Uzun bir süredir, sistemli bir şekilde şu görüşü seslendiriyorum: Kürt siyasi hareketi silahla kazanabileceğini kazandı, gelebileceği yere kadar geldi. Bu aşamadan sonra PKK’nın (veya onun şu ya da bu isimli bir taşeronunun) patlatacağı her silah, her mayın, her bomba sadece Türkiye’ye değil bu hareketin kendisine de zarar verecektir. Dolayısıyla PKK’nın silah bırakması herkesin hayrına olacaktır.
Bu görüşlerimin Kürt siyasi hareketinde genellikle hoş karşılanmadığını biliyorum. Bu nedenle bu hareketin temsilcileriyle sık sık karşı karşıya geliyoruz. Son olarak Brüksel’de çok sayıda Kürt siyasetçisiyle tartıştım ve aynı sorulara muhatap oldum: “Devlet ne tür güvence verebilir? Kaldı ki bu devlete güvenip nasıl silah bırakılır?”
Ben de kendilerine “Güvenceyi Türk devletinde veya başka bir devlette filan aramanıza gerek yok. Güvence Kürtlerin kendisidir. Kürt hareketi devlete değil kendi kitle tabanına bakmalıdır” cevabını verdim.
Silahlı propagandanın iki boyutu
PKK’nın 30 yılı aşkın süredir uyguladığı “silahlı propaganda”nın iki boyutu ol duğunu biliyoruz: 1) Devleti alabildiğine yıpratıp belli bir noktaya çekebilmek; 2) Devlete kafa tutulabileceğini göstererek Kürtleri belli bir aşamaya taşıyabilmek.
PKK’nın hiçbir zaman silahla devleti yenmek gibi bir iddiası olduğunu sanmıyorum. Olduysa bile belli bir süredir bunun olamayacağını açık bir dille itiraf ediyorlar. Yani devlete silahla meydan okuma devrinin kapandığını, kapanmak zorunda olduğunu kendileri de kabul ediyor.
İkinci hususa bakacak olursak, PKK’nın silahlı propaganda yoluyla Kürtleri, ister beğenin ister bundan rahatsız olun, belli bir noktaya getirmiş olduğu açıktır. Devletin stratejisinin temelini oluşturan “iyi Kürt-kötü Kürt” ayrımı iflas edeli epey oluyor. Bugün siyasi olarak PKK’ya hayli mesafeli de olsalar, Kürtlerin büyük bir çoğunluğu belli bir kimlik bilincine ulaşmış durumda. Bu noktaya gelinmesinde silahların hayli etkili, hatta yer yer belirleyici olduğu da tarışmasızdır.
Devletin gördüğü
Kürtlerin gelmiş olduğu şu aşamadan sonra silahın herhangi bir propaganda fonksiyonu görmeyeceği aşikârdır. Hatta tam tersine, Reşadiye, Dörtyol baskınları, Batman’daki mayın olayı ve son Taksim Meydanı’ndaki intihar saldırısında da görüldüğü gibi silah artık Kürtler’de bilinçlenmeye değil bilinç kırılmalarına neden olmaktadır. Taksim saldırısının hemen ardından birçok Kürt’ün ve Kürt siyasi hareketinin bazı temsilcilerinin içlerine düştükleri dehşet; militanın PKK kamplarında eğitim görmesinin anlaşılmasıyla yaşadıkları şaşkınlık ve TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı PKK’nın uzantısı grubun üstlenmesinden sonra içlerine düştükleri çaresizlik hali ne demek istediğimi çok iyi açıklıyor.
Şunu iddia ediyorum: Günümüz Türkiyesi’nde Kürtler kimlik bilinci anlamında öyle bir noktaya geldiler ki ne Türk devleti, ne de yabancı devletler, tüm dünya birleşse, onlar üzerinde her türlü baskıyı uygulasalar bile artık geri dönüş söz konusu olamaz. Son KCK operasyonları, bu hareketin baskıyla sindirilemeyeceğini, tam tersine baskıların bu hareketi daha da güçlendirdiğini bizlere çok net bir şekilde gösterdi.
Devletin Kürt gerçeğini bütün yönleriyle gördüğü (veya görmek zorunda kaldığı) ve Kürt kimliğini redde yönelik politikaları bir daha yürürlüğe sokmayacak şekilde rafa kaldırdığıysa, PKK ve ona yakın çevreler ne kadar kabul etmek istemeseler de ortadadır.