Gülistan Kılıç Koçyiğit ile söyleşi: “Demokrasi ve barış birlikte yürümeli”

16.10.2025 medyascope.tv

16 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit'le birlikteyiz. Merhaba. Siz aynı zamanda komisyon üyesisiniz. Önce genel bir soru sorayım. Nasıl gidiyor süreç?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Merhabalar. İyi yayınlar diliyorum. Çok kolay gibi görünen zor bir soru. Onu öncelikle söyleyeyim. Çünkü süreci tahlil etmek gerçekten zor. Neden zor? Öncelikle sürecin geldiği aşamayı hâlihazırda bir aşamaya kadar geldi ki, bunu Sayın Öcalan da söyledi aslında. Birinci aşama dediğimiz aşama aslında tamamlandı ama ikinci aşamaya geçmenin ön sancılarını yaşadığımız da bir gerçek açıkçası. Bu anlamıyla ikinci aşamaya geçişin gereklerinin olması gerekiyor. Yani ne demek istiyorum? Birincisi, komisyon belirli bir aşamaya geldi. 5 Ağustos'ta kuruldu. Dinlemeleri yaptı. Şimdi normalde geçen hafta konuştuğumuz şey dünkü dinlemenin, bugünkü dinlemenin son dinleme olmasıydı. Ondan sonra işte MİT Başkanı’nın, Dışişleri Bakanı’nın ve Adalet Bakanlığı’nın gelip bir sunum yapması ve ondan sonra da komisyonun raporunu yazması üzerine bir öngörü vardı. Eğer bu gerçekleşirse en azından komisyon çalışması açısından bir nihayete doğru yol aldığımızı ifade edebiliriz. Fakat genel olarak şunu söyleyebilirim: Komisyondan bağımsız olarak sürecin yavaş ilerlediğini, süreç açısından AKP'nin adım atmaktan, hükümetin biraz adım atmaktan imtina eden bir yaklaşımı olduğunu görüyoruz açıkçası. Bu, hızla aşılması gereken, yol alınması gereken temel sorunun başlıklarından birisi. Onu ifade edebilirim. O anlamıyla bir tıkanma diyemeyeceğim ama bir yavaşlama olduğu bir gerçek. O anlamıyla biraz askıda bir süreç gibi duruyor şu an itibarıyla. Böyle geldik, bir eşikteyiz. Onu atlamak gerekiyor. Bir irade göstermek ve ikinci aşamaya, özellikle hukuksal aşamaya geçmek gerekiyor. Ama bu konuda bir temkinlilik hâlinin, bir duraklama hâlinin olduğunu söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Bu noktada tabii en kritik hususlardan birisi Öcalan'la bir heyetin görüşüp görüşmeyeceği meselesi. Siz parti olarak başından itibaren bunu dile getirdiniz. Abdullah Öcalan'ın da bunu baştan itibaren hep dile getirdiğini biliyoruz. Onu nereden biliyoruz? Görüşme notlarından ve heyet temsilcilerinin aktardığı şeylerden. Sonra MHP, önce komisyondan Feti Yıldız buna destek verdi. En son Devlet Bahçeli grup toplantısında açık açık bunu istedi. Ama hâlâ ortada bir karar yok sanki. Yanılıyor muyum?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Doğru. Bir karar yok. Yani itiraz eden bir tutum da yok. ‘‘Gidilmesin’’ denilen bir yaklaşım da yok ama ‘‘Ne zaman gidelim?’’ sorusuna bir yanıt da yok açıkçası Ruşen Bey. Yani biz çok uzun süredir bu komisyon başladığı günden beri tabii ki bütün siyasi partilerle, özellikle de hükümetle de, Meclis Başkanı Sayın Kurtulmuş'la da görüşüyoruz ve temel taleplerimizden birisi buydu. Bu komisyon açısından birkaç temel görev vardı zaten. Yani birincisi sürecin toplumsallaşması, barışın toplumsallaşmasına aracılık yapması. İkincisi, gerçek anlamda geçiş süreci yasalarını yapacak bir ortaklaşma zemininin oluşması. Üçüncüsü de, gerçekten muhatap olarak Sayın Öcalan'ın dinlenmesi meselesi. En azından bizim açımızdan bu komisyona, ki genel olarak bu konuda da bir mutabakat var Sayın Öcalan'ı ziyaret kısmını çıkarırsam, diğer iki başlık konusunda bir mutabakat olduğunu ifade edebilirim. Şimdi biz uzun süredir görüşüyoruz. Kamuoyuna açıklama yapıyoruz. Bize, "Gidilmez" diye bir beyanda hiç bulunulmadı hükümet kanadından da. Zaten Sayın Kurtulmuş basına da konuştuğunda, "Komisyon karar alırsa gidilebilir." dedi. Şimdi biz burada gerçekten en geniş mutabakatlı adaya gitmek istiyoruz. Onu da ifade etmek isterim. Yani olabilecek en geniş mutabakat, olabilecek en geniş heyet, temsili en geniş heyet. Tabii ki kısmi bir heyet olacak yani o anlamıyla. Ama o heyetin içerisinde geniş bir temsilin olmasını, siyasi temsilin olmasını açıkçası çok önemsiyoruz. Bunun hem sürece katkı sunacağını düşünüyoruz hem sürecin bir ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Bir de Kürt sorunu dediğimiz meselenin çözümünde bazı psikolojik eşikleri aşmak açısından da önemli olduğunu düşünüyoruz. Yani komisyonun gerçekten cesaretli olması, cüret etmesi, tutum alması, adım atması ve bu meseleyi bir temel mesele olarak, bir tali meseleymiş gibi değil, bir temel mesele olarak da önüne koyması gerektiğini düşünüyoruz. Beklentimiz şu açıkçası: Muhtemelen MİT Başkanı, Dış İlişkiler ve Adalet Bakanı da görüşmeye geldikten sonra en azından biz kendimiz açısından bunu artık resmî bir zeminde de dillendirmeye başlarız. Çünkü bunu bütün muhataplara, bütün partilere zaten söylüyoruz. Ama dediğim gibi burada henüz bizim resmî olarak Meclis Komisyonu’nun gündemine getirmeme gerekçemiz, geniş bir siyasal mutabakat arayışı ve bunun önemine dair belirlememiz nedeniyle.

Ruşen Çakır: Şimdi bu sürecin başından itibaren zaten ilk işareti Devlet Bahçeli verdi. Önce 1 Ekim, sonra Öcalan'ın Meclis’te konuşmasını söyledi, ki hâlâ insanlar bunun nasıl olduğunu düşünüyorlar. Partinizle MHP arasında bayağı bu konuda bir yakınlık ve diyalog olduğunu görüyoruz. Şimdi en son bahsettiğim Devlet Bahçeli de Öcalan'a komisyondan bir heyetin gitmesini söyledi ama aynı zamanda size yönelik eleştiriler de var; bizzat sizin bazı sözlerinize, Meclis’te DEM Parti grubuna gelen izleyicilerin Öcalan lehine attığı sloganlara ve ‘‘maksimalist talepler’’ dedi. Şimdi bu eleştirileri önemsiyor musunuz yoksa bunlar haksız eleştiriler mi?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Yani şunu söyleyelim: Tabii sürecin, Cumhur İttifakı'nın ortağı olarak Milliyetçi Hareket Partisi'nin sürecin itici gücünü oluşturduğu bir hakikat. Bunu görebiliyoruz. Yani bu meseleye gerçekten Sayın Bahçeli'nin kısa vadeli bir siyasal ajandadan ziyade, pragmatik, kendi siyasal partisinin önceliklerini gözetmekten ziyade gerçekten daha uzun erimli ve Türkiye'nin önündeki en önemli engel olan Kürt sorununun kalkması yönünde baktığına dair bir değerlendirmemiz var. Bu anlamıyla hem 1 Ekim meselesini hem 22 Ekim'de Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı grup konuşmasındaki Sayın Öcalan'a yönelik çağrısı ve sonrasındaki bütün tutumlar, işte adaya gidilmesi konusundaki tutumu ve benzeri, özellikle "barış tek kanatlı bir kuş olmaz" diyerek aslında devletin, hükümetin sorumluluğunu da hatırlatan belirlemelerinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamıyla bize yönelik de tabii ki eleştirileri olabilir. Siyaset aynı zamanda da bir eleştiri zeminidir. Yani her gün birbirimizi, nasıl diyelim, çok onaylayan yerlerde değiliz. Bizim de hâlihazırda siyaseten çok ayrıştığımız, çok doğru bulmadığımız MHP'nin birçok söylemi eylemi oluyor. Fakat bunu ne yapıyoruz, biz de eleştiriyoruz. O anlamıyla bu eleştirileri bir yere kadar anlamak lazım. Şimdi iki şeye açıklık getirmek isterim. Birincisi, demin kullandığım Meclis’te Genel Kurul’daki söze ilişkin. Onu sizin vesilenizle de düzeltmek de isterim programınız aracılığıyla. Orada sehven çıkan bir sözcük var. Yani cenaze denilecekken, o işin harareti, tartışmanın harareti, ki video izlenecek olursa arkadan başlayan gürültüler ve o gürültü patırtı ortamında konuştuğumuz çok açık, "ceset" demişiz ve bunu bir hakaret gibi algılayan kesimler oldu. Öncelikle bu sözden dolayı incinen herkesten özür dilerim, her kesime yönelik çok üzgün olduğumu belirtmek isterim. Asla öyle bir kasıt yoktur. Orada sehven gerçekten çıkmış bir sözcük. O anlamıyla bir hata sonucu, oradaki işin tansiyonunun yüksekliği nedeniyle söylenmiş bir şey. Öncesine ve sonrasına bakılınca aslında yaşam üzerine, insanların yaşaması üzerine, artık ölümün kutsanmaması, ölüm siyasetinin son bulması üzerine bir konuşma olduğu açıkça görülecektir. Şimdi taleplere gelecek olursak, vallahi bizim hiçbir talebimiz Ruşen Bey, maksimalist değil. Minimalist olabilir belki. Bazıları da bizi böyle eleştiriyor. Bazı kesimler de çok minimalist taleplerimiz olduğunu ifade ediyorlar. Dönem dönem bu talepleri, Sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu paradigmayı da minimalist bulanlar var, özellikle Kürt kesimlerinden. Ama istediğimiz temel şey Türkiye'nin demokratik bir ülke olmasına dairdir. O anlamıyla demokratik bir ülke tahayyülü, demokratik bir ülke için mücadele etmek, eşitlik, özgürlük ve adalet, hukukun üstünlüğü gibi talepleri ortaya koymanın kendisinin hiçbir başlıkta maksimalist olmadığını ifade etmemiz gerekir. Bugün ne yaşıyorsak en nihayetinde bunun bir temel nedeni var: Kürt sorunu. Tabii birçok şeyden kaynaklı ama şunu biliyoruz: Kürt sorununun varlığı nedeniyle Türkiye her geçen gün demokrasi skalasında geriye düşüyor. Temel hak ve özgürlükleri her gün kısıtlayan bir yaklaşımı var. Gün geçtikçe otoriter, gün geçtikçe gerçekten temel hak ve özgürlükleri yok sayan bir şey var. Şimdi biz diyoruz ki evet, Kürt sorununun çözülmesi açısından bir kapı aralandı. Bir irade var. Karşılıklı olduğunu düşünüyoruz. Yani bir taraftan Sayın Öcalan'ın ve Sayın Öcalan'ın çağrısına uyan bir örgüt gerçeği var. Bir yandan da devletin, en azından siyasetin attığı adımlar var. Meclis komisyonu bunlardan birisi. Şimdi bütün bu iradî durum ortadayken, bunun demokratik bir kapı araladığını düşünüyoruz ve bu uzun erimli bir süreç. Yani demokratik cumhuriyet dediğimiz hedefimiz uzun erimli bir mücadele süreci, bir kapı aralanımı. Ama bugün ana dilinde Kürtlerin eğitim hakkı da, ana dilinde kamusal eğitim meselesi de, kayyumların ortadan kaldırılması da, Sayın Demirtaş'ın, Sayın Figen Yüksekdağ'ın, Kobani kumpas davasındaki tutuklu arkadaşlarımızın bırakılması da, Sayın Öcalan'ın sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarının sağlanması, tecridin ortadan kaldırılması da ve Türkiye'nin yasama, yürütme, yargı erklerinin ayrılması ve tam demokratik bir ülke olması özlemimiz, mücadelemizin de hiçbir başlığının açıkçası maksimalist olduğunu düşünmüyoruz. Ve bu taleplerin hiçbirisini de sadece DEM Parti'ye içkin, sadece kendimiz için, sadece Kürtler için istemediğimizi de sanırım bütün kamuoyu biliyor. Bu, Türkiye'nin ihtiyacı ve biz de Türkiye'nin bu ihtiyaca doğru yol almasını istiyoruz.

Ruşen Çakır: Burada şu hususu sormak istiyorum. Siz belirttiniz ama tekrar bunu soru olarak sormam şart. Şimdi iki ayrı süreçten bahsediliyor. Bir, işte örgütün kendini feshi, silah bırakma ya da kabaca barış diyelim ya da "terörsüz Türkiye" diyor ülkeyi yönetenler. Bir diğeri de demokratikleşme. Şimdi bunlar iç içe mi, birlikte mi gidecek yoksa ayrı mı gidecek? En son Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, net bir şekilde dedi ki: "Önce şu olacak, sonra bu olacak. Bunları birbiriyle karıştırmayın." gibi bir ayar vermeye çalıştı. Ama sizin farklı baktığınızı biliyorum. Komisyonun adında da demokrasinin konulması zaten öyle ve Öcalan'ın bütün sürecin başından itibaren dile getirdiği şeyler, o 27 Şubat bildirgesinden itibaren her yerde bir demokrasi lafı var. Şimdi bu demokrasi nerede? Ne zaman? Hakikaten bir şeyler olduktan sonra mı olacak, şimdiden işaretlerin olması mı gerekiyor? Burada ne durumdayız?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Şimdi Mehmet Uçum'un yazısında aslında bir itiraf var Ruşen Bey. Aslında şunu söylüyor: "Biz demokratik bir ülke değiliz." Doğru. "Demokratik olmamız için de işte PKK'nin bazı adımları atması lazım. O sürecin biraz ilerlemesi lazım. Biz ondan sonra belki demokratikleşmeyi — o da belki — gündemimize alırız." deyip de bugünden yarına bir kaçış var. Geleceğe kaçış var. Üstelik hangi başlıkta? Türkiye'nin demokratikleşmesi başlığında, temel hak ve özgürlüklerin sağlanması başlığında, demokratik bir ülke olma başlığında. Şimdi bunu kabul etmek mümkün değil. Evet, doğru, ikili bir şey yaşıyoruz. Yani biz çok söyledik: Silahların susması Kürt sorununun çözüldüğü anlamına gelmeyecek. Bu bir başlık. Yani negatif barışın sağlanması birinci başlık ama pozitif barışın sağlanması lazım. Yani Türkiye'nin yapısal olarak Kürt sorununu çözecek adımlar atması lazım. ‘‘Peki, Türkiye yapısal anlamda Kürt sorununu çözecek adımlar attığında, bunlar hiç demokrasiye değmeden nasıl olacak?’’ sorusunu hepimizin sorması gerekiyor. Yani kayyum yasası ortada dururken, temel hak ve özgürlükler ihlal edilirken, tecrit devam ederken, Demirtaş, Yüksekdağ cezaevindeyken, biz sadece PKK silah bıraktığı için ya da kendini feshettiği için demokratik, barışçıl bir ülke olabilir miyiz? Bunun mümkün olmayacağı net. Onun için burada birbirinin içine geçmiş, birbirini besleyen, birbiriyle eş güdümlü bir süreç yürütmek gerekiyor. Bir taraftan sürecin ihtiyacı olan yasaları yapmak gerekiyor. Evet, doğru, geçiş süreci yasaları, ara dönem yasaları dediğimiz yasalar. Yani silah bırakanların ülkeye dönüşü, siyasal ve sosyal hayata katılımı, infaz hukuku, TMK, bilmem ne gibi yasaların değişmesi. Bu işin bir yönü. Ama buna eş zamanlı olarak eşlik edebilecek bir de demokratikleşme yasalarının, demokrasi başlığının gündeme alınması gerekiyor. Ne demek istiyoruz? İşte bu kayyum siyasetinin ortadan kaldırılması, tarihe gömülmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ana dilin kamusal hayatta kullanılmasının sağlanması, basının üzerindeki sansürün kaldırılması, baskının ortadan kaldırılması, tutuklu yargılanmanın bir istisna olması, tutuksuz yargılamanın esas olması, belediye eş başkanlarının, belediye başkanlarının cezaevinden bırakılması. Bunlar da aynı zamanda demokrasiyi geliştirecek, demokrasiyi ilerletebilecek başlıklar. Bunu yalıtalım, "Hele bir bu PKK silah bıraksın, hele bir PKK tamamen ortadan kalksın. Günün sonunda da öbürüne de bakarız." anlayışı ipe un serme, sorunu tahlil edememe, tarihsel toplumsal gerçeğini görmeme ve meseleyi ne yazık ki hükümetin genel olarak yaptığı, bir terör parantezine, bir terör ve güvenlik parantezine sıkıştırma meselesidir. Oysa ki Kürt sorunu bir terör parantezine sıkıştırılacak, güvenlik bakışıyla ele alınacak bir sorun değildir. Çok net söylüyoruz: PKK bir sonuçtur. Şiddet, çatışma bir sonuçtur. Onu yaratan nedenleri ortadan kaldırmadığınız zaman, bugün PKK gider, yarın başka bir PKK çıkar. Onun için biz diyoruz ki, bu sorunu kalıcı olarak ortadan kaldıracak, kalıcı olarak çözecek bir akla, yaklaşıma, dile ihtiyaç var. Bu nasıl olabilir? Devletin demokratik dönüşümüyle olur. Yani devlet hiçbir şey yapmayacak, hiçbir adım atmayacak, zülf-i yâre dokunmayacak, "PKK kendini feshetti, silah bıraktı ve bizim sorunumuz çözüldü." diyecek. Hayır efendim, devletin demokratik dönüşümü esastır. Bu sürecin ana teması aynı zamanda çok toplum az devlettir. Merkezîleşmeden uzaklaşmış, toplumun sesine kulak veren, toplumun öz örgütlülüğünün arttığı, örgütlü bir toplum gerçeğine kapı aralayabileceği, demokratik siyasete kapı aralayacağı bir zemini inşa etme sorumluluğumuz var. Sayın Uçum'a bakarsak, vallahi hiç bu sürecin gerçeğiyle, hakikatiyle uymayan bir bakış açısı olduğunu net ifade edebilirim. Bizim de talebimiz, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de talebi, Yeni Yol'un da talebi aynı zamanda demokratikleşmenin olmasıdır. Sayın Öcalan'ın ilk gün söylediği, bakın çağrının başlığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı." Demokratik toplum, özü bu yani. Siz oradan demokrasiyi çıkarırsanız, meseleyi sadece güvenlik sorunu ve silah bırakma sorununa indirgerseniz, bir kez daha sorunu halının altına süpürmüş, bir kez daha geleceğe kaçmış, top çevirmiş ama hiçbir şey yapmamış olursunuz. Bu kadar net.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Gülistan Hanım yayınımıza katıldığınız için. Çok sağ olun.
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Ben teşekkür ediyorum. İyi yayınlar diliyorum.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
12.11.2025 CHP iddianameye hazır mıydı? | Murat Aksoy değerlendiriyor
12.11.2025 Nihayet İBB iddianamesi: İlk izlenimler
11.11.2025 “Al evine besle” acımasızlığında son nokta
11.11.2025 Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma | Tarık Çelenk ile söyleşi
10.11.2025 Selahattin Demirtaş çıkınca…
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı