Başbakan Erdoğan’ın Dersim konusunda devlet adına özür dilemesi, hükümetin Kürt sorununda “açılımcı” perspektiften sapmasından rahatsız olanları bir nebze de olsa ümitlendirdi. Zira Dersim katliamı, Kürtlerin hak taleplerine devletin baskı yoluyla cevap vermesinin ve tabii ki baskı politikalarının uzun vadede tam tersi sonuçlara yol açtığının en acı örneklerinden biriydi. Ne var ki AKP hükümeti Kürt sorunundaki “şahin” pozisyonunu en azından bir süre daha koruyacağa benziyor. Dolayısıyla Dersim özürünü, şimdilik “gerçeküstü” bir olumlu adım olarak kabul etmemiz, daha fazlası için ümitlenmememiz daha doğru olabilir.
Öte yandan Dersim konusu Kürt sorununun olduğu kadar Alevi sorunununun da kapsama alanındadır. Geçenlerde Sünni İslamcı gelenekten geldiğini ve “Erdoğancı” (“Tayyipçi” demedi) olduğunu söyleyen bir taksi şoförü şöyle konuştu: “Belki inanmayacaksınız ama Erdoğan biz muhafazakârları bayağı değiştirdi. Mesela Dersim bizi hiç ilgilendirmezdi. Zaten Alevilerle de aramızda hep mesafe vardı. Ama şimdi Erdoğan’ın sayesinde Dersim konusunu hatmettik.”
Sıvas’ta doğmuş, yıllarca Alevilerle iç içe yaşamış ama onlara pek de sempatik bakmayan bir insanın, beğendiği siyasi lider aracılığıyla aradaki mesafeyi hızla kapatması ve bundan memnun olması acaba münferit bir olay mıdır? Sanmıyorum. Çünkü Erdoğan, Gül, Arınç gibi siyasi liderlerin demokrasi, temel hak ve özgürlükler, Batı, gayrımüslimler, Kürtler, Aleviler vb. konularda, önyargı ve önkabulleri sarsan çıkışlarının tabanlarından genellikle olumlu karşılık bulduğunu; hatta bu liderlerin kimi durumlarda tabanlarının beklentilerinin gerisinde kaldıklarını gözlüyorum.
Bu bağlamda Alevi sorununa dönecek olursak, daha Milli Görüş hareketi sırasında ilk işaretlerini gördüğümüz Alevilere yönelik açılım arayışları, tabandan çok tavandaki tutuculuk ve/veya beceriksizlik nedeniyle akamete uğramıştı. Örneğin Erdoğan, belediye başkanıyken Alevileri kucaklama iddiasıyla “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” sözünü sık sık tekrarlıyor, ama bu sözün kendisini Alevilere yakınlaştırmak yerine daha da uzaklaştırdığının herhalde farkına varamıyordu.
CHP’nin manalı ilgisizliği
AKP ile birlikte Alevilere Aleviliğin ne olduğunu öğretmeye kalkma yerine onların kimlik ve buna bağlı olarak hak taleplerini ciddiye alma dönemi de başladı. Sayıca çok az da olsa partiye katılan bazı Alevi şahsiyetlerin de katkısıyla geçen dönem ilan edilen “Alevi açılımı” bu bakımdan tarihi bir öneme sahiptir. Başta ilgili bakan Faruk Çelik ve koordinatör Necdet Subaşı’nın iyiniyetli ve gayretli çalışmaları, her iki tarafın kırmızı çizgilerini aşmada yeterli olmadı ve bu açılım da diğerleri gibi, en azından şimdilik, rafa kaldırıldı.
Peki Dersim özürü ile birlikte alevi açılımı kaldığı yerden sürdürülebilir mi? Bu sorunun cevabı kesinlikle evettir. Fakat burada hükümetin alacağı inisiyatif kadar, hatta ondan daha çok CHP’nin bu konuda kolları sıvaması gerekiyor. Çünkü o klişe sözle söyleyecek olursak “hak verilmez, alınır.” Bugün Aleviler ciddi bir şekilde parçalanmış durumdalar ve böylesine uzun soluklu bir hak ve özgürlük mücadelesini birlik içinde ve güçlü bir şekilde sürdürme noktasında pek umut vermiyorlar. Alevi örgütlerinin yetersizliğinin birinci derecede sorumlusu da CHP’dir. Alevilerin geleneksel olarak en fazla yöneldiği parti olan CHP, nedense onların hak taleplerine ilgisiz kalmış, birkaç koltuğa Alevi oldukları bilinen kişileri yerleştirerek durumu geçiştirmeye çalışmıştır.
CHP’nin Alevi sorununa neden layıkıyla sahip çıkmadığı sorusu, Türkiye’nin gerçekleriyle yüzleşme anlamında son derece yerinde ve hayati bir sorudur. Bunu tartışmayı sonraki günlere bırakıp kendisi de Dersimli bir Alevi olan CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na şunu soralım: Neden CHP olarak Alevi sorununun çözümü konusunda Meclis’teki diğer partilerin tümünün gerisinde bir profil çiziyorsunuz?