Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?

06.11.2024 medyascope.tv

6 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile sâdece ve sâdece ABD seçimlerini ve Trump’ın zaferini konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.
Gönül Tol-Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Evet, çok net, tartışmasız bir zafer var. Hiç öyle kıl payı, başa baş değil. Trump her anlamda kazandı ve ezdi, öyle gözüküyor. Siz Trump’ın kazanacağını söylemiştiniz; ama bu kadarını bekliyor muydunuz? Gönül, seninle başlayalım. Çünkü bu, “Şunu şöyle yapsaydı, böyle yapsaydı” gibi hiçbir nüansa izin vermeyen bir galibiyet, öyle değil mi? Çok net bir galibiyet. Zaten Kamala Harris de şu âna kadar ortaya çıkmadı. Ömer bana hemen WhatsApp’tan hatırlattı, Harris’in ortaya çıkmaması, bir zamanlar Muharrem İnce’nin kaybolmasına benziyor. Ne diyorsun, bu kadarı biraz fazla değil mi Gönül?
Gönül Tol: Ömer başından beri hep Trump’ın kazanacağını söylüyordu. Ben de öyle diyordum. İki hafta öncesine kadar burada cinsiyet ayrımının çok net olduğunu ve Kamala Harris’in kampanyasının kadın seçmeni çok mobilize etmiş durumda olduğunu, o yüzden son iki haftada Kamala’nın kazanma ihtimâlinin biraz daha arttığını söylemiştim. Tabiî burada en net söylenmesi gereken, artık klişe oldu ama: Anketler yanıldı. Yaşadığımız dünyada her seçimden sonra herkes çıkıp “Anketler yanıldı” diyor. Evet, Amerika’da da anketler yanıldı ve aslında Amerika’da anketlerin yanılmasının bir târihi var. Bizim için o târihin başladığı zaman, net olarak aslında 2016 seçimleri. Çünkü 2016’daki anketlerin hiçbiri, Trump’ın seçimi kazanacağını göremiyordu. Bunun üzerine anket şirketleri arasında bir tartışma başladı. 2020’de de yanıldılar ve 2020’nin ardından anket şirketleri metodolojilerini değiştirmeye başladılar.
2016’da ulusal düzeyde, yani Amerika çapında anketler yapıyorlardı. Amerika çapında yapılan bu anketlerin problemi, seçmen kurulu, yani eyâlet düzeyindeki datayı göz ardı ederek... Aslında biliyorsunuz, seçimlerde belirleyici olan şey, halkın ne kadar oy kullandığından ziyâde, seçmen kurulundaki delegelerin oyu. 270 oya sâhip olan seçimi kazanıyor. Bu da şunu gösteriyor: Aslında ulusal düzeyde yapılan anketten çok, eyâlet düzeyinde veriye ihtiyâcımız var bizim. 2016’daki anket başarısızlığından çıkarılan ders buydu. 2020’de de yine benzer şeyler yapıldı; eyâlet düzeyindeki dataya oy verilmedi ve anket şirketleri aslında metodolojilerini düzeltmeye gittiler. Kullandıkları metotlar şuydu: Telefonla, e-posta ile anket yapıyorlardı. Ama kırsal alanda yaşayan Trump seçmeninin bu anketlere çok yanıt vermediğini gördüler. O nedenle, anket sonuçlarının, var olan o gizli Trump seçmenini anket sonuçlarına yansıtamadığını gördüler. Bunun için bir metodoloji denediler ve Trump seçmeninin temsiliyetini artırdılar. Ama ona rağmen çok yanıldılar. Meselâ Iowa’da bir anket şirketi seçimlerden birkaç gün önce çok büyük heyecan yarattı. Çünkü Iowa’da, beyaz, mavi yakalı seçmenin oranı yüksek. Iowa’daki anket, Kamala Harris’i önde gösterdi ve bundan “Kamala Harris düşündüğümüz kadar mavi yakalı seçmen arasında kötü bir performans göstermiyor” çıkarımı yapıldı. Fakat bütün bunların yanlış olduğunu gördük.
Bu seçim sonuçlarından temel çıkarımın nedir diye bana sorarsan, birincisi, hep bahsettiğimiz gibi, ekonomi konusunda Kamala Harris kendisini Biden’dan ayrıştırmadı. Bütün pozitif ekonomik göstergelere rağmen, seçmen, algısal düzeyde ekonominin iyi gittiği algısına sâhip değildi. Aslında burada 2016 dinamiklerini görüyoruz. Çünkü hatırlayalım: Obama’nın attığı adımlar nedeniyle Amerikan ekonomisi toparlanmaya başlamıştı, fakat bunun meyvelerini Trump yemişti. Şimdi de Biden’ın ekonomide attığı adımlar nedeniyle Amerikan ekonomisi toparlanıyor. Fakat bunun seçmenin günlük hayatına yansıması, Trump dönemine denk gelecek ve Trump yine çıkıp, “Benim yönetimimde ekonomi çok iyi gidiyor” diyecek.
İkinci çıkarımım da, evet, kadınlar çok mobilize oldular, kürtaj meselesi nedeniyle Kamala Harris’i desteklediler. Fakat seçmenin ciddî bir kesiminin, özellikle banliyölerdeki orta sınıf kadın seçmenin, 2020’nin aksine yeniden Trump’a döndüğünü görüyoruz. Hatırlarsanız, 2020 seçimleri, hemen COVID’in ardından gelmişti ve banliyölerdeki bu orta sınıf kadın seçmen, COVID korkusu nedeniyle ve Trump’ın COVID’i reddeden politikasından endîşe ederek Biden’a oy vermişti. Bu kadınların sosyal olarak muhâfazakâr olduğunu da varsayabiliriz. Trump, Latinolar ve azınlıklar arasında oyunu ve desteğini inanılmaz yükseltti. Trump kampanyası, siyâhî genç erkekler nezdinde ve Latinolar arasında çok târihî bir yükseliş kaydetti. Bu da bence uzun vâdede sosyolojik olarak incelenmesi gereken şeylerden biri.

Ruşen Çakır: Ömer, “Trump mı kazandı Kamala Harris mi kaybetti?” diye sorsam. Açıkçası, Kamala Harris’te sâhici bir siyâsetçi profili tam olarak oturmadı. Trump’ın siyâsetçiliği bambaşka; ama insanlar en azından deli dolu, değişik bir insan görüyorlar. Buradan bakınca Kamala Harris sanki biyonik kadın gibiydi, ne dersin? İşin içinde bir sâhicilik meselesi yok mu?
Ömer Taşpınar: Bu üstünde durduğun sâhicilik meselesi seçmenin algılamasında çok önemli. Trump’a bir sürü şey söyleyebiliriz, ama Trump’ın otantik bir kişilik olmadığını söyleyemeyiz. Trump, içinden geldiği gibi konuşan, filtresiz bir siyâsetçi ve bu nedenle zâten siyâsetçi profiline uymuyor. Siyâsetçi dediğimiz kişiler, genelde mutlaka ve mutlaka lâflarını tartarak konuşan, “Bu bana ne getirir ne götürür?” hesâbı yapan, rasyonel olmaya çalışan insanlar. Başkan Yardımcısı JD Vance gibi ideolojik olanları da var, ama ideolojik olanları bile bunu belirli bir makyavelizm içinde yapıyor. Trump bütünüyle, bu siyâsetçi olmayan, aklından geleni söyleyen, gerektiğinde espri yapan, zâten eğlence sektöründen gelen, abuk sabuk konuşabilen kişiliğiyle, siyâsete hiç ilgi duymamış çok ciddî kesimleri sandık başına çekti. Siyâsete ilgi duymamış bu kişiler Amerika’da çok önemli. Çünkü Amerika’da seçimlere katılım oranı, sanâyileşmiş Batı ülkelerine oranla çok düşük. Bu ülkede sandığa gitme oranı zâten genelde çok düşük ve Trump, sandığa giden oranı artırdı. Kamuoyu yoklamaları da bu nedenle göremiyorlar, çünkü normalde bu kişiler siyâsete ilgi duymuyorlar. Ama Trump’a bir ilgi duymaya başladılar. Bu kişilerin eğitim seviyesi çok yüksek olmayabilir, gelir seviyeleri çok yüksek olmayabilir, Demokrat veya Cumhuriyetçi fark etmez, “Siyâsetçiler hep aynı kafada insanlar” diyen tipler de olabilir. Bu insanların bir kamuoyu yoklamasına cevap vermelerinin, buna bir şekilde vakit ayırmalarının imkânı yok. Dolayısıyla, kamuoyu anket şirketleri istedikleri kadar metodolojileriyle oynasınlar, Trump’ın oyunu ölçemiyorlar.
Buna bir de geleneksel, yapısal analizler ekleyelim. Meselâ senin bahsettiğin ekonomiyle ilgili analiz çok önemli. Ekonomi kötü gidiyorsa, bu, Amerikan seçimlerinde belirleyici faktör olur. Burada şöyle bir mesele var: 2022’de de ekonomi kötü gidiyordu, hattâ bugünkünden daha kötü gidiyordu. Enflasyon yüksekti ve Demokratlar kırmızı bir dalgayla karşı karşıya kalmadılar. Hattâ kendilerine göre bir zaferle çıktılar 2022’de. Biliyorsunuz, 2022 ara seçimdi ve 2022’deki bu zafer, özellikle kürtaj üzerinden, yani kadınların, kürtaj nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin yeni çıkmış karârına tepkileriyle gelmişti. Biden 2022’de bir zafer sarhoşluğu yaşadı, “Ben kazanabiliyorum” dedi. Eğer 2022’de bu kırmızı dalga yaşansaydı, bugün belki de Biden doğru olanı yapıp “Ben 2024’te aday olmayacağım, parti kan tâzelemeli, yeni bir isimle çıkmalı” derdi. 2022’de bunu demedi. Deseydi, bence bu önseçimler sâyesinde Kamala Harris’in kazanma ihtimâli kalmazdı. Çünkü Kamala Harris, bahsettiğin gibi otantik bir siyâsetçi değil. Bana göre iyi bir hatip de değil. Trump sürekli onu yeterince zeki olmamakla suçladı. Tabiî ki çok zeki bir kadın, tabiî ki bir sürü yeteneği var, ama bana göre ekonomi konusundaki refleksleri ve söylemi de kendisine çok zarar verdi. Bir kere, kendisiyle Biden arasına mesâfe koyamadı. Herkes bu seçimde birinci konunun enflasyon olduğunu teslim ediyor. Enflasyon dışında, bu seçimi daha fazla etkileyen bir konu yoktu aslında. Enflasyon Amerika’da 1970’lerden bu yana en yüksek seviyelere ulaştı. Bir ara %9-10’lara çıktı ve birkaç aydan beri enflasyonun düşüşte olmasının, halkın gözünde fazla bir kıymeti yok. Herkes 4 yıl öncesiyle kıyaslıyor.
Geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2024/10/30/abd-secimlerine-son-5-video/ konuştuğumuz gibi, kürtaj meselesi de zâten satın alınmış bir meseleydi. Bir sürü eyâlet, kürtaj hakkını eyâlet bazında kabul etti. Biz dün oy kullandık, Maryland eyâletinde bile kürtaj konusuna referandum gibi bir oylama vardı. Muhâfazakâr kadınlar kürtaj haklarını bir şekilde Trump’tan ayırabildi. Yine Trump’a oy verip, kürtaj konusunda “Sonuçta kendi seçimimi yaparım” diyebildi. 2022’de kürtaj dinamiği yaşanmadı. 2024’te bütünüyle ekonomik dinamik yaşandı ve Biden’ın bu kadar geciktirmesi, son âna kadar “Ben başkan olacağım” diye ısrar etmesi, en sonunda da belki de Demokrat kampta en yeteneksiz siyâsetçilerden birisinin başkan adayı olması… Çok daha kalifiye, çok daha yetenekli, çok daha iyi hatipler çıkabilirdi. Şu an aklıma 3-4 kişi geliyor. Bu arada Harris’in Pennsylvania’yı kaybetmiş olması da çok tartışılacak. Çünkü Pennsylvania’da da vâliyi başkan yardımcısı seçebilirdi kendine. Pennsylvania’yı kaybettikten sonra zâten kazanması pek mümkün değildi, ama başkan yardımcısında bile hatâ yaptı. Bâriz bir şekilde oraya gitmeliydi. Yahudi olduğu için hep “Onu almamalı” dediler. Halbuki İsrail konusunda Arapları, Filistin’i savunan bir konuşma yapıp, kendisine antisemit veya İsrail karşıtı diyenlere “Bakın benim başkan yardımcım Yahudi, eşim de Yahudi” diyebilirdi. Bana göre yeterince cesur, yeterince akıllıca bir kampanya yürütemedi. Dediğin gibi, Kamala Harris Demokrat Parti’nin A takımı değildi, B takımıydı. Bir fırsat kaçırdı. Eğer iyi bir Demokrat aday olsaydı, enflasyon konusunda kendini Biden’dan ayırabilirdi. “Ben başka biriyim. Biden’ın yaptıkları şu açılardan benim yaptıklarımdan farklı oldu. Ben enflasyonla şöyle mücâdele edeceğim, ekonomide şunları yapacağım” diyebilirdi. Kamala Harris yeterince ekonomi konuşmadı. Hele son iki hafta sadece faşizmden bahsetti, “Trump gelirse faşizm gelecek” dedi. Halkın gözünde zâten bu adam bir kere seçilmiş, ülkeyi 4 yıl yönetmiş. O 4 yıl da ekonomi gayet iyi gitmiş. Evet, ülkeye biraz otoriter dinamikler gelmiş, ama medyasıyla, yargısıyla zâten dimdik ayakta ülke. “Trump 4 yıl iktidarda kalınca faşizm gelmedi, şimdi de faşizm gelmeyecek” diyen çok insan vardı. Ekonomiyle bitti, ekonomiyle başladı.

Ruşen Çakır: Peki, “Bundan sonra ne olur?” konusuna gelelim. Tabiî ki çok değişik açılar var. Bir, “ABD’de ne olur?” meselesi var. Kıl payı olsaydı herhalde kutuplaşma iyice tırmanırdı; ama şu hâliyle, kaybedenlerin çok fazla ses çıkartacak bir hâli yok. Ama yine de içerideki dengeler, özellikle sınır ve duvar meseleleri herhalde gündemde olacak. Sonra dünya ve bir de tabiî Türkiye var. Mümkünse hızlı bir şekilde sırayla gidelim ve önce ABD’ye bakalım. Gönül, sen ne dersin? İkinci Trump döneminde, Trump’ın daha önce yapar gibi olup tam yapamadığı ve şimdi tamamlayacağı neler olacak? Amerika’yı kapatacak mı? Ticâret ve dış ticâret konusunda büyük bariyerler koyacak mı? Bir de ben hep şunu düşünüyorum ve şu âna kadarki yayınlarda da söyledim: 4 yıl boyunca Trump çok kişiye karşı çok bilendi. Bâzı kurumlara, medyaya mahkemeler açıldı. Bunları unutup gidecek mi, yoksa hesaplaşmaya gider mi?
Gönül Tol: Birincisi, ekonomi konusunda dediğim gibi zâten Biden’ın attığı adımlar var. Ekonomi toparlanıyor. Ekonomi konusunda çok şey yapmasına ve büyük bir adım atmasına gerek yok. Ama bahsettiğin gibi, ticâret savaşlarını bekleyebiliriz. Zâten kampanya sözlerinden bir tânesi buydu. Özellikle Çin’le ticârette gümrük vergilerini çok artıracağından bahsetmişti. Bence onu beklemek gerçekçi. Biliyorsunuz, 2016’daki ilk başkanlık döneminde yapma sözü verip yapmadığı şeylerden bir tânesi, sınır güvenliğini sağlamaktı. Meselâ New York’ta dahi Kamala Harris’e, yani Demokratlara desteğin azaldığını görüyoruz. Böyle bir metropolde Demokratların –ki Demokratlar genelde metropollerde iyi performans gösteriyorlar– Kamala Harris’in kaybetmesinin altında yatan sebeplerden bir tânesi, ekonominin yanı sıra, sınırdan geçen insanlara –yasal olmayan göçmenlere diyelim–, New York gibi bir yerde kalma hakkı, sağlık sigortası veren eyâletler var. Bu konuda son derece ilerici ve liberalleri memnun eden politikalar güden yerler var. New York bunlardan bir tânesi.
Normalde New York’ta bir seçim yılında, Demokrat Partili bir yerel yöneticinin, vâlinin, Demokrat Partili başkanı eleştirmesini beklemezsiniz. Fakat biz bu yıl Biden çekilmeden evvel, New York Valisi’nin Biden’ı eleştirdiğini görmüştük. Çünkü sokaklar insan kaynıyor, New York halkı bundan çok rahatsız ve bütün bunlar bâzı yerlerde düzensiz göçmen meselesini seçmenin gündeminde birinci sıraya oturtmuştu. New York da onlardan bir tânesi. Bence Trump’ın bu konuda bir adım atmasını beklemek çok gerçekçi. Çünkü zâten Biden da Kongre’de adım atmaya çalışmıştı; fakat Trump bunun önünü kesmişti. Çünkü Trump bir siyâsî yarar devşirmek için bu düzensiz göçmen, sınır güvenliği meselesinin bir sorun olarak kalmaya devam etmesini istedi. Kendi müttefiklerine, Cumhuriyetçi Parti üyelerine Kongre’de onaylamamasını söyledi. O yüzden ikinci bekleyeceğimiz şey bu olabilir, Kongre’nin bu konuda bir adım atmasını bekleyebiliriz. O bilendiği insanların peşinden gider mi? Ben onu da bekliyorum. Çünkü Elon Musk gibi insanların kabinede yer alacağını biliyoruz. Meselâ Elon Musk, “Amerikan bürokrasisi çok efektif çalışmıyor ve biz bunu düzelteceğiz” diyor. Aslında bu, “Mümkün olduğunca Amerikan bürokrasisini partizanlaştıracağız” demek oluyor, bunu da bekleyebiliriz. Bütün bunlar tabiî Amerikan demokrasisi için endîşe verici şeyler. Trump dünyada neler yapacak?

Ruşen Çakır: Buna sonra gelelim. Ömer, sen ABD’de ülke içinde neler bekliyorsun? Trump’tan ne tür hamleler gelecek?
Ömer Taşpınar: Ruşen, “Trump rahat kazandı” dedin ya; bana göre tam tersi olacak. Kutuplaşma ciddî bir şekilde gelecek, çünkü Trump rahat kazandığı için ve rövanşist bir mantıkla geldiği için, birinci döneminde yapmadığı şeyleri yapmaya çalışacak. Kitlesel sınırdışı etmelerden bahsediyorlar. Bu ülkede 13-14 milyon belgesiz göçmen var. Bunları bulup, otobüslere doldurup yollamaya çalışacak. Bunu yapmasına pek imkân yok, ama yapmaya çalıştığı anda, basın devreye girecek. Yargıyı siyâset altına alacak ve yargıyı politize edecek. Kendisi aslında hüküm giymiş bir suçlu ve bir sürü mahkemesi de devam ediyor. Başta bir sürü yargıcı kovacak. Yargıya o kadar büyük müdâhale edecek ki bu, basında ve sivil toplumda büyük bir tepki oluşturacak. Çünkü bahsettiğimiz o otoriterleşme dinamikleri o zaman ortaya çıkacak. Ama Macaristan’da, Türkiye’de, Polonya’da, Brezilya’da, Hindistan’da olmayan bir olay Amerika’da var; burada çok güçlü bir medya var. Bu medya ülkeyi çok rahat kutuplaştırabiliyor. Ben gece uyanıp CNN’i seyrettim, yüzleri düşmüştü. Eminim, CNN ve bir sürü merkez soldaki medya Trump’a karşı mobilize olacak.
Kutuplaşmanın ikinci nedeni, Trump bu sefer B takımıyla ortaya çıkacak. Elinde çok kalifiye, çok yetenekli insanlar yok. Türkiye’deki duruma benzetmeye çalışırsak, AK Parti’nin ikinci, üçüncü dönemindeki gibi A takımından insanlar yok artık Trump’ın etrâfında. Dış politikada, iç politikada ve yargıda, kendisine “evet” diyecek, hiçbir şekilde kendisine “hayır” diyemeyecek ideologlarla çevrilecek ve bunların ülkeyi kutuplaştırmamasına imkân yok. İç politikadan başlayarak, ticârete, ekonomiye, yargıya, dış politikaya kadar, burada Heritage Foundation isimli düşünce kuruluşunun 2025 Raporu’nun içindeki bâzı maddeleri gerçekleştirmeye çalışacaklar. Bu çok muhâfazakâr bir düşünce kuruluşuydu. 2025’te yapılacakları madde madde sıralıyordu ve bu kadro çok ideolog, çok aşırı sağda ve çok kalifiye olmayan bir kadro. Liyâkat ve sadâkat diyoruz ya; işte o dengenin olmayacağı bir yerdeyiz. O nedenle ülke kutuplaşacak. Ben Trump’ın bu kadar büyük bir zafer kazandıktan sonra merkeze oynayacağını ve merkezde duracağını hiç düşünmüyorum. Ülkeyi çok zor bir 4 yıl bekliyor. Ama bu 4 yıl sonunda Amerika otoriter ve faşizan bir hâle gelir demek için çok da erken. Çünkü bu ülkenin kurumları çalışıyor. İkincisi, Başkan 4 yıllığına seçildi. Trump’ın üçüncü dönemi olmayacak. Zâten yaş îtibâriyle de olmayacak. JD Vance tehlikeli bir adam, JD Vance partinin başına geçebilir ve özellikle de ekonomi iyi giderse, seçim kazanacak potansiyeli var. Gönül’ün anlattığı gibi, ekonomi meyvelerini şimdi vermeye başlayacak. “Bakın, ben 4 yıl içinde ekonomiyi toparladım” dediğinde, yani 2028’de, JD Vance aday olduğunda kazanma ihtimâli var. JD Vance nasıl bir siyâsetçi o zaman bakmak lâzım. Yani “Trump’sız Trump’çılık” kazanabilir mi o kadar da emin değilim. Çünkü Trumpçılığı Trumpçılık yapan Trump’ın kendisi. Demin bahsettiğimiz, otantik siyâsetçi olup, siyâsetin dışından insanları çekebilmesi. JD Vance her ne kadar yetenekli bir siyâsetçi olsa da tam bir siyâsetçi gibi, hattâ siyâsetçilerin en kötü örneklerinden. Çünkü inanmadığını söyleyen, samîmiyetsiz ve makyavelist birisi. Halk bunu belirli açılardan okuyabilir. O nedenle ülkeye faşizmin, otoriterliğin geleceği konusunda çok kötümser değilim, ama kutuplaşma kesinlikle gelecek.

Ruşen Çakır: Gönül, dünya konusunda ilk aklıma gelen Ukrayna. Geçen yayında da onu konuşmuştuk. Ama sâdece Ukrayna değil, bir taraftan Ortadoğu meselesi var. Bunlar tabiî ki ilk akla gelenler. Rusya’yla, daha doğrusu Putin’le ilişkilerinin iyi olacağını varsayabiliriz. Artı olarak da NATO’nun geleceği var. Geçen dönemde NATO’ya yönelik politikalarıyla NATO’yu çok ciddî bir şekilde sarsmıştı. Çok daha güçlü bir şekilde gelmiş olan bir Trump, tekrar bu gündemleri dünyaya dayatacak mı?
Gönül Tol: NATO konusunda en net bildiğimiz şey, Çin konusunda çizginin değişmeyeceği. Zâten Biden başkan seçildikten sonra, Trump’ın Çin politikasını devam ettirmişti. Şimdi, Çin konusunda o sert ve şâhin tutum belki bir tık daha sertleşebilir. Ticâret savaşlarını beklemek mantıklı. Çin konusunda çok büyük bir sapma olmayacak. Türkiye’yi ilgilendiren şeyleri düşünelim: İsrail konusunda hem Trump hem de Kamala Harris Netanyahu’ya şöyle bir ültimatom vermişlerdi: Seçildikleri takdirde, Ocak ayına kadar Netanyahu’nun Gazze Savaşı’nı bitirmesini talep etmişlerdi. Bu olur mu? Birincisi, tabiî eğer Kamala Harris gelseydi, olma ihtimâli çok daha düşüktü. Ama Netanyahu Trump’ın söylediklerini, talebini yerine getirmeyebilir. Çünkü Netanyahu için bu, kendi koltuğunu koruma kavgası. Çok radikal sağ bir koalisyon içerisinde ve koltuğunu korumak için o koalisyonun desteğine muhtaç. Meselâ Netanyahu İsrail Savunma Bakanı Yolav Galant’ı görevden aldı. Bir sürü problem vardı. Galant’ı daha önce de görevden almak istemişti. Hatırlayalım, yargıyı yeniden şekillendirmeye çalışırken Galant’ı görevden almak istemişti ve toplumsal protestolar nedeniyle geri adım atmıştı.
Netanyahu, tam da Amerika seçimle uğraşırken, seçim günü böyle bir adım attı. Bu bana şunu söylüyor: Netanyahu ve Galant arasındaki çekişme noktalarından bir tânesi, ultra Ortodoksların, Haredi Yahudilerin askere çağrılmasıydı. 7 bin tânesi askere çağrılmıştı ve Netanyahu bunu istemiyordu. Galant’la aralarında öyle bir çekişme vardı. Çünkü Netanyahu kendisini ultra Ortodoks Yahudilerin desteğine muhtaç olarak görüyor. Galant’ı tasfiye etmiş olması da bana, koalisyonunda bu radikal tarafın desteğini tutmaya çalışacağını ve onların taleplerini yerine getireceğini gösteriyor. Peki bu grup ne talep ediyor? Gazze’de ateşkes talep etmiyor. Gazze’de ateşkes olsa dahi, Gazze’yi bir gün sonra kimin yönetmeyeceği konusunda çok netler. Meselâ “Filistin yönetiminin kesinlikle yönetmesini istemiyoruz” diyorlar. Hamas da yönetmeyecek. Kim yönetecek? Dolayısıyla bu kafa karışıklığı da bu savaşın devam etmesini gerektiriyor. O nedenle İsrail’de Netanyahu Trump’ın ültimatomuna uymayabilir. Uymazsa bir bedel ödeyebilir. Çünkü Trump Demokrat Partili başkanlar gibi davranmayabilir.
İkincisi, Trump Ukrayna konusunda da “Ben 24 saatte bu savaşı bitiririm” diyor. Putin’e, “Sen masaya gelip, müzâkere edip savaşı bitireceksin. Yoksa Ukrayna’yı silâhlandırırım” diyor. Ukrayna’ya da, “Sen masa başına gelip savaşı bitireceksin, yoksa sana hiç silâh vermem” diyor. Burada olaylar nasıl değişecek ve dönüşecek? Ukrayna için zor bir kulvara girildiği gerçek. Pozitif olan şey, Kongre’de Senato’yu Cumhuriyetçiler kazandı, Senato’daki Cumhuriyetçiler yardım vermeyi destekleyebilir. Trump’ın kabinesine girme potansiyeli olan isimler vardı. Onlar da Ukrayna’ya yardımını devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Biden yönetiminde verildiği kadar yardım verilmeyecektir muhtemelen, fakat format olarak da farklı yardım verilmeye devam edebilir. Bence kabinesinde kim olacağı da önemli. Böyle bir durumda Avrupa, Ukrayna’ya Amerika’nın verdiği desteği kompanse etmek için adım atacak mı? Bu bana zor geliyor, çünkü zâten Amerika’nın verdiği askerî ve finansal desteği kompanse edemez. Biden yönetimi Ukrayna’ya milyarlarca dolar aktardı. O yüzden bu konularda şu anda çok net şeyler söylemek mümkün değil. Çin’de olduğu kadar net bir şey söyleyemiyoruz. Türkiye’yi ilgilendiren bir diğer konu İran konusu.

Ruşen Çakır: Onu en son konuşalım, dünya konusuna Ömer’le devam edelim. En son Erdoğan, “Dostum Trump’ı tebrik ediyorum” diye hemen açıklama yaptı. Onu bırakalım, sen ne diyorsun? Dünya ve NATO risk altında mı?
Ömer Taşpınar: Benim aklıma bir espri geliyor: AK Parti, bir keresinde kazandığında Erdoğan balkon konuşmasında, “Bugün Türkiye kazandığı kadar Saraybosna, Kudüs, Filistin de kazandı” demişti ya? Öyle bir liste yapacak olsak, Trump herhalde, “Bugün Teksas’ın kazandığı kadar, Moskova, Budapeşte, Riyad, Tel Aviv, Cakarta (Endonezya) kazandı –ki şu anda Endonezya’nın başında bir savaş suçlusu var–, Delhi kazandı” diye bir liste yapar. Kaybedenler kim peki? Kaybedenler, başta Kiev-Ukrayna, Tahran… Tahran’da Trump nedeniyle şu anda ciddî bir endîşe olmalı. Bence, aynı zamanda Pekin de kaybetti. Çin Trump’ın kazanmasını istemiyordu. Mercek altına alırsak, şurası bâriz: Bizim de programın adını kullanalım, Transatlantik İttifak, NATO İttifâkı çatırdayacak; çünkü Ukrayna konusunda ciddî bir tartışma başlayacak. İngiltere başta olmak üzere, Fransa, Almanya ve Polonya gibi ülkeler Ukrayna’ya askerî desteğe devam ederken, Trump desteği kestiği anda, NATO Amerika olduğu için NATO içinde bir çatlak başlayacak. Ben Amerika’nın NATO’dan çıkması gibi bir durumu ciddîye almıyorum, çünkü Trump etrâfına askerleri toplayacak.
Trump’ın kalifiye dış politika uzmanı bulması, birkaç isim dışında zor. Bunlardan bir tânesi Elbridge Colby isimli sivil bir akademisyen, think tank’çı ve Savunma Bakanlığı’nda bakan yardımcısı olarak çalışmışlığı var. Çin konusunda son derece şâhin görüşleri var. Çin’e karşı caydırıcılık adına Amerikan donanmasının bütçesini ikiyle çarpmayı deneyecekler. Yani Amerika’da askerî harcamaları artıracaklar. Özellikle Donanma da, bu 4 yıl içinde çok ciddî bir askerî harcama dönemine girebilir. Çünkü Çin Donanması çok güçlenmiş durumda ve ona karşı Amerika’nın Deniz Kuvvetleri’ni güçlendirmesi gerekecek. Elbridge Colby Dışişleri Bakanı olursa Tayvan’a desteği artırmaya çalışacaktır — ki bu Trump’la belirli sorunlar yaratabilir. Ama Trump bence bunu Elbridge Colby’ye bırakır. Geçmişte Michael Flyyn’i bulduğu gibi, ulusal güvenlik danışmanı olarak kendine bir asker bulur. Bu insanlar sonuçta NATO’nun önemine vâkıf insanlar, NATO’dan çıkma gibi bir şeyi gündeme getirmezler. Ama NATO ülkelerinin paralarını daha zamânında ve güçlü bir şekilde ödemeleri; ikincisi, Ukrayna’nın kesinlikle NATO’ya girmesi, hattâ Avrupa Birliği’ne girmesinin bile mantıklı olmadığını söylerler ve Putin’le hemen masaya otururlar.
Trump İran konusunda çok şâhinleşecek. İran şu anda nükleer güce neredeyse sâhip gibi. Tam eşikte duran bir ülke. Nükleere gittiği anda –ki ben İran’ın yerinde olsam, caydırıcılık adına bir an evvel nükleer silâh elde etmeye çalışırım– Amerika İran’ı bombalar. İsrail’le Amerika’nın Ortadoğu’da İran’ı bombalamaya doğru gittiği bir döneme giriyoruz, bu çok tehlikeli bir dönem. Onun dışında, Trump Moskova’yla ilişkileri çok iyi tutacak. Çin’le ilişkiler ticârî nedenlerle çok gerilecek. Yüzde 60’lık vergiler getirecek ve bu vergiler dünya ticâretini aksatacak, korumacı dengeler başlayacak. İklimle mücâdele konusundaki bütün ivme yok olacak ortadan. Çünkü Amerika Trump yönetimi altında iklimle mücâdeledeki bâzı anlaşmalardan yine çıkabilir.
Bütün bunlara baktığımızda, sonuçta kutuplaşma dedik ya, Amerika’da, Demokratlarla Cumhuriyetçilerin dış politikalarının bu kadar birbirinden ayrıldığı bir dönemi çok hatırlamıyorum. Çin konusunda bir konsensüs var gibiydi, ama Çin konusunda ekonomik konsensüs şu anda kırılacak. Çünkü ne de olsa Biden korumacılığı devam ettirdi; ama Trump’ın yaptığı gibi büyük vergiler de getirmedi, vergileri devam ettirdi. Trump vergileri daha çok artırmayı düşünüyor. Onu yapabilirse, Çin’le ilişkiler, donanma ve Tayvan nedeniyle gerilebilir. Moskova’yla güçlü bir döneme giriyor, ama Ukrayna nedeniyle Avrupa’yla ilişkileri kötüleyecek.
Bence şu anda en tehlikeli bölge Ortadoğu oldu. Ortadoğu’da ne olacağı konusunda, İsrail’in ne yapacağı, hele Netanyahu’nun savunma bakanını kovması işleri daha da radikalleştirecek. Netanyahu için bu büyük bir zafer; bekledi bekledi ve Amerika’da istediği durumu elde etti. Şu anda elinde açık bir çek var. Zâten vardı; ama İran’a saldırmak ve İran’ın nükleer santrallerini vurmak konusunda çok daha açık bir çek var elinde. Türkiye, Macaristan ve Hindistan gibi popülist otoriterliğin yükseldiği ülkelerle de Amerika’nın ilişkisinin daha iyi bir platforma oturduğu bir döneme giriyoruz.

Ruşen Çakır: Evet, Türkiye ile noktalayalım. Erdoğan Biden ile Beyaz Saray’da görüşemedi. Ama geçenlerde gördüm, Berat Albayrak’ın bile Trump ile fotoğrafı var. Şu sıralar Berat Albayrak ismi tekrar sosyal medyada dolaştırılıyor. Trump’a çok yakınmış, öyle olduğunu bilmiyorum. Erdoğan’ın Trump’a ulaşabildiğini biliyoruz, ama Trump’la bütün hâtıraları da çok parlak değildi. Rahip Brunson olayını da biliyoruz; ama sonuçta Erdoğan’ın tercih ettiği türden bir Amerikan Başkanı olduğu kesin. Trump da değişik vesîlelerle Erdoğan’dan hep bahsetti. Gönül, Türk-Amerikan ilişkilerinden, şimdi tekrar Trump-Erdoğan ilişkileri dönemine mi giriyoruz?
Gönül Tol: Tabiî, şahsîleştirilmiş diyebiliriz. Zâten Trump’ın birinci döneminde, Trump cep telefonunu Erdoğan’a vermiş ve Trump’ın etrâfındaki danışmanları bundan çok endîşe duymuşlar. Çünkü not alacak biri yok, gece gündüz Erdoğan arayabilir. Hem şahsî bir kimya olduğu açık, hem de iletişim kanalları tabiî ki Biden’la olduğundan çok daha açık Trump’la olan ilişkisinde.
Ömer Taşpınar: Allah’tan Trump İngilizce bilmiyor, gerçi Erdoğan da bilmiyor.
Gönül Tol: Biden yönetimi bunu kurumsallaştırmaya çalışmıştı. Ama tabiî Türkiye tarafında kurumsallık olmayınca, orada çok sağlıklı bir ilişki de olmuyor. Bence, Amerika ve Türkiye arasındaki en büyük gerginlik noktası belki de İsrail olur. Çünkü Hamas’ı terör örgütü olarak görmeyen bir Erdoğan var. Trump’ın İsrail’de ne yapacağını da gözlemlemek lâzım. Ömer’le ben, Trump ve Erdoğan’ın telefon konuşmasının transkriptini hatırlıyoruz. Meselâ Rahip Brunson konusunda, hatırlarsan Erdoğan’ın korumaları Washington'da olay çıkarmıştı ve o konuda açılan bir dâvâ vardı. Halkbank Dâvâsı, S-400 konusu vardı. Bütün bunlarda Trump, Biden yönetiminden çok daha “Hallederiz bunları” tavrı almıştı. O yüzden, evet, Erdoğan’ın buna heyecan duymasını anlıyoruz, ama aynı zamanda Trump’ın birinci başkanlık dönemine baktığımızda, Türkiye ekonomisine ne kadar zarar verecek şeyler yaptığını da görüyoruz. O nedenle Trump öngörülemeyen bir lider. Bir taraftan Erdoğan’ın istediği bir şey şahsîleştirmek, ama şahsîleştirdiğinizde çok riskli bir ilişkinin içine girmiş oluyorsunuz.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, sen ne dersin? Meselâ Netanyahu Trump’a Erdoğan’dan daha yakın, değil mi? Netanyahu bu son bir yılda Erdoğan’la yaşadığı sorunlar nedeniyle, Erdoğan aleyhinde Trump nezdinde lobi yapar mı? Yaparsa etkili olur mu?
Ömer Taşpınar: Güzel bir soru, ama bence çok da lobi yapmasına gerek yok. Çünkü zâten Kongre’deki ve Senato’daki dinamik yeterince Türkiye aleyhine lobi yapacak. Baktığımızda Senato şu anda Cumhuriyetçilere geçiyor. Kongre, Temsilciler Meclisi belli değil. Fakat Türkiye’nin imajı bütün bu bahsettiğimiz otoriter rejimler içinde. Cumhuriyetçilerin bir kısmı bunlara sempati duyabiliyor. Trump’ın Cumhuriyetçiler arasında sorun yaratan otoriter ilişkilerinde üç isim var. Bir tânesi Putin; bâzı Cumhuriyetçiler Putin konusundaki bu aşk hikâyesini anlamakta zorlanıyor. Trump neden bu kadar Putin’i seviyor?  İkincisi, Muhammed Bin Salman. Demin başkentleri saydım ya; Riyad, Muhammed Bin Salman bu gelişmelerden çok memnun olmalı. Tabiî bir de Erdoğan. Bu üçlü, Cumhuriyetçi Parti içinde çok sevilen isimler değiller. Çünkü bir tânesinin Adnan Kaşıkçı nedeniyle çok kötü sâbıkası var. Erdoğan’ı İslâmcı olarak biliyorlar, İsrail nedeniyle de zâten kaybediyor. Putin’e de refleks olarak “Bu faşist bir diktatör” diye bakıyorlar ve “Ukrayna'yı işgal etti, Trump niye bu adama sempati duyuyor?” diyorlar.
Erdoğan meselesinde şöyle bir sorun var: Bunların ikisi birbirleriyle iyi anlaşıyorlar, mizaçları uyuyor; Erdoğan telefon ettiğinde bulabiliyor, Trump telefonlarına çıkıyor; fakat bunların iletişim içinde olmaları birbirlerini anladıkları sonucunu çıkarmamıza yetmiyor. İletişim kurup konuşuyorlar; ama tam olarak birbirlerinin söylediklerinden ne anlıyorlar, orada nasıl bir not tutuluyor, kurumlara nasıl yansıyor? Unutmayalım, Türkiye-Amerika ilişkilerini son dönemde en çok geren S-400’lerin alınması Trump döneminde oldu. Bunlar Trump döneminde geldi ve Trump karışık mesajlar verdi. Eminim F-35’leri Türkiye’ye satma konusunda Erdoğan’ı yanlış yönlendirdi. “Satabiliriz, bir formül buluruz” dedi. Erdoğan da bunlara kanıp, “Tamam, hallederiz” dedi. Sonuçta Kongre’nin, Dışişleri Bakanlığı’nın, Pentagon’un ve bürokrasinin, yani kurumların tam içinde olmadığı bir diyalog yanlış anlamaları berâberinde getiriyor. Biden ile çok mu iyiydi? Biden ile de hiç diyalog yoktu. Biden Erdoğan’ı aramak için 4 ay bekledi. Aradı ve “Ertesi gün Ermeni soykırımını tanıyorum, ona göre” dedi. O konuşmanın da iyi geçmediği belli. Biden ile her konuşmasında sorunlar çıkabilirdi. Afganistan nedeniyle biraz toparlıyor gibi oldular, sonra o da çöktü. Dolayısıyla, Biden’dan daha iyi ve daha sıcak bir döneme girdiği kesin; ama bu iyi ve sıcak dönem iki otoriter lider arasında hayırlı sonuçlar yaratır mı emin değilim. Şimdi Türkiye’nin önünde S-400’lerin İncirlik’e konması gibi bir mesele var. Burada bakalım ne diyecek, nasıl anlayacak Erdoğan? O bunu nasıl anlatacak? O konu bir patlarsa kötü patlar. Suriye’deki Kürtler meselesiyle bitireyim.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Trump, CENTCOM’a, Pentagon’a rağmen, Erdoğan istiyor diye Suriye’deki Kürtlere Amerikan desteğini çeker mi?
Ömer Taşpınar: Çekmez. CENTCOM lideri, yanında Trump’ın bir tâne askerî danışmanı olacak ve CENTCOM geçen sefer yaptığını yapacak. “Sayın Başkan, neden çekmek istediğinizi anlıyoruz. Fakat şu anda İran ve IŞİD meselesi nedeniyle, bizim hem Irak’ta hem de Suriye’de minimum düzeyde asker bulundurmamız gerekiyor” diyecek. “IŞİD ve İran nedeniyle” diye altını çiziyorum, bunların ikisi de ciddî meseleler. İran Amerika için iyice ciddî bir mesele hâline gelecek. Dolayısıyla Trump CENTCOM liderine “Asker çekelim” dediğinde, eğer Trump çok diretirse CENTCOM lideri birkaç yüz askeri çekebilir. Ama Suriye’deki Amerika’nın özel kuvvetleri, şu anda 900 iken 500’e iner. Irak’ta 2500 varsa 1000’e iner. Orada sembolik olarak tutar kesinlikle. Bu arada Amerikan askerlerinin çoğu zâten Ortadoğu’da Bahreyn, Abu Dabi, Katar gibi başka yerlerde. Dolayısıyla, Trump’ın bu konularda birdenbire karar vermesi çok kolay değil. Bunu şartlar çok daha uygunken yapmaya çalıştı. Fakat bürokrasinin bir direnci var. Özellikle Pentagon bürokrasisinin ve askerlerin, bildikleri konularda Trump’a bir şekilde olayı anlatıp süreci yavaşlatma özelliği var. 

Ruşen Çakır: Pentagon deyince aklıma geldi, hani Habertürk’e çıkan bir falcı vardı, “Pentagon Trump’a izin vermeyecek” demişti.
Ömer Taşpınar: Evet, haksız çıktı.

Ruşen Çakır: “Amerikan derin devleti, Pentagon, Trump’ın seçilmesini engelleyecek” demişti. Sen “Seçilmesini kabullendi, ama istediği gibi yönlendirecek” diyorsun.
Ömer Taşpınar: Trump sürekli olarak Türkiye’nin ortaya attığı “derin devlet” diye bir kavramı kullanıyor. Bizim ülkede “derin devlet” başka bir anlama geliyor. Burada derin devlet bürokrasi demek. Bürokrasi ve medyaya “derin devlet” diyor. İstediği olmayınca, “Neden olmadı?” sorusuna, “Derin devlet yapmadı” diyor. Çünkü orada bir hukuk, kurallar ve bâzı politikalar var ve bürokrasi ayak dirediğinde, medya karşısına çıktığında, yargıyla bir sorunu olduğunda, buna “derin devlet” diyor. Bense buna “kurumlaşma” diyorum. Kurumlar olduğunda tabiî ki süreçler yavaşlıyor. Amerikan Başkanı dünyanın en güçlü icrâsının başında olabilir. Elinde çok ciddî güçleri olan birisi. Fakat Amerikan sistemi, başkanın gücünü dengelemek üzere kurulmuş, fren ve dengeleme mekanizmaları üzerine kurulmuş bir sistem. Burada her ne kadar yargıya el atmaya çalışsa da, yasamanın önemli bir kısmını ele geçirse de, medyayı ele geçirmesine imkân yok. Bürokrasi içinde de işini doğru yapan ve bildiğini bir şekilde yapmaya çalışan insanlar devam edecek. O yüzden, ben bu 4 yılın, ilk 4 yıldan daha kutuplaşmış şekilde geçeceğine inanıyorum. Ama sonuçta Amerika’da 2028’de, Türkiye ve Budapeşte’de, Macaristan’da olduğu gibi geri dönülemez bir otoriter yapı olacağını tahmin etmiyorum. Türkiye bu döneme 20 yıl içinde geldi. Budapeşte uzun bir dönemde geldi. Trump eğer hayat boyu seçilecek durumda olsaydı, 85-90 yaşına kadar Amerika’yı yönetecek olsaydı, seçim kaybetmemiş olsaydı, başka bir yerde olurduk. Ama bir yandan da belirli bir süre içinde görevi bırakmak zorunda kalması zâten sistemi kurtarıyor.

Ruşen Çakır: Gönül, sana da Suriye’yi sorayım ve ondan sonra bitirelim. Yani Trump, Suriye’de Erdoğan’ın ricâsını yerine getirir mi? Herhalde Erdoğan’ın ilk düşündüğü, Suriye’deki YPG’ye Amerikan desteğinin kesilmesidir.
Gönül Tol: Zâten kesmeye çok yaklaşmıştı. Hatırlayalım, 2016’da Türkiye Suriye’ye girmek istediğinde, Trump tehdit dolu bir mektup yazmıştı. Trump’ın Suriyeli Kürtlerle ittifâkı bırakma konusunda hiçbir problemi yok. O dönem, yakınındaki insanlar YPG ile ittifâkın ve IŞİD’e karşı mücâdelenin devam etmesi gerektiğini söylemişti. Ama Trump ilk başkanlığı döneminde üç kez tamâmen çekilmeyi denedi. “Kürtler benim problemim değil, bana ne Kürtlerden” diyen bir Amerikan başkanıydı. O yüzden, hele de şimdi, Irak’tan çekilme anlaşmasının Bağdat’ta imzâlandığı bir dönemde, “Amerika 2025’in sonunda büyük ölçüde çekilecek, 2026’nın sonunda tamâmen Irak’tan çekilmiş olacak” dediler. Irak neden önemli? Aslında lojistik olarak Amerika’nın Suriye’deki askerî varlığını devam ettirebilmesi için Irak’ta da ciddî bir askerî varlık olması gerekiyor. Bunun olmadığı bir yerde, Suriye’de de varlığını devam ettirmek lojistik olarak güç olacaktır. Kürtleri ve Kürtlerle ittifâkı önemsemeyen bir Trump var. Dolayısıyla, Suriye’den çekilme hızlı olabilir. Peki bu her şeyi Erdoğan’ın istediği yönde şekillendirebilir mi? Şekillendirebilir, ama rejimle ilişkisine de bağlı. Türkiye, Suriye’de rejim Kürtlerin elinde tuttuğu yerlere girsin, Kürtlerin elindeki askeri güç lağvedilsin ya da rejime entegre edilsin istiyor. Bütün bunlar rejimin de istediği şeyler. Amerika’nın çekildiği, Trump’ın başkan seçildiği bir konjonktürde –ki Suriyeli Kürtler de Trump’ın seçilmesinden çok endişeliydi– Suriye’deki Kürtlerin elinin zayıfladığını görmek mümkün. Bu, rejimle Kürtlerin müzâkerelerini muhtemelen yeniden hızlandırabilir. Bugüne kadar rejim bunu masaya getirdi ve “Askerî gücü rejim ordusuna entegre edelim” dedi. Bunu Esad’ın istediği şekilde kabul etmedi, özerkliğini bir parça devam ettirmek istedi. Meselâ “Rusya’nın arabuluculuğunda iç güvenlik otonom olsun, dış güvenlikten sorumlu askerî birliklerimiz rejime entegre olabilir” gibi tartışmalar yapıldı. Mevcut durumda bunların yeniden ivme kazanacağını görmek çok zor değil. Bunlar isteyebileceği şeyler. Hele de Erdoğan Esad’la el sıkışırsa, Suriye’de Türkiye’nin isteyebileceği dinamikler ortaya çıkabilir.

Ruşen Çakır: Evet arkadaşlar, sizin orada yeni bir dönem başladı. Ama herkes bir şekilde etkilenecek. Hayırlı olsun diyeceğim de diyemiyorum. Ama en azından sizi tebrik ediyorum, o kadar kızmama rağmen, siz Trump’ın kazanacağını gördünüz. Dün de arkadaşlar bana sordu, kısa bir video yaptık, görmüşsünüzdür. Ben orada da Trump’ın kazanacağını söyledim sâyenizde. En azından bir kere bir seçim sonucunu bilmiş olduk diyelim.
Ömer Taşpınar: Cümleten geçmiş olsun diyelim.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler arkadaşlar. Evet, Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile Trump’ın zaferini konuştuk. “Transatlantik” bu hafta böyleydi. Bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı