Kayseri’de yaşananlar neyin habercisi? İzleyicilerle ortak yayın

01.07.2024 medyascope.tv

1 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Birlikte bir yayın yapıyoruz yine. Bu sefer konumuz dün gece Kayseri’de yaşanan olaylar. Orada bir küçük kız çocuğuna cinsel tâciz iddialarının ardından, Suriyelilerin yaşadığı yerler, işyerleri ve araçları tahrip edildi. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre 67 kişi gözaltına alındı. Olaylar yatışmışa benziyor; ama pekâlâ başka bir yerde başka türlü olaylar yaşanabilir. Bu kadar büyük çapta olmasa da, daha önce de olmuştu; ama olmasının ötesinde, her an bu tür olayların olabilme endîşesini yaşıyordu Türkiye. Bunun birçok nedeni var. Tabiî ki öncelikle ülkenin dört bir tarafında bu düzensiz sığınmacılar meselesi var. Sayıları artık milyonlarla ifâde ediliyor. Bunların bulundukları ortama uyum sağlayıp sağlamadıkları, gettolaşıp gettolaşmadıkları gibi, çok boyutlu bir sorun var ortada. Ülkenin demografik yapısının değişmesi meselesi var. Bu da çok ciddî bir sorun. Diğer yandan Türkiye’nin Suriye ile hiçbir resmî ilişkisinin olmaması meselesi de var. Bunlara ek olarak da tabiî Türkiye’de birtakım siyâsî partiler ve siyâsetçiler bu meseleyi çok ciddî, doğrudan bir propaganda meselesi hâline getiriyorlar. Zafer Partisi’ni, Ümit Özdağ’ı zâten biliyoruz; ama meselâ cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun öncesinde Zafer Partisi ile, Ümit Özdağ’la işbirliği yapar yapmaz, hattâ yapmadan hemen önce, Kemal Kılıçdaroğlu da belli şeyler söylemişti. Şimdi bu bize ne söylüyor, neler olabilir? Sizlerden gelen soruları, yorumları ve eleştirileri alarak bu yayını yapmak istiyoruz. Bunu nasıl yapacağız; benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında chat bölümlerine yazabilirsiniz. Şimdiden gelen bayağı bir yorum, soru ve eleştiri var.

Ruşen Çakır: Bir eleştiriyle başlayalım. Likit diyor ki: “Siyâset, sorunu görmezden gelip hiçbir çözüm önermeden halkın kucağına atarsa, olacağı buydu. Hiç suçu millete atıp, ‘ama hümanizm, sosyalizm, Lenin, Stalin ne iyi adamdı’ diye bağlamayın Ruşen Bey. Yemezler.” Şimdi burada, “Lenin, Stalin ne iyi adamdı” vs., daha önce benim bu konuda, ayrımcılık ve ırkçılık konusunda yazıp söylediklerime atıf yapmış bu arkadaş; ama buralarda Lenin’den, Stalin’den falan bahsetmedim, çok iyi biliyorum. Hümanizmden bahsettiğim doğrudur. “Suçu millete atmayın, siyâsetçiler sorumlu.” Tamam, siyâsetçiler sorumlu. Bu sorunu onlar yarattılar. Ama dün gece o işyerlerini, evleri –korkunç görüntüler var– basanlar ve yakanlar da milletti, yani milletin parçasıydı. Sonuçta, “Bizim milletimiz yanlış bir şey yapmaz” denemez. Bunu hiçbir şekilde söylemek mümkün değil. Tabiî ki böyle söyleyenler var. Yani olayların ardından, meselâ Zafer Partisi’nin, meselâ İYİ Parti’nin, meselâ yeni bir parti kurmaya hazırlanan Yavuz Ağıralioğlu’nun, meselâ Memleket Partisi’nin, evet Muharrem İnce’nin açıklamalarına baktığımızda, onlar da soruna çok dikkat çekiyorlar, eyvallah. Ama burada yapılanları çok da büyük bir suçmuş gibi göstermeme gayreti var. Yani devletin bunda sorumluluğu çok ciddî; Erdoğan yönetiminin sorumluluğu çok ciddî; dönemin etkili isimleri, meselâ Ahmet Davutoğlu’nun sorumluluğu çok ciddî. Evet, ama sonuçta her gün her yerde evler basılmıyor. Bunu yapanların aklanması hiçbir şekilde mümkün olamaz, bu mâzur görülemez. Ama Türkiye’de böyle bir yaklaşım öteden beri var. Bu dünkü yaşanan bir linç girişimi. Sonuçta kimsenin hayâtına bir zarar gelmemiş. En azından bu sevindirici bir şey. Ama 67 kişinin gözaltına alınması… zâten görüntülerde fark ediyorsunuz… Yani bu sorunu milletin kucağına hükûmet bıraktı. Tamam, ama onun karşılığında insanların bir cinsel tâciz iddiasını bahâne ederek bu baskınları yapmasının savunulabilecek, meşrû görülebilecek hiçbir yönü yok. Kusura bakmayın. Her iki tarafı birden eleştirebilmek mümkün. Tamam, devlet yanlış yaptı; ama burada millet de yanlış yapıyor.

Ruşen Çakır: A. Serdar: “Bu bir sosyal cinnet mi? Bıçak kemiğe dayandı mı?” Sosyal cinnet de değil, bıçak kemiğe dayandı da değil. Bu tür olaylar oluyor. Zamânında, bunlar hatırlanmıyor ama, zamânında Türkiye’de Alevîlere yönelik 70’li yıllarda saldırılar oldu, katliamlar oldu. Daha sonra Kürtlere yönelik oldu. Meselâ yine birçok yerde cinsel istismar iddialarıyla, orada yaşayan ve sayıca az olan Kürtlere, ülkenin batısında –meselâ Çanakkale’de ve Susurluk’ta olmuştu, ilk aklıma gelenler– bu tür saldırılar oldu, ülkenin batısında oldu. Bunlar dönem dönem oluyor. Şu anda bir süredir daha çok göçmenlere, sığınmacılara –artık adına ne derseniz–, onlara yönelik oluyor. Bıçak kemiğe dayandı meselesi çok hassas... Yani durum iyi değil, tamam. Bu çok ciddî bir sorun, tamam. Ama ne zamandır böyle ve her yerde böyle. Niye Kayseri’de oluyor da başka yerde olmuyor? Tabiî, başka yerlerde de olmayacağı anlamına gelmiyor bu.

Ruşen Çakır: Orkun Bey diyor ki: “Bu göçmenler büyük ihtimalle geri dönmeyecekler ve Türkiye’nin demografisi hızla değişiyor. Sizce çözüm ne olmalı?” Orkun Bey, bu konuda bir gazetecinin, Ruşen Çakır’ın çözüm önerisiyle bu iş çözülmez. Ben bunu mümkün olduğu kadar insânî ölçülerde, uluslararası hukuka uygun bir şekilde yapılmasını isterim. Ama bunun nasıl olabileceğini uzmanların çalışması gerekiyor, kamuoyunun bu tartışmaya dâhil olması gerekiyor. Yoksa benim söylememle olacak bir şey değil. Ama öyle bâzılarının söylediği gibi, “İsteseler de istemeseler de otobüslere doldurup yollayacağız” gibi bir çözümün olmayacağını biliyorum.

Ruşen Çakır: Talha Yılmaz: “Ne yapsınlar? Ne bekliyorsunuz bu Türk milletinden? Ne kadar sabır göstersinler? Şu an Suriye sınırında bizim bayrağımızı yakıp araçlarımızı yakıyorlar.” Şimdi Talha Bey, çok ilginç, bu söylediğinizi başka birisi, Salih Bey de söylemiş: “Suriye’de nakliye kamyonlarına tâciz saldırıları başladı, medyada görüntüler geliyor”. Bunlar peş peşe oldu. Dün gece bu olay oldu, bugün Suriye’den gelen görüntüler var. Ama burada baktığınız zaman, Suriye’de ne yaşanıyor? Orada özellikle Özgür Suriye Ordusu denen, adı kaldı kendisi olmayan yapının denetimindeki –ama o yapı kendi başına denetleyemiyor biliyorsunuz, Türk Silâhlı Kuvvetleri sâyesinde oraları denetliyorlar– o bölgelerde bâzı olaylar başladı. Görüntüleri, evet, ben de gördüm; bayrağa yönelik, kamyonlara yönelik, bir PTT’ye yönelik. Belki bu devam da edecek. Bunların peş peşe gelmesi çok anlamlı. Bir de bunlar neyin üzerine geldi onu hatırlayalım. Esad’ın bir açıklaması, CHP’nin açıklaması, sonra Erdoğan’ın “Neden olmasın? Bizim Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz yok” açıklaması olduktan sonra, ülke içerisinde bu olayları yaşıyoruz; ülkenin dışında, Suriye’de de sizlerin bahsettiğiniz diğer olayları yaşıyoruz. Bir komplo teorisi yapmak istemiyorum; ama belli ki Suriye konusunda bir şeyler değiştirilmek isteniyor ve bu değiştirilme sürecine bir şekilde birileri müdâhil oluyor. Özellikle Özgür Suriye Ordusu denen yapının, Türk Silâhlı Kuvvetleri sâyesinde orada belli bir hâkimiyet elde etmiş olan yapının, Erdoğan’ın Esad’la görüşmesini istemediğini herhalde düşünebiliriz. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Onlar bu tür bir yakınlaşmayı engellemek istiyor olabilirler. Ama Kayseri’deki olay bambaşka bir şey. Orada bir tâciz meselesini bahâne ederek, kesinlikle bahâne ederek, oradan hareketle bu kişilere karşı ve buradan da hareketle iktidâra da karşı –ama ne kadar iktidâra karşı olduklarını tam söylemek biraz tartışmalı– bir gösteri oluyor.

Ruşen Çakır: Mücahit Gostak: “Kayseri esnafının vergi ödemeyip para kazanan Suriyeli esnafa duyduğu öfkeyi izledik dün. O kızın hayâtı hiçbirinin umûrunda değildi.” Olayın tabiî ki çok ciddî ekonomik boyutu var. Bu, Mücahit Bey’in söylediği kadar basit olmayabilir; ama olayın çok ciddî ekonomik boyutu olduğu muhakkak. Çok sayıda, yüz binlerce, milyonlarca sığınmacının geldiği bir yerde ekonomik dengelerin değişmesi kaçınılmaz. Ama şunu da unutmayın, bir ara biliyorsunuz bir bakan ne demişti: “Ucuz işgücü oluyor bu; işverenler memnun” demişti, özellikle sığınmacılar için. Herkes şikâyetçi değil; şikâyetçi olan var, memnun olan var. Dolayısıyla bütün herkesi aynı kalıba koymamak lâzım. Ama sığınmacılar dolayısıyla ekonomik sorunların da çok ciddî biçimde arttığını, ülke ekonomisinin zâten iyi bir durumda olmamasının yükünün, faturasının iyice sığınmacılara kesilmek istendiğini söylemek lâzım.

Ruşen Çakır: İsmail Yiğit: “Erdoğan bu konuda suçu yine muhâlefete attı. ‘Sebebi, muhâlefetin zehirli söylemleri’ dedi.” “Muhâlefetin içerisindeki bir kısım radikal unsurların…” diye gördüm ben. Kimleri kastettiğini tahmin edebiliyoruz. Tek başına bundan kaynaklandığını söylemek mümkün değil; ama birtakım bu tür siyâsetçilerin bu konuyu çok fazla gündeme getirmelerinin muhakkak etkisi vardır.

Ruşen Çakır: Hakan Gülerce: “Aslında ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve liderlere olan güvenin azalması göçmen karşıtlığını artırıyor diyebilir miyiz?” Tabiî diyebiliriz. Bunlar muhakkak var. Ama bir de şöyle bir şey var: Sayı hakîkaten çok fazla. Bu, ülkeyi yönetenler tarafından teşvik edilmiş bir şey. Ve işin acı tarafı, ilginç ve acı tarafı, bu süreç yaşanırken bugün şikâyet edenlerin büyük bir kısmı buna sessiz kaldılar. Şimdi yeni yeni bu olayların kalıcı olduğu duygusu güçlenince ve sayının bâriz bir şekilde çok olduğu anlaşılınca başladı bu şey, hani sokağa yansıyan tepkiler diyelim. Tabiî ki işsizlik, tabiî ki siyâsete olan güvensizlik, tabiî ki ekonomik sıkıntılar, hepsi var. Ama şu da var: Yabancı düşmanlığı denen bir olgu var. Buna karşı, “Yok, biz yabancı düşmanı değiliz, yok, biz ırkçı değiliz” vs. diyenler var. Samîmî olarak böyle söyleyenlere inanmak istiyorum; ama bunu özellikle bir siyâsî perspektif hâline getirenlerin çok ciddî bir şekilde ayrımcı, yabancı düşmanı ve hattâ ırkçı olduğuna inanıyorum.

Ruşen Çakır: Özgür Canatar: “Mülteci kavramı gerçektir, olacaktır. Ancak mülteci politikanız yoksa karmaşa ve şiddet doğar. Örneğin, her yıl nüfûsumuzun binde ikisi kadar mülteci alıyoruz deseydik, bu sıkıntılar olmazdı” demiş. Evet, Özgür Bey'in söylediği çok mâkul. Gerçekten nüfûsa oranına baktığımız zaman, sayı hayli yüksek. Burada baştan yapılmış çok büyük bir yanlış var.

Ruşen Çakır: “Bıçağı kemiğe dayayan hükûmete bâri bir şey denseydi” demiş Mavromatis. Benim gördüğüm kadarıyla “Erdoğan istifâ!” diye slogan atılmış, onu kastediyorsanız.

Ruşen Çakır: Hülya Yamanel: “Bursa’da son 20 günde iki kez Suriyeli-Türk tartışmasına tanık oldum. İki-üç çocukla karı koca, gençler oturdu mu artık uyarıyor birileri. Eskiden olmazdı, hiç kalkmazlardı” diyor.

Ruşen Çakır: Şâir Sonat: “Bardak dolu, taşmak üzere. Ama asıl hatâ, sorunun müsebbiplerine hâlâ toz konduramamakta. Bataklıkta sinek avına çıkmak yerine bu bataklığı büyük bir özenle besleyenlere yönelecek cesâret var mı? Şâir Sonat, herhalde bir erkektir diye tahmin ediyorum. Şâir Bey diyeyim, eğer yanlış söylüyorsam özür dileyeyim şimdiden. Sorunun müsebbiplerine lâf etmek tabiî ki önemli, bence de çok önemli. Ama artık bir yerden sonra bu sorunun çözülmesi lâzım. Bugün meselâ Özgür Özel’in yaptığı açıklama bence çok pozitifti: “Bütün her şeyi, geçmişte söylenenleri bir kenara bırakalım, bugün Erdoğan-Esad diyaloğunu sağlamaya çalışalım” diyor ve hattâ kendilerinin arabulucu olabileceğini söylüyor. Çünkü bu olay, Türkiye’nin tek başına istemesiyle olacak bir şey değil. Türkiye’nin tek başına istemesiyle bu kadar kişi geldi; ama Türkiye tek başına isteyerek o milyonlarca insanı geri yollayamaz. Dolayısıyla Suriye ile anlaşması gerekiyor; Suriye ise bu konuda çok da heyecanlı ve hevesli değil.

Ruşen Çakır: MD: “Ekonomik sorun her şeye yol açıyor. Ceplerinde para olsa böyle şeylere yeltenmezlerdi” diyor. Olabilir. Ama olayın ideolojik, kültürel bir boyutu olduğunu da yabana atmayalım.

Ruşen Çakır: Kim Jong-Un — maşallah, nasıl isimse: “Suriyeliler bu tür suçlara karışmamış olsa, sonsuza dek elimiz kolumuz bağlı bekleyecek miyiz? Her hâlükârda ivedilikle Suriyeliler dâhil hepsi ülkelerine gönderilmeli, suç işlemeseler dahi.” Kore’ye de yollayalım Kim Bey o zaman yani. İvedilikle gönderilmeli falan, bunlar kolay lâflar; ama ivedilikle nasıl göndereceksiniz? Onu yapmanız için bir siyâsî mutâbakatın oluşması ve tabiî ki Suriye’nin ve hattâ uluslararası birtakım kurumların devreye girmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Tanemen diyor ki: “Bahçeli tehdit etmişti. Sinan Ateş Dâvâsı yüzünden yapılıyor.” Bunu diyenlere rastladım, Sinan Ateş Dâvâsı’nı gündemden düşürmek için diye. Yok, Türkiye alışık böyle şeylere. Aynı anda böyle iki ayrı sert konuyu birden konuşabilir, merak etmeyin.

Ruşen Çakır: İntercio: “Bu kadar adamı almayacaklardı. Suriye’de otel reklamları yapılıyor, gönderin gitsinler. Devlet nasıl bir hesap içinde bu kadar adamı kabul etti? Hemen göndersinler.” Sâdece adamları kabul etmedi, kadınları da kabul etti, “Bu kadar insanı” diyelim. Yani göndersinler, tamam göndersinler. Nasıl gönderecekler? İşte bütün mesele bu.

Ruşen Çakır: Murat Salık: “Ben bir Alevîyim, aynı zamanda Kürdüm. Bu ülkede ayrımcılığı çok acı bir şekilde yaşadık. Bizim arkamızda Türk solu aydınları ve Atatürkçüleri vardı. Maalesef Suriyelilerin arkasında kimse yok” demiş Murat Bey.

Ruşen Çakır: Biz izleyici demiş ki: “Türkler meydanda tüm bayrakları rahatça yakarken alkışlıyor Türk halkı. Bu bayrak hassâsiyeti nereden geliyor?” Tam anlamadım ne olduğunu.

Ruşen Çakır: “Her yere yayıldılar. Artık tehlikeli olma durumunu geçtik, başka bir boyuta ulaştı” demiş bir başka izleyicimiz Suriyeliler konusunda.

Ruşen Çakır: İsmail Yiğit: “İyi de Ruşen Bey, iktidar, yani Erdoğan, sorumluluk almak bir tarafa, medyasından muhâlefete yine bir sağ kroşe çakmak niyetinde.” Bu o kadar kolay bir şey değil. Burada sorumluluğun kimde olduğunu herkes biliyor. Ama Erdoğan şimdiye kadar yaptığı birçok şeyde… Meselâ en son gördünüz, Mehmet Şimşek ne dedi? “Emeklilikte yaşa takılanları muhâlefet köpürttü, popülizme kurban gittik” dedi. Sanki muhâlefet kanun yapabiliyormuş gibi. Yine bugün Erdoğan, biliyorsunuz, “Muhâlefet belediyeleri zam yapıyor” diye şikâyet etti. Burada da tabiî faturayı muhâlefete kesmek isteyebilirler, ama kimin ne olduğunu herkes biliyor.

Ruşen Çakır: “Kendiniz bile îtiraf ediyorsunuz. Bizim tek sorunumuz, adâlet mekanizması çalışmıyor. Önce adâlete şikâyet edilmeli, yerinde ve zamânında müdahale edilmeli” demiş Salih Bey.

Ruşen Çakır: Hülya Hanım diyor ki: “Kavramlar da karışmış durumda Ruşen Bey. Kim sığınmacı, kim kaçak, kim geçici, kim kimdir bilmiyoruz.” Evet, doğru. Gerçekten öyle. Benim de kafam gerçekten karışık. Herkes istediği gibi kullanıyor, diyelim.

Ruşen Çakır: Fatma Çetin: “Sokaklar güvenli değil artık. Ne diyordunuz siz? En azından üretip duruyorlar. Geldikleri ülkeye külfet. Bir çocuktan fazlasına külfet vergisi ödesinler, yeter.” Sokakların güvenli olmamasının tek nedeninin sığınmacılar olduğu konusunda emin misiniz? Bu konular, genellikle bu tür yabancı aleyhine tartışmalarda genellikle suça yüklenir bu olay. Ama istatistiklerin tam olarak böyle söylemediğini değişik araştırmalar gösteriyor. Tabiî ki sığınmacıların da karıştığı suç olayları vardır. Ama meselâ, yani Allah için, Türkiye’de çocuğa yönelik cinsel istismar dâvâlarını sâdece sığınmacılar mı yapıyor? Yani bir yığın olay biliyoruz; birtakım vakıflar, cemaat yurtları, şunlar bunlar. Yani onun için bu olayları, suçları sâdece yabancılara, sığınmacılara atfetmek doğru bir yaklaşım değil.

Ruşen Çakır: “Normal değil mi bu şartlarda yabancı düşmanlığının artması? Normal derken, beklenen bir sonuç değil miydi?” Tabiî ki, şaşırmıyor insan; ama olmasaydı iyi olurdu. İllâki bu kadar çok yabancı var diye, potansiyel olarak yabancı düşmanlığının artması mümkün; ama artmak zorunda da değildi. Yani bunu meşrûlaştırmak doğru değil.

Ruşen Çakır: Munise Hanım diyor ki: “Bâzı görüşlere göre aslında Suriyeliler de burada yaşamak istemiyor, ama sınırlardan geçiş imkânı yok. Açalım sınırları, geçmek isteyen geçsin desek, Avrupa düşünse biraz da.” Evet, bunu düşünen çok kişi var; ama bu öyle kolay değil. Türkiye’den geçilecek olan yer Yunanistan. Orası da buna izin vermeyecek ve Türkiye’nin, biliyorsunuz, Avrupa Birliği ile bu konuda yaptığı çok ciddî anlaşmalar var. Hattâ Erdoğan yönetiminin Avrupa Birliği karşısında elindeki yegâne kozu da sığınmacılar. Arada sırada da bir şey olduğu zaman, “Açarız kapıları” diye bir tür tehditler de yapılıyor. Ama hani, “Biz bırakalım, gitsinler” denince herkesin gideceğini söylemek… Eğer gidebileceklerini bilseler giderler. Ama herkesin gideceğini söylemek bana gerçekçi gelmiyor. Buraya bir de, kaç yıl oldu, iyice yerleşmiş olan, burada çocukları doğmuş, okullara giden insanlar var.

Ruşen Çakır: “Uzman Çavuş Musa Orhan, 17 yaşındaki İpek Er’e 20 ay boyunca cinsel şiddette bulundu ve ölümüne sebep oldu. Hiç kimse sesini çıkarmadı. Musa Orhan’ı protesto eden Ezgi Mola ve Zeynep Abdullah mahkemelik oldu” demiş bir izleyicimiz.

Ruşen Çakır: Filo Müzikal: “İstanbul’u ve Suriye sınırındaki illeri bir kenara bırakırsak, Suriyeli sığınmacı nüfusunun Bursa’da yoğunlaşmasının sosyo-ekonomik nedenleri neler olabilir?” Bunu bilmiyorum, böyle bir olay olduğunu bilmiyorum. Olabilir. Bilmediğim bir şey hakkında da yorum yapmak istemem. Belki orada iş imkânlarının çok olması, sanâyi vs. olduğu için olabilir, ama inanın bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Nükhet Tasman: “Şu an işin boyutu değişti Ruşen Bey. Onlar saldırıya geçti, bunu değerlendirseniz.” Onlar derken sığınmacıları kastediyorsanız ben böyle bir şey görmedim. Tek tük birtakım yerlerde, birtakım mahalle kavgaları gibi kavgalar olabilir; ama hani böyle bir mahalleyi basan Suriyeliler falan gibi bir olay görmedim açıkçası.

Ruşen Çakır: Neslihan Hanım diyor ki: “Hanımlar oturuyoruz, ben seni dinliyorum. Sordum onlara sıradan halk olarak. Biri dedi ki: ‘Onlar bizi kovar yine de gitmezler’ dedi. İkincisi demiş ki: ‘Gitmezler.’ Üçüncüsü: ‘Gidemezler.’ Yani durum bu” diyor. Neslihan Hanım’ın kadın arkadaşları böyle söylüyor. Evet, “Onlar bizi kovar, yine de gitmezler” biraz esprili olmuş, ama gitmek isteyeceklerini çok sanmıyorum. Suriye’de nasıl bir şeye geri dönecekler? Önce Türkiye’nin Suriye ile anlaşması, Esad’ın kabul etmesi lâzım ve bunca yıl sonra Suriye’ye gitmeyi göze almaları falan lâzım. Yani öyle kolay olmayacağa benziyor rızâ göstermeleri. Rızâ göstermeden yollamayı yapabilmek de öyle kolay kolay olmayacak diyorum.

Ruşen Çakır: Erhan Çalık: “Suriyelileri suçlamak kolay. Emek sömürüsü yapan, ucuz işgücü için Suriyeli çalıştıran tuzukuru Türk iş adamları suçlu olan” demiş. Erhan Bey söylediğinde bir yönüyle haklı; ama şunu unutmamak lâzım: Sâdece ucuz işgücü olarak gelen Suriyeliler yok, orta sınıflar da var, hattâ iş insanları da var. Serbest meslek sâhipleri de var, doktorlar da var. Sanatçılar da var. Yani tabiî ki ucuz işgücü olanların sayısı hayli yüksek.

Ruşen Çakır: Ünal Yayla: “Sığınmacılara öfkeleneceğimize bunları buraya kim getirdi, bunu sorgulamamız gerekmez mi?” Evet, onu baştan beri söylüyoruz.

Ruşen Çakır: Revvan Arslan demin bahsettiğim olaya benzer bir şey söylemiş: “Suriye olayını bahâne ediyorlar. Her gün bir yerlerden çocuk tâcizi haberi geliyor. Tarîkat yuvalarında onlarca çocuğa neler yapıldı, kimse sokağa çıkmadı” diyor. Evet, doğru çıkmadı.

Ruşen Çakır: Deniz Şahin: “Kayseri AKP’nin kalesi olduğu için kendilerini güvende hissediyor. Sâdece AKP seçmeni sokağa çıkıp eylem yapabiliyor, o da yakıp yıkma şeklinde” demiş.

Ruşen Çakır: Tuğtekin: “Bugünkü bayrak yakma olayı dâhil yıllardır neler sîneye çekilmedi ki? Operasyon çekiliyor. Sert tedbirler gerekiyor” diyor. Suriye’de o yaşananları kastediyor herhalde Tuğtekin. Ama biliyorsunuz ki zâten oraya girmişsiniz. Daha da sert tedbir ne olabilir yani? Siz Esad’a karşı Özgür Suriye Ordusu’nun yanına asker yolluyorsunuz; şimdi Özgür Suriye Ordusu’na karşı asker yollayacaksınız. Çok karışık işler.

Ruşen Çakır: Muharrem Bey diyor ki: “Daha görüşme başlamadan saldırılar başlamış. Görüşme esnâsında kim bilir neler olur, şimdiden kestirmek çok zor.” Evet, gerçekten Ankara ve Şam yakınlaşmaya başlarsa, özellikle Suriye'de Türkiye’nin denetimindeki bölgelerde bayağı şeyler olabilir.

Ruşen Çakır: Özkan Kaya: “Bu ülkede linç bir kültürdür, ama her zaman güçsüze yapılır. Bir rahatsızlık veya Suriyelileri protesto varsa, burada sebep olanlara yapılmalı, ama o sıkar” demiş. Evet, öyle oluyor, güçsüze oluyor.

Ruşen Çakır: “Düzensiz göçten en çok etkilenen Avrupa devletlerinde merkez sağın yükselmesi tesâdüf değil.” Olayın uluslararası boyutlarına girmeyelim şimdi, çok karışacak iş.

Ruşen Çakır: Kemal İslim: “Aşırı sağ; dünyada düzensiz göç, sığınmacılar ve LGBT, azınlıklar, benzeri azınlıklardan kimlikler konusunda inanılmaz bir ivme yakalıyor. Merkez sağ ise aşırı sağa kayıyor. Sol ise tüm dünyada sınıf mücâdelesi yerine iyice kentli orta sınıf ideolojisinde bir kimlik ideolojisine dönüşmüş durumda. Solun yüzünü fakirlere, zor şartlar altında yaşayanlara dönmesi gerek” demiş. Şimdi, Suriyeliler meselesinde sol genellikle sığınmacılardan yana pozisyon alıyor. “Genellikle” diyorum; kafası karışık olanlar da var. Ama bu çok daha karışık. Yani şunu özellikle vurgulamak lâzım; Batı’da yaşanan sığınmacılar, göçmen, mülteci vs. sorunuyla bizde yaşananlar birebir aynı değil, daha farklı. Bir kere şöyle bir husus var, öncelikle onu söyleyelim: Bize gelenler, yani şu anda söz konusu olan Suriyeliler ya da Afganistan’dan gelenler ya da Irak’tan gelenler, en azından kültür olarak, din olarak Türkiye’ye çok uzak değiller, Batı’ya çok daha fazla uzaklar. Bunu hiç yabana atmamak lâzım.

Ruşen Çakır: “Kayseri olayları bize gösterdi ki Türkiye’de hukuk, batıda başka doğuda başka. Çift başlı hukuk var, paralel devlet var.” Bu hep böyle zâten. Yani hukukun ne durumda olduğunu bugünkü Sinan Ateş Dâvâsı’nda da gördük, görmeye başladık.

Ruşen Çakır: “Erdoğan bu ülkenin başına gelmemiş olsaydı Türkiye bu kadar yozlaşır mıydı?” Gökhan Sönmez. Bilmiyorum. Yani yerine kim gelecekti, ne olacaktı, kestirmek çok mümkün değil.

Ruşen Çakır: Serkis Kaprilyan: “Sığınmacılar ve kaçak göçmenler hakkında neden MHP’nin hiç sesi çıkmıyor? Milliyetçi bir partinin bu şekilde suskun olmasını neye bağlıyorsunuz?” Büyük bir ihtimâlle Erdoğan’la sorun yaşamak istememeye bağlıyorum.

Ruşen Çakır: Erhan Calbik: “Bu olayların Erdoğan’ın Esad ile diyalog arifesinde çıkması işteki istihbârat teşkîlâtlarının el yükseltmesi mi?” diye sormuş. Yani daha ortada diyalog yok, lâfı var. Bunu başta da söyledik, denk geldi. Yani bu istihbârat teşkîlâtlarının el yükseltmesi mi? Çok iddialı bir lâf; ama yine de bir şekilde değerlendirilmesi gereken bir lâf.

Ruşen Çakır: “Suriye’de yapılan misilleme nerelere varabilir?” Özgür Eval Koca. Yani bu bayrak yakma, tırlara saldırı falan diyorsanız, herhalde orada güvenlik güçleri bunları engellemeye çalışacaklar. Orada birtakım gerginlikler olacak. Gerçekten zor iş. Yani sizin birlikte kontrol ettiğiniz insanlar size saldırmaya başlıyorlar, iş gerçekten karışıyor.

Ruşen Çakır: “Kendi kendilerine yetecekleri, uyum sağlayacakları, entegre edecek bir yapı oluşturulabilir ve hâlen yapılabilir. Bu sâyede sorun çıkartacaklar tespit edilebilir” demiş. Bu entegrasyon meselesi çok zor bir mesele. Olabilse keşke; ama bir de milyonlarca insanın entegrasyonu öyle kolay bir iş değil.

Ruşen Çakır: “İklim krizi nedeniyle gelecek yıllarda Afrika ve doğudan başka göç dalgalarına devletin bir hazırlığı veya farkındalığı var mı? Yoksa tekrar Avrupa’nın sığınmacı hendeği olmaya mı zorlanacağız?” Green Hand. Yani daha biz şu andakiyle uğraşıyoruz. Uğraşmıyoruz aslında, uğraşamıyoruz ya da hükûmetin gündeminde çok da fazla yok bu görüldüğü kadarıyla. Daha sonra gelecek olan dalgaya hazırlık olduğuna hiçbir şekilde inanmıyorum.

Ruşen Çakır: “Bu ÖSO’ya dünyada siyâseten kim destek veriyor?” Oğuz Büyükbaş sormuş. Herhalde Türkiye’den başka destek veren kalmadı. Suriye’deki Özgür Suriye Ordusu’nu kastediyorsunuz.

Ruşen Çakır: “İktidar muhâlefeti yollamayacağına göre işi görüşme çözmez. Sonuçta ‘göndereceğiz’ diye gaz verenlerin de netîcede Suriye ile görüşmesi gerekecek” demiş bir izleyicimiz.

Ruşen Çakır: “Alt sınıfların alım gücü düştükçe nefret olayları artacak. Eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin kötüleşmesiyle aşırılıkçı hareketlerin yükselişi kaçınılmaz” demiş Yunus Bey. Çok doğru söylüyor. Bu her yerde böyle oldu. Yabancı düşmanlığı genellikle bundan oluyor. Orta sınıfların ve alt sınıfların alım gücü düştükçe, bunun sorumlusu olarak yabancıları görme eğilimi çok güçlü.

Ruşen Çakır: Bir izleyici: “Suriye ve Türkiye savaşabilir mi?” Yok, böyle bir şey olmaz, boşuna bunları düşünmeyin.

Ruşen Çakır: “Neden bir kişinin yaptığı şeyi milyonlarca kişinin yaptığı gibi görüyoruz?” Burada kastettiğiniz, cinsel tâciz yapana karşılık olarak bütün Suriyelilere saldırılmasıysa dediğiniz anlamlı. Ama Kayseri’de yapanlara bakıp genelleştirmek, bu aslında başka yerlerde de olduğu için, yani Kayseri tek değil ve devâmı gelebilecek gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: “Kontrolsüz göç elbette bir sorun. Elbette çözülmeli ve toplum rahatlatılmalıdır. Fakat kendinden olmayan, aynı düşünmeyen insana düşman olmak, yabancıya düşmanlık suçtur, kara lekedir” demiş Onur Bey. Doğru demiş, katılıyorum.

Ruşen Çakır: Bir izleyici: “Kaos iyidir. Kaos olmadan yeni, medenî, çağdaş, özgürlükçü bir düzen kurulamaz. Ortadoğu’daki kaosa dâir solcuların somut önerileri neler? Ben göremiyorum” Yani ne diyeceğimi bilemedim. “Kaos olması iyidir” diyorsunuz; yani bilmiyorum, nereden baktığınıza bağlı. Şu hâliyle baktığımız zaman, yaşananlar iyi bir şey değil yani.

Ruşen Çakır: “Giderlerse ekonomik durum ne olur?” Ahmet Bey soruyor. Gitmezler. Onun için hiç konuşmaya gerek yok. Yani önemli sayıda insan giderse tabiî ki birtakım değişiklikler olacak. Türk ekonomisine kimi olumlu kimi olumsuz etkileri olacak.

Ruşen Çakır: Şâir Bey’in bir başka söylediği: “Beni asıl tedirgin eden, sınırlarımız içerisinde kaçak sığınmacı kamuflajıyla konuşlanmış kaç bin milis mevcut? Ülke olarak saatli bomba üstünde oturuyoruz bu açıdan bakıldığında. Güvende değiliz” demiş. Evet, doğru, Suriye’den gelen, arada sırada operasyonlar oluyor vs. ama, IŞİD’li ve benzeri yapılardan çok insan var. Bu insanların Türkiye’de saldırdıklarını gördük. Yani Türkiye’yi sâdece lojistik üs olarak görmüyorlar; aynı zamanda bir hedef olarak da görüyorlar. Dediğiniz gerçekten önemli.

Ruşen Çakır: “Suriye’de büyük olaylar var, ilginçtir kimse bahsetmiyor.” Bahsettik işte canım. Başkaları da bahsediyor, merak etmeyin. Daha da fazla gündem olacak herhalde.
Evet, artık benzer şeyler gelmeye başladı. Yavaş yavaş toparlayalım. “Kayseri’de olanlar, Suriye’de olanlar, Erdoğan Esad’la görüşecek mi?” vs. derkeni gündemimizde bayağı bir Suriye meselesi var.

Ruşen Çakır: Muharrem Bey diyor ki: “Kayseri’de tâciz edilen küçük kızın Suriyeli olduğunu olayların başında bilseler bu saldırı olur muydu, yoksa insanlar saldırı için bir bahâne mi arıyorlar?” Yani ilk başta olayları duyduğumda, bir tâciz olayının ardından, tabiî ki çocuğun Türk olduğunu düşünmüştüm, birçokları gibi. Sonra Suriyeli olduğunu gördük. Ama bunun hiçbir önemi yok. Bu saldıranlar için kimin olduğunun hiçbir önemi yok.

Ruşen Çakır: “Gitseler en çok sen üzüleceksin tabiî. Olağanüstü zamanlar yaklaşıyor, haberiniz olsun. Ülkemde sığınmacı istemiyorum” demiş Rodin. O kadar şeysiniz, bâra adınız Türk olsaydı. “En çok sen üzüleceksin…” Ben insanlar için üzülürüm. Yani istemeye istemeye gidiyorlarsa, onlar mağdur edilirlerse üzülürüm. Birilerinin mağdûriyetine sevinecek kadar insanlıktan çıkmış değilim.

Ruşen Çakır: “Tâkipten çıkın beyler. Bu da ÖSO’nun konuşmacısı, yorumları okumuyor. Evsâhibi de Suriyeli bu adamın” demiş. Evsâhibi Suriyeli… Hadi bakalım. Yani kirâda oturmuyorum Minik Tavus Kuşu. Kusura bakmayın.

Ruşen Çakır: “Vergimi Suriyelilerle paylaşmak istemiyorum” demiş Mehmet Dağlı.

Ruşen Çakır: “İmamoğlu sizce Erdoğan’ın bir projesi mi?” Şimdi konumuz bu değil.

Ruşen Çakır: “Suriyeli göçmenler ne kadar entegre oldular veya olmak istiyorlar?” Bu gerçekten önemli bir konu. Bu konuda birtakım araştırmalar yapıldığını biliyoruz, ama elimizde çok somut bulgular yok.

Ruşen Çakır: “Sinan Ateş mahkemesi olduğu döneme denk gelmesi tesâdüf değil” demiş Davut Bey. Bunu daha önce de konuştuk. Bunu karartmak için yapılmış olduğunu düşünmek çok abartılı olacaktır bence. Ama yine de haklı çıkarsanız… Yani bunun zâten ortaya çıkması da mümkün değil.

Ruşen Çakır: “Devâmı gelecek mi?” Tabiî ki en büyük soru bu. Vallahi umarım gelmez, ama gelmeyeceğini söylemek gerçekçi olmaz.

Ruşen Çakır: “Arap, Ortadoğu kültüründen nefret ediyorum. En ufak bir acımam yok onlara karşı” demiş Harun Küçük. Yani nefret iyi bir şey değil. Yani ben şimdi size ırkçı desem, “Ben ırkçı değilim” de dersiniz herhalde, ama ırkçısınız, kusura bakmayın.

Ruşen Çakır: “Sen, ‘Yetmez ama evetçi’ydin değil mi?” Şimdi, demin bana lâf eden, bu en çok üzüleceğimi söyleyen; bu ‘yetmez ama evet’ hikâyesi de baydı artık. Ben öyle bir şeyci değildim. Hattâ bu tutumu eleştiren yazılarım da vardır. Benim ne olduğumu bilmiyorsunuz; ama ben sizin ne olduğunuzu biliyorum, hiç merak etmeyin. Siz, kendiniz gibi olmayan herkesten nefret eden insanlarsınız. Aynen böyle devam edin.

Ruşen Çakır: “Özellikle Twitter üzerinden güttüğü popülist nefret politikası sonucu kendine taban oluşturan Ümit Özdağ’ın gelecekte kendi yarattığı bu canavarı kontrol edebileceğini düşünüyor musunuz?” Ortada henüz bir canavar yok, bakalım, bekleyelim.

Ruşen Çakır: “Kayseri’de yaşananlar Madımak’ın habercisidir Ruşen Bey” demiş bir izleyicimiz. Evet, Türkiye Madımak yaşadı, yarın yıldönümü. Yani Türkiye, bu anlamda sicili temiz bir ülke değil, hiç kimse kendini kandırmasın. Kendinden olmayana tahammülsüzlüğün çok yaygın olduğu ve bunu linçlerle göstermiş bir toprak burası. Onun için her türlü kötü ihtimâli maalesef dikkate almak gerekiyor.
Evet, toparlayalım, bitirelim. Hepinize çok teşekkür edelim. Keşke yaşanmasaydı, umarım başka şeyler yaşanmaz. Ama bu sorunun bir şekilde, hızlı bir şekilde, olabildiğince hızlı bir şekilde çözülmesini dilerim.

Ruşen Çakır: “Irkçılığımla gurur duyuyorum. Dedelerimin savaşarak aldığı toprakları kimseyle paylaşmak zorunda değilim” demiş Aydın Bey. Yani ırkçılığıyla gurur duyan insanın sokağa çıkacak yüzü olmaması lâzım. Dedeleriniz savaşarak almış. Evet, herkesin dedesi savaştı. Benim dedem de savaştı ve ben de ırkçılardan nefret ediyorum, kusura bakmayın.

Ruşen Çakır: Evet, tekrar hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
26.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (10) - Serkan Baysak ile Türkiye'de Romanlar
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı