Dünyada İslami hareketlerin dönüşümü ve AKP/4
Arap dünyasındaki otoriter-totaliter rejimler yerlerini çokpartili sistemlere bırakıyor ve buralardaki İslamcı grup ve partiler ilk genel seçimlerle birlikte iktidara geliyorlar. Bu süreç İslamcıların nispeten en az güçlü olduğu Tunus ile başladı, Mısır’la devam edeceğe benziyor. Sırada Libya’nın ve hatta Suriye’nin olduğu tahmin ediliyor. Aslında bu listeye Fas, Ürdün, Cezayir gibi başka ülkeleri de eklemek mümkün olabilir.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Seçimle işbaşına gelen Sünni İslamcı hükümetler birbirleriyle paslaşır, ortak hareket eder mi? Daha ileri gidelim: Bütün bunlar, yazı dizimizin ilk gününde sorduğumuz gibi, Necmettin Erbakan’ın en büyük hayali olan, Türkiye’nin liderliğindeki bir “dünya İslam birliği”nin işaretleri olarak görülebilir mi?
İç ve dış sorunlar
İlkin, daha yolun çok başında olduğumuzu söylemeliyiz. Söz konusu olan ülkelerde İslami hareketler çok güçlü olmakla birlikte yegane siyasi güç değiller. Özellikle eski rejimin artıklarının ellerindeki tüm iktidarı teslim etmek istemeyecekleri veya en kısa zamanda geri almak için ellerinden geleni yapacakları malum. Öte yandan yıllardır muhalefette olan İslamcıların iktidarda nasıl bir performans sergileyecekleri önemli. Devraldıkları olağanüstü kötü mirasa bir de kendi beceriksizliklerini ve hatalarını eklerlerse bu ülkelerdeki İslamcılık efsaneleri çok ciddi bir şekilde yara alabilir.
Bu ülkelerin herbiri ayrı ayrı ekonomik ve stratejik nedenlerle diğer ülkelerin hayli ilgisini çekiyor. Tabii akla ilk olarak ABD, bellibaşlı Avrupa ülkeleri, İsrail, Rusya ve Çin geliyor. Bu arada komşu ülkeleri de muhakkak akılda tutmak lazım. Dolayısıyla ister İslamcılar olsun, ister diğer siyasi güçler, bu ülkelerde iktidara gelecek her parti çok çetrefil bir uluslararası platformda iş görmek zorunda kalacak.
İran’ın tavrı
Kısaca “Arap baharı” diye adlandırılan yaşadığımız sürecin önündeki en hayati stratejik engelleri sıralamaya çalışalım:
1)Filistin sorunu: İsrail’in Batı tarafından büyük ölçüde hoşgörülen küstahlığı sürdüğü, yani Filistin sorunu çözülmediği müddetçe bölgede gerçek bir normalleşme olması beklenemez. Siyasi söylemlerinin merkezine Filistin’i ve İsrail (hatta Yahudi)karşıtlığını oturtan İslamcıların başında olduğu hükümetlerin, en azından bu nedenle “radikal” bir çizgi izleyecekleri açıktır. Örneğin Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi halinde İsrail devleti Mübarek’i mumla arayacaktır.
2)Şii hilali: Son dönemde yaşanan gelişmelerin arkaplanında bir şekilde İran’ın bölgede nüfuz alanını alabildiğine genişletmesini engelleme kaygısının bulunduğunu ileri sürebiliriz. Saddam’ın devrilmesinden Irak’ta en fazla Şiiler istifade etti. Bu kritik gelişme, Lübnan, Körfez ülkeleri, Pakistan, hatta Afganistan gibi ülkelerde Şii toplulukların güçlenmesiyle birlikte okunduğunda “Şii hilali” diye kavramlaştırılan bir olgu gündeme geldi. Bu durumun ABD başta olmak üzere bazı Batı ülkelerini ve İsrail’i, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerini, bunlara ek olarak Mısır, Ürdün ve hatta Türkiye gibi ülkeleri tedirgin ediyordu.
Nitekim “Arap baharı”nın en yakın müttefiki Suriye’ye de sirayet etmesiyle İran’ın sesini yükselttiğini gördük. Kimse İran’ı küçümsemesin; Arap ülkelerinin herbirinde çok sağlam şebekeler inşa etmiş olan Tahran rejiminin, “Arap baharı” denen süreci engelleme veya yönünü saptırma potansiyelini gözardı edilemez. Dolayısıyla “füze kalkanı” nedeniyle yaşanan Türkiye-İran gerilimine bir de bu açıdan bakmak yararlı olabilir.
3) Körfez ülkelerinin çifte standartı: “Arap baharı”na en az Türkiye kadar, hatta ondan daha fazla dahil olan ülke Katar. Ayrıca Suudi Arabistan ile diğer Körfez ülkelerinin de, bölgedeki statükonun parçalanmasından rahatsız olmakla birlikte, yıllardır himaye ettikleri, dolayısıyla çok yakından tanıdıkları İslamcı grupların iktidara gelmesi nedeniyle belli ölçüde kendilerini güvende hissediyorlar. Fakat “Arap baharı” denen olgu, gerçekten demokrasi, hukuk devleti ile temel hak ve özgürlüklere denk geliyorsa bu rüzgarın Körfez ülkelerini kasıp kavurması kaçınılmazdır.
Dört saptama
Toparlayacak olursak: Henüz yolun çok başında olmakla birlikte şu değerlendirmeleri yapabiliriz:
1)İslamcıların birçok ülkede işbaşına geliyor olması “dünya İslam birliği” için bir başlangıç olarak görülse bile kesinlikle yeterli değildir.
2)Genel olarak Şiileri, özel olarak İran’ı dışlayan, hatta karşısına alan bir süreçten böyle birliğin çıkması zaten imkansızdır.
3)AKP hükümeti bütün bu süreçte daha da aktif bir rol üstlenebilir ama buradan “Türkiye’nin liderliği”nin çıkmasını beklemek çok zordur.
4)Son Libya örneğinde görüldüğü gibi, sömürgeci iştahlarından pek bir şey kaybetmemiş olan Batılı ülkelerin, Müslümanların, hele İslamcı hareketlerin, kendi kaderlerini özgürce belirlemelerine izin vereceklerini beklemek saflık olur.