Salih Mirzabeyoğlu ile başbaşa iki Saat

07.12.2012 Vatan

28 Şubat’ın çilesini en çok o çekti, çekmeye de devam ediyor

Önceki gün öğleden sonra, Bolu F Tipi Cezaevi’nde tek kişilik hücrede yatmakta olan Salih Mirzabeyoğlu ile (gerçek adı İzzet Salih Erdiş) yaklaşık iki saat açık görüş yaptım. En son yaklaşık 25 yıl önce sohbet etmiştik, 13 yıl önce de kendisini uzaktan gördüm. Hafif kilo alması ve tabii yaşlanması dışında bıraktığım gibi bir Mirzabeyoğlu bulduğumu söyleyebilirim. Galiba aradan bir çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen pek bir şeyin değişmediğini sohbet sırasında ağzımdan dökülen şu sözler özetliyor: “İnan bana, senin söylediklerini 25 yıl önce de anlamıyordum, şimdi de anlamakta zorlanıyorum!”
Mirzabeyoğlu’nu biraz bilenler, onun kitaplarına şöyle bir göz atmış olanlar ne demek istediğimi çok iyi anlamışlardır. Çünkü o Türkiye’deki İslami hareket içinde bir başka dalga boyutunda yazan, çizen, fikir üreten ve belki de yaşayan biriydi ve hâlâ öyle. “Üstad” gördüğü ve son yıllarında en yakınında olduğu Necip Fazıl Kısakürek’in yoğun etkisi altında felsefi yönü hayli ileri ve derin bir İslamcılık yorumu geliştiren, bunu yine Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” adını verdiği düşüncesinden esinlenerek “İbda” diye adlandıran Mirzabeyoğlu’nu 25 yıl öncesinin ortalama İslamcı söyleminin çerçevesi içinde anlamak, anlamlandırmak zordu, bugün de öyle.

Genç yaşta ideolog

Mirzabeyoğlu ile ilk kez 27 yıl önce, İstanbul Cağaloğlu’nda, takipçilerinin çıkardığı Tavır Dergisi’nin bürosunda karşılaştık. Ben 23 yaşında mesleğe yeni atılmış bir gazeteciydim. O ise 35 yaşında olmasına rağmen çoktan “ideolog” olarak tanımlanıyordu. Kendisiyle Nokta Dergisi’nin “Dinci Gençlikte Patlama” başlığıyla çıkan kapak dosyası için söyleşi yaptım ama benim somut sorularıma son derece soyut ve bir haber dergisinin sınırlarını epey zorlayan cevaplar vermiş olduğu için bunu yayınlama imkanımız olmadı. Bu nedenle bana kızgındı, ama arada sırada Tavır’a uğradığımda çay-sigara eşliğinde sohbetlerimize, mesafeli de olsa devam ettik. (Ben 15 yıl önce bıraktım ama Mirzabeyoğlu günde yaklaşık 3 paket sigara (Tekel 2000) içmeyi sürdürüyor.)  
Onu yıllar sonra Metris Cezaevi’nde İbdacı tutukluların 5 Aralık 1999’da çıkarttıkları olaylardan kısa bir süre sonra uzaktan görme şansım oldu. Olayların aslını doğrudan kendilerine sormak için bir ziyaret günü Metris’e gitmiştim ve tanıdığım bazı genç İbdacılarla görüşüyordum. Tam o sırada tel örgülerin diğer tarafında büyük bir hareketlilik oldu ve diğer tutukluların saygı gösterileri arasında içeri Mirzabeyoğlu girdi. En uca oturup ailesiyle görüşen Mirzabeyoğlu’nu ne doğru düzgün görebildim, ne de kendisiyle konuşma imkanım oldu.

Ne kusur işledi?

“Değişmemiş” diyorum ama tam bir çileyle geçmiş 14 yılın ondaki insani, duygusal yönü daha fazla ön plana çıkarmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle ki, o duygusal atmosferde kendisine şu soruyu sorma cüreti bile gösterebildim: “Bu süre içinde İslamiyet ile, Allah ile ilişkini yeniden düşündün mü?”
Sanıyorum 25 yıl önce kendisine bir şekilde buna benzer bir soru sorsam ağzımın payını alırdım ama Mirzabeyoğlu bu soruma hiç kızmadı, hatta belki memnun bile olmuştur ve tereddütsüz şu cevabı verdi: “Bir tek defa bile Allah’a sitem etmedim. Kusuru hep kendimde buldum.”
Peki Mirzabeyoğlu ne kusur işledi ki 14 yıldır içerde, 3 metrekarelik hücrede dışarı çıkma imkanı olmadan ömrünü geçiriyor? Hızla hatırlayalım: Kamuoyu onu, küçük çaplı da olsa bazı terör eylemlerine karışmış olan İBDA-C’nin lideri olarak tanıyor. Nitekim kendisi bu suçlamayla 28 Aralık 1998 günü, büyük kızının okuduğu ilkokulun bahçesinde, eşi ve çocuklarının gözleri önünde gözaltına alındı. Hızlı bir yargılamanın ardından 2 Nisan 2001 tarihinde idama mahkum edildi, idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte cezası ağırlaştırılmış müebbete çevrildi. 

Nevi şahsına münhasır

Ama tarafsız bir gözle dosyasını inceleyecek bir hukukçu, onun 28 Şubat sürecinin olağanüstü yargısının bir mağduru olduğunu kavrar. Ayrıca benim gibi Türkiye’de İslami hareketi, Mirzabeyoğlu’nu ve İbda/İBDA-C olgusunu az buçuk bilen birileri de sağa sola atılan molotof kokteylleriyle Mirzabeyoğlu arasında doğrudan bağ kurmanın akıldışı olduğunu bilir. Nitekim mahkeme “somut delil bulunmamasına rağmen” onun örgüt lideri olduğuna hükmetti.
28 Şubatçıların çok aradığı günah keçilerinden birisi olduğu için Mirzabeyoğlu’nun başına bunların geldiği açık. Ancak 10 yıldır AKP tarafından yönetilen Türkiye’de onun hücresinde unutulmuş olmasını sadece 28 Şubat’la açıklayabilir miyiz? Sanmıyorum. Örneğin içiçe geçmiş iki nedenin altını çizebiliriz: 1) İslami hareket içinde “nevi şahsına münhasır” bir isim olan Mirzabeyoğlu ve onun başlattığı İbda hareketi, diğer İslami gruplara karşı oldukça mesafeli ve hatta yer yer saldırgan bir tutum benimseyerek baştan yalnızlığı seçmişti;
2) 1990 ortalarından itibaren gerçek güçlerinin çok üstünde bir meydan okuyuşla ortaya atılan İbdacılar çok ciddi darbeler yiyip iyice marjinalleştiler, öyle ki Mirzabeyoğlu’na bile uzun bir süre yeterince sahip çıkamadılar.

“Telegram işkencesi”

Önceki gün, hep olduğu gibi Mirzabeyoğlu anlattı, ben dinledim. Mirzabeyoğlu, cezaevinde yıllar boyunca “Telegram” adını verdiği bir işkenceye maruz bırakıldığını söylüyor, hatta bu konuda iki ayrı kitabı da var (60’ya yakın kitabının dörtte birini içerde yazmış). Avukatlarından Ali Rıza Yaman “telegram”ı şöyle özetliyor:
“Telegram, düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla iradenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür. Telegram, insan iradesini ele geçirerek, istenildiği gibi yönlendirilmeye çalışılması için yapılan yeni bir işkence türüdür. Telegram işkencesinin felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs… birçok yönü vardır. Şayet bir kişinin bu alanlara dair asgari bir malumatı yoksa kolaylıkla ‘böyle bir şey olamaz’ diyebilir. Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik hukuk ve tıp mantığıyla ispatlamak pek mümkün değildir. En büyük işkence de budur.”
Mirzabeyoğlu uzun uzun “telegram” yüzünden başına neler geldiğini, sık sık “anlatabiliyor muyum?” diye sorarak anlattı, ben de başımı “evet” anlamında salladım ama anlamış olduğumu sanmıyorum. Yanlış anlaşılmasın, onun iddialarının asılsız olduğunu savunmuyorum; sadece avukatı Yaman’ın da dediği gibi söz konusu alanlarda bilgi sahibi değilim. Yapabileceğim tek şey, devletten, uzmanları görevlendirip Mirzabeyoğlu’nun iddialarını araştırmasını talep etmek olabilir.
Ama daha başka bir talebim daha var: 28 Şubat sürecinde alelacele sonuçlandırılan Mirzabeyoğlu ve onunkine benzer dosyaların mahkemelerce yeniden ele alınmasını mümkün kılacak yasal düzenlemeler yapılması. 
Mirzabeyoğlu bana, “Hakikaten cezaevinde yaşayan insanlar var, ama ben öyle biri değilim” diyerek özgürlük beklentisini dile getirdi, ama hemen arkasından şunu da ekledi: “Eğer başka türlü davransaydım şu an burada olmazdım.”
Ne demek istediğini çok iyi anladığımı sanıyorum. Benim tanıdığım Mirzabeyoğlu gurur ve onuruna çok düşkündür, yani çektiği çilelerden kurtulmak veya bunları azaltmak için eğilip bükülecek biri değildir. Umarım onun bu dik duruşu özgürlüğüne kavuşmasını daha da geciktirmez.
Sonuç olarak Mirzabeyoğlu ülkemizde sayıları hiç de az olmayan düşünce suçlularından biridir ve en kısa sürede kendisine yapılan haksızlığın sona erdirilip özgürlüğüne kavuşması sadece o ve sevenleri için değil tüm Türkiye için hayırlı olacaktır.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı