Kürt sorununun silahsızlanmasında hangi aşamadayız? Levent Korkut ile söyleşi

03.05.2025 medyascope.tv

3 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye, PKK'nın silah bırakma ve kendini feshetme aşamasına gelip gelmediğini merak ediyor, tartışıyor. Bu konuda geçen hafta, tam bir hafta önce İstanbul'da önemli bir çalıştay yapıldı. Barış Vakfı'nın düzenlediği ‘‘Kürt Sorununda Silahsızlanma’’ çalıştayı. İşte bu çalıştayın düzenleyicilerinden ve yöneticilerinden Erkan Koca ile birlikte çalıştayı yöneten Levent Korkut'la çalıştayı ve tabii ki silahsızlanmada ne durumda olduğumuzu konuşacağız. Levent Bey, merhaba.
Levent Korkut: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Evet, Ekim ayından beri bu konu gündemimizde. 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan'ın açık ve net çağrısıyla birlikte Kandil'in kendini feshetmesi ve silah bırakması beklentisi içerisine girdik. Ama sürekli Nisan başı, Nisan ortası diye diye geldik ve hala somut olarak bir takvim bilmiyoruz. Yani varsa bile biz bilmiyoruz. Siz, Barış Vakfı, zaten öteden beri bu konu üzerinde çalışan bir vakıfsınız. Şunu sormak istiyorum: Geçen hafta bu çalıştayı ne için düzenlediniz? Önce niçin ile başlayalım, sonra neler konuşuldu, insanlar hangi açıları önemsiyor, onlarla devam edelim. Ama öncelikle niçin topladığınızı anlatabilir misiniz?
Levent Korkut: Asıl toplanmamızın nedeni, geleceğe yönelik sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için ne yapılması gerektiği, yani yakın gelecekte neler yapılsın ki bu süreç devam etsin, varlığını korusun, sağlıklı kalsın şeklinde bir aslında sorular dizisi yönelttik. Bu minvalde, yani bu eksende oluşan sorulardı.

Ruşen Çakır: Peki, kimler katıldı? Farklı kesimlerden katılım olduğunu biliyorum, insan hakları savunucuları olduğunu biliyorum, ama siyasetle doğrudan ilgili kişiler de vardı, değil mi?
Levent Korkut: Aktif siyaset içindeki kişiler yoktu, fakat eski siyasetçiler olabilir tabii. Biz genelde yaptığımız çalıştaylara aktif o anda siyasetin içinde görev almış milletvekili ya da aktif siyasetçileri çok katmıyoruz; yani daha çok sivil toplumdan gelen uzmanlar ya da üniversite mensupları ya da kanaat önderleri, geçmişte siyasette bulunmuş aktörler ve çözüm süreci üzerine çalışan akademisyenler yine davetliler arasında oluyor. Tabii bir de burada şuna dikkat ediyoruz; hani farklı kesimler, Türkiye'deki aşağı yukarı bütün ana akımların yakını olan ya da onlara sempati duyan ya da onlar adına geçmişte siyaset yapmış olan isimler katıldı bu çalıştaya. Diğer çalıştaylarımızdan farklı değildi bu açıdan.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir şey var, Devlet Bahçeli bu olayı başlattığı andan ya da deklare ettiği andan itibaren bir, bunu aldatmaca olarak görenler, yani Erdoğan'ın bir daha cumhurbaşkanı seçilmek için Kürtleri, DEM Parti'yi kazanmaya yönelik bir manevrası olarak görenler vardı. Bir de buradan bir şey çıkmasını bekleyenler, ummanın ötesinde bekleyenler vardı. Zamanla, Öcalan'ın aslında 27 Şubat'taki açıklaması sanki burada bir dönüm noktası oldu. Olayın ciddiyetinin artık tüm taraflar tarafından kabul edildiği bir dönüm noktası olarak ortaya çıktı diye düşünüyorum. Siz ve tartışmada herhalde bu konuları ele aldığınız için, insanların bu konudaki bakışı nedir? Bu konuda farklı bakışlar muhakkak vardır. Ana hatlarıyla katılımcıların sürece yönelik bakışları nasıldı?
Levent Korkut: Yani burada tabii farklı görüşler yine vardı. Daha çok sürecin içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası alanla da olan ilişkisi, yine hani belirsizlikler içermesi, kapalı bir şekilde yürütülmesi, genel olarak insanların kuşkuculuğunu artıran bir unsur. Ancak tabii belirttiğiniz gibi, Öcalan'ın 27 Şubat açıklamasından sonra bu süreçle ilgili görüşler, negatiften pozitife doğru gelişti. Yani pozitife doğru gelişti derken, sürecin ciddi bir süreç olduğu inancı yaygınlaşmaya başladı. Şu anda temel tartışılan husus; ‘‘Acaba sonlanacak mı, sağlıklı bir şekilde devam edip ilerleyecek mi, yoksa akamete uğrama tehlikesi var mı?’’ üzerine yoğunlaşıyor. Hani bir süreç olduğunu ve şu ya da bu ölçüde hem devlet tarafından hem Kürt siyaseti tarafından sürecin ciddiye alındığını insanlar kabullenmiş durumda gibi gözüküyor. Fakat buradan sonra nereye gidileceği, yani sağlıklı bir süreç olup olmayacağı şüpheleri var, tartışmaları var. Siyasetin süreci nasıl gördüğü, araçsallaştırıp araçsallaştırmayacağı, yani Kürt siyasetinin buradaki tutumunun nasıl süreceği konusunda da soru işaretleri ve endişeler var. Fakat genel olarak sürecin varlığı konusundaki daha önce Ekim ayından özellikle Şubat ayına kadar yaşadığımız hava pek yok. Yani o biraz terk edilmiş durumda ama şimdi de onun yerini, ‘‘Acaba süreç nasıl devam edecek, sürecek mi, sürmeyecek mi?’’ gibi bir kuşkunun aldığını söyleyebiliriz. Tabii burada çok marjinal kesimlerden gelen belki tepkiler ve sürecin tamamen aslında bir göstermelik olduğu fikri bulunmakta. Fakat bizim çalıştayımızda bunu ifade eden olmadı.

Ruşen Çakır: Şimdi siz de çok yakından takip ediyorsunuz, ilk andan itibaren, olay ilk gündeme geldiği andan itibaren AK Parti çevrelerinde, ‘‘Öcalan, yani İmralı dese bile Kandil buna uymayabilir’’ gibi bir yaklaşım vardı. Hatta, Devlet Bahçeli de ilk çağrısını yaptığı zaman Edirne ve Kandil ile İmralı ve DEM Parti'yi ayırmıştı hatırlayacaksınız. Ve öteden beri hep böyle bir ‘‘İmralı istese bile Kandil buna uyar mı?’’ sorusu vardı. 27 Şubat'ta Öcalan'ın açıklaması ve Kandil'in buna net bir şekilde ‘‘evet’’ demesiyle birlikte bu büyük ölçüde giderilmişti. Ama şimdi tekrar benzer şeylerin gündeme geldiğini görüyorum. Mesela önceki gün — bilmiyorum haberiniz oldu mu, izlediniz mi — Altan Tan’ı ben konuk ettim ve Altan Tan çok net bir şekilde diyor ki: ‘‘DEM Parti'nin yarısı ve Kandil ayak sürüyor’’ diyor. Sizin de herhalde tartışmanızda bu konu gündeme gelmiştir. Tartışmaların ışığında bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yani İmralı-Kandil ilişkisi çok kritik bir öneme sahip. İmralı'dan gelen açıklamanın bir tür talimat gibi algılanıp yerine getirilmesini bekliyor musunuz?
Levent Korkut: Yani sadece tabii bu açıklamayla olmayacağı konusunda sinyaller geliyor bildiğiniz gibi. Yani talep edilen şey bizzat Öcalan'ın burada rol oynaması, kongrede rol oynaması, onun bir şekilde kongreye katılması şeklinde. Son denilen bu. Aslında insanların çok da tahmin etmediği ölçüde Kandil'den başta olumlu bir yanıt geldi ve çok gecikmeden Mart başında bu yanıt verildi. Ama bazı çerçeveler içinde bu yanıt verildi. Bunlardan en önemlisi işte Öcalan'ın katılımıydı kongreye. Bu konuda hala bir netlik, bir açıklık belki bulunmamakta. Yani bu eksende belki bir sorun ortaya çıkabilir. Ancak bu gibi çözüm süreçlerinde tarafların zamana oynaması, zaman içinde gelişmeleri takip ederek tekrar tutum alması gibi olaylar mevcut. Başka çözüm süreçlerinde de oluyor bu tür şeyler. O nedenle aslında bu aşamada zamanın bir önemi olduğunu söyleyebiliriz. Zaman önem taşıyor. Mutlaka gerek Türk siyasetinin içinde gerek Kürt siyasetinin içinde karşı çıkanlar, süreç karşıtı görüşler vardır. Hatta bunların bir kısmını özellikle tespit etmek mümkün. Açık söyleyenler de var ama kendisini ifade etmeyen, susmayı tercih edenlerin de olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada bir anlamda liderlik öne çıkıyor, önem kazanıyor. Bu liderlik ısrarcı ve sürekli bir tutum içinde olursa, tabii tabloyu etkileyebilecek bir güce sahip olabiliyor. Yani bugüne kadar aslında en kararlı siyasi lider Bahçeli olarak karşımıza çıkmakta. Hani mükemmel bir çözüm süreci çerçevesi sunduğu için değil; ama kendi dediğini tekrarladığı ve ısrar ettiği ve üzerine gittiği, kendi çerçevesini koruduğu ve her yansımada o çerçeveye yönelik negatif bir şeyler geliştiğinde buna da karşı açıklamalar yaptığını görüyoruz. Bu şekilde bir liderliğin olması gerekiyor. Böyle bir şey olduğu takdirde, böyle bir liderlik olduğu takdirde bu karşı çıkanların tutumları da değişebilir ya da sessiz karşı çıkanlar bu sessizliklerine devam edebilirler, bunu koruyabilirler, sessiz bir onay verebilirler. Kürt siyasetinde de açıkçası özellikle DEM Parti'nin tutumunun süreklilik arz ettiğini, bütün eleştirilerine ve bazı konulardaki koşullara yönelik tutumlarına rağmen sürecin devamı konusunda bir iradeleri olduğunu da gösteriyorlar.

Ruşen Çakır: Burada tam Bahçeli demişken, Bahçeli'nin bu olayı neden böyle ortaya attığı ve bu kadar sahiplendiği konusunda kafalar hala karışık ve şaşkınlık var. Biraz yatıştı belki ama ilk günler bayağı bir şaşkınlık da vardı. Herhalde çalıştayda da bu konu bir şekilde gündeme gelmiştir. Hem orada konuşulanları hem de sizin fikrinizi merak ediyorum. Bahçeli bu noktaya neden gelmiş olabilir?
Levent Korkut: Valla çalıştayın aslında konusu bu değildi. İnsanlar da çok bu konu üzerine durmadılar. Fakat çözüm süreci yaklaşımında ‘‘ihtiyaçlar yaklaşımı’’ diye bir teorik çerçeve vardır. Bu çerçevede her aktörün ihtiyaçlardan hareketle çözüm sürecine destek verebileceği konusunda da bir genel yaklaşım ve örnekleriyle bunu ortaya koyan bir genel yaklaşım söz konusu. Dünyada da böyle; yani hiç umulmayan liderlerin süreç başlattığı, sürdürdüğü görülmekte. Kolombiya'da, Filipinler’de bunun örnekleri var, hatta bir anlamda İspanya'da, yani örnekleri fazlalaştırabiliriz. Güney Afrika'da, beyazların temsilcisi ırkçı partinin lideri konumunda olan kişi… Bunlar aslında kendi ideolojik perspektiflerinden çok, ülkenin bulunduğu durumdan hareketle, yani sahadan hareketle bir politika değişikliği ya da görüş değişikliği içine girebiliyorlar. Yani bu mümkün ve ihtiyaçlardan kaynaklanıyor diyebiliriz. Çünkü siyasi parti liderleri ve yönetici konumunda olan kişiler bu ihtiyaçları belki daha net görebiliyorlar ve ona göre bir tutum almanın gelecek açısından daha faydalı olacağını düşünüyorlar. Kendi perspektifleri açısından böyle bakıyorlar. Onun için aslında çok tuhaf bir durum yok. Dünyada da olan şeylerden biri bu. Türkiye'de de gerçekleşti. Faydası da var. Çünkü bu tür süreçlere desteğin daha genişlemesine neden olabilir. Olur, değil olabilir. Tabii daha gelecekte neler olacağını bilmiyoruz ama bugüne kadar önemli bir ivme yarattığını da kimse yadsıyamaz.

Ruşen Çakır: Peki, şu husus çok önemli. Bu tartışma başladığından beri aslında olayın kalbinde bir yerde Suriye'nin yattığı kabul ediliyor ve Suriye'deki gelişmelerle çok alakalı olduğu. Her ne kadar Bahçeli'nin çıkışı Şam'ın düşmesinden önce olsa da, Suriye'deki Kürtlerin durumu, pozisyonu meselesi çok önemliydi. Ve bir müddet burada, özellikle 27 Şubat açıklamasında Öcalan'ın federasyon, özerklik ve kültüralist talepleri reddetmesiyle beraber Ankara da bayağı memnun olmuştu. Fakat geçen toplanan, yanılmıyorsam Kamışlı'da toplanan o konferansta bir özerklik, hatta federasyon fikri ortaya atıldı ve Ankara'dan da bayağı bir tepki geldi, hem Şam'dan hem Ankara'dan. Ne diyorsunuz, bu sizin toplantıdan sonra olan bir şey diye biliyorum tarih olarak ama Suriye hakikaten bu olayda çok kritik bir öneme sahip değil mi? Tartışmalar da bu konuda önünüze çok çıktı mı?
Levent Korkut: Şimdi tabii bizim çalıştayımızın ana konusu Suriye değildi; Türkiye'de ne yapılması gerektiği konusuydu. Fakat Suriye ile ilgili görüş belirtenler de oldu tabii ki. Çünkü tabii Kürtler üzerinden bir mesele var, bağlantı var. Suriye'de belirtmiş olduğunuz gibi gelişmeler henüz olmamıştı, son gelişmeler. Yani şu anda belki biraz daha gerginleşmiş bir ortam söz konusu. Ancak o gün henüz bu gündemde değildi. Fakat genel olarak Suriye'deki durumun yansımaları üzerinde duruldu ve özellikle de Suriye'deki ortamın kaotikliği, geçmişten günümüze, yani yakın geçmişten günümüze olaylar silsilesinin ortaya koyduğu riskler, tehditler üzerinde duruldu ve bunların olumsuz etkilerinin Türkiye'deki durumu da olumsuz etkileyeceği, bir anlamda Türkiye'deki sürecin Suriye'deki gelişmelerle olan ilişkisini ortaya koyan açıklamalar da yapıldı. Ama tabii tüm bunlar, Türkiye'de ne yapılması gerektiği konusunu çok değiştirmiyor henüz. Çünkü orada halen Suriye ile SDG arasındaki görüşmeler vesaire sonlanmış, bitmiş değil. Türkiye'nin bu konuda belki çok tasvip etmediği bir görüş de ortaya çıkabilir. Ancak bunların şu an için sonlandırıcı bir etkisi olması ya da bir tehdit olması söz konusu değil. Tabii bu tablo değişebilir, farklılaşabilir. Suriye her zaman için Türkiye'deki süreci etkileyebilecek önemli bir konu olma özelliğini sürdürüyor. Özellikle de Suriye'de bir iç karışıklığın başlaması, kaotik durumun oluşması mutlaka Türkiye'deki süreci etkileyecektir. Daha önceki döneme baktığımızda, 2013'ten sonraki çözüm sürecinin bitmesinin nedenlerinden birisi de aslında Suriye'ydi, Suriye'deki olaylardı. O dinamikler günümüzde yok ama farklı başka dinamikler oluşursa, Suriye'deki gelişmeler de olumsuz etkileyebilir Türkiye'deki süreci. Zaman içinde baktığımızda 7 ay bitmiş oldu. Bu sürecin Bahçeli'nin tutumuyla başlatılmasından itibaren 7 ay geçmiş oldu. Bu 7 ayda çok önemli olaylar oldu Suriye'de. Gidişat nereye doğru olacaktır ve mesela bu son Dürzi meselesi, Kürtlerin özerklik konusundaki ulusal bir konferans, kongre ile karar almaları hep durumu etkileyen unsurlar. Bunların Türkiye'deki sürece tamamen uzak, etki etmeyecek durumda olduğunu söylemek mümkün değil. Ama şu an için yani belki tehditler oluşuyor diyebiliriz, fakat tam net bir şey söylemek mümkün değil. Şunu bilelim yeter: Suriye'deki gelişmeler Türkiye'deki süreci derinden etkileyebilir.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var. Geçen DEM Partili yetkililer Adalet Bakanı’yla görüştüler ve birtakım detaylar üzerinde konuştukları anlaşılıyor ve sonra dediler ki; ‘‘Artık top Adalet Bakanlığı'nda ya da iktidarda’’ dediler. Adalet Bakanı da “Biz burada top oynamıyoruz” diye bir cevap verdi ve orada küçük çaplı bir polemik yaşandı. Şimdi siz hukukçusunuz, o detayları daha iyi tahmin edebiliyorsunuzdur. Beklentiler var, hukuki alanda birtakım düzenlemeler bekliyorlar herhalde, Kürt siyaseti diyelim. Ama iktidar tarafı da önce fesih kararı diye bir noktada. Örneğin Ömer Çelik şöyle dedi, bu konuda sık sık açıklama yapıyor biliyorsunuz iktidar adına, AK Parti adına. Diyor ki, “Terör örgütünün silah bırakmasına ve kendini feshetmesine dönük olarak önümüzdeki günlerde gelişebilecek her olumlu adım bir sonraki olumlu adımı çağıracaktır.” Yani burada benim anladığım, yanlış anlamıyorsam, ilk adımın fesih kararı olması. Onun ardından ‘‘olumlu adımı çağıracaktır’’ derken kastettiği de herhalde siyasi iktidarın buna mukabil olarak birtakım adımlar atması. Şimdi galiba böyle bir noktada kilitlenmiş durumdayız. Yanılıyor muyum?
Levent Korkut: Evet. Burada yani ilerlemenin sağlanabilmesi için bir hak perspektifli yaklaşımın olması gerektiği çalıştaya katılanlarca da vurgulandı. Türkiye'de insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü standartları bakımından yaşanan sorunların özellikle Kürt meselesiyle de ilgili boyutlar taşıdığı, çözüm süreci sonrası yaşanılan olayların, şiddet olaylarının, çatışmaların toplumda büyük bir tahribata yol açtığı vurgulanarak, bunları düzeltici, geleceğe yönelik güven verici, sürecin toplumda oluşturduğu beklentilere denk gelecek şekilde aceleye getirilmeksizin iyileştirmeler yapılması, yani böyle birden hani yükte bir iyileştirme şeklinde değil ama böyle bir program dahilinde, belli bir çerçeve içerisinde bu iyileştirmelerin yapılması oldukça önem arz ediyor. Aslında DEM Parti görüşmeden sonra bir açıklama yaptı bildiğiniz gibi. Orada bu çerçeveye ilişkin görüşlerini de belirttiler. Neler olduğu konusunda bilgi verdiler. Bu çerçevenin çok da radikal diyebileceğimiz, kabul edilmez bir yönü olduğunu düşünmüyorum ben. Yani bu çerçeveden hareketle belli iyileştirmelerin yapılması sürecin ilerlemesi açısından önemli. Bu gibi anlarda, süreçlerde böyle karşılıklı topu atmalar, top oynamalar aslında olabilir. Fakat bunun çok uzamadan bir çözüme kavuşması da gerekir. Çünkü bu tür argümanlar devamlı kullanıldığı zaman aslında bu bir kilitlenmeye işaret edebilir. Geleceğe yönelik bir kilitlenmeye işaret edebilir. Bu kilitlenmenin yaşanmaması gerekiyor. Sistematik ve toplumun ve aktörlerin sindirebileceği şekilde iyileştirmelerin yapılması süreç açısından çok önemli. Bunların başında da hukuki iyileştirmeler geliyor.

Ruşen Çakır: Burada bir Kandil’den gelen kongreyi Öcalan’ın yönetmesi çağrısı var. Yani benim aklıma, birkaç yayında da söyledim, Zoom’la katılmak gibi bir şey geliyor. Yani bu aslında olmayacak bir şey değil. Burada ne kastediliyor olabilir?
Sizce de benzer böyle bir uzaktan da olsa katılmak ya da kongreye yönelik bir video çekip yollamak falan olabilir mi? Çünkü çok muallakta kaldı. Çünkü oradaki mantığını biliyoruz, diyorlar ki: “Burada ikna olmayan arkadaşlar var, biz onları ikna edemeyiz ama Öcalan edebilir” diye bir perspektif sunuyorlar, biliyorsunuz. Bu olabilecek bir şey mi? Nasıl olabilir?
Levent Korkut: Yani burada katılımın sağlanması farklı araçlarla mümkün olabilir. Yani burada tamamen bir serbest bırakılmadan bahsedilmiyor. Kandil'in yaptığı açıklamalara baktığımızda öyle bir şey kastedilmiyor; katılımının sağlanması şeklinde bir anlam ortaya çıkıyor. Bunun yapılabilmesinin mümkün olacağını düşünüyorum. Yani bu tür süreçlerde olan şeyler bunlar. Başka örneklerde de var. Örneğin işte Mandela'nın süreç içerisinde hapishane içinde ayrı bir yere taşınması, daha fazla ilişki kurabilecek bir ortam oluşturulması vesaire gibi örnekler var. Bu örnekler çerçevesinde yapılabilir, yapılamaz diye bir şey yoktur. Yani bir anlamda Meclis’in devreye girerek gerekirse düzenleme yapması da mümkün. Ama o kadar uzatmaya gerek yok. Yani bunu yapabilecek bir çerçevenin olduğunu düşünüyorum ben.

Ruşen Çakır: Burada tabii birçok husus var ama en çok tartışılan hususlardan birisi de silah bırakmayla demokrasinin ilişkisi meselesi. Başından itibaren bu konuşuluyor. Hatta ‘‘barış-demokrasi ilişkisi’’ olarak da tarif ediliyor, silahların susması bir anlamda barış olarak kabul edildiğinde. Herhalde sizin vakfın çalıştay sonrası yaptığı açıklamada da bu konuya değinilmiş, herhalde en önemli tartışmalar burada çıkmıştır. Yani çünkü sonuçta otoriter bir rejim söz konusu ve Cumhur İttifakı baktığımız zaman demokrasi konusunda çok güven veren bir iktidar değil. Şöyle bir şey tabii ki düşünülebilir: Barış ortamı tesis edilirse demokratikleşme de kendiliğinden gelir. Şimdi bu tartışmanın neresindeyiz, bu tartışma kolay kolay biteceğe benzemiyor.
Levent Korkut: Şimdi burada evet, aslında ilk çözüm sürecinde de barış-demokrasi ilişkisi üzerinde durulmuştu. Şimdi de karşımıza çıkan bir konu. Tabii Türkiye'de bir kere şunu söylemek gerekir ki demokratikleşmenin ve hukuk devletinin sorunlarının çözümünün çok daha geniş bir çerçevesi var. Yani bu belki daha uzun bir süre alacak ve içeriği itibarıyla barışla ilgili olmayan konuları da kapsayacak kapsamda ve genişlikte. Fakat barışla ilgili olan boyutları da var. Burada bir barış sürecinin, kaldı ki buna biz ‘‘negatif barış’’ adını verebiliriz; yani silahların sustuğu bir ortamın yaratılması ve silahsızlanmaya doğru bir gidişin başlatılması, ki silahsızlanmanın da öyle çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmesi teknik olarak çok mümkün değil. Ama bu sürecin içine giriliyor olması önemli etkileri olacak şekilde demokrasiyi etkileyecektir, düşüncesi var. Bu tabii ki basitçe şöyle ifade edilebilir: Bu silahların sustuğu bir ortamda Kürt siyasetinin kendini daha iyi ifade edebileceği bir ortamın ortaya çıkması, terör-özgürlük ikilemi içerisinde gerçekleştirilen ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenlemelerin artık bir şekilde yeniden düzenlemeye tabi tutulması, siyasi partiler arasındaki ilişkilerin, ittifakların daha güçlü bir şekilde yapılmasına olanak verecek bir ortamın oluşması; bu barışla, bu negatif barışla tetiklenebilecek hususlar. Tabii ki bu hiçbir zaman tam kapsamlı bir barış süreci anlamına gelmiyor. O barış süreci, kapsamlı olan barış süreci belki daha sonradan bu demokratikleşme ile birlikte gelişen ortamda şekillenecek. Yani özet olarak barış ve demokrasiye birbirine önceliği olan şeylerden çok, birlikte gelişebilecek, birbirini etkileyerek gelişebilecek konular olarak bakmak gerekir. Yani katılımcıların önemli bir kısmı da aslında bu sürecin tetikleyebileceği bir barış ortamını, bir demokrasi ortamını ifade ettiler. Yani bu konuda umut olarak bakacak olursak bir umut olduğunu söyleyebiliriz, beklentiler var bu konuda. Ancak, ‘‘demokrasi olmadan barış olmaz’’ ya da ‘‘barış demokrasiyi tümüyle sağlar’’ gibi, yani birisini önceleyen ve mutlaklaştıran, diğerini onun takibini öngören bir anlayışın çok da gerçekçi olmadığını söyleyebiliriz. Her ikisi birlikte gelişebilir. Barış demokrasiyi, demokrasi daha nitelikli bir barışı sağlayabilir.

Ruşen Çakır: Son olarak şöyle toparlayabilir miyiz, şunu sormak istiyorum: Beklentiniz nedir silahsızlanma olayında, yani çok geçmeden olumlu bir noktaya varmayı bekliyor musunuz, yoksa sorunların tam aşılamadığı kanısında mısınız?
Levent Korkut: Yani mevcutta, siz de belirttiniz, ‘‘Nisan sonunda’’ dendi, Nisan sonu geçti, Mayıs başı geldi. O pozitif olmayan bazı gelişmeler, açıklamalar var. Bizce zaman çok önemli. Bu tür süreçlerde, özellikle bu aşamalarda çok fazla zaman kaybedilmemesi gerekir. Yani zaman içinde negatif gelişmelerin olma olasılığı geçmişte yapılan bazı taahhütlere bile zarar verebilir. Yani burada bizim asıl ilk düşüncemiz bir an önce bu ilk aşamanın geçilmesi, yani kongrenin sağlıklı bir şekilde toplanıp karar alabilmesi. Ve ondan sonra ikinci bir dikkat çektiğimiz nokta var, yani kongre eğer olumlu bir karar alırsa ondan sonra yapılması gerekenler. Çünkü kongrenin karar alması, fesih kararı alması bir örgütü bu şekilde, tarihi ve kapsamı olan bir örgütü sonlandırmaz. Sonlanması için aslında o iyileştirmelerin de yapılmaya başlanması ve güven ortamının oluşması gerekir. Bunların oluşmaması durumunda kongre bir karar alsa dahi daha ileride zıt eğilimlerin güç kazanması mümkün. Dolayısıyla kongre sonrası bir iyileştirme ortamının burada önemi üzerinde durmak gerekir. Bu iyileştirme ortamı, böyle herkesin içine her türlü demokratikleşme talebini koyabileceği bir şey değil. Yani dediğim gibi, demokratikleşmenin kendi daha farklı bir yolu olacaktır Türkiye'de. Ancak bu barış çerçevesinde ve onu ilgilendiren konularda çeşitli iyileştirmelerin yapıldığı bir programın oluşması son derece önemli ve bir yasal zeminin oluşması ve Meclis’in devreye girmesi güveni son derece arttıracak hususlar olacaktır. Meclis’in devreye girerek farklı siyasi partilerin de destek verdiği bir çerçevenin oluşması güveni gerçekten pekiştiren bir unsur olur. Yani biz dolayısıyla öncelikli olarak mevcut durumda bir an önce gerekli şartların sağlanarak kongrenin toplanması ve daha sonrasında da bu iyileştirme döneminin başarılı bir şekilde gelişmesini bekliyoruz. Bunlar gerçekleşirse bir ileri gidişin mümkün olacağını düşünüyoruz. Bu kongre sonrası iyileştirme süreci belki adım adım ve daha uzun bir süreye yayılabilir. Ama öncelikle kongre konusunda ve kongre sonrası yapılacak ilk işlerde “top sizde, bizde” tartışmasının olmaması gerekir.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun Levent Bey, çok teşekkürler. Bu vesileyle şunu izleyicilerimize hatırlatalım: 28 Nisan'da düzenlediğiniz ‘‘Kürt Sorununda Silahsızlanma’’ çalıştayını, geçen yıl Aralık ayında kaybettiğimiz Hüsnü Öndül anısına yapmışsınız. Hüsnü Bey'i de bu vesileyle bir kere daha rahmetle, saygıyla analım. Çok teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için, çok sağ olun.
Levent Korkut: Siz de sağ olun, teşekkürler bu yayını yaptığınız için.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Evet, Barış Vakfı’nın düzenlediği ‘‘Kürt Sorununda Silahsızlanma’’ çalıştayında konuşulanlardan hareketle “Silahsızlanmada hangi aşamadayız?” sorusunu Vakfın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Doktor Levent Korkut'la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı