Bükemediği bileği kırmaya çalışmak

28.06.2019 medyascope.tv
Read in English

28 Haziran 2019’da medyascope.tv’de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gamze Elvan hazırladı.

Merhaba, iyi günler. Bugün İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun duruşması vardı. Yıllar önce yaptığı birtakım sosyal medya paylaşımları nedeniyle şimdi yargılanmaya başladı. Beş ayrı suçlama var, 22 buçuk yıl hakkında hapis cezası isteniyor, duruşma 18 Temmuz’a ertelendi. 
Bu duruşma neden oluyor? Bu dava neden yıllar sonra açılıyor? Çünkü Canan Kaftancıoğlu İstanbul İl Başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’a siyasî hayatının en büyük yenilgisini tattıran ekibin önde gelen bir ismi. 25 yıl sonra İstanbul’un Erdoğan ve onun onayındaki belediye başkanlarının elinden alınmasını sağlayan ekibin kritik bir ismi. İstanbul İl Başkanı olduğu andan itibaren iktidar çevrelerinin ve hatta muhalefetten bazı çevrelerin de tepkisini çeken bir isim oldu Canan Kaftancıoğlu. Ve neden böyle bir tepki aldığını anlamak için de fazla zaman geçmesi gerekmedi: Onunla beraber CHP İstanbul İl Örgütü başka türlü çalışmaya başladı. 31 Mart’ta gösterdikleri performans –hem kampanya süresince, hem de sandık başlarında gösterdikleri performans– önceki örneklerle kıyaslandığı zaman gerçekten şaşırtıcıydı. Ve Canan Kaftancıoğlu bunun üzerine, bu başarıya imza atan birisi olarak bir şekilde yargının hedefine konuldu. Türkiye’de, biliyoruz, bu son dönemde –özellikle 15 Temmuz sonrasında açılan davalarda böyle– herkes hakkında birtakım suçlamalar bulmak çok kolay. Yani burada insana suç aranıyor, kafaya takılan birisi olduğu zaman sosyal medya paylaşımları, aile ilişkileri, telefon konuşmaları diyerek onun hakkında bir iddianame hızlıca hazırlanabiliyor ve mahkemeler de bu iddianameleri kolaylıkla kabul ediyorlar. Eğer çok zorda olunursa birtakım kim oldukları belirsiz gizli tanıklar bulunuyor. Daha önce Fethullahçıların yaptıklarının bir devamı, ama onların bir karikatürü. Fethullahçılar en azından kumpas düzenliyorlardı, olmayan delilleri yaratma yoluna gidiyorlardı; şimdi açılan davaların büyük bir çoğunluğunda delil falan da yok, tamamen akıl yürütmeyle açılan davalar var. Alâkasız, suç olması hiçbir şekilde mümkün olmayan şeylerden suç türetmek var, bu anlamda Cumhuriyet Davası bunun en çarpıcı örneklerinden birisi. 
Birçok dava böyle açıldı ve buralarda görüyoruz ki siyasî iktidar, hoşlanmadığı kişileri, cezalandırmak istedikleri kişileri, siyaseten baş edemedikleri kişileri ya da siyaseten uğraşmak istemedikleri kişileri yargı eliyle cezalandırma yoluna gidiyorlar. Bu konuda yakın tarihteki çarpıcı örneklerden birisi tabii ki Cumhuriyet Davası. Cumhuriyet Davası’na Kadri Gürsel’in gazete yönetimiyle alâkası olmamasına rağmen dahil edilmesi mesela. Tabii ki Cumhuriyet Davası’nda yargılanan herkes için de öyleydi; ama Kadri için özellikle bir hesap sormaydı bana göre. Çünkü Kadri’nin yazıları, televizyonlarda yaptığı yorumlardan hoşlanmama ve ona cevap verememe hali vardı. Öncesindeki örneklerde, çok sayıda gazetecinin, öncelikle de Ahmet Altan’ın bir tür intikam sonucu yıllardır hapiste olduğu kanısındayım, öyle düşünüyorum. Bütün bunların hepsi, baktığımız zaman, bana bükemediği eli öpemeyenlerin, öpmek istemeyenlerin o eli kırmaya çalışması olarak geliyor. Şimdi Ahmet Altan’ı görüyorsunuz, yıllardır içeride; ama kendisi gerçekten ilginç bir şekilde, çarpıcı bir şekilde bir direniş sergiliyor. Şu âna kadar herhangi bir geri adım attığına tanık olmadık, ne af diledi ne bir şey yaptı ve kendisini yargılayanları bir anlamda yargılıyor. Yani onun elini bükmek de mümkün olmadı; kırmak da mümkün olmadı. Sadece o değil; birçokları için aynı şey geçerli. 
Bu niye yapılıyor? Bu aslında ülkeyi yönetenlerin ne kadar çaresiz olduğunun göstergesi. Siyasetin alanını genişletmek iddiasıyla gelen, demokrasiyi ilerletmek iddiasıyla gelen bir iktidarın, hareketin, kısa bir süre sonra kendini yeniden üretememesi, yeni politikalar geliştirememesi, ideolojik anlamda bir çıkmaza girmesi gibi hususlarla beraber karşısındakileri, kendisini eleştirenleri, muhalif olanlarla baş edebilmek için siyaset dışı yöntemlere başvurması bu. Bu noktada da ilk akla gelen yargı oluyor. Yargı, artık Türkiye’de bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş bir kurum olarak, maalesef hukuk devletinden uzaklaşmış bir ülke olarak Türkiye’deki siyasetin alanını daraltılmasında çok önemli bir fonksiyon icra ediyor — olumsuz anlamda tabii. Ancak bunun böyle süreceğini hiç sanmıyorum. 23 Haziran sonuçları Türkiye’de siyasî iktidarın krizinin sadece teorik olmadığını; aynı zamanda pratiğe de yansıdığını bize gösterdi. İktidar artık kaybediyor, Erdoğan artık somut olarak kaybediyor; büyük şehirleri kaybetti, İstanbul’da kaybetti ve bundan sonra yaşanacak seçimlerin her birinde bu kayıpların daha da derinleşmesi söz konusu. Öte yandan iktidar koalisyonunun geleceği belirsiz; yani Cumhur İttifakı’nın geleceği belirsiz, AKP’nin geleceği belirsiz. AKP’den türemesi söz konusu olan iki parti var ortada: Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun ayrı ayrı kurmaya niyetlendikleri partiler var. Öte yandan MHP, İYİ Parti karşısında 23 Haziran’da ciddi bir şekilde yenik düştü, 23 Haziran’ın kazananlarından birisi de İYİ Parti oldu. 
Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: Türkiye’de 23 Haziran’dan itibaren siyasî dengeler tamamen değişmeye yüz tutacak ve iktidar artık istediği gibi tek başına ya da AKP-MHP koalisyonuyla ülkeyi yönetemez hale gelecek, 23 Haziran aslında bunun ilanı oldu. Dolayısıyla yeni arayışlar söz konusu olacak. Seçim olmasa bile kaçınılmaz olarak daha güçlü bir iktidar koalisyonu oluşturulmaya çalışılacak ve bunun sonucunda da bu koalisyonların ya da yeni ittifakların pazarlıkları bağlamında ilk gündeme gelecek hususlardan birisi tabii ki hukuk devleti meselesi olacak, yargı bağımsızlığı meselesi olacak. Şu anda yapılan yargılamalar –Gezi Davası, Osman Kavala, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, tabii ki Canan Kaftancıoğlu ve birçokları– tekrardan görülecek. Nasıl 15 Temmuz’un ardından Fethullahçıların kotarmış olduğu davalar yeniden görülüp büyük bir kısmının düşmesi ve bu yargılamaları yapanların yargılanması olayına tanık olduysak, bu devir de kapanacak ve bu devrin kapanmasıyla beraber en azından bu siyasî amaçlarla açılmış olan, bükülemeyen bileklerin kırılması amacıyla açılmış olan davalar hükümsüz kalacak ve bu anlamda da herhalde devlet mağdur ettiği kişilere çok da geç olmayacak zamanda tazminat ödemek durumunda kalacak. Bunu söylemek için kâhin olmaya falan gerek yok; Türkiye’de biraz siyasete baktığımızda, dün yaşananlara baktığımızda ve şu anda olanlara baktığımızda, gidişâtın bu yönde olacağını kestirmek hiç zor değil. Ama tabii ki bu arada birçok insanın canı yanıyor, özgürlükleri yanıyor; aileleriyle birlikte insanlar mağdur ediliyorlar; yurtdışına çıkışları yasaklanıyor, ev hapsiyle mahkûm ediliyorlar ya da her gün ya da haftada dört-beş gün karakola imza vermek zorunda kalıyorlar, sürekli takip ediliyorlar, yakınlarının bile iş bulma imkânları kesiliyor… 
Otoriter bir düzende iktidar, siyaseten baş edemediği kişilerin üzerine güvenlik ve yargı mekanizmalarıyla gidiyor. Ama bu otoriterliğin daha fazla sürme imkânı olduğu kanısında değilim. 23 Haziran’ın ardından bütün bunların tekrardan düzenleneceğini tahmin ve umut ediyorum. Bu anlamda da şu âna kadar yaşanan bu gayri hukukî, âdil olmayan süreçlere destek olanlar, meşrulaştıranlar, alkışlayanlar, hele hele ihbar edenler –bu dönemin en meşhur lâflarından birisi biliyorsunuz “bunu al, şunu al” diye gösterilerde falan polis şeflerinin yaptığı olayı biliyoruz; sivil hayatta da yansımaları var, özellikle sosyal medyada bir yığın insan tam bir muhbir gibi çalışıyor ve başkalarını ihbar ediyor ve birçok kişinin canı bu yüzden çok durduk yere, alâkasız şekilde yanıyor–, bu âdil olmayan, hukuk devletiyle bağdaşmayan uygulamalara destek verenlerin de herhalde önümüzdeki dönemde insan içine çıkmaya yüzleri olmayacak. Yüzsüzlük yapıp çıkmaya çalışanları da herhalde başta bu dönemin mağdurları olmak üzere gerçekten demokrasiye, hukuk devletine inanan insanlar, yüzsüzlük yapan, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışanları da teşhir edeceklerdir diye düşünüyorum. 
Şu anda Türkiye’de çok sayıda insan, hiçbir suç işlememesine rağmen sırf siyasî görüşleri nedeniyle cezaevinde tutuluyor ya da yargılanıyor. Çok sayıda akademisyen işini kaybetti, özgürlüğünü kaybetti, haklarını kaybetti, yurtdışına çıkamıyor, vs.. Ama bu dönem kapanmak üzere, 23 Haziran bize bunun işaretini çok çarpıcı bir şekilde verdi. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde yargı mensuplarının daha tarafsızlığa ve bağımsızlığa önem verir pozisyonlara girmeye başlayacaklarını da tahmin ediyorum. Çünkü değişen Türkiye’ye en fazla, en hızlı bir şekilde uyum sağlayan birisi yargı. Daha önce otoriterliğe uyum sağladılar, şimdi otoriterlikten çıkışa doğru yönelen Türkiye’de yargı mensuplarının da buna göre pozisyon alacaklarını tahmin ve umut ediyorum diyeyim ve burada noktayı koyuyorum. 
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
28.06.2025 Kemal Kılıçdaroğlu mucizesi
27.06.2025 “Türkiye’de seçimle iktidar değişimi dönemi kapandı” mı gerçekten?
26.06.2025 Cübbeli olmak değil, Cübbeli kalmak zor
25.06.2025 Fatih Altaylı Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “İspanya’dayken AKP’li bazı dostlar arayıp ‘gelme tutuklayacaklar’ dedi, sinirlendim ve geldim”
25.06.2025 Bir hayal kırıklığı olarak Kemal Kılıçdaroğlu
24.06.2025 CHP oyun bozmaya devam ediyor
23.06.2025 Yanıbaşımızda ülkeler birbirleriyle, biz ülke olarak birbirimizle savaşıyoruz
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
22.06.2025 Fatih Altaylı’nın tutuklanması bize neler söylüyor?
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı