Prof. Öner Günçavdı ile söyleşi: Türkiye ekonomik krizden nasıl çıkabilir?

01.05.2025 medyascope.tv

1 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Öncelikle 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlayalım. Stüdyomuzda Medyascope'tan bildiğiniz Prof. Öner Günçavdı var. Ama bugün Haluk Levent'le birlikte değil, benimle birlikte. Çünkü Nasıl Büyüdük? 2001 Sonrası Büyümenin Analitik Bir İncelemesi kitabını konuşacağız. Hoş geldin, Öner.
Öner Günçavdı: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Öncelikle tebrik ediyorum kitap için. Bu kitapla, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi ödülü aldın, değil mi? Sedat Simavi Ödülü bayağı anlamlı bir ödül. Ne diyorsun?
Günçavdı: Benim için de çok anlamlı, çünkü bir gazeteci olarak sizin camianın önemli bir ödülü tabii, ama bir iktisatçı olarak benim için çok büyük bir anlamı var. Çünkü sanırım 1984 yılında da Sedat Simavi ödülü, benim iktisatçı olmamda çok etkili olan bir hocanın bir eserine verildi. Asaf Savaş Akat’ın Alternatif Büyüme Stratejileri. O ödül, 80'li yıllarda Türkiye dışa açılırken, paradigmada çok önemli değişimler olurken, o dönemin, o değişimin teorik altyapısını oluşturacak bir esere verilmişti. Ben de çok etkilenmiştim. Aşağı yukarı 30 sene sonra, benim iktisatçı olmamda da çok etkili olan bir eserin arkasından, ben de bir ödül aldım ve o da ekonomi konusunda yine bu döneme özgü ekonominin büyümesi ile ilgili bir kitaptı. O da bir büyüme kitabıydı, bu da bir büyüme kitabı. O yüzden, benim kendi kişisel tarihim açısından da ciddi bir öneme haiz bir ödül.

Ruşen Çakır: O zaman buradan Asaf Hoca’ya da bir selam sarkıtalım. Biliyorsun, bizim mektepten ağabeyimizdir.
Günçavdı: Emeği çok bizde.

Ruşen Çakır: Peki, neden böyle bir kitap? Aslında kitabın yazarına bunu sormak biraz zordur. Tabii ekonomide birçok alan, yaşanan birçok olay var ve senin bu kitapta ele aldığın 2001 sonrası büyüme. Aslında ‘’Nasıl büyüdük derken?’’ anladığım kadarıyla, şöyle bir şey var: ‘’Büyüdük de ne oldu?’’ eleştirisi var sanki, değil mi?
Günçavdı: Evet. Herkes niteliğine bakmadan büyümek iyi bir şeydir diye düşünüyor. Ama Ali Babacan'ın 2013 Uludağ Zirvesi’nden sonra yaptığı bir konuşma var ve bu, büyümeye karşı ilk defa kamuoyunda bir resmi ağızdan gündeme getirilen bir şikâyetti. Ali Babacan iktidardan bir temsilci olarak, büyümenin kalitesi meselesini ortaya atmıştı ve ondan sonra da zaten dikiş tutmadı. Ali Babacan'ın ayrılık süreci, memnuniyetsizlikleri devreye girdi. O yüzden 2013'te, bu büyümeye ve AKP’nin ‘’büyüme mucizesine’’ yönelik kendi içinden gelen ilk eleştirimsi bir tepkiydi. Ben açıkçası kitapta büyüme konusunu, Ali Babacan’ın 2002 sonrasındaki döneminden itibaren ele alıyorum. Herkesin, ‘’Ali Babacan dönemi çok iyiydi, Derviş reformlarından sonra şu oldu, bu oldu’’ dediği o dönemi de gündeme alarak, eleştirel bir yaklaşım getirmeye çalışıyorum. Benim derdim şu: Bugün de aynı hatayı yapıyor iktisatçı arkadaşlarımız; ekonomiyi, yani bütün sektörleri bir bütün olarak düşünüyorlar. Bir para politikası, bir faiz politikası izlediğiniz zaman, bunun, bütün sektörleri aynı şekilde etkileyeceğini tahmin ediyorlar. Ama küreselleşmiş dünyada bu böyle değil. Sektörler nitelikleri itibariyle birbirinden farklı. Bazıları ülkeye döviz getirebiliyor. Bazılarının ülke içerisinde bir anlamı var. Mesela inşaat sektörü ya da lokanta. Buradan bir döner alırsınız ya da başka bir yiyecek alırsınız, bunun yurtdışından döviz getirecek hâli yok. Dolayısıyla o adam, esnaf, sanatkâr farklı etkileniyor politikadan. Çünkü onun kaçarı yok; bütün gelirleri TL olarak, maliyetleri TL olarak. Ama ihracatçı bir sektöre baktığınızda, o birazcık kaçabiliyor. Çünkü mesela euro değer kazandığı zaman, bu ekonomik politikanın zararını oradan telafi edebiliyor ya da edemiyor, her neyse. Dolayısıyla, ekonomik politikaları ve büyümeyi analiz ederken böyle ayrımlara dikkat etmek lazım. Her sektörün üzerine farklı etkisi var. İki neden daha var: Bir tanesi, Türkiye'nin büyüme kalitesi gerçekten değişti. Bunun bir sebebi var. Çünkü Türkiye'nin büyümeyi sağladığı sektörler hep iç pazara yönelik sektörler. Bu da tabii ülkenin döviz kazanma potansiyelini düşürüyor ve AKP 23 yıldan beri bu kapasiteyi çok geliştirmedi. Daha önce eski Türkiye'de ne varsa, şu anda da o var.

Ruşen Çakır: Ama mesela Turgut Özal zamanında hayatımıza hep ‘’ihracat teşvikleri, ihracat’’ söylemi girmişti.
Günçavdı: Şimdi yok onlar. Teşvikler var da…

Ruşen Çakır: Ama dışarıdan bilmeyen insanlarda, sanki Türkiye dışarıya bayağı bir hizmet ya da mal satıyor ve Türkiye'nin ekonomisi büyük ölçüde dışarıya yapılan satışlarla yürüyor gibi bir algı oluşmuştu. Demek ki bu bir aldatı.
Günçavdı: Bu yok, böyle bir şey yok. Eski Türkiye'deki üretim kapasiteniz, ihracat kapasiteniz neyse, onda çok kayda değer bir iyileşme, bir artış olmadı; hayatın akışı içerisinde olması gerektiği kadar oldu. Doğru düzgün bir ihracat stratejisi de yok ülkede. Bu çok değişik bir alan aslında. Çin'in yaptığı gibi, devletin, bu işin içerisine girmeden ihracatta böyle bir mucize yaratabilmek mümkün değil. Ama bunun neden böyle olduğunu bilmiyor mu insanlar? Elbette onlar da iktisadı benim kadar biliyorlar, belki benden daha iyi biliyorlar. Ama şöyle bir şey var: İç pazara yönelik iktisadi faaliyetlerin, uluslararası rekabet diye bir problemi yok. Yani dışarıya gittiğinizde, bir maliyet meselesi var. Dolayısıyla teknoloji meselesi var, rekabetçi fiyat meselesi var. Ama içeride öyle bir şey yok. İçeride istediğiniz kadar şişirebiliyorsunuz, kof sektörler yaratabiliyorsunuz. O sektörler büyüdükçe gelirler oluşuyor. O gelirleri istediğiniz yerlere transfer edebiliyorsunuz. Dahası, ciddi bir göç dalgası altında ezilmiş olan şehirler, o göçleri bu sektörler üzerinden…

Ruşen Çakır: Ne mesela?
Günçavdı: İnşaattır, esnaflıktır, ticarettir. Benim kastettiğim sektörlerde bir tarafta sanayi var, tarım var. Diğer tarafta ise inşaat, hizmetler ve ticaret. Yani, toptan ve perakende ticaret gibi iç pazara yönelik şeyler. Siz bunları orantısız yaptığınızda, sermaye açısından da kutuplaşma yaratıyorsunuz. Sermaye arasındaki gelişmeyi de sermayenin gelişimini de dengesiz yapıyorsunuz. O zaman, bir MÜSİAD çıkıyor, bir de daha küreselci olan, daha uluslararası piyasalarda iş yapan TÜSİAD oluşuyor. TÜSİAD ülkenin dövizini sağlıyor, MÜSİAD ise o dövizle iç pazarda devletin yarattığı müdahalelerden sermaye birikimi elde etmeye çalışıyor.

Ruşen Çakır: Peki, 2001'in hemen ardından, AK Parti tek başına iktidara geldi ve bu, MÜSİAD iktidara geldi olarak algılandı. Geçen 23 yıla baktığımız zaman, bu sermaye grupları arasındaki denge çok değişti herhalde.
Günçavdı: Evet, çok değişti, ama ‘’Bu iş büyümenin niteliğini neden bozdu?’’ diye bir realite de var. AKP, ilk yıllarında düşünce olarak konsolidasyonla çok uğraştı. Yani sağın temsilcisi olmaya çok uğraştı. O yüzden de sağdaki diğer siyasi görüşleri kendi bünyesine aldı ve onların memnuniyetini sağlayabilmek için de çok radikal işler yapmadı; ekonomiyi normal seyrinde götürmeye çalıştı. Ama bu konsolidasyondan sonra gerçek politikalarına döndü. O Nas politikasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. AKP'nin bu 23 yılın önemli bir kısmına baktığınız zaman, Türkiye Cumhuriyeti'nde geçmişteki bütün siyasi partilerin ortak bir amacı vardı. O da ülkenin kalkınması için sermaye birikimi sağlayabilmek. Yöntem açısından farklılıklar vardı. ‘’O sermaye kimin elinde birikecek?’’ konusunda farklılıklar vardı. Ama o siyasi mücadelenin öznesiydi sermaye birikimi.
AKP dönemine geldiğimizde, sermaye birikimi diye bir öncelik yok, onun yerine servet birikimi var. Aydın Ünal'ın 4 Nisan'daki yazısında https://www.yenisafak.com/yazarlar/aydin-unal/miras-degil-alin-teri-4691584
ifade ettiği o ‘’devrim,’’ aslında kırsaldan şehirlere gelen, ekonomide kendisini gösterenlere bir servet aktarılması, gelir aktarılmasının gerektiğiydi ve AKP bunu yaptı. O yüzden bunlar elmayla armutlar. 2002 öncesiyle 2002 sonrasını bu şekilde karşılaştıramazsınız. Türkiye'nin şu andaki ekonomik politikası da sıkıntıya düştüğü politika da budur. Çünkü Türkiye'nin bir sermaye birikim modeli yoktur. Olan, sadece servet birikimidir ve yapılan uygulamalar bunun bir göstergesidir. Bir örnek vereceğim. Bugün Dünya gazetesinde, bir yazım https://www.dunya.com/kose-yazisi/biri-yer-biri-bakar-kiyamet-ondan-kopar/774405 yayınlandı. ‘’Ağır Ekonomi’’ https://medyascope.tv/2025/05/02/tuik-rakamlarina-gore-turkiye-ekonomisinin-durumu-video/ programında da ifade ettik: “İnsanlar neden sokakta?” sorusunun cevabı, Haluk Levent’in 2023 gelirlerinden yaptığı birtakım hesaplamalarda gizli. Ben bunu siyasilere de küpe olsun diye söylüyorum. Çiftçinin 2002'den 2023 yılına kadar tarımdan elde ettiği müteşebbis gelirleri %70 oranında artmış. O yıl içerisinde TÜİK'in resmi enflasyonu %54. O da güvenirseniz. Dolayısıyla burada, çıkarttığınızda %16'lık falan bir gelire tekabül ediyor. Diğer bir gelir kalemi de emekliler. Emeklilerin %90. O da ciddi oranda düşük. Ama öteki taraftan, menkul kıymet gelirlerine, yani ‘’rant gelirleri’’ dedikleri ya da bu ekonomik politikalar nedeniyle finansal piyasalar üzerinden aktarılan gelirlere bakıyorsunuz, onlar %300'ler civarında. Enflasyon %100 de olsa, çıkarttığınızda adamların cebine %10…

Ruşen Çakır: O zaman rahmetli Erbakan'ın dediği o rantiye düzeni kurulmuş.
Günçavdı: Özellikle son zamanlarda AKP o. Finansal piyasalar da şu an itibariyle bu aktarım mekanizmalarının en önemli aracı. Bu, 2024 yılında çok daha fazla olacak. Şimdi ben arkadaşlarla yeni bir hesaplama yapıyorum; o da sosyal transferler. AKP ilk yıllarında bir sosyal network oluşturmuştu ve o network'te ailelere belli bir geliri transfer ediyordu. Ben, bu son yıllarda reel olarak verdiği o gelirin, yani ihtiyaç sahibi ailelere verilen gelirlerin de, satın alma gücünün de önemli ölçüde düştüğünü tahmin ediyorum. Bu ekonomik realiteler, AKP'ye olan desteği de olumsuz yönde etkiliyor. En azından insanların umutlarını ortadan kaldırıyor. Bunu geriye döndürmesi lazım.

Ruşen Çakır: Son dönemde sürekli olarak finans konuşuluyor, borsa konuşuluyor ya da dolar, kripto paralar konuşuluyor. Üretimden ziyade bu tür şeyler çok fazla konuşuluyor. Eskiden bu, kademe kademe olurdu. Şimdi çok daha fazla oldu. Bir de mesela yabancı yatırımcı muhabbeti olduğu zaman, artık doğrudan yatırım diye bir ayrım var. Eskiden yabancı yatırımcı dediğimiz zaman, yabancı yatırımcı gelip burada fabrika açan, şunu bunu yapandı. Şimdi artık doğrudan yatırım deyip, bir de finansal yatırım diyoruz ve doğrudan yatırımın çok azaldığı, finansal yatırımın da dalgalara göre inip çıktığı söyleniyor. Bu çok sakat bir durum değil mi?
Günçavdı: İktisatçılar, finansal yatırımları yani ‘’sıcak para’’ dediğimiz şeyi sevmezler. Çünkü sıcak para gelir, onu nerede harcadığıyla ilgili bir endişesi yoktur, alacağı paraya bakar. Ama yabancı sermaye doğrudan harcamayla birlikte gelir. Onun da sermaye birikimine katkısı olur. Fabrika açar, istihdam sağlar. Aralarındaki temel fark budur. O yüzden de bunların arasında belli bir dengeye ihtiyaç var. Genellikle kısa vadeli harcamalarda, gelirlerde bir tutarsızlık olduğu zaman, dengeyi tutturamadığınızda, sıcak parayı kullanırsınız. Ama bütün ekonominin çarklarını döndürmek için sıcak paraya dayanmazsınız. Dolayısıyla bu ayrımı ve fonksiyonel ayrımı dikkate almak lazım. Bütün iktisat politikalarının, bütün iktisat yönetimlerinin temel amacı, doğrudan yabancı yatırımcı çekebilmektir.
Mesela şimdi Ali Babacan Amerika'ya gitti, değil mi? Amerika’da görüşmeler yaptığını söylüyor.

Ruşen Çakır: Mehmet Şimşek’i mi kastettiniz?
Günçavdı: Evet, çok özür dilerim, Mehmet Şimşek demek istedim. Bu sabah Tevfik Çandar’ın Meclis konuşmasını izliyordum, orada Ali Babacan’ın ismi geçti, oradan kalmış aklımda. Şimdi Mehmet Şimşek Amerika’ya gitti, yabancı yatırımcı geleceğini söyledi. İki buçuk yıldan beri bunu söylüyor. Bakın, bu şekilde ikna toplantılarıyla bu iş olmaz. Belli bir işletmeyi Türkiye'ye getirmekle olmaz. Artık günümüzde küreselleşme döneminde sanayileşme 20. yüzyıldan farklı. Bir değer zinciri var ve ülkeler o değer zincirinin içerisinde, o nihai ürünün belli bir parçasını üreterek ona dâhil olmaya çalışıyor. Türkiye'nin böyle bir değer zinciri tanımlaması yok. Bunun olmaması sebebiyle, Mehmet Şimşek'in sanayi üzerinden, sanayileşme üzerinden sermaye birikimi konusunda herhangi bir fikri yok. Olamaz da zaten, çünkü alanı değil. O sadece bir portföy yöneticisi. Belki alanında çok iyi, ama maalesef benim arkadaşlarım da dâhil olmak üzere, o kişiye kendisinde olmayan birtakım vasıfları atfettiler ve o insanı aşırı bir sorumluluk altında ezdiler. O insan bunu yapamaz. Ama ‘’kim yapacak?’’ diye sorduğunuzda, Sanayi Bakanı’na bakıyorum, böyle bir donanımı yok. Ticaret Bakanına bakıyorum, o ayrı bir evrende. Sarayda da yok. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi başıboş bir durumda. O insanlar, mevcut düzeni değiştirmek değil, mevcut düzeni sürdürmek üzerine görevdeler.

Ruşen Çakır: Tam da onu soracaktım, sürdürülebilirlik. AK Parti'nin iktidarda kalabilmesinin, senin de tam konun olan büyümekle alâkalı olduğunu biliyoruz. Büyüme ve istihdam meselesi. Ama galiba artık burada da çok ciddi bir tıkanma var. Bu sürdürülebilir bir şey mi? Mesela 19 Mart'ta yaşadığımız olayı gördük. Orada sadece eriyen döviz rezervleri konuşuldu. Ama bir de onun dışında, demin bahsettiğimiz doğrudan yatırım gibi olayların birçoğunun önünü kesme fonksiyonu da var zaten.
Günçavdı: Tabii, tabii. Bazen insanlar, ‘’yabancı sermaye hukuka bakmaz, gelir’’ derler. Öyle değil, hukuka bakıyor. Ben birinci elden biliyorum baktıklarını. Çünkü Sayın Mehmet Şimşek yurtdışına gittiğinde de herhalde 60'ı aşkın toplantı yapmıştır. Muhtemelen o toplantıların hepsinde de bu siyasi gelişmeleri yorumlatmışlardır ona. Çünkü bana da aynı sorular geliyor Türkiye’de. Bakın, en son işsizlik rakamları açıklandı. Haluk İstanbul'da olmadığı için biz Haluk'la ‘’Ağır’’ Ekonomi programını yarın sabah yapmayı düşünüyoruz. İşsizlik rakamlarında enteresan bir gelişme oldu. Herkes, ‘’işsizlik 7,8'in altına düşmüş’’ diye olumlu bir şey çıkartmaya çalışıyor. Ama biz o düşüşün sebebinin, insanların iş bulma umudunun kalmadığı, o yüzden o hesaplamanın içerisinde yer alan havuzdan kendilerini dışarıya atmaları, onun yerine de geniş tabanlı işsizliğin içerisinde tanımlanmaları olduğunu gördük ve o oran %30'lara çıkıyor. Türkiye'de çok yaygın bir işsizlik var. Dolayısıyla, o dar tanımlı 7 küsurluk işsizliğe bakarak ekonomideki gelişmeleri yanlış değerlendiririz. O bir şeyi ifade etmez. Türkiye için önemli olan işsizlik rakamı geniş tabanlıdır ve o giderek artıyor. İkinci husus da gençlerin işsizliği. Gençler arasındaki işsizlik çok yaygın. Kadınlarınki %30'ların çok çok daha üzerinde. Dolayısıyla tüm bunları bir araya getirdiğiniz zaman, Türkiye'de sokak eylemlerinin bugünkü düzeyinin, aslında bence olması gerekenden çok daha düşük şiddette olduğunu tahmin ediyorum.

Ruşen Çakır: Tabii işsizliğe ek olarak, bir de düşük gelir diye bir olay var. Hem asgari ücretlilerin oranının çok yüksek olması, hem de devletin asgari ücrette çok cimri davranması. Mesela şimdi, “Arada asgari ücrete zam yapılacak mı?” sorusu var. Benim gördüğüm kadarıyla yapmak istemeyecekler herhalde, ama yapmak zorunda kalacaklar mı?
Günçavdı: Orada, kamuoyunda gündeme gelmeyen yapısal bir problem var. Şimdi biz %56 civarında bir rakam görüyoruz. Bu, Türkiye'de asgari ücretle çalışan insan sayısı. Ama bu boyutta olması mümkün değil ve doğal olarak da devletin çok fazla para vermek istemediğini, düşük seviyede tutmak istediğini düşünüyorum. Ama Türkiye’de gerçek o değil. Resmi kayıtlarda bu düzeyde. Benim tanıdığım çok anlı şanlı, herkesin bildiği firmalarda, insanları düşük ücretle gösteriyorlar, SGK'sını öyle yatırıyorlar, ama açıktan para veriyorlar. Yurtdışındaki hesaplarına veriyorlar. Açıktan para verdikleri için, o, vergiden muaf olmuş oluyor. Hem de insanların emekli maaşlarını etkiliyor ve o oran yükseliyor. Dolayısıyla bu yapısal durumdan dolayı, aslında gerçekten bu tip ek geliri olmayan, asgari ücretle çalışmak zorunda kalan insanların aleyhine bir durum ortaya çıkıyor. Yüzde 56'ya bakıyorlar, ‘’bu ekonomide asgari ücreti arttırırsak şu kadar artış olur, dolayısıyla biz bunu düşük tutalım’’ diyorlar. Aslında tuzu kuru olan, sadece vergi kaçırmak için asgari ücretle gösterilen insanların gelirinde bir değişim olmuyor. Onların hayatı rahat. Çünkü onlar açıktan aldıkları paraya zam alabiliyorlar. Ama gerçekten asgari ücretle çalışan insanlar, bu ücretlerdeki sınırlamaya şiddetli şekilde maruz kalıyorlar. Sayın Maliye Bakanı, bu yapının değişmesinden, kayıt dışılıktan ya vergilenmeyen gelirlerden bahsediyor ya, bunların üzerine gitmesi lazım ki o mağduriyetleri ortadan kaldıralım. Gerçekten asgari ücretle çalışanların mağduriyetlerini kaldıralım. Buna maalesef girmiyorlar. Çünkü bu herkesin işine geliyor. Türkiye'de özellikle küçük ve orta ölçekli şirketleri bünyesinde barındıran, son zamanlarda çok da sesleri çıkmayan birtakım meslek örgütleri var. Mesela onlar bu konularda hiçbir yorum yapmıyorlar.

Ruşen Çakır: Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Erdoğan'ın oyunda, geleneksel olarak çok ciddi alt gelir grupları var, biliyoruz ve bunlara birtakım sosyal yardımlar yapılıyor. Ama son dönemde bunların da bayağı bir sekteye uğradığını görüyoruz. O zaman bu popülizmi nasıl sürdürecek ya da otokratik rejimi? Geçenlerde tescilli iktidar yanlısı birisi, adıyla sanıyla, “Emeklilerin durumu çok kötü. Büyük bir patlama olabilir” diye bir tweet atmış. Büyük cesaret, ama onu söyleme ihtiyacı hissetmiş. Şimdi bunu nasıl yapabiliyor? Bu sadece din iman söylemiyle olacak iş değil. Sosyal yardımları yapamayıp, asgari ücreti ve emekli maaşını artıramayıp, o insanları nasıl kazanabilecek? Mesela Erdoğan en son, İstanbul’daki kentsel dönüşüm kapsamında ‘’Yarısı Bizden’’ kampanyasında destek ve kredi tutarlarının artırıldığını duyurdu. Ama artırdıkları miktar çok cüzi bir miktar. Erdoğan bunu çok büyükmüş gibi anlatıyor, ama çok cüzi. Çünkü ortada para yok anladığım kadarıyla. Peki, bunu nasıl sürdürecek?
Günçavdı: AKP'nin otoriterleşmesi, bu rejimin inşası ve bununla birlikte bir Crony Capitalism dediğimiz Ahbap-Çavuş kapitalizmi oluşturabilmesi, ekonomiyle mümkündü. AKP popülizmi aslında burada bahsettiğimiz büyüme modeli ile ilgili bir şeydir. AKP, yandaşlarına birtakım iktisadi faaliyetleri öne çıkararak bu düzeni yarattı. İçeriye yönelik hizmet, ticaret, inşaat sektörleri. Hatta zaman zaman buraya, işbirlikçi, tamamlayıcı bir sektör olarak bankacılık sektörü de dâhil oldu. Şimdi burada önemli bir problem var. Bu bahsettiğim sektörler kaynak yaratan değil, kaynak tüketen sektörler. Kastettiğim kaynak, döviz. Bunlar döviz tüketen sektörler. Dövizi, sanayi, ihracat, tarım, madencilik sektörleri kazanıyor. Dolayısıyla dışarıdan borçlanabilme imkânınız varsa bu bahsettiğim sektörleri sürdürürsünüz.  AKP bundan başka bir şey bilmiyor. Hizmet, ticaret, yani esnaf ekonomisi dediğimiz şey bu. Al-sata dayalı ekonomik düzen. Bu sistemde döviziniz varsa, bu sistem devam eder. Dışarıdan borçlanma imkânınız varsa devam eder.  Ama o yok. Çünkü dış konjonktür tamamıyla bunun tersi yönde gidiyor. Dolayısıyla, siz bir seçimi birtakım manevralarla kazanabilirsiniz, ama bu ikinci seçim olmaz. Belki kazanamayacak da bilemiyorum. Ama bir iktidar, bir finansman modeli, bir büyüme modeli olmadan iktidar olamaz.
Benim baştan beri itirazım, AKP'nin, 2023 seçimlerinden sonra, 2028'e kadar iktidarını finanse edecek bir finansman modeli olmaması. Finansman modeli şu: ‘’Mehmet Şimşek gelecek, birazcık fedakârlıkla içeriye yönelerek, insanlardan vergileyerek işleri kurtaracağız. O sıra içerisinde dışarıdan da biraz sermaye gelirse biz sonuca gideceğiz.’’ Sistem buydu, en azından şu anda gördüğümüz buydu. Çünkü bunu biz tahmin ediyorduk, ama bu kadar saf olmazlar diye tahmin ediyorduk. Meğerse saflarmış. Ama 2028'e kadar bu gidişte de yol kazalarının olabileceğini görüyoruz. Bunun sebebi şu: Geçmişteki ekonomik krizlere baktığında, belli bir noktadan sonra bunlar siyasi krizle içe giriyor. 1979 öyledir, 1960'ların sonundaki kriz öyledir, 1958 öyledir. Arkasından darbe gelmiş. Türkiye'deki ekonomik krizler, nihayetinde siyasi krizlerle birleşir ya da öyle evrilir ve bir şekilde ekonominin…

Ruşen Çakır: Evet, 2002'de Devlet Bahçeli'nin Türkiye'ye erken seçim yüklemesi gibi.
Günçavdı: Evet. Türkiye'de bunun istisnası yok. Şimdi bunun da istisnası olmayacak. Bazı imkânları var. Bu kadar kesin konuşmamın sebebi, AKP'nin bir modeli yok, ekonomide bir yönetim modeli yok.

Ruşen Çakır: Şimdi böyle söylüyorsun da şunu hatırlıyorum. Seni istisna tutayım. Mehmet Şimşek gelince birçok kişi, aslında CHP'liler bile destekledi.
Günçavdı: Ama biz burada, ‘’Ağır Ekonomi’’ programında öyle bir şey yapmadık.

Ruşen Çakır: Zaten onu istisna tutuyorum. İnsanlar hâlâ, bir kişi değişince bir şeyler değişebilirmiş gibi bunu bayağı savundular, desteklediler. Mesela onu diyenlerin bir kısmı şimdi, ‘’Mehmet Şimşek programı bitti’’ diyorlar. Ama siz başından beri “Bu program, program değil” diyordunuz.
Günçavdı: Evet, çünkü eksikti.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl çıkar krizden?
Günçavdı: Bu arkadaşlar, olayı siyasetten bağımsız olarak ele alıyorlar. İktisada teknik bir mesele olarak bakıyorlar. Teknik konulara hâkim, işini iyi bilen birisini oraya getirdiğin zaman, olayın çözüleceğini düşünüyorlar. Öyle bir dünya yok. Ekonomi ve iktisat bilimi siyasetten bağımsız değil. Mehmet Şimşek geldiğinde rasyonel politikalara geri dönüşten bahsetmişti, herkes bilir. Ama biz de o zaman Haluk'la birlikte ‘’Siyasetin irrasyonel olduğu yerde rasyonel ekonomi politikası olmaz’’ diyorduk.

Ruşen Çakır: 19 Mart'ta da bunu gördük, değil mi?
Günçavdı: Gördük, çünkü siyasetçinin amacı iktidarda kalmak. Ekonomiyi bir araç olarak görüyor. Zaten bu bahsettiğin arkadaşlar da 19 Mart'tan önce ‘’biraz ekonomiyi düzeltecek, faizler aşağı çekilecek, enflasyon da makul seviyelere gelince seçime gidecek’’ diyorlardı. Aslında siyasi bir yorum yapıyorlardı kendi çaplarında. Ama onu görmüyorlar. Peki, her şey olumlu giderken öyle bir siyaset çalışıyor da aksi yönde niye çalışmasın? İşte Ekrem İmamoğlu büyük bir tehdit oluşturdu. Sokaklara çıktı, anketlerde öne geçti ve böyle bir durumda da iktidarı bir ölçüde kaşıdı ve bence zaaflarına parmak bastı. Onun neticesinde de 19 Mart geldi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın dünkü açıklamalarını da önemsiyorum. Öyle bir açıklama yaptıktan sonra geriye adımın olmadığını da görüyorum. Bu böyle gidecek. Ne zamana kadar gidecek? Ekonomi artık bu çekişmeyi çekemeyecek noktaya gelene kadar devam edecek.
Mesela biz aynı durumu 1979'a, 1980'e gelirken de yaşadık. Siyasetin, kendi içerisindeki kısa dönemli iktidar arayışları, ekonomik kriz içerisinde uzlaşmaz durumu, neticede bizi sivil siyasetin kendi krizini çözememe durumuyla karşı karşıya bıraktı. Herkes askeri darbeyi ya da bir ‘’vesayet kurumunu’’ suçluyor. Tamam, suçlayalım; öyle bir şeyin demokrasilerde yeri yok. Ama darbeden önce, özellikle de o günün aktörleri, siyasi krizi ortadan kaldıracak bir siyasi mekanizmayı ortaya koyabildiler mi? Türkiye her zaman siyasetteki değişim sancılarını yaşamış ve bunun ekonomik yansımalarını da şiddetli bir şekilde tecrübe etmiş bir ülke. Bugün de maalesef o olacak.
Şu anda bence Meclisteki siyasetçilere düşen şey, bu bilinçle bir mekanizmanın oluşturulması. Burada Sayın Cumhurbaşkanı’nı kastetmiyorum, Bakın herkes sadece maç seyreder gibi mevcut durumu seyrediyor. Ama hiç kimse, bu sürecin ortadan kaldırılması, yumuşaması için inisiyatif almıyor, tepkide bulunmuyor, elini kirletmiyor. Sadece karşılıklı hamleleri seyrediyorlar. Bu iyi bir şey değil, buradan iyi sonuç çıkmaz. Kimin lehine ya da aleyhine olursa olsun, sonuç çıkmaz. Benim görmek istediğim, siyaset kurumunun ve sivil siyasetin diğer unsurlarının devreye girmesi ve sonu olmayan bu sistemi düzeltecek bir çıkış stratejisi için inisiyatif almaları. Mesela eskiden ‘’Aksakallar’’ vardı. Bu insanlar bütün Türkiye'de bir itibara sahip sözümona. Neredeler?

Ruşen Çakır: Hepsi yok oldu, yok edildi.
Günçavdı: Demek ki bir şeylerden korkuyor. Böyle bir ortamda sivil siyasetten nasıl bir sonuç beklersiniz? Bir taraf kendi ikbali için hamleler yapıyor. Hâkimin olmadığı bir sistem bu. Hukuku ona göre kullanıyor, öteki taraf ona karşı direniyor. Doğal olarak direnmek zorunda. Ama ortada aklıselimi savunacak hiç kimse yok.

Ruşen Çakır: Peki, ekonomiden çıkış? Yaşanan çok yapısal bir krizden bahsediyorsun.
Günçavdı: Evet ve kaynağı siyaset.

Ruşen Çakır: Kitapta, bu büyüme stratejisinin yanlış inşa edildiğini söylüyorsun. Diyelim ki iktidar değişti ya da var olan iktidar strateji değiştirmek istiyor. Bu mümkün mü? Kısa vadede olacak bir şey değil tabii.
Günçavdı: Öncelikle benim çok önemsediğim bir konu var. Madem AKP iktidarında sermaye birikimi ihmal edilmiş ve servet birikimi devreye sokulmuş, o zaman siyasi görüşünden bağımsız, isterse sağ iktidarlar gelsin, yani sermaye yanlı bir iktidar gelsin, yapılacak ilk iş, o biriken servetlerin sermaye birikimine dönüşünü sağlayabilmek. Çünkü servet birikimi kişiseldir. Belli bir kişinin elinde olsa bile, sermaye birikiminin kısmen anonim bir tarafı var. Ve Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi. Devletin ve hükümetin görevi de servet biriktirmek değil, sermaye birikimiyle ülkedeki insanların genelinin refahını artırabilmek. Üzgünüm ama literatürde bunun yolu belli. Bunu nasıl sermaye birikimine dönüştürürsünüz? Vergileyeceksiniz.

Ruşen Çakır: Servet vergisi.
Günçavdı: Elbette, bundan kaçar yok. Bu, eskiden sağ ve sol arasında bir tartışma konusuydu. Artık öyle bir şey değil bu, bir nüans değil. Bu, Türkiye açısından ciddi bir mecburiyet. Ben televizyon röportajlarında sürekli söylüyorum. Geçen sene yerel seçimde AKP'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan bir beyefendi vardı. Örnek olarak veriyorum tabii. Ben beyefendiyi tanımam, ama o insanın 700 dairesinin olduğundan bahsediliyordu. Yedi yüz daire. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz. Bu adamın banka hesabı yok, finansal yatırımı yok. Ülkede insanlar bütün her şeyini, görünür, fiziki olarak, dairede, gayrimenkulde biriktirmişler. Ne kadar vergi veriyor bu insan? Dikkat ederseniz, oradaki tartışmanın sebebi de ilgili kişinin daha önce bir belediye başkanı olması ve buradan haksız kazanç elde etmiş olabileceği yönünde bir iddiaydı. Bunun anlamı, bir kalem darbesi. AKP iktidarında direkt olarak sermayenin gelmesi de gerekmiyor. Yetkileri bir kalem darbesiyle, mesela yeşil alanı imara açmak için onay veriyorsunuz, hop birden zengin oluyorsunuz. Arazilerinin değer kazanması bu; bir aktarım mekanizması olarak devreye girmiş. Bu tip şeyler normal bir ülkede çok makul şeyler değil. Bu giderek Türkiye'nin önünü tıkayan bir noktaya geldi. Bu insanlar, bu arkadaşlar bu servetleri tüketimde harcıyorlar, işe de dönüştüremiyorlar. Çünkü sanayiye dönüştürdüklerinde elde edecekleri getiri, gayrimenkulden elde ettiği getiriden ya da faiz getirisinden çok düşük. O yüzden de girmiyorlar o işlere. Ama girmediğiniz zaman da istihdam olmuyor ekonomide. Nasıl çözüm bulacağız? Bu göreli fiyatları bir noktada dengeye getireceğiz. Bunun yolu da vergidir. Bu işin lamı cimi yok, sağcısı solcusu da yok. Bu ülkeye servet vergisi şarttır, elzemdir.

Ruşen Çakır: Ama son dönemde serveti biriktirenler de büyük ölçüde iktidar yanlıları olduğu için, onlar bu konuda direnecekler.
Günçavdı: Zaten o yüzden de iktidar kendi etrafında ciddi bir koalisyon oluşturuyor sermayede. Yani sermaye grupları AKP etrafında koalisyon oluşturuyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ne yapacağını bilemem. Bana göre yapılması gereken bu, bundan kaçış yok. Çünkü kaynak yok. Bu servetleri vergilemediğiniz takdirde, vatandaşın üzerine daha ne kadar vergi yükü salacaksınız? Böyle bir şey olmaz. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemleri gibi bir durum ortaya çıkıyor. Köylüye sürekli, “Ver” diyorsunuz.

Ruşen Çakır: Ben şahıs olarak Türkuaz Medya Grubu’ndan daha fazla vergi ödedim.
Günçavdı: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Çünkü onlar hiç ödemedi.
Günçavdı: O zaman ben de onlardan daha fazla ödemişimdir kesinlikle.

Ruşen Çakır: Evet, Öner çok sağ ol. Bayağı ufuk açıcı bir söyleşi oldu. Biliyorsun, ben de bir ara ekonomi okuyordum ama tamamlayamadım. Sizin gibi ekonomistleri konuk aldığımda, “Bu gazeteciliği yapmayıp, ekonomiyi bitirse miydim?” diyorum, ama sonra gazeteci olduğuma memnun oluyorum.
Günçavdı: Türkiye laboratuar. Türkiye'de ekonomist olmanın birçok avantajı var. Dünyanın hiçbir yerinde bu olayları göremezsiniz. Bizim laboratuvarımız, ülkelerdeki deneyimler. Bu ülke inanılmaz deneyim sunuyor ve araştırma yapma konusunda verimli. Ekonomi veriye dayalı bir bilim dalı. Türkiye’de o verinin kaynağı da TÜİK. TÜİK ne kadar güvenilir, o hep soru işareti.

Ruşen Çakır: Evet. Çok teşekkürler. Prof. Öner Günçavdı’yla Nasıl Büyüdük? 2001 Sonrası Büyümenin Analitik Bir İncelemesi kitabını konuştuk. Sedat Simavi ödülünü alan bu kitap İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış. Tekrar çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı