Serkan Turgut ile söyleşi: İzmirli gençler ve “sivil milliyetçilik”

10.05.2025 medyascope.tv

10 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İzmir merkezli Bir Arada Yaşarız Vakfı’nın (BAYETAV) ‘‘Mevsimlik İzmir Barometresi’’nin bu seferki bahar ağırlık konusu gençlikti. İşte bu araştırmayı ve ortaya çıkan sonuçları Doktor Serkan Turgut'la konuşacağız. Serkan merhaba.
Serkan Turgut: Merhaba, selamlar, davetiniz için de çok teşekkürler.

Ruşen Çakır: Estağfurullah, ben teşekkür ediyorum çünkü her yaptığınız raporu burada seninle konuşuyoruz ve bayağı da bir ilgi görüyor, tartışmaya yol açıyor. Bu seferki bambaşka bir şey, gençlik ağırlıklı bir şey ve çok tartışılacak husus var içinde. Ama öncelikle niye bu baharın konusu olarak gençliği seçtiğinizi bir anlatır mısın?
Serkan Turgut: Şimdi bu Barometre macerasına başlarken şöyle düşündük; yani her seferinde bir benzer sorularımız olacak, bütün İzmir'e soracağız ve İzmir'in gündemini anlamaya çalışacağız, İzmir üzerinden Türkiye ile konuşmaya çalışacağız diye. Ama bir de teması olsun, yani o benzer sorular dışında her barometremizle böyle bir taraftan da bir çalışma yürütelim. İlki eğitimdi, daha sonra yoksulluğu Kış Barometresi'nde odağa aldık, baharı da önceden belirlemiştik, gençlik olsun diye düşünmüştük. Üzerine tabii birçok gençlikle ilgili tartışma da gündeme gelince böyle tam da oturmuş oldu ama bizim hazırlığımız öncesinde vardı. İşte, ‘‘Bahar bir gençlik sayısı olmalı’’ diye düşünmüştük.

Ruşen Çakır: Burada baktığımda çok birbirinden ilginç ifadeler var çünkü focus grupla yapmışsınız, odak grup yapmışsınız ve gençlerin ağzından farklı farklı alıntılar da var raporda. Ama onun öncesinde şunu sormak istiyorum. İlk başta siyasi parti tercihlerine baktığım zaman, şimdi İzmir'de biliyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi'nin oy oranı bayağı yüksek. Son yerel seçimlerde de böyle oldu. Ama gençliğe baktığım zaman, sizin rakamlarda CHP'nin o zaten yüksek olan oyunun çok daha üstünde bir oy alıyor gibi gördüm. Bunu biraz anlatır mısın?
Serkan Turgut: Şöyle söyleyeyim, biz 3 ayda bir bu Barometre’yi yürüttüğümüz için belirli avantajlarımız var, trendi yakalayabiliyoruz. Aslında bu durum, yani gençlerin CHP’ye ilgisi bir önceki Barometremizde de ortalamasının biraz üzerindeydi ama bu Barometre’de gençlerde de CHP’ye yönelmede çok ciddi bir artış olmuş. Yani İYİ Parti neredeyse silinmiş gençler içerisinde. Bu diğer partilerden, %7 oranında AK Parti’nin oyu düşmüş, MHP’nin oyu düşmüş, DEM Parti’nin oyu düşmüş. Yani CHP aslında İzmir’de genel anlamda özellikle genç seçmen nezdinde bir alternatif teşkil etmeye başlamış diyebiliriz. Yani o anlamda bir yükseliş trendi var. Çünkü bir taraftan bu şey var, yani bu araştırmayı yürütürken de gençlerden sıklıkla şeyi duyduk: ‘‘Artık yeni bir şey istiyoruz. Yani bütün bir ömrümüz aynı partinin içerisinde oldu ve CHP bizi tam temsil etmese bile en azından İmamoğlu üzerinden bu iktidarı yenebilecek, yeni bir iktidarı bize getirebilecek unsur o.’’ O yüzden aslında realist bir konsolidasyon söz konusu burada, yönelme söz konusu.

Ruşen Çakır: Bu 19 Mart çok etkili olmuş anladığım kadarıyla. Zaten bayağı bir gösterilere katılan gençlerle de görüşmüşsünüz. Orada senin demin söylediğine de bağlantılı bir şekilde raporun genelinde — birazdan konuşacağımız sivil milliyetçilik başlı başına böyle bir şey ama — şunu gördüm: İdeolojilerin çok fazla etkili olmadığı bir kesim. Yani her türlü ideolojiyi, mesela Atatürkçülüğü de bir zamanlar yapıldığı gibi, mesela Cumhuriyet mitinglerindeki gibi sert bir ideoloji olarak görmüyorlar anladığım kadarıyla. 19 Mart sonrası protestolara katılışta da böyle bir parti aidiyeti ya da partiye sempati duymaktan ziyade başka bir arayış var, değil mi?
Serkan Turgut: Evet, yani şunu ifade etmek isterim; aslında gençlerin durumu uzun süredir hiç iç açıcı değil. Hayat pahalılığından, ülkedeki ekonomik krizden en çok etkilenen grubu oluşturuyor bu grup. Ailelerinin ekonomik olarak kötü durumda olmasının kaygılarını ve mahcubiyetini yaşıyorlar. Yani görüşme yaptığım insanlar, “Aileden para da istemiyoruz çünkü durumları ortada, çalışmak istiyoruz ama mümkün olmuyor, öğrencilikle birlikte bunlar yürümüyor” diyor. Ve bunun oranlara yansıması da oldukça trajik. Yani ben bekliyordum açıkçası ama bu kadar sert olmasını beklemiyordum. Mesela “siyasi görüşüm bilinirse iş bulamam” ifadesine katılanlar %70,8. Bu çok büyük bir oran. Yani ülkedeki o totaliter atmosfer bir kere gençler tarafından içselleştirilmiş ve bunun farkındalar. Üniversite diplomasının önemsiz olduğunu düşünenlerin oranı %78,3'e çıkmış durumda. Gelecek konusundaki umutsuzluk %89,2. Ve çok enteresan, hani hepimiz deriz ya, ‘‘Gençler yurt dışına çıkmak istiyorlar’’ diye; imkân olursa yurt dışında yaşamanın daha mantıklı olduğunu düşünenlerin oranı %93,8. Yani bu bize başlı başına büyük bir ekonomik krizi ve bunun gençler üzerindeki geleceksizlik hissini, umutsuzluk ve kaygı durumunu gösteriyor. Yani milliyetçiliklerin yükselmesi de ya da AK Parti’ye duyulan o öfke ve muhalefet etme isteğinin de arkasında böyle bir gerçekliğin olduğunu öncelikle saptamamız gerekiyor. Ben bu 19 Mart sonrasında sokaklara çıkıp bir taraftan bu araştırmanın gençlik temasını önceden belirlediğimiz için bu eylemlere katıldım. Alsancak’ta katıldım, Bornova’da katıldım. Bir hafta, 10 gün boyunca sürekli olarak orada bulundum, öğrencilerin gerçekleştirdiği forumlarda bulundum, onlarla sohbet ettim, neden böyle bir eylem yapıyorlar, neden sokağa çıktılar diye. Ve çoğunlukla duyduğum burada, kaybedecek artık bir şeyin olmadığı. Özellikle diploma orada çok sembolik bir işlev görmüş. Çoğu böyle genç insan, diploma için mücadele veren insan ve birdenbire diplomanın alınacak olması… O anlamda CHP iyi bir söylem üretti diyebilirim. Birçok kişiden şeyi duydum ben bu eylemler esnasında; “Ya diploma da alınabiliyorsa, yarın her şeyimiz zaten alınabilir, hiçbir şey kalmadı” ya da “Bir daha seçim olmayabilir.” Ve bunu çok gerçekçi dillendiriyordu birçok genç: “Biz seçimi görmüş son kuşak olabiliriz” diye. Bunların, bir taraftan o totaliter atmosferin, boğucu bir iktidarın bilincinde olma halleri var. O anlamda çok politikler, yeni bir arayış var. Ama bir taraftan da çok gerçekçiler. Yani mesela ben bu sokak protestoları umudu artırır diye düşünüyordum aslında. Bir taraftan, ülkenin yakın gelecekte çok iyi bir noktaya gelebileceğine ilişkin inancın da o kadar yükseldiğini söylemem zor açıkçası.

Ruşen Çakır: Milliyetçiliğe gelmeden önce biraz din meselesine de bakalım, sekülerliğe. Orada şey çok çarpıcıydı: “AK Partili dayı yerine CHP’li teyze” değil mi, onu tercih ediyorlar. Çok ilginç örnekler de var orada. Ama anladığım kadarıyla din, insanların, gençlerin hayatında çok önemli bir yer tutmuyor. Bir tek Kürtlerde biraz daha sanki fazla gibi gördüm. Özellikle Balkanlardan falan gelenlerde iyice yok. Bu tam bir sekülerlik ya da laiklik — eskiden laiklik diyorduk da şimdi sekülerlik daha iyi karşılıyor — İzmir'in o sekülerliğiyle fazlasıyla örtüşen bir durum herhalde.
Serkan Turgut: Evet, o çok yüksek. İnsanlar, hele bu kuşakta da öyle var, bunu çok sıklıkla duyarız ya, kendilerine baskı unsuru oluşturan hiçbir otoriteyi kabul etmeme eğilimi çok yüksek. Bunu istemiyorlar, yani bu çok yaygın bir durum. İstanbul'da da mutlaka böyledir, ülkenin farklı yerlerinde de böyledir. Özellikle yeni gençlikle ilgili en çok ortaklaşan özelliklerden biri bu. Ama İzmir bu anlamda da bir taraftan bu kesimlere, farklı kültürel backgroundlara sahip kesimlere bile bir rahatlık hissini yaratıyor. Burada kimse bize karışmıyor. Yani bu çoğunlukla yaşam tarzı üstünden okunsa bile, en azından farklı yerlerdeki o toplumsal muhafazakarlığın ayırdında olan, bunu deneyimlemiş insanlar için çok büyük bir özgürlük alanı da sunuluyor, rahatlar. Demin söylediğim gibi işte CHP'li teyze... Ben bugüne kadar hep stereotip olarak bir ‘‘CHP'li teyze’’ ve negatif bir stereotip olarak duymuştum. Bu şeyde oldukça şaşırtıcıydı, yani özellikle bir odak grupta çok yoğun olarak karşılaştım. Teyzeleri ikiye ayıran, işte bir CHP'li teyze ve CHP'li olmayan teyze. CHP'li olmayan teyze, gençliğin zaten mahvolduğunu, kötüye gittiğini, hiçbir işe yaramadığını düşünen teyze. Burada işte muhafazakâr bir yere vurgu yapıyor. Ama CHP'li teyze, ki Ruşen, şey de çok ilginç: İzmir'de 60 yaş üstüyle 18-30 yaş arasındaki insanların duygu dünyalarında bir ortaklaşma, muhalefet anlayışında da bir ortaklaşma, sola yakınlık açısından da böyle bir benzerlik var. Muhtemelen bir sonraki araştırmamızda ona yöneleceğiz. Bu anlamda o CHP'li teyze daha modern, gençlerden umudunu kesmemiş, gençleri düşünen... Orada şey örneği çok ilginç: ‘‘Sevgilimle bir trafoya sırtımı dayamış otururken bir teyze yaklaştı. Şey bekliyordum ben, böyle işte ‘Ne işiniz var burada, utanmazlar’ gibi yaklaşacaklar diye... ‘Gençler, bakın siz gençsiniz, bu trafo sizi etkileyebilir, şurada daha güzel bir ortamda otursanız ne iyi olur’ diye yaklaştılar.’’ Yani gençlerin gözünde CHP'li teyze ya da amcalar onları daha çok anlayan, gençlere umutla bakan ve bu değişimi selamlayan, olumlu yönde selamlayan bir ekip olarak ortaya çıkmaya başlamış. Bu da dönüşüm açısından da ilginç, o CHP'nin imajının gençlerde olumluya dönüşme durumu açısından da önemli diyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki, milliyetçilik bahsine gelelim. Sivil milliyetçilik... Aslında bu kavramı ne zamandan beri bir şekilde, böyle kavramsallaştırmasak da kullanıyoruz. Özellikle gençlik kesiminde son dönemde, mesela hatırlıyorum, Erciyes Üniversitesi'nde bir İzmir Marşı okunması görüntüleri vardı ya da başka yerlerde, gençlerin kendiliğinden, sadece gençlerin değil ama, Atatürk üzerinden birtakım tanımlamalar yapmaları. Türk bayrağı... Mesela şimdi CHP mitinglerinde çok baskın bir şekilde Türk bayrağı ve Atatürk bayrakları var. Bunun anladığım kadarıyla çok siyasi ya da ideolojik olmadığını düşünüyorsun. Öncelikle şunu söyleyeyim: Bir kere çok baskın bir eğilim öncelikle, yani marjinal bir şey değil. Belki de ana akım, ana akım; ama çok da ideolojik değil.
Serkan Turgut: Şimdi şöyle ifade edelim ve öncelikle mesela ileri yaşlarla aralarındaki en büyük fark, kendilerini sağda ve solda görme eğiliminin ileri yaşlardan kuşaklar arası gençlere yönelirken merkeze kayma eğilimi, böyle çok belirgin bir şekilde kayıyor ve gençlere geldiğimizde iki kişiden biri, hatta daha fazlası kendini sağ ya da solda tanımlamak istemiyor. Bu anlamda kendilerini partilerin görüşlerini yansıtıp yansıtmadığı sorularını da çoğunlukla "yansıtmıyor benim görüşümü tam anlamıyla" olarak cevaplıyorlar. Yani bu kuşak, herhangi bir partinin, ideolojinin kendini yansıtabileceğini, duygularını ifade edebileceğini düşünmüyor zaten. Bu anlamda daha eklektik bir yerde durma arayışı var. Tabii bizim bunu ideolojilerden korkma, ülkenin bu atmosferiyle ilişkilendirmemiz mümkün. Bunların hepsi mümkün. Ama bir taraftan da arzulamıyorlar. Yani tek bir şeyle tanımlanmak istemiyor bu insanlar. Bu anlamda şeye baktığımız zaman, ana akımın bu olduğunu görüyoruz. Yani gençler arasında Atatürkçülük %65 civarında İzmir'de, ikinci kimlik olarak milliyetçilik %55 civarında. Yani İzmir'in gençlerinin büyük bir kısmı kendini Atatürkçü ve milliyetçi olarak tanımlıyor. Ama, ‘‘kendini solda mı, sağda mı…’’ diye sorduğunuz zaman çoğunluğu sola işaret ediyor. Bu anlamda hani o gençler içerisinde, Avrupa’daki örnekler üzerinden düşünürsek, sağdaki yükselme gibi düşünmemiz mümkün değil buradaki durumu. Çünkü burası devletin dışında, daha eleştirel ve bir anlamda bireysel hak ve özgürlükleri vurgulama eğiliminin yüksek olması açısından sağdan farklılaşıyor ya da işte muhafazakârlık ve dini düşüncelerle arasına çok ciddi bir fark koymaya çalışıyor. Bu anlamda seküler olması açısından farklılaşıyor. Yani "sivil"i de o anlamda kullanmaya çalıştık. Yani, ‘‘sivil milliyetçilik’’ ne olabilir, evet, uzun süredir bunu düşünüyoruz. Eskiden resmi bayramlarla ve okullar üzerinden, Millî Eğitim üzerinden bir milliyetçilik şeyi vardı, çocuklara, öğrencilere aktarılıyordu. Milliyetçi vatandaşlar yetiştiriliyordu. Ama şimdi insanlar devletin dışında, daha böyle alttan gelen bir şekilde milliyetçiliği sahipleniyor. Ve baktığınız zaman kendini milliyetçi, Atatürkçü olarak tanımlayanların oy verme davranışı da sadece CHP’ye falan yönelmiyor. Birçok partiye, AK Parti’ye bile yöneliyor. %15 oranında AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen de var. Yani Atatürkçülük ve milliyetçilik genelleşmiş bir durumda. Bu anlamda da belki de içeriğini, ideolojisini kaybetmeye de başlamış diyebiliriz bu anlamda. Yani öyle kategorik bir tanımlama söz konusu değil. Bu yüzden de bunu tanımlamaya çalışırken "sivil" dedik. Ama tabii "sivil" derken Türkiye’de biz bunu biraz daha olumlu bir şeyle okuyoruz, onun olumlu bir tınısı var, sivil olanın. Ne kadar olumlu? Olumlu şeyleri ifade ediyor. Fakat bir taraftan da özellikle Kürt meselesi üzerinden çok da olumlu olmayan bir pozisyonda olduğunu da gözlemliyoruz ne yazık ki.

Ruşen Çakır: Sadece Kürt meselesi değil, aynı zamanda sığınmacılar konusunda da değil mi? Yani böyle bir ötekileştirici, ayrımcılığa kolaylıkla yönelebilen bir milliyetçilik…
Serkan Turgut: Kesinlikle öyle. Özellikle Zafer Partisi bunu çok sahipleniyor ve uzun süredir mülteci meselesi üzerinden bu grubu domine etmeye çalışıyordu. Bu eylemlerde de yine örgütlü olan bir iki topluluk vardı, eylemleri izlediğiniz zaman. Zafer Partisi, Zafer Partisi gençliği bu anlamda domine etmeye çalışıyordu sloganlarıyla ortamı. Çok da Zafer Partisi kıyafetleriyle bunu yapmıyordu açıkçası. Ama şunu da söylemek isterim, demin unuttum: Gençler arasındaki oyu, tabii az değil bu, %12 diyelim. Ama tamamını yansıtmıyor. Yani o milliyetçiliğin ana unsuru Zafer Partisi de değil. Ondan da hazzetmeyen bir milliyetçilik var. Bu milliyetçiliğe biraz da o anlamda "sivil olma" payesini atfedebiliriz. Fakat bu sefer çatışmasızlık süreci, barış sürecine denk gelmesi, AK Parti’nin belki kendine çıkış olarak gördüğü bu barış sürecinin, bu muhalif, artık AK Parti’den kurtulmak isteyen gençlik içerisinde ne yazık ki Kürt meselesini de bununla eşleştirip bu çözüm ve barış sürecine oldukça reaksiyonel bir yerden yaklaşmalarına neden olmuş gibi görünüyor. Bence en büyük risklerinden birini bu oluşturuyor. Yani istersen bu meseleyi de biraz deşmemiz mümkün.

Ruşen Çakır: Şimdi burada şöyle bir husus gördüm, araştırmada da var; gençlere atfedilen birtakım şeyler var, işte teknoloji ilgisi, Z kuşağı tanımlaması falan. Bütün bunlar genellikle başka büyük kuşakların, bizlerin onlara atfettiği şeyler. Ama onlar, gördüğüm kadarıyla böyle birtakım kavramsallaştırmalardan, etiketlerden çok hoşlanmıyorlar.
Serkan Turgut: Aslında bu etiketleri en çok kullanan grup bu grup. Çok müthişler yeni kavramlar üretme konusunda. Çok hızlılar, hızla göstergeleri belirleyip ona uygun yeni kavramlar üretebiliyorlar. Yani ben bütün kavramlar sanki daha önce oluşturulmuş gibi düşünüyordum. Z kuşağı bence harika kavramsallaştırıyor birçok meseleyi. Ve linç konusunda da çok azımsanmayacak bir yetenekleri var bu anlamda. Fakat kendi üzerlerine herhangi bir etiketin yapıştırılması konusuna da olumsuz bakıyorlar, bunu arzulamıyorlar. Bazı şeyleri kabul ediyorlar, gerekçelendiriyorlar. Mesela, ‘‘apolitik bir kuşak’’ dendiğinde, ‘‘Hayır, apolitik değiliz. Onların anladığı şekilde politik değiliz. Çünkü zaten saçma sapan bir politik hat üstünden yürüyorlardı. Biz onlardan farklıyız’’ diyorlar. Mesela, ‘‘Biz bireyci olabiliriz, bencil değiliz, bireyciyiz. Ama bunun müsebbibi onlar. Bizi rekabet ve sınav toplumu içerisinde yetiştirdiler. ‘Hiç kimseye güvenmeyin’ dediler. Ve yalnız olmamızın nedeni de onlar. Kamusal alanı daralttılar, hiçbir şey kalmadı.’’ Yani o anlamda mesela şey çok ilginçti, biz bunu hep ifade ediyoruz: Bu kuşak ilk defa önceki kuşaklardan farklı olarak daha iyi bir yaşam sürdüremeyeceğini düşünen tek kuşak. Yani öncekilerde şey vardı, yani ‘‘çocuğum benden daha iyi konuma gelecek…’’ Ama bu çocuklar kendilerinin iyi bir konumda olabileceğine inanmıyor zaten; evi olabileceğine inanmıyor, arabası olabileceğine inanmıyor. Bu anlamda çok da öfkeli bir kuşak. Öfkeyi mesela çok sıklıkla duyduk. Bu öfke sadece AK Parti'ye de değil bu arada; sola, muhalif gruba, CHP'ye, “Bütün bu yaşadıklarımızın sorumluları bir taraftan sizsiniz’’ ve böyle sanki ‘‘ülkenin bütün kaynaklarını tükettiniz” itirazı da var. “Her şeyi bitirdiniz. Dolar sizin zamanınızda 1 liraydı, bizim zamanımızda bu kadar. Sizler yurt dışını keşfedebildiniz, bizler bunu yapamıyoruz” gibi, önceki kuşaklara da mesela o anlamda çok ageist bir noktada olduklarını söyleyebilirim ve tahammül de edemiyorlar. Yani herhangi bir yaşlı figür çıkıp eline mikrofonu alıp — bu eylemlerde de öyleydi — biraz konuşmaya başladığında öfke yürüyordu ve “Hadi biz mitinge gelmedik, eyleme geldik” deyip oradan uzaklaşıyorlardı. Biraz böyle nutuk atmaya yaklaştığı zaman konuşmacı, anında uzaklaşıyorlardı. Bu anlamda gerçekten nevi şahsına münhasır bir genç grup var ve beni en azından ‘‘sivil’’ olarak tanımlamaya iten şeylerden biri de bu eleştirel yaklaşımdı. Yani o nutuk atmaya, o didaktik olana vesaireye böyle çok eleştirel yaklaşıyor olmaları da bence bu kuşağı diğerlerinden ayrıştıran bir özellik.

Ruşen Çakır: Son olarak İzmir bahsine gelelim. İzmir'i herhalde genel olarak seviyorlar, değil mi? Çünkü İzmirli olmayan çok gördüm raporda. Manisalı olan, işte Kayserili olan, İzmir'e muhtemelen okumaya ya da çalışmaya gelmiş gençler de çok var. İzmir herhalde bütün bu sorunlara rağmen tercih edilebilir bir şehir olarak mı gözüküyor onlar için?
Serkan Turgut: Şöyle bir şey var, özellikle küçük şehirlerden gelenler için İzmir çok olasılıklı, güzel bir şehir, kendini rahat hissettikleri bir şehir. Büyükşehirlerden gelenler ikiye ayrılıyor, işte İstanbul ve Ankara'dan gelenler. “Ya burası tamam, tüketim açısından güçlü, özgür ve rahat olduğumuz bir yer ama böyle çok İstanbul gibi dinamik bir şehir değil ve gençliğe çok uygun değil, çabuk sıkılıyorum burada” diyen bir grup var. Ama aktif fikre sahip olanlar da var. “Yok, İstanbul çok karmaşıktı, burada kendimi çok daha güvende ve özgür hissediyorum” diyenler söz konusuydu. Her grup için şunu söyleyebiliriz; yani bu şehir zaten, yazılarımızda da ifade ediyoruz, yaşam tarzı üzerinden özellikle, bu anlamda kamusal alanın kullanımı açısından koşullu bir kapsayıcılığa sahip bir şehir. Dolayısıyla siz kimliklerinizle kamusal alanda çok görünür değilseniz, özellikle siyasal kimlikleri burada ifade etmek istiyorum, şehir size bir nebze kendinizi iyi hissettiğiniz ve kamusal alana katılabildiğiniz bir şeyi yaratıyor. Ama bu bir taraftan da, özellikle Kürt yurttaşlar açısından ve politik Kürt yurttaşlar açısından ya da muhafazakârlar açısından, sınıfsal açıdan alt konumlarda olan insanlar açısından şehrin dışlayıcı yüzünü oluşturuyor ve o konuda da oldukça eleştirel bir yaklaşım var. Bu konuda birkaç bir şey de söylemek isterim. Yani sonuçta bir barış süreci yürüyor, işte örgütün büyük ihtimalle silahlarını ortadan kaldıracağı, kendini feshedeceği bir noktaya taşınıyor. Bunlar uzun süredir zaten Kürt meselesinin, yani Kürt kimliğinin damgalanmış olması ve vatan hainliğine özdeş şekilde algılandığı bir ortamın, yani bugünkü gençlerin zihnindeki bu anti-Kürt algının ve milliyetçiliğin bu kadar sıradan ve neredeyse bütün topluluğun fabrika ayarıymışçasına yer etmesinin temelini oluşturuyorlardı aslında, temelini oluşturan unsurlardı. Ve biz hep şeyi de ifade ediyoruz bu süreçte; işte barış sürecinde silahlar ortadan kalktığı zaman bu milliyetçiliğin yerine daha demokratik teamüllerin ortaya çıkacağına inanıyoruz. Ama İzmir ölçeğinden buna baktığım zaman bir taraftan risk faktörü de görüyorum. Yani sanki bu AK Parti’ye yönelik karşıtlık ve bu son 10 yıldaki totaliter deneyimler, Kürt meselesindeki barışı da bu noktada özdeş görüp ona yönelik bir reaksiyonun gelişmesine de neden oluyor. Yani bu alanlarda en çok duyduğumuz, 19 Mart sonrasında İzmir'de en çok duyduğumuz şeylerden biri AK Parti karşıtlığı değil, barış süreci karşıtlığı sloganları oldu. Bu da bir taraftan alarm veriyor diyebilirim ama işte bu sivil milliyetçiliğin sivil kısmını geliştirebilmek, bu anlamda köprüler kurabilmenin yolunun da sanırım en azından CHP'nin bu meseleyi sembolik olanlar üstünden milliyetçiliği değil, hak ve adalet üstünden sürdürme talebini devam ettirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve de burada en azından sekülerliğin, özgürlüğün, adalet arayışının, farklı kimliklerin sesinin kısıldığı o anlamda bir suskunluk paktı değil, farklılıkların bir arada yaşayabildiği bir dengeye kavuşturulması için temas ve karşılaşma alanlarının arttırılmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum. Yani burada en azından muhalif partilere, CHP'ye büyük rol düşüyor. AK Parti karşıtlığı üzerinden bu barış sürecini, silahsızlanma sürecini hedef almayı şey yapmazsa, yani şu ana kadar yapmadı çoğunlukla, onun dışında farklı, alternatif bir yerden barış dilini yükseltmeye çalışırsa, bu milliyetçiliğin başka bir aksa, köklü, kurucu bir noktaya taşınabileceğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bugün zaten Van'daki mitingde Özgür Özel'in verdiği mesajlar çok açık ve netti. Tam da senin söylediğin bağlamda, Kürt meselesini tanımlarken ve bunun çözümü için söyledikleri son derece yapıcıydı bana göre. Ama tabii ki bu işler öyle bir konuşmayla hallolabilecek şekilde değil. Atladığımız bir şey kaldı mı? Önemli bir şeyi atlamış olmayalım. Bir şey hususunu sorayım, onunla istersen toparlayalım. Şimdi yaşam tarzı meselesi dedin, evet, İzmir deyince de en çok akla gelen husus bu. Bunun içerisinde özellikle bu kadın-erkek ilişkisi, gençler açısından flört, birlikte takılma, sosyalleşme hususu vesaire, gördüğüm kadarıyla raporda çok kişi bundan bir şekilde bahsediyor. Bayağı İzmir bu anlamda örnek yerlerden birisi, tek değilse bile, ve gençlerin de en çok İzmir'e bağlanmasında galiba bu da bir rol oynuyor, değil mi?
Serkan Turgut: Evet, çok haklısın Ruşen. Yani biz İzmir'i sorduğumuzda, “Hangi kavram geliyor aklınıza?” dediğimizde Kordon gelmiş, deniz gelmiş, rahatlık gelmiş. Mesela insanlardan en sık duyduğumuz şeylerden biri buydu: “Kendimi rahat hissediyorum.” Yani bu rahatlık aslında yargılanmama. Yani son 10 yıldır en çok duyduğumuz şeylerden biri bu. Yani giyiminiz, kuşamınız, kimliğiniz, siyasal görüşleriniz nedeniyle sürekli etiketlendiğiniz bir 10 yılı yaşıyorsunuz bu ülkede ve bunun karşılığında gençler bunu yaşamak istemiyor ve İzmir bunu sunuyor. Kıyısıyla, deniz kıyısı… İstanbul'da böyle değildir. İzmir'de kamusal alan o anlamda çok geniştir. Her grup kendini var edebileceği bir kamusal alan bulabiliyor ve rahatça bulabiliyor. Birbirlerine çok agresif yaklaşmıyorlar. O anlamda tahammüllü bir kapsayıcılık söz konusu. Yani ‘‘koşullu kapsayıcılık’’ derken onu kastettim; tahammül göstermeyi istiyor çünkü kendisine de tahammül eden birilerinin olduğunun farkında. Yani böyle bir kazan-kazan şeklinde bir durum var. Özellikle gençler bu konuda kendi giyim kuşamlarına karışılmamasını, dinin tepelerinde olmamasını ya da şey diyorlar mesela, işte dindarlara karşı... Bu arada, kutuplaşma düşüncesinin de arttığını söylemem lazım, atlamayalım bunu. Bir öncekine göre en uzak kimlik dindarlığı görenlerde %12 oranında artış olmuş durumda. Gençlerde daha fazla bunu görüyoruz, dindar muhafazakârları en uzakta görme %57'ye çıkıyor gençlerde. Bunun nedenini sorguladığımda odak gruplarda; ‘‘Çünkü ben oruç tutmuyorsam bana karışabilir, içki içmeme karışıyor, kıyafetime karışıyor’’ deniyor. Yani aslında kendi özgürlük alanına müdahale edilme kaygısıyla ve altını da çiziyorlar. Yani bu grupta en azından gençlerde bunu sıklıkla duyuyoruz, bir kimliğe atfen konuşmuyor. Mesela Kürtlere atfen konuşmak istemiyor bunu ya da dindarlara atfen konuşmuyor, işte ‘‘AK Partili’’ demeyi tercih ediyor ya da işte ‘‘Benim yaşam tarzıma karışan AK Partililer’’ demeye çalışıyor. Bu anlamda bir yaşam tarzlarına müdahale edilmesinden, özgürlük alanlarının sınırlandırılmasından kaygı duyan bir kesim var, buna ilişkin bir reaksiyon var ama çok saldırgan bir durumda değil diyebiliriz. Yani kutuplaşmaya umarım yönelmez çünkü herkes uzun süredir bu tür şeylerden de ders çıkarmış gibi görünüyor. Çünkü yaşam tarzı kutuplaşmasının, yine kurtulmak istedikleri bir iktidarı büyütebileceğinin kaygısını sanırım herkes iyice hatmetmiş gibi de duruyor.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Serkan, çok güzel bir yayın oldu, eksik olma. Burada bu çalışmaya emeği geçen tüm arkadaşlarınıza da teşekkür edelim. Evet, BAYETAV'ın bu ‘‘Mevsimlik İzmir Barometresi’’ gençlere ağırlık vermişti ve gençler içerisinde de özellikle sivil milliyetçilik konusu öne çıkıyor. Bunu araştırma yöneticisi Serkan Turgut'la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı