Azmi Karamahmutoğlu ile söyleşi: Ülkücülerin terörsüz Türkiye süreci ile sınavı

16.10.2025 medyascope.tv

16 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Azmi, merhaba.
Azmi Karamahmutoğlu: Merhaba Ruşen. Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Evet, seninle çok eski bir hukukumuz var. Onun için senli benli konuşuyoruz. Bazen insanlar yadırgıyor.
Azmi Karamahmutoğlu: Yadırgamasınlar. Bir hatırlatalım öyleyse. Belki 93 yılı, ne yapıyor? 32 yıl mı? Ben o zaman İstanbul Bakırköy ilçe başkanıydım. Ta o zamandan beri tanışırız. Tanışıklığımız o zamanlara dayanır.

Ruşen Çakır: Evet, Ülkü Ocakları ilçe başkanıydın.
Azmi Karamahmutoğlu: Ülkü Ocakları ilçe başkanıydım. Sen Milliyet'teydin galiba.
Ruşen Çakır: Evet, Milliyet'teydim. Azmi, şunu sorayım öncelikle. Şu anda Zafer Partisi'nin Meclis’te milletvekili yok. Varsayalım ki milletvekiliniz vardı. Bu Meclis’te kurulan komisyona kesinlikle girmez miydiniz?
Azmi Karamahmutoğlu: Şüphesiz, kesinlikle girmezdik ve diğerlerinin de katılmamasını söylerken, bizim katılacağımızı düşünmek, soru temelsiz oluyor. Komisyonun kurucusu olmayan, daha doğrusu bu ikinci çözüm, ihanet sürecinin hazırlayıcısı olmayan muhalefet partilerinin de orada bulunmasının bir anlam taşımadığını söyledik. Nitekim işte İYİ Parti de bizim gibi düşündüğü için orada yer almadı ve Cumhuriyet Halk Partisi ise orada bulunma gerekçesini açıklayamıyor ya da gerekçelendirirken boşluğa düşüyor. İşte, "Kamuoyunu aydınlatmak için içeride neler konuşuluyor diye, bu yüzden oradayız." dedi. Fakat 10 yıllık yayın yasağı var içeride konuşulanlara. Diğer taraftan "Bizim olduğumuz yerde bu tip hatalar yapılmaz." deniyor ama neyse, uzatmayalım. Buyur, devam et.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi iki tane şey var. Komisyon tamam, ama komisyon ülkeyi yönetenlerin "terörsüz Türkiye" dediği bir sürecin sonucunda ortaya çıktı ve siz bu süreci başından itibaren eleştiriyorsunuz. Çok boyutlu bir konu olduğunun farkındayım ama özetle nedir sizi özellikle rahatsız eden hususlar?
Azmi Karamahmutoğlu: Pazarlık. PKK terör örgütü ile pazarlık. Türkiye'de terörün olmaması bizi rahatsız etmez. Terörün yapıldığı ilk günden itibaren, yani PKK terörüne maruz kaldığımız 84 Eruh-Şemdinli baskınından itibaren, biz, örneğin ben kendi özelimde ya da temsilcisi bulunduğum Türk milliyetçileri, birçok diğer vatandaş gibi, bu siyasi görüş taşıyan bütün vatandaşlar gibi terörsüz Türkiye ister bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları. Çocuklarını terör örgütüne kaptırmış aileler bile terörsüz Türkiye isterler şüphesiz. Dolayısıyla itirazımız terörsüz Türkiye'ye değil. İtirazımız birtakım siyasal taleplerle yola çıkmış olan terör örgütüyle pazarlık masasına oturulmasınadır. Çünkü bu pazarlık masasında eğer terör örgütü taleplerinin tamamından vazgeçmiş vaziyette, kendini lağvedeceğini, artık terör yapmayacağını söyleyecekse, söylüyorsa âlâ; ama değil. Bu, taleplerinin bir kısmının karşılanacağı bir al-ver pazarlık masasıysa, ki bu öyle, itirazımız buna Ruşen, başka bir şeye itirazımız yok. Diyoruz ki bu, dilim dilim, adım adım giden bir süreç. Yani akşamdan sabaha alınmaz. Ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti akşamdan sabaha batar ne de yeni yapay, suni bir millet inşası ve devlet kurulması akşamdan sabaha olur. Osmanlı'nın batışında sorulduğu gibi, itiraz etmiş ya, ‘‘Yıllardır Osmanlı batıyor batıyor dediniz. Hiçbir yere battığı yok. Osmanlı hâlâ yerinde.’’ dendiğinde verilen cevap, ‘‘Ali Ağa'nın kayığı mı ki bir anda batsın?’’ diyor. Koca Osmanlı Devleti. Bu da koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ali Ağa'nın kayığı değil ki akşamdan sabaha bir günde batmış olsun. İtirazımız ona, pazarlığa.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Şimdi, partinizin Genel Başkanı Ümit Özdağ, ki onu senden daha önceden tanırım ve PKK konusu onun uzmanlık alanıdır, ta yıllar önceden. ASAM'dı değil mi o kuruluşun adı? Bu konuda çok sayıda makalesi ve kitabı da çıktı. Burada PKK ve Öcalan açısından baktığınızda, nasıl okuyorsunuz bu süreci? Şimdi devlet kısmına sonra geleceğim. Öncelikle örgüt üzerinden gidelim. Yani sizin yaklaşımınız ne? Örgüt burada niye kendini feshetmek istiyor, silah bırakmak istiyor? Samimi değil mi diyorsunuz, yoksa gerçekten bırakacak ‘‘ama’’ mı diyorsunuz?
Azmi Karamahmutoğlu: Şimdi bu sürecin başlaması 22 Ekim, geçen yıl 22 Ekim 2024'te Devlet Bahçeli'nin anonsuyla başladı ve dönemsel. Daha yeni paylaşmış olduğum Sayın Genel Başkan Ümit Özdağ'ın bir açıklaması var. Şam'daki rejimin değişmesiyle beraber, onunla eş zamanlı aşağı yukarı gelen bir dönemdi bu açıklama. Orada Esad devriliyordu. Şimdi bunu, hem orada kurulacak olan garnizon bir PKK devletçiğinin Türkiye tarafından tanınacak olmasının içeriye, seçmene, Türk vatandaşlarına izahının yapılabilmesi lazımdı. Bunun satılabilmesi, pazarlanabilmesi için de bunu bir başarı hikayesi olarak aktarmak gerekiyordu. O işte "terörsüz Türkiye" diye ortaya konurken, diğer yanıyla da burada bir koyundan iki post çıkarmak için hükümet partisi, Cumhur İttifakı iktidarı, bir yanıyla da bu etnikçi siyasetin seçmen kitlesini ve milletvekillerini parlamentodaki sandalye sayısının yanına çekme ihtiyacı duyuyordu. Bu da biliyorsun bir anayasa değişikliğine ilişkin duymuş oldukları eksik sandalye sayısını tamamlamak içindi. Dolayısıyla hem içeride, iç siyasette işlerine yarayacak bir durum vardı hem de dış siyasetin, uluslararası camianın bir dayatması vardı. Ama bugüne kadar orada yürütülen operasyonlarla birlikte Türkiye'de vatandaşların kafasına çakılan, oradaki YPG-PKK, sonraki maske adıyla SDG, aslında bir Suriye PKK'sıdır diye söylenegelmişti. Şimdi Suriye PKK'sını tanımanın, onunla iş birliği yapmanın bir izahının olması lazımdı. Bu sebeple PKK'nın silah bırakacağı, kendini lağvedeceği söylendi. Ama oysa gerçekte olacak olan, ki nitekim şimdi de tablo onu gösteriyor, PKK kendini lağvetmiş falan değil. Daha doğrusu etnik ayrılıkçı Kürtçü terör örgütü, bugün adı PKK'dır. Dün aynı şekilde başka isimler vardı, Kawa vardı. Yarın bir başka isimle devam edebilir ama etnik ayrılıkçı Kürtçü terör örgütü sadece Türkiye'de tabela indirmiştir. PKK isimli tabelasını indirmiştir. Örgüt kendini lağvetmiş değildir. Terör örgütü kendini lağvetmiş değildir ve siyasal taleplerinden de vazgeçmiş değildir. Sadece Türkiye'de, Türk halkının gözünü perdelemek için tabela indirmiştir. Çünkü şimdilik Suriye'deki yapının inşasıyla meşguldürler. Bizim gördüğümüz, okumamız bu.

Ruşen Çakır: Peki, şunu soracağım. Şimdi Devlet Bahçeli, sen de demin bahsettin, bu olayın ilk işaret fişeğini o attı geçen yıl 1 Ekim'de. Daha sonra 22 ya da 24 Ekim, tarihinden çok emin değilim, "Öcalan gelsin DEM Parti grubunda konuşsun." gibi çok şaşırtıcı bir çıkış yaptı. Ve şu anda da görüyoruz ki DEM Parti ile neredeyse eşit, hatta bazen ondan daha aktif bir şekilde bu sürecin taşıyıcılığını yapıyor, gerek Bahçeli gerekse Feti Yıldız ve MHP’nin diğer öne çıkan isimleri. Siz şimdi birbirinizi yıllardır tanıyorsunuz. Aynı hareket içerisinde bulundunuz, ocaklarda ya da partide vesaire. Şu oldu, bu oldu. Ayrıldınız, farklı partilere gittiniz ama birbirinizi tanıyorsunuz ve aynı gelenekten ve kültürden geliyorsunuz. Ve bu olay da ülkücü hareketin en kritik alanlarından birisi, PKK meselesi. Burada ne oldu? Mesela ben dışarıdan baktığımda ya da Kürt hareketi dışarıdan baktığında hâlâ Bahçeli'nin neden böyle yaptığı konusunda değişik değişik şeyler var. Sizin okumanız nedir? Yani MHP bu olayın taşıyıcısı, Devlet Bahçeli bu olayın baş aktörü şu hâliyle. Erdoğan'dan daha fazla öne çıkıyor. Bu nasıl oluyor? Bir ülkücü olarak ne diyorsunuz?
Azmi Karamahmutoğlu: Evet, 22 Ekim'de bu iş başlatıldığında düşünün ki o duyuruyu herhangi bir parti yapmış olsaydı veya parti lideri Devlet Bahçeli dışında, bu duruma Türk toplumu içinden ilk tepki verecek olan kesim Türk milliyetçiliği düşüncesiyle mücehhez olan bölüm olacaktı, seçmen kitlesi olacaktı. O yüzden ilk tepki gelecek olan kesimin baskılanması gerekiyordu. Bu açıklama MHP'nin genel başkanına yaptırılarak o Türk milliyetçisi bölüm, Türk toplumunun o kesimi paralize edildi. Bir şok etkisi yarattı. Şimdi Türk milliyetçiliği, kurucu fikir sistemi olduğu için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, acil çıkış kapısı gibidir, yahut ‘‘Tehlike anında camı kırıp düğmeye basınız’’ diye üzerinde yazı bulunan kırmızı butonu gibidir. Halk böylesi olağanüstü durumlarda genelde döner ve Türk milliyetçilerinin vereceği tepkiye, reaksiyona bakar. Burada daha ilk adımda orası baskılandı, orası paralize edildi. Bu sebeple bir şaşkınlık yaşandı. Tam burada Zafer Partisi üzerine düşeni yaptı, itirazını ortaya koydu ve toplumu hem bilgilendirmeye hem de bilinçlendirmeye başladı ve mitingler düzenledi. Onun üzerine, biz bu kurulan oyunu bozuyor olduğumuz için, dönen tekerleğe çomak soktuğumuz için de Zafer Partisi'nin Genel Başkanı Ümit Özdağ mahpushaneye tıkıldı. 5 ay boyunca özgürlüğünden yoksun bırakıldı, süreç ilerlesin, işletilsin diye. Fakat bir şey anlatılamadı, anlaşılamadı. Birinci bölümde söylediğimiz gibi, Suriye'deki yeni yapılanmayla eş zamanlı giden ve ona bağlı olarak giden bir siyaset olduğu için de Suriye'deki anayasa ve hükümet kurulması süreci ve seçime gidilme süreci geciktikçe, buradaki bu PKK ile yapılan pazarlığın ete kemiğe bürümesi, yani onların ifadesiyle yasal ve anayasal hazırlıkların yapılması da gecikti. Bu yüzden de işte komisyon oyalamaları ortaya çıktı.

Ruşen Çakır: Peki, sen suyunu içerken şunu sormak istiyorum. Tabanda ya da ülkücü tabanda ya da Türk milliyetçisi atmosferde bu süreçte nasıl bir dalgalanma var? Yani insanlar akın akın MHP'den kopuyor mu? Yoksa biz şunu çok duyuyoruz: "Devlet Bey bunu yapıyorsa vardır bir bildiği" yaklaşımı hâlâ çok güçlü mü? Ne dersin? Gözlemlerin nedir?
Azmi Karamahmutoğlu: Benim görebildiğim geleneksel seçmen tabanında, yani özellikle merhum Başbuğ Alparslan Türkeş döneminden devreden seçmen kitlesi, taban bu duruma tepkili. Sonrasında yetişmiş olan, Türk milliyetçiliği fikriyatıyla donanmış olan, partiye ideolojik saiklerle katılmış olanlar da aynı şekilde tepkili. Bunun tamamı için böyledir diyemem. Yani sıfır kayıpla böyledir diyemem. Fakat AK Parti'ye oy vermiş bir seçmen grubu var, sonrasında tercihi MHP olan, AK Parti'den soğumuş olan bir seçmen kitlesi var. Onlar MHP'nin şimdiki o yüzdelerini, bu çıkan 5-7 aralığında gösteriyor. Fakat ülkücü karakterli, özellikle Alparslan Türkeş döneminden devreden ülkücü karakterli seçmenin bu politikanın yanında durduğunu söyleyemeyiz. Tepkililer. Sahiplenilmiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi en çok tartışılan hususlardan birisi Öcalan'la komisyonun görüşmesi ya da komisyondan bir heyetin görüşmesi hususu biliyorsun, en çok bu gündemde ve sanki olacak gibi. Bu, herhalde içeriğinden bağımsız sembolik olarak çok anlamlı bir şey olacak, değil mi? Ve siz de buna çok net bir şekilde karşısınız.
Azmi Karamahmutoğlu: Tabii ki çok anlamlı olacak. Burada da terör örgütü başının meşrulaştırılması sorunu var. Yani son dönemin moda deyimiyle siyasilerin meşruluk araması ve meşruiyet kazanması, şimdi bebek katili terör örgütünün başının da meşrulaştırılması lazım. Onun da meşruiyete ihtiyacı var. Ve bu meşruiyet ne yazık ki tam da bu terör siyasetinin karşısında olması gerekenlerce epeydir, son bir yıldır sağlanmaya çalışılıyor. Fakat yani sadece sivil vatandaşlar ve korucusundan, askerine, polisine kadar güvenlik kuvvetleri toplamı olarak ele alacak olursak, buna köylüler ve şehirde yaşayan siviller dâhil, 15 bin cana mal olmuş bir terör örgütünün bu yaptıklarını bir kenara mı koyacağız? 15 bin can kaybı, hayatta kalan gaziler ve bu şehit ve gazilerin yakınları, aileleri ve bir de hiç konuşulmayan, ar ettiğimiz için konuşulmayan, bunca can kaybı sebebiyle konuşulmayan işin ekonomik boyutu. 400 milyar dolar olarak açıklayan da var. Biraz daha yukarı çıkan da var. Yani şu nesillerin yaşamış olduğu fukaralığın bir sebebi de teröre akıttığımız 400 milyar doların üzerindeki ekonomik kayıptır, zarardır. ‘‘Bunların hepsinin üstü örtülsün ve bunlara sebep olan terör örgütünün başı bu utancıyla, ayıbıyla sahneden çekilmek yerine bir siyasi figür, siyasi aktör olarak gelsin Türk politik yaşamında var olsun, Meclis’te var olsun, Meclis’te konuşsun’’ diyenler var. Bu büyük bir yarılma, büyük bir kırılmadır. Kabul edilebilecek gibi değildir. Bunu, bu politikanın yürütücüsü Cumhur İttifakı'nı oluşturan partiler bile, DEM Parti hariç, kendi tabanına izah edemezler sevgili Ruşen. Yani buradan bebek katili Abdullah Öcalan'ın meşruiyeti çıkmaz, çıkmayacaktır. Nitekim bu sebeple bu etnikçi siyasetin temsilcisi olan parlamentodaki DEM Parti istiyor ki bu işler konuşulmasın. Nitekim Pervin Buldan'ın Abdullah Öcalan'ın isteğini dillendirmesi, onun aktardığı bilgiye ulaklık ederek dillendirmesi, doğrudan doğruya Türk medyasına sansür istemiştir Pervin Buldan. Bu sansür isterken de, yani Basın İlan Kurumu vasıtasıyla değil, yargıyı bile devreye sokarak insanların susturulmasını, bastırılmasını istemiştir. Bu, onların ne kadar kendine demokrat olduklarını da göstermiştir ve yönetimi bir yerde ele aldıklarında, örneğin işte ister Irak'ta ister Suriye'de bir yerde bu terör örgütünün yönetim organizasyonu oluşturması hâlinde, ama otonom ama tam bağımsız bir devlet kurduğunda nasıl bir tiranlıkla yöneteceklerinin de göstergesi olmuştur Pervin Buldan'ın bu talebi. Her ne kadar sonradan bunu tevil etmeye çalıştıysa da ettiği laf ortadadır. Doğrudan doğruya sansür baskı istemiştir.

Ruşen Çakır: Peki, son olarak şunu sorayım. Ne bekliyorsunuz parti olarak? Bu olay bir yerde sonlanacak mı? Yoksa burada iktidarın dile getirdiği ve Öcalan'ın ve DEM Parti'nin bir anlamda paylaştığı birtakım hedeflere varılabilecek mi? Nasıl bir şey bekliyorsunuz?
Azmi Karamahmutoğlu: Dünyada iki kutuplu olduğu soğuk savaş döneminden kalma bir siyasetin yürütücüsüdür bu etnik kimlik üzerinden terör örgütlerinin kurulmuş olması ya da kimlik üzerinden siyaset yürütülmesi işi. Etnik kimlikler ve inanç kimlikleri üzerinden siyasetin yürütülmesi işi biraz geçmiş dönemin, eski dünyanın işi olarak kalmış gibi görünüyor. Yeni kuşaklar buna pek prim vermiyor işin doğrusu. Türkiye'de de Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında etnik kökeni her ne olursa olsun bu işe prim vermeyenler vardır. Nitekim PKK'nın güya adına hareket ettiği iddiasında bulunduğu Kürt etnik kökenli insanların, ailelerin gençleri bile bu işe prim vermiyor. Bu siyaset pek yüz bulamıyor. Bugüne değin şımartılmış bir siyasetti. Romantik bir şekilde geçmişten, 80 öncesinden kalan bir romantizmle işin doğrusu biraz da yüz de buldular, şımartıldılar da özellikle Türk solu tarafından. Fakat Türk solu artık orada değil. Bunu gördü. Ne mutlu ki gördü. Ne iyi ki gördü. Biraz da bizden ziyade, Türk milliyetçilerinden ziyade bu işi çözecek olan Türk soludur. Türk solunun onları bir hesaplaşma içerisine çekmesidir, ki bu hesaplaşmanın epeydir yapılmaya başlandığını memnuniyetle görüyorum. Çıkmaz sokaktır girdikleri yol. Öcalan'ın da içeriden göndermiş olduğu ilk beyanatta, mektupta işin doğrusu bu vardı. Yani etnik kimlikler üzerinden siyasetin artık yürümeyeceği, yürütülmeyeceği vardı. Burada genç Türkiye Cumhuriyeti, birinci asrını tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlık temeli üzerinde müreffeh bir devlet olarak devam etmesidir esas olan. İnsanların yaşamak istediği de etnik kimliğini sadece bayrak olarak dalgalandırdığı bir yer değil; refah içinde yaşayabilecekleri, gelişmiş, güçlü, kalkınmış bir ülkenin vatandaşları olarak yaşayacakları bir bugün ve yarın, gelecek istiyorlar. Bizim de beklentimiz ve yapmaya çalıştığımız tasavvurdaki ülke bu.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
12.11.2025 CHP iddianameye hazır mıydı? | Murat Aksoy değerlendiriyor
11.11.2025 “Al evine besle” acımasızlığında son nokta
10.11.2025 Selahattin Demirtaş çıkınca…
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
08.11.2025 Yeniden: Ekrem İmamoğlu mucizesi
07.11.2025 Benim küçük gözaltım
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı