Süleymancılar güven vermemeye devam ediyor

29.08.2024 medyascope.tv

29 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Geçen hafta, tam bir hafta önce, “Süleymancılar niçin güven vermiyor?” diye bir yayın yaptım ve burada Süleymancıların nasıl kapalı kutu olduğunu anlattım. Bu yayını yapmamın nedeni, BBC Türkçe’deki gazeteci arkadaşımız Mahmut Hamsici’nin, “kapalı kutu” olarak tanımlayarak Süleymancılar üzerine yaptığı dosya. Çok iyi bir çalışma yapmış Mahmut, tekrar kendisini tebrik ediyorum. Ve orada, tabiî bu çalışmasını okurken hep şunu merak ettim: “Acaba Süleymancılar, Süleymancıların önde gelen isimleri kendisiyle konuşmuş mu?” diye. Ama orada da gördük: Bütün başvuruları, değişik yerlere başvurmuş, yazmış da, ama hiçbirisinden olumlu cevap alamamış. Biraz önce yayına girmeden önce tekrar konuştum Mahmut’la: “Siz soru yollayın bakalım” vs. deyip bayağı bir oyalamışlar ve sonuçta cevap vermemişler. Tıpkı benim, yaklaşık 40 yıl önce Nokta dergisinde hazırladığım Süleymancılar kapağında yaşadıklarım gibi. Ve orada da bunları söyleyerek, Süleymancıların bu kapalı kutu olma, kendilerini açmama, şeffaflıktan uzak durma özelliklerinin iyi bir şey olmadığını; onların İslâmî bir cemaat, kendi deyimleriyle Ehl-i Sünnet cemaati olmasının onlara bu hakkı vermediğini, artık günümüzde –hadi diyelim ki 40 yıl önce belki daha ürkerlerdi ama artık günümüzde–, bu çağda, bu tür kapalılıkların iyi bir şey olmadığını, açılma ve şeffaflığın iyi olduğunu anlatmaya çalıştım ve bu hallerinin de güven vermediğini söyledim. Tabiî bayağı bir ilgi gördü bu yayın ve şu anda benim YouTube sayfamda, ayrıca Medyascope’ta, 459 tâne yorum var. Bu yorumların ezici bir çoğunluğu, kendilerini “Süleymanlı” olarak tanımlayan kişiler. Ben “Süleymancı” diyorum, ama onlar “Süleymanlı” diyorlar. Ve bunların da büyük bir çoğunluğu –Allah için birkaç tane istisnâ var, onlara teşekkür ederim; ama büyük bir çoğunluğu–, benim bu yaptığımdan, yani Süleymancıların kapalı kutu olmasının yanlış olduğunu ve bu nedenle güven vermediğini söylememden çok rahatsız olmuşlar. Bana hakaretler var, aşağılamalar çokça var. Ve de şöyle şeyler var meselâ: “Sen kimsin ki sana niye verelim? Sen 40 yıldır konuşamamışsın, ağırına gitmiş” gibi şeyler var. Tabiî ki bir gazeteci konuşmak ister. Konuşamaması, başaramaması iyi bir şey değildir. Ama şunu da söylemek istiyorum açıkçası: Şu 40 yılda Süleymancıları ciddîye alan çok da fazla gazeteci olmadı. Bana bunu söyleyenlerin kendileri de öncelikle ona baksınlar. Niye insanlar sizi ciddîye almıyorlar? Ancak yurtlarınızda, pansiyonlarınızda, Kur’an kurslarınızda bir adlî vaka olduğu zaman; meselâ yangın, meselâ cinsel tâciz vs. olduğu zaman hatırlanıyorsunuz. Onun dışında neden yok hükmündesiniz? Bu ülkeye hiç mi katkınız yok? Niye insanlar sizi merak etmiyor? Benim merâkımı bir tür ayıp gibi, suç gibi göstermeye çalışanlar var. Ama gazeteci olarak benim böyle bir tâlihim ya da tâlihsizliğim oldu. Başladığım andan îtibâren İslâmî hareketler üzerine çalıştım. Onlar bütün kapıları kapatmış olmalarına rağmen ve beni, tıpkı bu sefer Mahmut’la olduğu gib oyalamalarına rağmen, ben elimden geldiğince bu konuda açık kaynaklardan yararlanarak, doğrudan insanlarla görüşerek bayağı şeyler yazdım. Şimdi şöyle diyenler de var tabiî: “İstihbârat vs..” Açıkçası, Süleymancılarla ilgili yazılmış herhangi bir devlet raporu falan hayatta görmüş değilim. En son Diyânet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı bir şey vardı. Sonra kalktı ortadan biliyorsunuz, oradaki bölümü de yıllar sonra gördüm.
Şimdi burada şöyle şeyler söylüyorlar, diyorlar ki: “Bizde gizli saklı yok, git Kur’an kursuna”. Her şey açık değil. Bir kere nasıl gireceksiniz, nasıl yapacaksınız? Açtıkları zaman ne açacaklar? Buradaki sorun, açıklıktan kastedilen; esas olarak bu yapı, bu bir örgüt yani sonuçta. Süleymancılık bir örgüt. Nasıl bir örgüt? “Örgüt” lâfından rahatsız olduklarını biliyorum, ama örgüt diyorum, çünkü burada bir yönetim kademesi var ve bu yönetim kademesi de genellikle âile bağları üzerinden değişiyor. Tekrar söyleyecek olursak: Kemal Kaçar –ki onun “c” ile, yani “Cizre”nin “c”si ile yazıldığını çok iyi biliyorum; bâzıları genellikle onu “Çanakkale”nin “ç”siyle, yani “Kaçar” diye söylerler – o meselâ, Süleyman Hilmi Tunahan’ın damâdıdır. Ondan sonra Deniz Olgun, şimdi de Alihan Kuriş. Soyadlar da aynı değil, çünkü genellikle ölenin, yani bir öncekinin ya çocuğu yok ya da erkek çocuğu yok. Dolayısıyla, kızların eşleri filan oluyor. Böyle acâyip bir yapı. Yani şimdi baktığımız zaman böyle giden bir şey var. Şimdi, burada yorumlarda görüyorum, bu harekete “hizmet” diyorlar meselâ. Bu da ilginç. “Hizmet” diyorlar. Yetkin kişilerin elinde yola yürüyor… Ama yetkin kişilere baktığımız zaman, olay tamâmen bir âile olayına dönmüş durumda. Nitekim, meselâ Ahmet Denizolgun baştayken kardeşi AK Parti’den önce kurucu oldu ve sonra milletvekili oldu. Aralarında bir gerilim vardı. Şimdi de onun oğlu Alihan Kuriş’e meydan okuyor ve hak talep ediyor. Nereden hak talep ediyor? Süleyman Hilmi Tunahan’ın onun dedesi olduğundan ya da büyük dedesi olduğundan hareketle. Yani bir cemaat var ve bu cemaat içerisinde hak eden yükseliyor vs. gibi bir olay yok. Şöyle bir şey çok var; meselâ birisi diyor ki: “Doğu Perinçek’in arkasındaki yapıyla ilgilensene”. Kimisi diyor ki: “Rotary kulüpleriyle ilgilensene”. Kimisi diyor ki: “Yahudilere, Masonlara baksana. Onlarla ne uğraşıyorsunuz?” Tamam, bu bir klasik; “Beni alma, onu al” tavrı. Onlarla ilgilenenler başkaları da olabilir. Ama ben esas olarak İslâmî hareketleri çalışan birisi olarak Süleymancılık olayının hâlâ bir muammâ gibi ortada durmasının açıkçası haber değeri taşıdığını düşünüyorum. Bunca yıl olmuş, hâlâ Süleymancıların arada sırada uzaktan çekilmiş fotoğrafları olmasa, şimdiki liderini kimse bilmeyecek. Daha önceki lider, bakanlık yapmış birisiydi; ama bakanlık yaparken de Süleymancıların lideri kimliğiyle hiçbir zaman kamuoyunun karşısına çıkmadı. Kemal Kacar, bir ara çıktı, o da milletvekilliği yapmış birisi; ama ondan sonra tam anlamıyla bir kapalı kutu var. Bir de şöyle bir şey var: “Niye açalım ki?” Yani, “Ne var? Bunu zâten devlet biliyor” vs.. Buradaki soru şu: Devlete karşı şeffaflık değil benim kastım; topluma karşı şeffaflık. Siz bu toplumun içerisinde varsınız. Bu toplumun içerisinden çocukları alıyorsunuz, eğitiyorsunuz, onlara bir şekilde bir şeyler öğretiyorsunuz kendi bildiğiniz gibi. Bu öğrettiğiniz sâdece ve sâdece Kur'an öğretmek değil, Ehl-i Sünnet öğretmek değil. Öyle olsaydı, zâten ayrı örgütlenmeye gitmezdiniz. Çünkü Diyânet’in de Kur’an kursları var, başka yapıların da var, devletin de var vs.. Çünkü sizin başka bir yaklaşımınız var. Bunun bir târihi var, bunun bir örgütlenmesi var. İşin içerisinde çok ciddî ticârî yapılanmalar var. Yani bu öğrenciler buralardan yetiştikten sonra kendi başlarının çâresine bakıyor değiller. Çünkü bunların büyük bir kısmı daha sonra bu yapıyla ilişkisini sürdürüyor. Hayatta ne yaparsa yapsın; ticârette, devlette, bürokraside ya da diyelim ki öğretmen, şu bu, hiç önemli değil, bu yapıyla ilişkisini sürdürerek gidiyor. Burada başka bir şey var. Olay sâdece, “Biz burada Kur’an öğretiyoruz, burada insanlara Ehl-i Sünnet inancını öğretiyoruz” şeklinde, bu basitlikte bir olay değil. Eğer bu basitlikte bir olay olsaydı, zâten buraya kadar gelmezdi. Bu bir yapı ve bu yapının kendi içinde birtakım ritüelleri var, kendi içinde birtakım esasları, yasakları var. Biz toplum olarak ve medyada, gazeteciler olarak bunları bilmek isteriz. Niye istemeyelim? “Niye istiyorsunuz?” sorusu yanlış bir soru. “Ne yapacaksınız, görüp de ne yapacaksınız?” sorusu yanlış bir soru.
Bir diğer yanlış soru ise meselâ: “Sen çok mu güven veriyorsun?” demiş birisi. Tamam, ben güven vermiyorum; ama güven veren başka gazeteci yok mu? Gidin onlarla konuşun, başka bir yerde bir şey olsun, isterseniz şike röportajlar yapın. Süleymancıların İstanbul’da bir ara bir yurdunu, o zaman AK Partili belediye kapatmak istedi, kapattı da galiba ve biz onunla ilgili yayın yaptık. Ve o sırada meselâ, Süleymancılara çok güven veriyorduk. Çünkü hoşlarına gidiyordu, çünkü hakîkaten bir haksızlığa uğramışlardı, biz bunu haberleştirdiğimiz için bize teşekkür ettiler. Ama şimdi başka bir şey, onların istemedikleri bir şey söylediğiniz zaman, “Ben sana güvenmiyorum” diyorlar. Bu olay bu kadar basit değil. Siz bunu söylediğiniz zaman aslında kendinize güvenmiyorsunuz. Bunu bir kere daha söylemek istiyorum. “Süleymancılar niçin güven vermiyor” derken, aslında Süleymancıların bir özgüven sorunu olduğunu kastediyorum. Bunu yayında da söyledim. Şimdi de bu verilen cevaplar aynı şekilde bunu gösteriyor. Ne olacak ki? Şimdi bâzılarının dediği gibi, “Bizim gizlimiz saklımız yok”. İyi, o zaman tamam, gizliniz saklınız yoksa –ki olmaması lâzım– o zaman niye hemen perdeleri indiriyorsunuz? “Böyle bir mecbûriyetimiz yok” falan... Bunlar artık bu çağın cevapları değil. Kaldı ki, zamânında, geçen yayında da söyledim; Süleyman Hilmi Tunahan’dan sonra gelen Kemal Kacar, zamânında Nazlı Ilıcak’a uzun uzun röportajlar verme durumunda kalmıştı ve güvendikleri birisiydi. Şimdi bugünün Nazlı Ilıcak’larını da pekâlâ bulabilirler. Çok uzatmak istemiyorum, ama şunu söylemek istiyorum: Benim Süleymancılarla, Alihan Kuriş’le röportaj yapmak falan gibi bir derdim yok. Açıkçası çok da önemli değil. Yani yapsam fena olmaz, ama yapmayacağımı da biliyorum; o kendisinin meselesi. Ama şunu özellikle söylemek istiyorum: Bunu böyle terse çevirerek olayı başka bir yere taşımanın anlamı yok. Konuşmadıkları zaman, kendilerini kapattıkları zaman toplumda iyi bir imajları yok. Bunu bilsinler. Tekrar söylüyorum, Türkiye’de bir Fethullahçılık olayı var. Fethullahçılar hesapta açıktılar, ama tamâmen kendi gösterdikleri şekilde bir açıktılar. Ama esas yerlerini gizlediler. Esas yerleri neydi? Devlet içerisindeki örgütlenmeleriydi, vs.. Ve sonra faturayı çok ağır bir şekilde devlet onlara ödetti, ödetmeye de devam ediyor. Maalesef burada çok sayıda kendi hâlinde bu yapılanmanın sempatizanı, küçük ölçekte destek verenler esas faturayı ödedi. Büyükler, abiler, ablalar vs. büyük ölçüde yurtdışına kaçtı, hayatlarına devam ediyorlar. Ama cezâevlerinde binlerce kişi var ve işlerinden olmuş çok sayıda insan var; sırf Zaman gazetesine abone oldukları için vs.. Sonuçta buradaki mesele, Fethullahçıların şeffaf olmamasıydı. Zamânında ben Fethullahçılara da aynı şeyi söylemiştim. Fethullah Gülen’e yazdığım bir açık mektupta da aynı şeyi söylemiştim. Onlar da bana genellikle şöyle cevaplar verdiler: “Kim şeffaf ki? Bu devlette şeffaf olunur mu?” ya da “Biz şeffafız, sen yalan söylüyorsun” falan dediler. Ama sonu çok hüsran oldu onlar için ve Türkiye’nin de hayrına olmadı. Burada da eğer Süleymancılar dedikleri gibi Türkiye’yi gerçekten seviyorlarsa ve Türkiye’nin hayrına bir şeyler yapmak istiyorlarsa, artık bu oyunu bir an önce bıraksalar iyi olur. Yani böyle bir şey, “Biz aslında açığız” falan... Öyle bir şeyiniz yok. Kendinizi gizliyorsunuz. Gizlemeye devam edin, ama sonra, yarın öbür gün bir şeyler olduğu zaman kimseyi de yanınızda bulamazsınız, gerçekten bulamazsınız. Çünkü insanlar sizi bilmiyor, tanımıyor; ama bilmedikleri için, sâdece adınızı duydukları için size çok güvenmiyorlar açıkçası. Böyle devam etsin istiyorsanız, böyle devam edin.
Son bir not, o da bir klasik; bir şekilde bir yayın yaptığımız zaman, haber yaptığımız zaman, hoşuna gitmeyenler hemen “fondaş” diyorlar bize. Geçen hafta yine asıl fonları kimlerin nasıl aldığının haberini yapmıştık, biliyorsunuz. İktidar yanlısı bir yığın vakıf Avrupa Birliği’nin paralarını kapış kapış almışlar, nereye kullandıkları da belli değil. Biz en azından nereden ne aldığımızı ve nerede kullandığımızı açık bir şekilde anlatıyoruz, gösteriyoruz. Şimdi, Süleymancıların kalkıp hoşlanmadığı bir yerde böyle şeyler söylemesi o kadar komik ki yani açıkçası. Yıllarca Almanya başta olmak üzere Batı ülkelerinde bu kadar rahat hareket edebilen bir hareket –ki orada da alabildiğine kapalılar–; ama ona rağmen Almanya gibi bir ülkede ve diğer ülkelerde –ki bu ülkelerin istihbârat servisleri çok ciddîdir ve özellikle İslâm söz konusu olduğu zaman daha fazla ciddîdir– buraların dokunmadığı bir yapısınız siz. Yani dolayısıyla başkalarına bir şey söylemeden önce aynada kendinize bakın. Geçen hafta yaptığım o yayının ardından Süleymancıları sevmeyenlerin bir kısmı da –az sayıda böyle yorum var– bu tür yapıların özellikle Batı ülkelerindeki varlıklarına işâret ediyorlar. Böyle şeylere girmenin anlamı yok. Kalkıp Gayrimüslimleri vs. işâret etmenin anlamı yok. Çok açık bir şekilde, siz yıllardır Türkiye’nin dört bir tarafında ve Batı’da yaşayan, diğer ülkelerde yaşayan Türkler arasında ciddî bir şekilde örgütlenen bir ağsınız. Ve bu ağın ne olduğunu bize anlatın. Anlatmadığınız müddetçe de güven vermemeye ve şüpheyle yaklaşılmaya mahkûmsunuz demektir. Ben daha fazla bunu uzatmak istemiyorum, bildiğiniz gibi devam edin. Ama bir toplumda böyle önemli faaliyetler yürütmenin sâdece ve sâdece size kimsenin soru sormamasıyla mümkün olduğunu düşünüyorsunuz. Böyle bir şey olmaz. İnsanlar soracaklar, sormaya devam edecekler. Siz de cevap vermemeye devam edeceksiniz. Ama bu zincir bir yerde kopar, onu da söyleyeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
02.01.2025 Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Bu sürecin en büyük kaybedeni AK Parti ve Erdoğan olur"
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
27.12.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (247): Asgarî ücret ve CHP’nin tavrı, Suriye’de Türkiye damgası, Gelecek ve DEVA’dan istifâlar
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı