Demir Çelik ile söyleşi: Sürgündeki Kürt siyasetçiler süreç hakkında ne düşünüyor?

05.12.2025 medyascope.tv

5 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Çözüm sürecini tartışmaya devam ediyoruz ve özellikle yurt dışındaki Kürt siyasetçilerle konuşmaya devam ediyoruz. İdris Baluken'le yayınlar yaptık. En son Selma Irmak'la yaptık. Şimdi yine Kürt siyasi hareketinin öne çıkan isimlerinden yurt dışında yaşayan Demir Çelik'le yapıyoruz. Demir Bey, merhaba.
Demir Çelik: Merhabalar. İyi yayınlar diliyorum.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Siz bir dönem — artık parti adlarını, sıralarını hep ben karıştırıyorum ama — Barış ve Demokrasi Partisi'nde idiniz. Eş genel başkandınız ya da genel başkandınız. Milletvekilliğiniz de var ama bir süredir yurt dışında yaşıyorsunuz. Ama hep gözünüz kulağınız burada diye biliyorum. Ne diyorsunuz? Bir yılı aşkın süredir yaşanan bir sürecimiz var. Geçen Selma Hanım'la çok doyurucu bir yayın yaptık. Sizinle de konuşayım istedim. Önce genel bir girizgâh yapalım. Devlet Bahçeli'nin başlattığı bir olay var ve bir diğer aktör de Abdullah Öcalan. Bir yılı aştı. Nasıl görüyorsunuz? İyi mi gidiyor?
Demir Çelik: Öncelikle teşekkür ediyorum böylesi bir fırsatı bana verdiğiniz için. Size, sizin şahsınızda Medyascope'a teşekkürlerimi sunuyorum. Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanlığını yaptığımızda henüz Kürt siyasal hareketinin eş başkanlık uygulaması olmadığından ben genel başkan pozisyonundaydım. Barış ve Demokrasi Partisi genel başkanı olmazdan önce de Muş Varto belediye başkanıydım. Dönemimin bitmesine altı ay kala istifa edip partinin genel başkanlığına geçmiştim. Dediğiniz gibi şu anda da İsviçre'de, İsviçre Bern'de sürgünü yaşıyorum, 2016'nın Ağustos'undan bu yana. Sorunuza gelecek olursak, Ekim 2024'te birdenbire Sayın Bahçeli'nin DEM milletvekillerinin sırasına giderek, eş başkanlardan başlayarak milletvekillerimizin elini tutması, alışılagelmiş uygulamaların, yaklaşımların ötesinde "Yeni bir ihtimal var mı?" sorularını da sormamıza neden olan bir girişim olarak değerlendiriyorum. Tabii Sayın Bahçeli'nin niyetinden bağımsız, onu da buna iten hem uluslararası konjonktür hem de Kürt siyasal hareketinin 40 yılı aşkın, 50 yıla yakın zaman diliminde askeri anlamda yenilmemiş olması ve yenilmeyeceği yönlü devlet aklının öngörüleri, bu iki temel gerekçe ile birlikte hemen yanı başında Suriye'nin yeni dizaynı devreye girince, devlet elini çabuk tutup Bahçeli üzerinden Kürt-Türk ittifakını dillendirmeye başladı. Bu nedenle de öncelikle devletin Kürt varlığını kabul etmeyle birlikte onların meşru demokratik taleplerini karşılama niyetiyle ya da onları bir halk, bir ulus olarak kabul etmeyle başlayan bir girişim, bir çaba ya da bir hamle olmadığının altını çizmek isterim. Tamamıyla niyetlerinden bağımsız, uluslararası konjonktürün bir kısım dinamiklerinin ortaya çıkmış olması ihtimali beraberinde, işte özellikle Avrupa, Ortadoğu, Hindistan enerji güzergahının Kıbrıs üzerinden Hayfa Limanı’na, dolayısıyla da bu güzergâhın güvencesi açısından vekil savaşçıları ve savaşları yerine, devletlere dayalı bir hukukun hayat bulacağı ihtimali, olasılığı gündemdeydi. Bununla beraber 7 Ekim 2023'te buna uygun tarzda Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere'nin desteğiyle İsrail başta Hamas olmak üzere Hizbullah'a dönük, Haşdi Şabi, Husilere dönük siber savaş yöntemleri dahil olmak üzere savaş yöntemleriyle vekil savaşlarını tasfiye eden, dolayısıyla İran'ın Ortadoğu'daki hâkimiyetini, kollarını kırıp ona Ortadoğu'yu idare eden yaklaşımları beraberinde daha önceden Rusya'nın Ukrayna savaşıyla kuzeyde uğraştırılıyor olması, beraberinde Suriye'nin yeni dizaynı konusunda da bir üst aklın devreye girdiğini görüyoruz.

Ruşen Çakır: Yani siz olayı büyük ölçüde bölgesel gelişmelere, konjonktüre bağlıyorsunuz. Peki burada şöyle bir şey var. Şimdi biliyorum ki özellikle yurt dışında yaşayan bazı Kürtler bu şeyleri bir fırsat olarak görüp Öcalan'ın Ankara'yla anlaşıyor olmasını, yani bu süreci kabul etmesini, 27 Şubat bildirgesini şey yapmasını yanlış olarak değerlendiriyorlar. Herhâlde siz de çok karşılaşıyorsunuzdur.
Demir Çelik: Yani o yönlü eleştiriler söz konusu. Tabii devletin Kürt siyasal hareketini dolayısıyla da muhatap olarak Sayın Öcalan'ı alıyor olmasını sadece ve tek başına ben zaten uluslararası konjonktüre bağlamadım. Bir nedeni bu. İkincisi de, Kürt siyasal hareketinin askeri anlamda yenilmezliğinin ötesinde giderek toplumsallaşmış olması. Avrupa başta olmak üzere, dünyanın dört bir tarafında milyonların mobilizasyonunun sağlanıyor olması ve beraberinde de 40 yıllık askeri müdahalelerle tüketilen 5 trilyon dolar civarındaki yüksek maliyetin devlet için katlanılamaz duruma geldiği, ekonomik ve siyasal krizin yanı sıra çoklu krizden yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin yönetilmek istenmediği bir durumun açığa çıkmış olması, Türk devletinin, Türk ulus devletinin Kürtlerle sonsuza kadar savaşmanın mümkün olamayacağı, bu yönüyle de Türk-Kürt ittifakına dayalı, bizim anladığımız anlamda kendi meşru demokratik taleplerimizi karşılamak değil, devletin çıkarlarına zarar getirmeyecek düzeyde yeni bir ilişkiyi kurabilir miyiz? Asıl amaçları o. O anlamıyla devlet şapkasını önüne koyup vicdani noktada Kürtlerin gasbedilen, el konulan haklarını iade etmek yerine hem uluslararası konjonktür hem de Kürtlerin bu yenilmezliğinin üzerinden ısrar etmek yerine biz ittifak üzerinden yeni bir ilişki kurar mıyız? Bu yönüyle tabii eleştiriler söz konusu ama eleştirilerle birlikte şu somut koşulları değerlendirmek lazım. Yani 1916'da Sykes-Picot'la beraber Kürdistan dörde parçalanmış olmakla beraber dört ulus devletin tahakkümü, hegemonyasıyla Kürtlerin 1938'den 1984'e gelinceye kadar neredeyse yaprak kıpırdamayacak düzeyde ölü toprakla üstleri örtülmüştü. O nedenle PKK'nin mevcut var olan ulusal demokratik talepleri ekseniyle Bağımsız Birleşik Kürdistan şiarıyla 1978'de ortaya çıktığı konjonktür belki iki kutuplu dünya koşullarında mümkündü ama günümüz dünyasında, 2021'in ilk çeyreğinde mevcut uluslararası konjonktürde ulus devletlere erişimin kolay olmadığı gerçeğinin yanı sıra Kürdistan'ın parçalanmışlığı karşısında dört ulus devletin varlığı ve bu ulus devletlerden birinin hem dünyanın gelişmiş 20 ekonomik gücünden biri olması aynı zamanda NATO'nun üyesi olması, İran gibi yine Farsi gelenekten gelen binlerce yıllık devlet geleneğiyle beraberinde yine ekonomik olarak dünyanın sayılı ülkelerinden olmasından hareketle PKK gerçeği gördü. Yani 1978'in koşullarının değiştiğini, dönüştüğünü, savaşta ısrar etmenin, ulus devlete erişimde ısrar etmenin büyük kaybettireceği gerçeğiyle yüzleşti. Bu anlamıyla zaten 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan demokratik konfederalizm, demokratik ulus perspektifiyle ulus devleti istemeyen, talep etmeyen bir noktada siyasal perspektiflerini dünya kamuoyuyla paylaşmıştı.

Ruşen Çakır: Şunu sorabilir miyim peki? Ben de bu hareketi yıllardır takip etmeye çalışan birisiyim. Hatta gazeteci olmadan önceden, 70'li yıllardan beri biliyorum. Sonuç olarak konjonktür değişti diyorsunuz ama bir perspektif vardı. O perspektif sürekli dönüştü ve Öcalan en son ne dedi? Her türlü kültüralist talepten uzak bir demokratik entegrasyon perspektifi sundu. Şimdi bireyler, özellikle bu harekete yıllarını vermiş insanlar Öcalan'ın bu geliştirdiği perspektifi hakikaten içselleştirdiler ve "bizim bir bağımsız Kürt devleti gibi bir şeyimiz yok, demokratik entegrasyon, Türkiye'de eşit vatandaşlık perspektifi esastır" çizgisine gerçekten geldi mi insanlar? Çünkü özellikle Kürt olmayan kamuoyunda bir güvensizlik var. "Şimdi böyle diyorlar ama sonra bakalım ne olacak" diyorlar.
Demir Çelik: Yani sonrasında bunu talep etmek de meşrudur. Bir halk söz konusuysa ve bu halk kendisine Kürdüm diyen 60 milyon civarında dört parçaya bölünmüşse bir Arap kadar, bir Fars kadar, bir Türk kadar, bir İngiliz, bir Fransız kadar devlet ve statü sahibi olması onun hakkıdır. Zaten bugüne kadar statüsüz kalmış olması PKK'yi doğurdu. İnkâr PKK'yi doğurdu. Soykırım ve katliam zihniyetinden vazgeçmemek PKK'yi doğurdu. O halkın varlığı kabul edilmiş ve varlığının gerekleri olan dilsel, kimliksel, kültürel hakları tanınmış olsaydı bu sorun olmazdı. Öcalan'ın da, PKK'nin de, Kürt siyasal hareketinin de geldiği nokta, ulus devletlerin insana çok da mutluluk getirmediği, hak, adalet, eşitlik sağlamadığı, aksine hiyerarşinin, tahakkümün, inkârın, katliamın devam ettiği, bu nedenle de Türk gibi, Arap gibi, Fars gibi Kürdün de bir ulus devlet olma hakkı vardır. Ama ulus devlet olduğunda mademki toplum adil değil, eşitlikçi değil ve özgür değil, o hâlde devlette ısrar etmek yerine toplumun demokratik ilişkiler ağıyla kendi kendisini yönetmesi mümkünse ona evrilmek gerekiyor. Bu, benim de içselleştirdiğim, bilince çıkardığım, devlet dışılık olarak tarif ettiğimiz toplumun kendi kendisini yönetmesi, tam da günümüz dünyasının geldiği noktada, reel sosyalizmin çöküp umutsuzluğun yeşerdiği bir süreçte biz bunu yeni bir umut olarak algıladık. Buna Kürt milliyetçisi olarak kendisini tanımlayan ya da Kürdüm diyerek bu sorunu yetersiz ve anlamsız görüp ulus devlette ısrar edenler de vardır. Ona da elbette ki saygı duyarım. Yani her halk kadar Kürdün de devlet sahibi olması, statü sahibi olması hakkı vardır. Ama hem objektif koşullar hem Kürdistan coğrafyasının parçalanmışlığı, Kürt toplumunun aşiretler, mezhepler, dinler üzerinden parçalanmışlığı, bu parçalanmışlığın ortaya çıkardığı uluslaşamama süreçlerinden kaynaklı bunun zor, imkânsıza yakın bir durum olduğu gerçeğini de görmemiz gerekiyor. O nedenle ısrar etmek on binlerce insanın kaybının ötesinde sosyal, siyasal büyük travmalar anlamına geldi. O büyük travmalar hepimize kaybettirdi. Sadece Türklere, Kürtlere değil, o coğrafyada yaşayan bütün halklara kaybettirdi. O nedenle biz mevcut ulus devletler perspektifini demokratik cumhuriyete evrilmeyi ve evrilmiş demokratik cumhuriyet eksenleri içerisinde Suriye'de, Irak'ta, İran'da ve Türkiye'de özerk yönetimleri esas alan bir siyasal savunma içerisindeydik, HADEP olarak, HDP olarak, bugünün DEM’i olarak. Bunun koşulları olabilirse, işte İsviçre'deki kantonlar sistemi ya da İspanya'daki özerk sistem, bunun örneklerini de çoğaltarak üzerine kafa da yorduk. Demokratik özerklik olarak ifade ettik. Fakat sizin de dediğiniz gibi 2025'in 27 Şubat'ında Sayın Öcalan kültüralist talepler dahil olmak üzere mevcutta ısrar etmek yerine demokratik entegrasyon olarak ifade ettiği yeni bir siyasal söylemi dile getirdi. Bu demokratik entegrasyondan da benim de anladığım, Kürt siyasî hareketinin de anladığı, ademimerkeziyetçiliğe açık olan ve halkların, inançların, toplum kesimlerinin kendi kendisini yönetmesi anlamına gelir. Bu yönüyle de ulus devletleri parçalamak, ulus devletleri aşmak yerine mevcut sınırlarla oynamaksızın o sınırlar içerisinde her halkın, her inancın, kaldı ki Türkiye'de sadece Kürt sorunu da yok, aynı zamanda Alevi sorunu gibi önemli bir kadim sorun var. Onlar da benzeri bir problem yaşıyor. Bu iki kadim sorunun çözümünde savaş dışı yol/yöntemler mümkünse, demokratik siyasetle bunu mümkün kılabilmenin araçlarına sahip olabilme olanakları, imkânları varsa, esas olan ölme, öldürme yerine müzakere, diyalog, demokratik siyasetin araçlarını doğru kullanarak bu amaçları gerçekleştirmek gerektiği fikriyatı ön plana çıktı. Bu da anlamlı ve değerlidir.

Ruşen Çakır: Peki Demir Bey, şunu soracağım. Şu anda siz Avrupa'da, başka yerlerde de var, çok sayıda benim bildiğim milletvekili, belediye başkanı, parti yöneticisi, yüzlerce belki insan var. Birbirinizle de temastasınız diye tahmin ediyorum. Neleri tartışıyorsunuz, neler bekliyorsunuz? Öcalan'ın bir çağrısı vardı. Sürgünlere "geri gelin" diye bir çağrı yaptı hatta. Dönecek misiniz? Hakikaten bavulları hazırlıyor musunuz?
Demir Çelik: Yani her şeyden önce biz şiddete bulaşmamış, silahlı mücadelede bulunmamış, silahlı mücadeleyi hayatı boyunca savunmamış insanlarız. Bırakın savunmayı, ben belediye başkanı, milletvekiliyken de ruhsatlı silah alma hakkım varken ondan yararlanmayı eksiklik gördüm ve hiç almadım. Siyaset ürettim, siyaset yaptım ve her siyasal parti gibi bizim siyasal partimizin de mevcut ekonomik, sosyal, siyasal sorunlara çözüm arayışımızın kendimize has programları vardı ve onları savunmakla işe koyulduk. Onun bedeli ağır oldu. Biz mevcut var olan 86 milyon insanın Ankara'da yönetilmesi yerine, ademimerkeziyetçi yönetimlerle, büyük coğrafyada 37 etnik kimlik, üç semavi dine mensup, Aleviler, Ezidiler gibi farklı inançtan insanlarımızın, halklarımızın yaşadığı bu coğrafyada ortak yaşamın mümkün olabildiğine inandık. Onu savunduk. Onun mücadelesini verdik. Ama bunu savunduğumuz için işte "hain, bölücü, terör" yaftalarıyla yaftalandık. İtibarsızlaştırıldık. Aleyhimize açılan davalardan kaynaklı onlarca yıl yatmamız öngörüldü ya da kararına varıldı. Bu kararlar yetmezmiş gibi Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in kararlarına rağmen, düşününüz ki işte Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ'ın serbest bırakılmıyor olması gerçeğine binaen, biz de cezaevlerine girmek yerine demokratik siyaseti Avrupa'da sürdürebilmenin koşulları vardır anlayışından hareketle Avrupa'ya geldik. Avrupa'ya geldiğimizden bu yana da hem Türkiye'nin demokratikleştirilmesi açısından hem Türkiye'nin yüz yıllık kadim sorunu olan Kürt sorunu, Alevi sorunu, emek sorunu, kadın sorunu, ekoloji ve çevre sorununun demokratik cumhuriyet ekseninde çözümü konusunda burada da siyaseti yapıyoruz, siyaseti üretmeye çalışıyoruz. Onun gereği olan diplomatik faaliyetler içerisindeyiz. Onun gereği olan sosyal faaliyetler içerisindeyiz: paneller, konferanslar, sempozyumlar, halk toplantıları, yani dur durak bilmiyoruz. Ama dediğiniz gibi gözümüz de özlemimiz de demokratik ortak vatan özlemidir. Türkiye'ye dönmektir. Biz nihayetinde 60 yaşlarından sonra göç ettirilmek durumunda kalan insanlarız. Orada bıraktığımız değerler vardır. Ekonomik değerlerden vazgeçtik. Yoldaşlık ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri, dostluklar, kazanımlar... Bunların özlemini duyuyor ve bir an evvel gerçekten bu sürecin, barış ve demokratik toplum paradigmasına uygun, müzakere ve diyalogların sonuç bulmasını, dolayısıyla da sorunun demokratik hukuk zemine çekilmesinin yasal, anayasal gereklerini yerine getirmesini bekliyoruz. Bunlar yerine geldiğinde siz gibi biz de elimizi, kolumuzu sallayarak ülkemize geri dönmek, vatan topraklarında kalan yaşamımızı özgürce yaşamak, sürdürmek isteriz.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda birtakım irili ufaklı sorunlar çıkıyor. Ve sürekli olarak da uyarılar var, gerek Bahçeli'den, gerek Öcalan'dan, gerek Erdoğan'dan. Süreci sabote etmek isteyenlerden bahsediliyor içeride ve dışarıda, dikkatli olunmasından bahsediliyor filan. Sizce şu anda en kritik nokta nedir?
Demir Çelik: Yani her zaman kötü niyetler olabilir. Kaldı ki halkların birbirine düşmanlığından, kin beslemelerinden nemalananlar her zaman kapitalist, emperyalist sistem olmuştur, devletli sistem olmuştur. Bu yönüyle de Kürtlerin Türklerle, Kürtlerin Araplarla demokratik ortak vatanda birlikte yaşaması yerine onların kanlı bıçaklı olmasını, onlar arasındaki düşmanlıktan faydalanmak isteyen, fırsata dönüştürmek isteyenler dün de vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Eğer devlet öncelikle bunu kollayan ve fırsata dönüştürmek isteyenlerin olduğu tespitinde samimi ise Kürtlerle meşru zeminde, demokratik noktada çözüme fırsat vermesi olması gerekendir. Aslında bu yönüyle Kürt siyasal hareketi, yani PKK kendisinden beklenen adımları özellikle Mayıs’ın başında kongreyi toplamış olması, fesih kararına varmaları, fesih kararıyla birlikte silahlı mücadele yerine demokratik siyasete karar vermiş olmaları, bunun gereği olarak Temmuz’un başında sembolik de olsa silahlarını yakmış olmaları ve devletin 5-6 yıl öncesinden beri zapt etmek, işgal etmek istediği Zap bölgesi başta olmak üzere Türkiye'nin Bakur Kürdistanı dediğimiz parçasından gerilla güçlerini çekiyor olması, bu hareketin dolayısıyla da önderliğinin barıştan ve çözümden yana ne kadar samimi ve dürüst olduğunu gösteren gelişmelerdir. Devlet buradan ‘‘fırsatı elime geçirdim, dolayısıyla da üstüne bineyim’’ gibi bir anlayışla hareket ederse iki taraf da büyük kaybeder. Ama bunun yerine bu iyi niyeti görüp bu samimiyete dayalı kendisinden beklenen adımları atarsa kötü niyetlilerin bir kısım provokasyonları, bir kısım beklenmeyen siyasal, sosyal vakaların ve olayların gelmesine, gelişmesine yol açan durumlara pek de kanal açmamış oluruz. Bu yönüyle aslında tam da heyetin, komisyonun İmralı'ya ziyareti, ziyaretinin notlarının dün komisyonda özet de olsa paylaşılmış olmasından sonra devlet bunca gelişmişlikten hareketle işi zamana yaymadan, ipe un sermeden devletten beklenen o kapsayıcı, kucaklayıcı, kesimlerin gasbedilen, inkâr edilen haklarının iadesini yapabilir, bugüne kadar yapılan yanlışlıklardan kaynaklı özür dileyebilir, yol temizliği dediğimiz yasal, anayasal adımları atabilirse varsın kötü niyetler bu süreci tersine çevirmek istesin. Onlara çok da imkan vermemiş oluruz. Ama devlet zamana yaydıkça, ipe un serdikçe çürütme ve dolayısıyla da mevcut var olandan razı olmamızı, rızalık vermemizi dayatırsa bu kötü niyetlerin de elini güçlendiren olur. O nedenle de henüz Suriye'de taşlar yerine oturmamışken, Suriye'nin geleceğinin ne olacağı, SDG, HTŞ arasındaki 10 Mart antlaşmasının uygulanıp uygulanamayacağı, hayata geçirilip geçirilemeyeceğinin hâlâ kesin olmadığı, beraberinde Ortadoğu'nun yanı sıra Akdeniz, özellikle Doğu Akdeniz'de suların iyice ısınmaya başladığı, Rum kesimiyle Türk kesimi arasındaki çekişmeler yetmezmiş gibi Rum kesimiyle Türkiye, Türkiye-Yunanistan arası çekişmeler dikkate alındığında, Kürt sorunu da hem bölgesel hem küresel sorun olmasından kaynaklı çoklu bileşen, çoklu aktörün girdiği karmaşık ilişkiler yumağının söz konusu olduğu bir sorundan bahsediyoruz. O nedenle her aktör ya da her devletli sistem, devlet kendi ulusal çıkarlarına, devlet çıkarlarına, emperyal çıkarlarına uygun stratejiyle sizi de bizi de kullanmak isteyebilir. Buna fırsat vermemek gerekiyor. O nedenle gerçekten kazan-kazan üzerinde başlayan ve şu an itibarıyla devam eden süreci akamete uğratmak yerine bunu onurlu bir barışa evirebilecek insani, vicdani sorumlulukla sürece yaklaşmak, hepimizin yapması gereken temel yaklaşım olmalıdır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, son olarak şeyi sorabilir miyim? Cumhuriyet Halk Partisi biliyorsunuz İmralı Heyeti’ne temsilci vermediği için çok eleştirdiler, özellikle sizin cenahtan. Hatta ben geçen Özgür Özel'le bir röportaj yaptım arkadaşımla beraber. Bayağı bir rahatsız olmuş. Çok sert ve şey olduğunu söylüyor. Ve diyor ki, ‘‘Biz komisyonda duruyoruz, bu sürecin içinde varız. Ama oraya yollamadık diye...’’ öyle bir özet çıkartıyor. Siz nasıl bakıyorsunuz? DEM Parti sözcüleri de ‘‘CHP olmadan olmaz’’ sözünü söylüyorlar zaten. Siz dışarıdan baktığınızda nasıl görüyorsunuz CHP'nin pozisyonunu?
Demir Çelik: Yani öncelikle tabii Kürt sorunu gibi kadim bir sorunun diyalog ve müzakeresinin meşru zemini olan Meclis’te çözümü bizim temel arzumuzdur, ısrarımızdır. Bu nedenle her siyasal hareketin, her siyasal partinin, her siyasal aktörün söyleyecek sözü, kuracak sözü olmalı. Bu konuda da Meclis bizim esas alacağımızdır. O yönüyle baktığımızda bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsiliyeti bulunan bulunmayan bütün siyasi partiler bu konuda söz kurabilmeli, öneri ve düşünceleriyle bu sorunun barışçıl çözümüne fırsat vermeli. Ancak Türkiye'deki en temel problem, en temel açmazımız siyasal aktörler ve siyasal partilerden kaynaklıdır. Yani siyasi parti ya da siyaset nedir? Sorunu çözmenin sanatıdır. Sorun nedir? Ekonomiktir, demokratiktir, siyasaldır, kültüreldir. Yani Kürt sorununu getirip güvenlik sorununa hapseden, dolayısıyla onun siyasal, sosyal, kültürel, bölgesel ve küresel boyutlarını görmeden sadece ve tek başına "terörsüz Türkiye" sıfatı ve yakıştırması başlı başına bir problem. Bu problem yetmezmiş gibi Cumhuriyet Halk Partisi gibi, Zafer Partisi, İYİ Parti gibi hâlâ Kürdü terörist gören, Kürdü düşman gören ve ortadan kaldırılması gereken bir anlayıştan soruna yaklaştıkları sürece sorun çözülmez. Bu, çözümsüzlükte ısrar demektir. Tam da bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi her şeyden önce devletin kuruluş kodlarını savunan, bu devleti kuran bir siyasal parti olmakla övünen bir siyasal partidir. Bir yanıyla bununla övünmekte hakları olabilir ama övündükleri ulus devlet Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Asurilere, Ezidilere, Rumlara olmadık acılar yaşatmıştır. Olmadık siyasal, sosyal travmalar yaşatmış, katliamlar, soykırımlar yaşatmıştır. Ve bu sorunu sen çözeceksen güvenlik perspektifi ve ekseniyle soruna yaklaştığında çözümsüzlükte ısrar etmek demektir. Yani Öcalan'a gitmemekte ısrar etmek, Öcalan'ın muhataplığıyla Kürtlerin muhatap alınmış olmasına tahammül etmediklerinden. Gerekçelerine, sudan gerekçelerine kanmamak gerekiyor. Eğer muhataplık alınacaksa ve bu muhataplık beraberinde barışı getirecekse, hak, adalet, özgürlüğü getirecekse, seçme seçilme hakkı başta olmak üzere siyasi partiler, yerel yönetimlerin, Avrupa Birliği özerklik şartına bağlı olarak kendi kendisini yönetmesi, kayyumlar sisteminin sona erdirilmesi anlamında Cumhuriyet Halk Partisi'nin elini güçlendirecekse, bu yönüyle AKP'den, MHP'den önce Cumhuriyet Halk Partisi sosyal demokrat bir partiyim diyorsa, sosyal demokrat partinin gereği dili, kimliği, kültürü, inancı, düşüncesi, cinsiyeti ne olursa olsun herkesi bir ve eşit görmektir. Ama sen Kürdü, Alevi'yi bir ve eşit görmeyen anayasada ısrar ediyorsan, bir ve eşit görmemekle kalmayıp inkâr eden, katliam eden, ulus devletle yüzleşmek yerine hâlâ ona sahip çıkarak onun kodlarıyla, onların siyasal yaklaşımlarıyla 21. yüzyılın sorunlarına yaklaşacaksan bu çözümsüzlüktür. CHP, iktidar alternatifi olduğu tespiti doğruysa, anketler ona işaret ediyorsa bir an evvel bu kadim sorunlarla yüzleşip nasıl çözülebileceğinin siyasal perspektifini topluma sunmalıdır. AKP'nin elindeki argümanları, MHP'nin elindeki argümanları almalı, "Ben bu sorunun demokratik, barışçıl çözümünden yanayım" diyerek barış ve demokratik toplum paradigmasını dillendiren Kürtlerle beraber onun müzakere masasının baş köşesine oturabilmeliydi. Kaçak güreşerek, ‘‘AKP'nin eli güçlenir mi? Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı olur mu?’’ gibi bir kısım gerekçelerin arkasına saklanarak CHP mevcut durumda siyasal aktör olamaz, özne olamaz. Nesnelleşir, araçsallaştırılır. İşte iki arada bir derede İmralı'ya gitmez ama mevcut komisyonda da olmaya devam eder. Bunda biraz samimiyet, biraz cesaret... Biraz da 100 yıl öncesinin bir kısım yanlışlarında ısrar etmek yerine yüzleşmek ve yeni yaşama, ortak yaşama çabalamak... Günümüzün olmazsa olmaz yüksek trendi, demokrasinin olmazsa olmazı ortak yaşamdır. Bu ortak yaşamda benim rengime, benim dilime, benim kültürüme, benim inancıma saygı göstermeyeceksen ne zamana kadar biz birbirimizi öldürmeye, kan akıtmaya devam edeceğiz? Yazıktır, günahtır. Çıkarılacak büyük dersler vardır. Koçgiri'de on binlerce Alevi, Dersim'de on binlerce Kürt Alevi katledildiğinde, Ağrı'da, Zilan'da on binlerce insan katledildiğinde "bunlar haindir, şakidir, eşkıyadır" diyerek bizi ikna etmeye çalışacaklarına; ‘‘Kürttü. Kürt varlığından kaynaklı itiraz etmişlerdir. İtirazları kabul edilmediği için dağa çıkmak zorunda kalmışlardır’’ diyebilirler. Dağa çıkmanın yerine onlarla demokratik siyasetle birlikte bu ülkede eşit vatandaşlar olarak nasıl yaşayabileceğimizi anlatabilirler. Sosyalist enternasyonalin üyesi olan, kendisine sosyal demokrat diyen bir partinin yapması gereken bu olmalı. Bunu yapmak yerine Erdoğan karşıtlığı üzerinden bu kadim sorunu ötelemek, gizlemek, bastırmak CHP'nin işi olmamalıdır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun Demir Bey. Çok teşekkürler. Umarım en kısa zamanda siz ve arkadaşlarınız Türkiye'ye dönecek bir ortama, imkâna sahip olursunuz. Kaldığınız yerden burada siyaseti sürdürürsünüz. Eksik olmayın. İyi günler.
Demir Çelik: Ben teşekkür ediyorum. Tam da o noktada gerçekten Erdoğan'ın insafına, Bahçeli'nin insafına terk edilemeyecek kadar değerlerimiz ve bastırılmış, yok sayılmış haklarımız var. O yüzden demokratik siyaset mücadelesinde ısrar edeceğiz, devam edeceğiz. Ta ki kazanana kadar, emekçiler olarak, ezilenler olarak, yoksullar olarak, Kürtler, Aleviler, ötekiler ve kadınlar olarak. Ben saygılar sunuyorum. Özgür ülkede olabildiğince kısa sürede buluşmak umuduyla selam, saygılar.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Evet, sürgündeki Kürt siyasetçilerden Demir Çelik ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
18.12.2025 Dindar nesil diye diye…
17.12.2025 Habertürk’ün laneti sürüyor
16.12.2025 Bondi Plajı kahramanı Ahmed el Ahmed bize ne söylüyor?
15.12.2025 Öcalan olunca zor, Öcalan olmayınca imkansız
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
14.12.2025 Mehmet Akif Ersoy’un yalnızlığı
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı