İrfan Aktan değerlendirdi: Kürt hareketi içinde çözüm sürecine bakışta farklılıklar

06.08.2025 medyascope.tv

6 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: İrfan merhaba.
İrfan Aktan: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Ne diyorsun? Nasıl gidiyor süreç? Gidişatı nasıl değerlendiriyorsun?
İrfan Aktan: Biz bundan galiba bir ay kadar önce İstanbul'da bir panelde Sezai Sarıoğlu ile birlikteydik. Şair ve yazar, biliyorsun. Onun tanımlamasıyla o ‘‘cehennet’’ diyordu, ‘‘Cehennet'teyiz.’’ Aslında büyük riskler barındıran ama bir o kadar da büyük fırsatlar da içeren bir süreçteyiz. Eğer iktidar veya taraflar ani bir U dönüşüyle bu meseleden, bu süreçten vazgeçmezlerse – ki Kürt hareketi açısından bunun geçerli olmayacağını düşünüyorum, bu olursa, böyle bir şey olursa daha çok iktidardan, devletten gelir – eğer akamete uğratılmazsa 93 gibi, yani Türkiye'nin 40-50 yıldır hiç ulaşmadığı bir aşamaya geçmiş olacağız artık. Yani her şey değişecek. Bürokrasi değişecek, siyasetin dili değişecek. Kürtlerin Türkiye ile ilgili algısı değişecek. Türklerin Kürtlerle ilgili algısı değişecek. Çünkü bana göre şimdiye kadarki militarist milliyetçi söylemin toplumda hakimiyet bulmasının temel kaynağı yine siyasetçilerdi. Bundan beslenen siyasi yapılardı. Biliyorsun daha bir önceki seçimlere kadar bile iktidar ve belli bir muhalefet anti-Kürt söylem üzerinden kendi tabanlarını mobilize etmeye, konsolide etmeye çalıştılar. Bunda da çok da başarısız oldukları söylenemez. Dolayısıyla bu sürecin başarıya ulaşması sadece aktüel birtakım gelişmeleri değil, yapısal birtakım değişimleri de beraberinde getirecek. Kim buna ne kadar hazır bilmiyorum, ama komisyon belki de bir tür ön hazırlık, toplumun da siyasetin de alışması açısından bir hazırlık aşaması olabilir. Çıkaracağı ya da Meclis Genel Kurulu’na indireceği, önereceği yasal düzenlemeleri bilmiyoruz. Ama her hâlükârda çok tarihi bir dönemeçteyiz yani.

Ruşen Çakır: O zaman komisyonla devam edelim. Biliyorsun komisyon konusundaki en kritik husus CHP'nin katılıp katılmayacağı meselesiydi. İYİ Parti net bir şekilde katılmadı. CHP'nin katılıp katılmayacağı belli değildi. CHP katılmak istediğini söyledi ama nitelikli çoğunluk şartı koştu. O da kabul edildi ve katıldı. Biraz afaki olacak ama CHP katılmasaydı komisyonun fonksiyonu etkili olabilir miydi? CHP'siz bir komisyon…
İrfan Aktan: Şöyle: Eğer CHP katılmasaydı iktidarın otoriter bir barış kurma hedefiyle ilerlemeye çalışacağını düşünüyorum. İktidarın, daha doğrusu devletin bu süreci yürütmek isteyen kanadının yine vazgeçmeyeceğini, fakat demokratik düzenlemelerden de ırak kalarak sadece bu meseleyi, yani Kürt-Türk barışı veya PKK'nin feshiyle birlikte çatışmasızlığın daimileşeceği bir düzlemi hedefleyecek. Fakat bu kesinlikle otoriter bir düzlemde bir barış olacaktı. Yani ne Kürtlerin ne Türklerin demokrasiden nemalanabileceği ama silahlı çatışmaların da olmadığı bir düzlem. Ben hâlâ iktidarın belli bir kanadının hatta MHP'nin de kısmen buna dahil olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin demokratikleştirilmesi projesine sıcak bakmadığını, önceliklerinin iç cepheyi başka türden bir militarist eğilimle sağlamlaştırmak istediklerini düşünüyorum. Yani başka türden militarist eğilim şu: ‘‘Tamam, biz kendi içimizde ihtilaflarımızı giderdik. Kardeşiz. Eşit olmasak da kardeşiz,’’ Süleyman Demirel'in tabiriyle, ‘‘Kürtlere demokrasi yok da Türklere demokrasi mi var?’’ gibi bir tırnak içinde yeni normalle İsrail üzerinden dışa karşı bir militarist söylem ve iç mobilizasyonu hedeflediklerini düşünüyorum. Fakat CHP'nin bütün bu iktidarın provokasyonlarına rağmen, Erdoğan'ın diline rağmen, ki biliyorsun 12 Temmuz'da Erdoğan konuşma yaparken yani PKK'lilerin silah bırakma, silah yakma eyleminin hemen ertesi günü yaptığı konuşmada "Biz MHP ve DEM Parti ile birlikte bu yolu yürüme kararı aldık" demişti ve CHP'yi dışlamıştı ama CHP geri durmadı bu işten. Son derece isabetli ve dirayetli bir politikayla hem kendine alan açtı hem de demokratik siyasete alan açtı bu platformda. Dolayısıyla bundan sonra bu komisyonun işleyişi iktidarın militarist kanadının arzuladığı şekilde ilerlemeyecek. CHP ve DEM Parti bu sürecin aynı zamanda demokratikleşmeye dair düzenlemelerle ilerlemesi gerektiği konusundaki tazyiki arttıracaklar, ki hem isminde bu minvalde işte ‘‘demokrasi’’ kavramı geçti hem de Meclis Başkanı yaptığı konuşmada da bu komisyonun demokratik düzenlemeler açısından da zemin teşkil edeceğine dair imalarda bulundu. Bu da Türkiye'nin demokratik olmadığının itirafı niteliğindeydi.

Ruşen Çakır: Şunu soracağım. Şimdi komisyondan bahsettik ve ilk gün bütün kararlar oy birliği ile alındı. Yani şöyle şeyler olmuş, sen de detayları okumuşsundur, biliyorsundur; aralarda koordinatör, grup başkanvekilleriyle toplanıp, Numan Kurtulmuş pürüzleri halletmişler. Taslak metin bayağı bir değişmiş ama sonunda oy birliğiyle… Ben bir iki tane komisyon üyesiyle sohbet ettim böyle bir şey olarak, hava olarak. Biraz da şaşkınlardı. Tabii bundan sonra nasıl gelişecek bilmiyorum ama başlangıç beklenenden daha sakin ve uyumlu geçti.
İrfan Aktan: Çünkü bunun bir hazırlık aşaması vardı aslında. Gerilim yaşandı, bitti. Komisyon o şekilde faaliyetlerine başladı. Neyse ki o gerilim, yani tartışmalar komisyonun ilk toplantısından önce bu açıdan tüketilmişti. Fakat bence, ben komisyonun bir diyelim DEM Partili üyesi olsaydım ve Numan Kurtulmuş'un önerdiği ya da sunduğu 12 maddelik çerçeve metinde hiç Kürt sorununun geçmemesine itiraz ederdim. Belki itiraz etmişlerdir. Ben daha tutanakları okumadım. Ama komisyon sadece PKK'nin silahsızlanması ve bunun hukuki, siyasi zemininin oluşturulmasına odaklanmış görünüyor. Halbuki bu meselenin çözümü yani PKK'nin silahları bırakması, kendini feshi ve başka bir düzleme geçilmesi aynı zamanda Kürt meselesinin yapısal şiddet üreten boyutunun da çözümünü gerektiriyor. Aksi takdirde bugün PKK gider, yarın başka bir grup çıkar ve başka bir söylemle, belki İslamcı belki daha milliyetçi söylemle yeni bir şey yaratabilir. Yani başka türden bir hizipleşme söz konusu olabilir. Yani Kürt meselesinin yapısal boyutunu ıskalamamak gerekiyor. Tabii bunun için erken. Hatta ben de görüştüm birkaç komisyon üyesiyle. Mesela CHP'liler dahil olmak üzere bazı partilerin üyelerinin henüz ne sunacağına da hazırlanmadıklarına dair izlenimler var. Belki mahfuz tutuyorlardır. İşte galiba cuma günü ikinci toplantısını yapacak. Bu tartışmalar tabii peyderpey olgunlaşacak ve komisyona hem içeriden hem dışarıdan yapılacak katkılar, eleştiriler de belki komisyonun gündemini belirleyecektir. Bu açıdan mesela seninle yaptığımız bu yayın dahil gazetecilerin yapacağı tartışmalar, parlamentoda olmayan siyasetçiler, insan hakları savunucuları, sosyalistler, milliyetçiler, İslamcılar, demokratlar, sivil toplum, herkesin bu süreçte daha fazla konuşarak komisyona eşlik etmesi gerekiyor. Bu da iktidar önceden çerçeveyi kurmuş, bu komisyonun misyonunu belirlemiş, bunlar da işte gelecekler, tartışacaklar, Aralık sonunda da komisyon kapanacak, Meclis’e birtakım yasal değişiklik önerileri veya yasa taslakları sunulacak ve ömrünü tamamlayacak gibi bir şeyi, bir ömrü ve çerçeveyi aşmayı sağlar. Bu da tabii ki sürecin daha uzun erimli bir çözüme kavuşturulması açısından önemli olacak. Yani özeti şu: Bu meseleyi komisyonun yapısı ve muhtevasıyla da ömrüyle de sınırlı tutmamak bence çok önemli.

Ruşen Çakır: Peki İrfan, şunu soracağım. Şimdi biz genellikle Türkiye'de milliyetçi sağın içindeki, iktidarın içerisindeki farklı eğilimlere bakıyoruz ama senin çok iyi bildiğin bir alanı sormak istiyorum. Kürt hareketi çok geniş bir coğrafyada var. Diaspora var Avrupa’da ve oralarda böyle birtakım itirazlar var daha ilk andan itibaren. Bu itirazlar özellikle Öcalan'a yönelik itirazlar. "Ne alındı da bu yapılıyor?" gibi özetlenebilecek olaylar vesaire var. Bunların bir etkisi var mı? Yani Öcalan'ın yürüttüğü bu sürece Kürtlerin içerisinden… Mesela bugün şeyi gördüm, Savcı Sayan. Gördün mü bilmiyorum. Video çekmiş.
İrfan Aktan: Evet, evet gördüm.

Ruşen Çakır: "Ben Kürdüm, Abdullah Öcalan bizi temsil edemez" falan demiş. Şimdi o işin şaka kısmı diyelim. Ama gerçekten Kürt hareketinin değişik yerlerinde duran, hatta eskiden Öcalan çizgisinde olup sonra ayrılmış birtakım isimler de var. Kendi çaplarında sosyal medyada şurada burada da faaliyet gösterenler de var. Bunların bir etkisi olur mu? Yani Öcalan'ın çizdiği yolun dışına çıkma ihtimali var mı Kürt hareketinin?
İrfan Aktan: Hayır, öyle bir ihtimal yok. Fakat aslında bu sürece karşı olan Kürt cenahını da yeknesak olarak görmemek lazım. Bir kere ta 1990'lardan beri PKK ile ilişki kurmuş veya kurmamış, 1970'lerdeki Kürt örgütleri içinde yer almış birtakım isimler, PKK ile yollarını ayırmış birtakım isimler, bunlar zaten istikrarlı bir biçimde Öcalan karşıtı bir pozisyondalar. Çünkü Öcalan'ın daha 1993'ten itibaren örmeye çalıştığı, nasıl söyleyeyim, paradigmanın karşıtı bunlar. Bazıları zaten Öcalan karşıtlığı üzerinden kendini var ediyor. Onlara bir şey demiyorum. Bazılarıysa ideolojik olarak karşılar. Çünkü bunlar Kürtlerin kurtuluşunun bağımsız bir devletten geçtiğini düşünüyorlar ve başka türlü hiçbir seçeneğe yoklar. Aslında 1978'de Abdullah Öcalan'ın kaleme aldığı "Kürdistan Devriminin Yolu" isimli manifesto metninde de aşağı yukarı böyle bir değerlendirme yapılıyor. Öcalan da 1978'de bu manifestoyla yola çıktığında diyor ki: ‘‘Bağımsız Kürdistan dışındaki bir yolu önerenler revizyonisttir ve yapısal olarak hatalıdır, başka bir yol yoktur.’’ Fakat Öcalan özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması, reel sosyalizmin yenilmesiyle birlikte kendi paradigmasını da değiştirdi. Hatta işte 1978'den 2012'ye kadar Öcalan'ın yazdıklarını düzenli olarak okuduğunuzda ondaki dönüşümü de çok bariz bir biçimde görürsünüz. Öcalan'ın vazgeçmediği iki temel şey var. Bir tanesi sosyalizm. Yani sosyalizme dair çok eleştirileri var ama sosyalist olmaya devam ediyor. Bir diğeri ise Kürtlerin özgürlüğü ve güvenliği. Öcalan Kürtlerin özgürlüğü ve güvenliği açısından farklı formların işlevselleştirilebileceğine zamanla geldi. Yani bu illa devlet olmak zorunda değil. Hatta vardığı kanaat, devletin Kürtler açısından başka türden bir felaket olabileceği yönünde. O yüzden işte ‘‘demokratik konfederalizm’’ diyerek Avrupa Birliği'nin bir benzeri yapının Ortadoğu'ya intibak ettirilebileceğini söyledi. Demokratik özerklikle mevcut ulus devlet sınırlarını bozmadan ama adem-i merkeziyetçi bir anlayışla Kürtlerin daha demokratik bir ortamda yaşayabileceğine dair bir teori geliştirdi vesaire. Şimdi bütün bu ana hatlar, ben 1+1'de aslında Öcalan'ın bütün bu dönüşümünü ve sürekli kendini yenileyen teorik çizgisini detaylarıyla yazdım. Şimdi onu tekrar etmek istemiyorum uzatmamak adına, dinleyenler bakabilir. Fakat bütün bu dönüşüme karşı olan bir Kürt milliyetçi entelijansiyası var diyeyim. Bu bir. Dediğim gibi, bir Öcalan düşmanı olanlar ayrı, ideolojik olarak karşıtı olanlar; bir de yeni türden bir Kürt milliyetçi dalga var. İşte o yeni bir şey. Bugün de Twitter'da gördüm ya da X'te, biri şey demiş: "Yeni türden bir milliyetçilik geliyor, Türk milliyetçiliği. Bunlar parti falan dinlemiyor. Son derece sertler, uzlaşmacı değiller ve Türklüğe odaklanmış durumdalar." Şimdi küresel ölçekte milliyetçilik yükseliyor. Göçmen karşıtlığı üzerinden neoliberalizmin yarattığı prekaryanın tedirginliği, yeni çağın, tedirginlik çağının — Evren Balta'yı anayım — yarattığı bir yeni popülist milliyetçi dalga var. Bu faşizme de göz kırpıyor ve dünyanın her yerinde sağ siyasetleri, yeni sağ siyasetleri yükseltiyor. Kürtlerin, Kürt toplumunun bundan azade olduğunu düşünmek çok büyük yanılgı, hele ki son 10 yılda Kürtlerin yaşadığı ağır baskıları ve kuşatmayı düşündüğümüzde. Dolayısıyla yeni kuşaklar arasında Öcalan'ın bu uzlaşmacı, demokratikleşmeyi esas alan, halkların birlikteliğini önceleyen ideolojik hattını çok, tırnak içinde söyleyeyim, yumuşak bulan, sert bir milliyetçi kamuoyu var. Bu henüz partileşmiş değil, hizipleşmiş ya da somutluk kazanmış değil. Ama Kürt kamuoyunda böyle bir algıyı taşıyan yeni kuşaklar da var. Bunlar da Öcalan'ın yürüttüğü bu sürece eleştirel yaklaşıyorlar, tam karşı değiller ama eleştireller ve aslında ikna edilmeyi bekliyorlar. Bütün bunlar Öcalan'ı ve Kürt hareketini çizgisinden saptıramaz. Şundan dolayı saptıramaz: Çünkü yani yüzlerce, binlerce sayfalık bir şey var. Öcalan'ın yazdıklarını oku oku bitmiyor. Tarihsel bağlamdan ele alıyor, güncel örneklerle besliyor filan. Vardığı noktaya niye vardığını da detaylarıyla anlatıyor ve artık hem kendisini hem örgütünü hem Kürt hareketini bunun üzerine, bu hedef üzerine bina etmiş. Bence MHP, Öcalan'ın bu kurduğu çizginin uzlaşılabilir en ideal nokta olduğunu nihayet keşfederek o noktaya geldi.

Ruşen Çakır: İrfan şunu sorayım. Şimdi dananın kuyruğu galiba Suriye'de kopuyor ya da kopacak. Ve ben biraz önce bir haber yaptım; Öcalan baştan itibaren bu süreci Suriye ile birlikte görüyor ve Ankara da böyle görüyor. Zaten süreci tetikleyen olaylardan birisi de bu. Hatta sürecin ilk hazırlıkları yapıldığı zaman hâlâ Esad yönetimi varken yapılıyor, onu anlıyoruz. Ama Esad yönetimi devrildikten sonra iş daha hayati bir yere gidiyor. Tabii işler, dengeler değişiyor falan. Şimdi 10 Mart'ta yapılan bir mutabakat vardı malum, Şam yönetimi ile Rojava yönetimi arasında ama bir ilerleme sağlanamadı. Paris'te yapılması düşünülen toplantı ertelendi vesaire. Bir kilitlenme hâli var. Ve çok ilginç bir şekilde, sen de fark ediyorsundur, Suriye'de Kürtlerin önde gelen isimleri peş peşe hem uluslararası medyaya hem de Kürt medyasına demeçler veriyorlar, uzun uzun anlatıyorlar. En son Mazlum Abdi çok uzun bir röportaj verdi Yeni Yaşam Gazetesi'ne, üç gün sürdü. İlham Ahmed verdi. Mazlum Abdi daha önce Suudi medyasına vermişti vesaire. Ve orada şunu görüyorum: Şam'la diyalog var, ABD ile diyalog var, Ankara'yla diyalog var, yani bunlardan bir şikâyet yok ama çözüm yok. Öcalan'ın da onlara o demokratik entegrasyonu telkin ettiğini biliyoruz. Ama ortada devlet olmadığı için entegre olunacak bir yer yok. Galiba böyle bir yerde tıkanıyoruz. Sence bu sorun aşılabilecek mi?
İrfan Aktan: Öcalan'ın kurduğu çerçeve içinden bakıldığında aşılamayacak bir sorun değil. Türkiye açısından da aşılamayacak bir sorun yok aslında. Türkiye biraz ezberlerinden koparak ya da işte 40 yıllık savaş içinde şekillenmiş bürokratik yapısını ve ezberini değiştirerek, paradigmasını değiştirerek, çağa uydurarak ve bu şekilde esneyerek eğer meseleye yaklaşırsa Suriye'deki Kürtlerle uzlaşılmayacak bir şey yok. Yani HTŞ içindeki gruplar, Türkiye'nin en ufak bir karşı pozisyonunda ne yaptılar? Türkiye bayraklarını yaktılar, değil mi? Türk bayrağını yaktılar ve Türk askerlerini öldürdüler, Türkiye'ye cephe alabildiler filan. Ama Rojava'daki Kürtler hiçbir zaman böylesi bir keskinliğe gitmediler. Hiçbir zaman da silahlarını Türkiye'ye doğrultmadılar. Türkiye şu anda Rojava'ya, Rojava'daki bir yapıya niye bu kadar mesafeli? ‘‘Oradaki Kürtler federatif bir yapıya kavuşursa bendeki Kürtler de arzular’’ değil mi? Sadabat Paktı'ndan beri dört ülkenin üzerine bina ettikleri bölge, Kürt politikası bu şekilde şekillendi. Yani, başka ülkedeki Kürtler bir şey elde ederse bendeki Kürtler isyan eder. Şimdi Öcalan Türkiye'deki Kürtlerin taleplerini başka türden formüle ederek yeni bir manifestoyla ulus devlet sınırlarına halel getirmeyecek, daha ziyade adem-i merkeziyetçi bir sistemle bir entegrasyon, bir uyum, karşılıklı uyum sürecine soktu. Aynı şeyi Suriye'deki Kürtler de söylüyor. Sadece Şam'a değil, Ankara'ya karşı da söylüyorlar. "Biz Türkiye ile ittifak kurabiliriz, müttefik olabiliriz" diyorlar. Tıpkı Güney Kürdistan'da olduğu gibi, hani orada daha çok ticaret konuşuluyor ama burada başka türden bir ilişki de kurulabilir. Şimdi Türkiye’de devlet içindeki bazı odaklar diyeyim, ‘‘hayır’’ diyorlar; ‘‘Kürtlerin herhangi bir kazanımı öyle veya böyle er veya geç bizim hilafımıza olacaktır.’’ Bu tabii sizin kendi Kürt meselenize nasıl yaklaştığınızla ilgili. Eğer Kürtlerde bir rıza üretecek demokratik, eşitlikçi yapı inşa ederseniz Türkiye'de, Suriye'deki Kürtler en fazla şunu yaparlar, Şam'a derler ki, "Türkiye'deki Kürtlerin, kuzeydeki Kürtlerin hakları bizde de olsun" derler. Yani siz buna örnek teşkil etmelisiniz. Şam için, Bağdat için, Tahran için örnek teşkil edecek bir yapısal düzenlemeye gitmelisiniz. Güncel mesele açısından da bu böyle. Şimdi SDG büyük bir silahlı ordu, muhatapları gerçekten de hem ideolojik olarak hem entelektüel kapasite, devleti yönetme kapasitesi, farklılıkları birbiriyle uyum halinde yönetme kapasitesi açısından henüz İdlip zihniyetinden, kafasından çıkmamış bir örgüt, HTŞ. Esas bu yapının SDG'ye ve daha da ötesi Rojava'ya, Kürtlere karşı bir entegrasyon sürecine girmesi gerekiyor. Sadece Kürtlere karşı değil, Alevilere, Dürzilere, diğer inanç ve etnik gruplara karşı. Dolayısıyla Türkiye Şam'ı dönüştürmek üzere belki diplomatik faaliyetlerini sürdürmeli. Şu anda Türkiye'nin SDG ile görüştüğü artık biliniyor. Ne konuşuyorlar bilmiyoruz. Ama eğer ki bu bir tıkanmaya gider ve tekrar Türkiye namluyu kuzeydoğu Suriye'ye yönlendirirse elbette Türkiye'deki süreç biter. Hani başta söyledim Sezai Sarıoğlu'ndan iktibasla "cehennet" dedim ya, o zaman işte cehennemin kapıları açılmış olur hepimiz açısından. Ve zannediyorum, Türkiye'de başta Kürtler olmak üzere bu süreci destekleyen ama mütereddit olanların da temel kaygısı buradan besleniyor. Son bir şey söyleyeceğim. Sırrı Süreyya Önder 13 Ocak 2025 tarihinde bana bir link atmış Mezopotamya Haber Ajansı'ndan. O zaman Öcalan'la yaptığı ilk görüşmeden sonra bir demeç vermiş ve başlık şu: "Abdullah Öcalan Kürtlerin özgürlüğü kadar güvenliğini de önemsiyor." Şimdi Öcalan bağımsız bir devlet talep etmiyor ama bu, Kürtlerin özgürlüğünü ve güvenliğini talep etmediği anlamına gelmiyor. Eğer bu güvenlik ve özgürlük teminat altına alınırsa hem Suriye'deki hem Türkiye'deki Kürtler açısından, Kürtler, bazı ideolojik gruplar, ayrılıkçı, devlet yanlısı gruplar haricinde geniş Kürt kitleleri ve Kürt hareketi, yani bu kitleleri mobilize etme kabiliyetine sahip olan tek Kürt hareketi, zaten bu, tırnak içinde, karşılıklı uyuma, entegrasyona hazır.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler İrfan, yayınımıza katıldığın için. Çok sağ ol.
İrfan Aktan: Ben teşekkür ederim. Kolay gelsin.

Ruşen Çakır: Sağ ol.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
17.08.2025 Devletin diyaneti ➜ erkeklerin diyaneti ➜ erkeklerin devleti
16.08.2025 “Bahçeli’den demokrasi bekleyecek kadar saf mısınız?”
15.08.2025 Özgür Özel kavgayı kızıştırdı: Parayı takip edin
14.08.2025 CHP’li bir belediye başkanı niçin AKP’ye geçer?
13.08.2025 CHP-MHP flörtü
12.08.2025 Rezan Epözdemir olayı: Bu kavga neyin kavgası?
12.08.2025 Suriye sorununa “güvenlik” yerine “karşılıklı güven” açısından bakabilmek
11.08.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: CHP-MHP-DEM Parti yakınlaşması mümkün mü?
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı