkan karakterleri, ülkücüler daha cesâretlidir yani. Bu böyle bir arkadaş. Coşkuyla, ama sağlam argümanlarla bunun kumpas olduğunu başsavcıya, başsavcı vekiline… Ve Sayın Çakır, bu ekibin hepsi de bir şekilde FETÖ ile bağlantılı. Yani bende hiçbir FETÖ kriteri olmazken, bu arkadaşlar… Meselâ başsavcı vekilinin iki kızı var; birini 7 yıl, diğerini 8 yıl FETÖ okullarına göndermiş. O kadar içli dışlı. Enteresandır, bunun müdürüyle Bandırma Cezâevi’nde kaldım ben. Arkadaşı çok iyi tanıyor. Diyor ki: “Bütün etkinliklerimize katılan, 17/25 Aralık sonrası dahi çocukları bizde olan, Balkan gezilerine gittiğimiz, bilmem ne yaptığımız bir arkadaş bu” diyor. Şimdi ben buradan dolayı FETÖ işin içinde diyorum. Şimdi üniversitelerde rektörler FETÖ’cü olabiliyor. Onlarca böyle tahkîkat yapıldı, mağdur edildi, emekli edildi, hapislere atıldı. Ama yani benimle birlikte görev yapan Uşak Vâlisi’nde ByLock vardı ve Türkiye’nin bildiği üst düzey bir FETÖ’cü başka bir FETÖ’cü ile konuşuyor, telefon tapesi var. Diyor ki: “Efendim, Uşak Vâlisi benim sınıf arkadaşımdır. Beni nasıl biliyorsanız öyle bilin” diyor. Böyle bir Uşak Vâlisi’ne bir kovuşturma yapılmıyor, ama baştan sona FETÖ karşıtı olan bir rektör, eli kolu bağlanarak şafak baskınında hapse atılıyor. Eli, kolu, dili bağlanıyor. Hiçbir şey söyleme hakkı verilmiyor. Bu nasıl bir trajedi? Sen işlem yapacaksan ByLock hakkında yap. Yani herhangi bir rektör Sayın Çakır, ByLock’ta olsa sorgusuz sualsiz hapse gider. Ama Türkiye’de savcılar açıkladı: “Bir sürü vâli hakkında ByLock iddiası var, ama bir şey yapamıyoruz.” Ben belgeleriyle orada isim, yer, zaman vererek paylaştım. Bir bakanla başsavcının nasıl şiddetli bir şekilde tartıştığını ve ânında kızağa alındığından bahsettim. Dolayısıyla, yani devlet millet can havli ile FETÖ ile mücâdele ederken bir kısım eşkıyâ da çıktı, buradan servet ve makam devşirdiler, FETÖ’cülerle birlikte yaptılar. Bundan o kadar eminim ki, belgelerini de paylaştım. Şimdi siz de izliyorsunuz, yurtdışında FETÖ’cü gazeteciler var. Ben de bâzen izliyorum. Yani devletin en mahrem birimlerinden o haberleri hâlâ nasıl alıyorlar?

Ruşen Çakır: Bence biraz sallıyorlar, biraz sallıyorlar. Neyse. Sait Bey, yavaş yavaş toparlayalım. Sonuçta siz beraat ettiniz. Haklarınızı kazandınız mı, geri aldınız mı, tazmînat alacak mısınız? Çünkü 907 gün hapis yatmış ve beraat etmiş birisisiniz. Şu andaki durumunuz nedir?
Sait Çelik: Şu anda emekliyim. Normalde 2019 sonunda beraat ettim, karar kesinleşti, tabiî Yargıtay karârıyla. Şimdi kitabım baştan sona bunun belgeleriyle dolu. Yerel mahkemede 7 yıl 11 ay cezâ aldım, ağır cezâ aldım. Bunu İstinaf Mahkemesi ânında onayladı. Duruşmasız bir mahkeme; sadece mübâşir, kâtip ve mahkeme heyeti var. Ânında o mâlûm medyaya düşüyor; “Sait Çelik’in karârı kesinleşti” diye. Bu nasıl oluyor? Onun belgesini paylaştım. Yani İstinaf Mahkemesi koridorlarında da çete, şebeke, FETÖ’cüler geziyor. Tâ ki Yargıtay karârıyla ben beraat ettim ve yerel mahkeme buna uydu, tazmînata hükmetti. Tazmînat dâvâsı da Uşak verdi, İstinaf’a gitti, İstinaf bozdu, geldi. Dedik: “Ya, lâzım değil, bize paramızı verin. Ben temyiz filan etmeyeceğim”. Ama Hazîne’nin avukatı temyiz etti, “Mecburuz biz” diyor falan. Ben ne verseler râzıyım, çünkü maddî sıkıntı çekiyorum. Yani kolay değil. Bu sonra tekrar İzmir İstinaf’a gitti, orada tekrar bozuldu falan, arada 30-40 bin liralık bir farkla. Sonradan Yargıtay’a gitti. Şimdi Yargıtay’da karar çıkıp da tazmînat hakkımıza kavuşmayı bekliyoruz. Ama bu, yani yaşananlardan sonra, gelecek olan para hiçbir şey değil, yani gerçekten devede kulak değil. Bunu yaşayan bilir. Ve göreve dönme tabiî benim en büyük azmim; haklarımın tamâmen iâde edilmesi, göreve dönmem ve bu kumpası bütün dünyaya îlân etmeye devâm etmem lâzım ki memlekette bu işlere cesâret edilemesin. Ve Sayın Çakır, şunu ifâde etmeme müsaade edin. İstedim ki bu kitap çok geçmeden piyasaya çıksın. Suçlular ya da benim iddialarım, devlet kademesinde şimdi görev yapanlar devlette görevdeyken ellerine geçsin ki karşıma çıksınlar, desinler ki: “Bize iftirâ ediyor, biz öyle yapmadık, böyle yaptık.” Hakaret dâvâsı açsınlar, iftirâ dâvâsı açsınlar, mahkemede hesaplaşalım. Bakalım ben mi FETÖ’cüyüm, onlar mı FETÖ’cü? Belki de onlar FETÖ’cü, ortaya çıksın. Ben yargılandım, beraat ettim, aklandım. Yani yargılanmayanın FETÖ’cü olmadığından emin olamayız. Kripto olma durumu söz konusu. Ancak benim kripto olmayı bile ispatlayan net, somut delillerim var Sayın Çakır. Ben 2014 yılında FETÖ ile mücâdelenin zirvede olduğu bir dönemde hem legal olarak, resmî hesâbımdan, konferanslarda, çalıştaylarda, öğrenci rektör buluşmalarında FETÖ’yü bir casusluk şebekesi olarak îlân ettim, hiç kimsenin konuşmadığı bir zamanda. Ve bu, “Twitter’ı katlayın” diye bir beyânatı vardı terör elebaşının. Ben de onların diliyle cevap verebilmek için müstear isimle Twitter hesabı açtım ve FETÖ’nün tezlerini çürütecek paylaşımlar yaptım ben orada. Düşünün, kendini gizleyen bir FETÖ’cü bilinmeyen bir hesaptan da kendini gizleme gereği duyar mı? Bir oradaki eleştirilere, FETÖ eleştirilerine bakın; bir de benim çizgime bakın, hem de eleştirilerin niteliğine bakın. Sayın Çakır, size meselâ “Kriptosun” diyebilirler. Çünkü siz gerçekten can alıcı programlar yapıyorsunuz, gerçekleri ortaya döküyorsunuz. Var mı sizin hakkınızda meselâ kripto iddiası? Diyebilirler yani.
Var, olmaz olur mu? Hüseyin Gülerce dedi ya bana.
Sait Çekil: Ancak Sayın Çakır, başsavcı hazırladı benim iddianâmeyi. Çünkü hiçbir savcı imzâ atmaya cesâret edemedi, düşünün. Yani bu kadar abuk sabuk, hukuk fakültelerinde hukuk garâbeti olarak okutulacak bir iddianâme ve mahkeme karârı. Bu târihe mal olacak. Şimdi burada hiçbir şey yoksa, diyor ki: “Örgütün kendisini gizleme, koruma ve politikasının ürünü” diye ifâde ediyor. Ama benim o tweet’e ne diyor biliyor musunuz? Hiç kimsenin konuşmaya cesâret edemediği dönemdeki tweet’ime diyor ki: “Rektöre sahte hesap açmak yakışmaz”. Bakın hele. Yani nereden baksanız trajikomik. Nedir o? Ahmet Kaya’nın bir şarkısı var? Nereden baksanız ne diyordu rahmetli?

Ruşen Çakır: “Nereden baksanız tutarsızlık, nereden baksanız ahmakça.” Evet, noktayı koyalım. Şunu sormak istiyorum. Girdiniz, bir rektörsünüz, çok önemli bir konumunuz var. Göz göre göre, dört çocuk babası birisi olarak, birçok şeye inanan birisi olarak girdiniz ve anladığım kadarıyla inandığınız birçok dağa da kar yağmış bu süre içerisinde, anladığım kadarıyla, kitaptan gördüğüm kadarıyla. Sonuçta her şey bir yana, siz bireysel olarak nasıl bir hesaplaşma yaptınız? Özellikle çıkacak olan diğer kitapta bu konuyu ele aldığınızı biliyorum, bir muhâsebe yaptığınızı biliyorum. Sonuçta bu 907 gün size ne öğretti?
Sait Çelik: Çok şey diyebilirim. Yani derler ya: “Çürük bir ipliğe hülyâ dizmişim”. Gerçekten bunu, “FETÖ Koğuşu” adlı kitabımda enine boyuna kendi duygularımı anlatmaya çalışıyorum. Ama bir taraftan kendi muhâsebemi yapıyorum. Sert bir şekilde gene kendimi de eleştiriyorum. Diğer taraftan da rektörlük dönemindeki uygulamalara bakıyorum. Emin olun ki Sayın Çakır, öyle bir rektörlük görevi yaptım ki ben; mülâkatı kaldırdım üniversitemde. Eski rektörün atadığı hiçbir idârî kadroyu değiştirmedim. Temizlik işçisi ve güvenlik görevlisini bile kameralar huzurunda kura ile aldım. Çok şükür. Yani prestijli kadrolara bakın; fakülte sekreterliği, yüksekokul sekreterliği, dâire başkanlığı gibi 12-13 tâne kadro boştu. Çünkü biz hızlı bir şekilde üniversitemizde çok şey yaptık. Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 7 yeni fakülte kurduk ve buradan boşalan kadrolara Türkiye’nin her tarafından kendini atandırmak isteyenler vardı. Ve ben bunun hiçbirine asâleten atama yapmadım. Özel üniversitelerde olduğu gibi bir dâire başkanlığına, bir fakülte sekreterliğine bir kişiyi görevlendirdim, birkaç fakülteye bir kişiyi görevlendirdim ve yürüttüm. Bu yolla çok kamu tasarrufu sağladım. Hiçbir ihâlemizi FETÖ almadı, FETÖ ekipleri almadı. İnşaatlarımız zamânında başladı ve zamânında bitti. Hiçbir kantinimizi, öğrenci çarşımızdaki dükkânımızı, hiçbir FETÖ yurdu da yaptırmadık. Bir sürü üniversitelerde vardır bunlar yani. Onlar hiçbir kovuşturmaya yer olmadı. Hiçbir akrabamı üniversiteye almadım. İlk geldiğimde ağabeyimi üniversiteye genel sekreter yapmak istediler, düşünebiliyor musunuz? Hiçbir akrabamı, üniversitelerin telefon listesine bir bakın, soyisim listesidir yani. Buradaki çürümüşlük, kokuşmuşluk zirvededir. Eskiden de böyledir, bu devam eder yani. Önce eşini, sülâlesini, gelinini, damâdını üniversiteye doldurur rektörler. Çünkü yetkileri fazladır. Bir tâne bile almadım. Bu yönlerden müsterihim. Ama siz o kitapta da göreceğiniz gibi, gerçekten de aslında benim her kesimden dekanım vardı. Düşünebiliyor musunuz? 2011’den 2014’e kadar, daha sonraki dönemlere kadar, 2016’nın sonuna kadar yaptım. Türkiye'nin her kesiminden benim dekanım vardı ya. Ülkücüsü vardı, birkaç tâne Alevî'si vardı, tarîkatçısı vardı, cemaatçisi vardı. Yani bu Türk Dil Kurumu Başkanı bir gün üniversiteme gelmişti ve bunu uzaktan da tâkip ediyordu. Dedi ki: “Hocam, sizin bu uygulamalarınız Türkiye’ye çok fazla. Ancak 20 sene sonra böyle hayal edilen bir ortam oluşabilir”. Bu yönden müsterihim. Ancak insanların gerçekten bir yerlere fazlaca âidiyeti varsa, kendi âit olduğu yeri kurum âmirinden daha üst mertebede görüyorsa, onların daha yakından denetlenmesi lâzım. Biz bir taraftan, “Acaba FETÖ’nün boşluğunu kimler dolduruyor?” derken, sessizce birileri bütün kurumları ele geçirmeye kalkıyor olmasın? Buna da artık dikkat etmemiz lâzım. Ben böyle, yani hedefte şu tarîkat, bu cemaat varken, bakıyorum ki şimdi adı sanı okunmayan başka bir grubun bütün kurumları neredeyse ele geçirmeye çalıştığıyla alâkalı iddialar duyuyorum. Yani dolayısıyla kimse devleti ele geçiremez. Devletimiz de ele geçirilecek bir şey değildir. Ayaklarıyla sağlam basacaktır ve bu yönde girişimleri dahi, ele geçirme girişimlerini dahi elbirliğiyle devlet ve millet püskürtecektir, devletin namuslularıyla. Namuslu kesim çoğunlukta. İşi istismar edenlerin ben çok azınlıkta olduğunu düşünüyorum. Adâlet câmiasında da İçişleri Bakanlığı’nda da devletin diğer kurumlarında da, hangi kesimden olursa olsun; ülkücüsü, tarîkatçısı, cemaatçisi, solcusu, Alevî’si, Sünnî’si, bunların gerçekten artık bir arada yaşamak ahdinde olduğunu ben düşünüyorum ve dört gözle bu işleri tâkip ettiklerine inanıyorum. Ve bunların artık FETÖ ihânetinden sonra mîâdı doldu. Kimse devletimizi ele geçiremeyecek. Bundan müsterih olunsun. Herkes duyarlı artık bu noktada. Ben öyle inanıyorum. Bilmem katılır mısınız?

Ruşen Çakır: Evet, burada kapatalım. Gerçekten zor bir şey yaşadınız, çok zor bir dönemde. Beklemediğiniz bir olay ve büyük bir hayal kırıklığıyla anladığım kadarıyla uzun bir süreniz olayı anlamaya çalışmakla geçmiş.
Sait Çelik: Evet, anlayamadım. Yani ben gerçekten ölü müyüm, diri miyim, rüyâda mıyım, gerçekten miyim? Bunlar bende aylarca sürdü Sayın Çakır. O psikolojiyi orada… Diğer FETÖ’cüleri de tasvir ediyorum o kitapta. Aramızdaki tartışmaları da anlatıyorum. FETÖ’cü olmayanları da anlatıyorum. Orada çok sayıda FETÖ’cü olmayanlar vardı. Gerçekten bunlar var. Ağırlaştırılmış müebbet alan, FETÖ ile uzaktan yakından alâkası olmayan ve darbeye kalkışmamış kişiler var, onlara değiniyorum. Yani gerçekten inanılmaz şeyler var.

Ruşen Çakır: Çok geçmiş olsun tekrar. Yeni kitabınızı da bekliyoruz. Evet, 907 Gün: Bir Kumpasın Anatomisi’ni yazmış Prof. Sait Çelik. Uşak Üniversitesi’nin eski rektörü. Kendisi yaşadıklarını, çıkardığı dersleri anlattı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı