İhsan Eliaçık Sırrı Süreyya Önder'i anlattı

06.05.2025 medyascope.tv

6 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına: Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Stüdyoda İhsan Eliaçık konuğumuz. İhsan’la, Sırrı Süreyya Önder’in cenaze namazını kıldırmasından hareketle çok şey konuşacağız. Tabii öncelikle Sırrı Süreyya’yı konuşacağız, ama onun ötesinde de her zaman olduğu gibi din iman işleri ve Türkiye’yi konuşacağız. İhsan hoş geldin.
İhsan Eliaçık: Merhaba, hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Camide tabutun yanında seni görünce, “Allah Allah!” dedim. Yani seni orada görmekten şaşırmadım ama, ‘’Herhalde tabutun yanında bir şey olacak,’’ diye düşündüm. Sonra İmam konuşmaya başladı, çok da güzel konuştu. Sırrı Süreyya ile ortak anılarını anlattı. Onun filminden bir replik okudu. Ve sonra, ‘’Vasiyet üzerine cenaze namazını İhsan Eliaçık açık kıldıracak,’’ dedi. Çok şaşırdım ve çok mutlu oldum. Şunun öyküsünü bir anlatır mısın?
Eliaçık: Tabii. Sırrı’yla bizim tanışıklığımız, özellikle 2008-2011 yılları arasına dayanıyor. Yani milletvekili olmadan önceki yıllar. Onunla tanıştığımızda, Mamak Cezaevi’nde yattığını söyleyince ‘’ben de oradaydım’’ dedim. Sonra oradan bir Mamak muhabbeti başladı. Sırrı A blokta yatıyordu, biz B bloktaydık. ‘’Şunu tanıyor musun, bunu tanıyor musun?’’ derken ortak tanışıklıklar çıktı. Öyle bir muhabbetimiz oldu ve oradan itibaren özellikle 2008-2011 yılları arasında, çok yoğun dînî, felsefî, ideolojik, sinema ve sanat üzerine konuşmalarımız oldu. Çok verimli bir dönemdi. Sırrı Süreyya Önder, Osman Bostan ve ben, aslında bir şeylerin temelini attığımızı bile söyleyebilirim. O kadar çok konuştuk, o kadar harmanladık ki her şeyi… O, geçmişten bahsediyor, biz geçmişten bahsediyoruz, iftarda buluşuyoruz, sahura kadar, sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor konuşmalarımız. Bir keresinde hiç unutmuyorum, o gece vasiyeti de orada söylemişti. Gece ikide telefon açtı geldi. ‘’Ben bir yazı okudum. Bu yazının son cümlesi beni mahvetti. Sen bir yazı yazmışsın. Neredesin?’’ dedi. Ben de ‘’bürodayım bugün, çalışıyorum’’ dedim. ‘’Şimdi atlayıp geliyorum’’ dedi.  ‘’Şimdi mi? Saat iki’’ dedim. ‘’Tamam, tamam bunun vakti olmaz’’ dedi. Cihangirde oturuyordu, kalkıp geldi. Önüme yazıyı koydu. Yazının başlığı ‘’İslam’ın Kayıp Şehri El-Muhtare.’’ https://ihsaneliacik.com/islamin-kayip-sehri-el-muhtare/
Dicle ve Fırat nehirlerinin birleşip Basra nehrine aktığı bir yerde, İslam dünyasındaki köleler bir şehir kuruyor. Kurdukları şehre ‘’Özgürlük Şehri’’ anlamına gelen ‘’El-Muhtare’’ ismini veriyorlar. İmparatorlukta efendilerinden kaçan ve özgürlük isteyen binlerce köle El-Muhtare’ye geliyordu. Liderleri El-Muhtare’de oturuyor ve bu isyanı oradan yönetiyordu. On dört yıl sürüyor bu isyan. Sonunda Abbasi İmparatorluğu bütün köleleri kılıçtan geçiriyor, liderlerini öldürüyor ve şehri yakıp yıkıyor, geriye hiçbir şey bırakmıyor. Şu anda onun bulunduğu yer piknik yeri. Çünkü bilinmesin tanınmasın istiyorlar.
Ben bunu uzun uzun Sırrı’ya anlatıyorum. En son diyorum ki ‘’İbnu’l Esir’e göre olaylarda 500 bin kişi öldü. Ayaklanma on dört yıl sürdü ve şu anda yerinde hiçbir şey yok. Adlarına ne ağıtlar yakıldı ne romanlar yazıldı ne de bir filmi çekildi’’ deyince, Sırrı, o ‘ne de bir filmi çekildi’ cümlesi beni ciğerimden vurdu, bu filmi çekmem lazım’’ dedi. Ağlamaklıydı. Çok öfkelenmiş, çok duygulanmış. ‘’Bu nasıl bir olay? Nasıl kimsenin haberi olmaz. Bunu ifşa edeceğiz, ortaya çıkaracağız hocam?’’ dedi. Şöyle yapalım, şunu yapalım derken giriştik bir şeye. Buna benzer hareketleri yazdığım Öteki İslam Tarihi diye bir çalışmam vardı. Oradan başlayıp işi genişlettim. Sırrı’yla kurduğumuz o dönemdeki hayallere göre, Ebu Zer el-Gıfârî, İslam dünyasında zenci kölelerin isyanı, Karmatîler, Türkmenler ve Kürtlerin ortaklaşa sultana karşı ayaklandığı Babaîler hareketi, Şeyh Bedreddin… Hepsinin tarihi filmlerini çekecektik. Bu hayalleri çok kurduk. Sırrı 2011 yılında milletvekili olunca, 14 yıl oldu milletvekilliği, sürekli olarak ‘’bitti, bitiyor, bitti, bitiyor, şu süreç bitsin, şu protokol imzalansın, şu barış süreci olsun geleceğim, başlayacağız, edeceğiz’’ dedi durdu.  Sürekli bunu söylüyordu.

Ruşen Çakır: 2023’te bu stüdyoda konuk etmiştim Sırrı’yı. 14 Mayıs seçimleri için Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olmuştu, burada kendisiyle bir yayın https://medyascope.tv/2023/04/18/sirri-sureyya-onder-rusen-cakira-konustu-tarihsel-bir-kavsakta-oldugumuz-icin-yeniden-aday-olmaya-karar-verdim/ Aslında Ege’de bir yerlere yerleşip senaryo yazacak, film çekecekti. Ama sonra onu tekrar göreve çağırdılar ve milletvekilliğine geri döndü.
Eliaçık: ‘’Ne yapayım iş başa düştü. Sen o konuştuklarımızın hepsini yaz, ben o metinlerde senaryo yazacağım’’ dedi. 

Ruşen Çakır: Peki, vasiyet meselesi nedir?
Eliaçık: Benim Kıztaşı’nda 30 metrekarelik bir bürom vardı. O gece oraya geldiğinde söyledi. Sonra birkaç defa daha söyledi. Kamuoyuna açık beyanlarında da ifade etti. Bana mavrayla karışık ‘’Şeyhim, üstadım, pirim’’ diyordu. Ben de ona ‘’Büyük usta’’ diyordum. Büroya geldiğinde bana dedi ki: Benim cenaze namazım haksa sen kıldır.’’ Ben aslında ciddiye almadım. ‘’Ağzını hayra aç, ne cenazesi, şimdi onun sırası mı?’’ dedim. Bu anlattığım 2010 yılı. ‘’Peki ben önce ölürsem ne olacak?’’ diye sordum. Ben senin için ayarlarım’’ dedi. ‘’Ne ayarlayacaksın?’’ dedim. Büyük ihtimalle Kürt melezi ayarlarım’’ diye cevap verdi. İçeride de bir Kürt melezi vardı, onun yanında da söyledim. Evet, sırrı bana öyle bir vasiyet bıraktı. Ben aslında öleceğini hiç düşünmediğim için aklımdan bile geçmedi bu vasiyetini yerine getireceğim. Bu cenaze bahsi olunca, baktım sosyal medyada bir hareketlenme oldu. ‘’İhsan Hoca olması lazım, bu yakışır’’ diye bir sürü yerden sesler gelmeye başladı.  Sonra Ömer Gergerlioğlu, Hüda Kaya, ağabeyiyle görüşünce ‘’tamam’’ dedi. Ben de yanına gittim, ‘’böyle bir şey varmış doğru mu?’’ diye sordu. ‘’Evet’’ dedim. O zaman hocam, zaten bu imam arkadaş iyi niyetli baştan beri bizimle ilgileniyor, onunla bir konuşalım deyip İmam’la konuştu. Sonra İmam geldi bana ‘’Hocam madem böyle bir şey var. O zaman şöyle yapalım: Ben resmî şeyleri icra edeyim, hepsini yerine getireyim. Tam namaz kılacakken sana mikrofonu veririm, sen de vasiyeti yerine getirirsin’’ dedi. Böylece vasiyeti yerine getirmiş oldum.

Ruşen Çakır: Cenazede ağır protokol var. Tabii ki DEM Parti var, devlet orada. Numan Kurtulmuş orada. AK Partili çok isim var. Onlarla zamanında tanışıyorsun, ediyorsun ve yollarınız çok açılmış. Onlara da o namazı sen kıldırdın. Tam da Sırrı’nın işi.
Eliaçık: Evet, am Sırrı’lık iş. Burada tabutun başına dururken ağabeyi, “Sen burada gelenin yanında dur biraz” dedi. Ben orada bir buçuk saat kadar bekledim. İnsanlar geldi yavaş yavaş. Protokolün gelişini gördüm. Ama orası sonuç itibariyle bir protokol. Bir siyasi geliyor, arkasında on beş tane koruma. Sonra böyle bir dalgalanma oluyor. Sonra on tane öbürü, beş tane öbürü geliyor. Önce yer açıyorlar; oraya girecektim, buraya girecektim. En iyi yer de tam imamın arkası. Kurtulmuş’un durduğu yer de tam merkez oluyor herhalde, onlar biliyor nerede duracağını. Yarışıyorlar oraya girmek için. Böyle bir sürekli kalabalık var. Hatta bir ara Sırrı Süreyya’nın ağabeyi çıktı, “Arkadaşlar yeter, açılın biraz. Cenazemizi rahat bırakın” dedi. Böyle bir çıkış da yaptı. Ben elimi koydum tabutun üzerine, öyle bekliyorum. Şöyle etrafa bir baktım, burada yabancı olan iki kişi var. Birisi ben, birisi de Sırrı. Biz buraya yabancıyız. Sırrı’nın protokolde yeri var; Meclis Başkanvekili. Ama bana göre bu fiziken böyle, ruhen asla değil. Biliyoruz, hepimiz tanıyoruz kendisini. Yabancılık çekiyoruz. Burada, öne gideceğim, öne çıkacağım diye protokol egoları yarışıyor. Hâlbuki burada tabutta yatan vatandaş, egosunu yıkmış, devrimci derviş. Yunusça, egoyu yere sererek de bu siyasetin yapılabileceğini göstermiş birisi. Ama orada ego savaşı veriliyor. Biz buraya yabancıyız, ama bir an evvel bitsin şu diye kendi kendime düşündüm. Hatta, “Şimdi siz burada yarışıyorsunuz, ama Sırrı orada gülüyordur veya mavra yapıyordur. Şunlara bak ya falan diyordur, ama herhalde içinden de ‘’çekişin, çekişin şimdi birazdan göreceksiniz demiştir” dedim.

Ruşen Çakır: Ben arkalarda bir yerdeyim, protokole yakın durmadım. Sen cenaze namazını kıldırırken içimden de İhsan’ın kıldırdığı namaz kabul olur mu?’’ demek gelmedi değil. Şaka bir yana, bunu söyleyenler olmuş galiba.
Eliaçık: Tabii, tabii. Bu sosyal medyada malum bir çevre var; tarikatçı, Selefi falan. Benim din anlayışımı beğenmiyor bunlar.  Sünnet olmadığını, reformcu dini görüşlerim olduğunu söyleyerek ‘’onun kıldırdığı namaz kabul olmaz’’ diyorlar. Hatta buna en güzel cevabı X’in yapay zekâ programı Grok vermiş. Ona sormuşlar. Bir tanesi de onu caps’leyip yayınlamış. “İhsan Eliaçık’ın kıldırdıgı cenaze namazı kabul olur mu? diye sormuş. Grok da yazmış: “Cenaze namazını, Müslümanlığın cenaze ritüellerini olduğu gibi uyguladı. Dolayısıyla kabul olur, bunda aykırı bir şey yok. Ancak İhsan Eliaçık dini görüşleri itibariyle belli çevrelerce tartışılan birisidir. Onlar bunu tartışabilir” diye cevap vermiş. Cevabını vermiş yani güzelce. Ama şimdi şurası enteresan. Yani böyle bir cenaze olayında, adamın başka bir şey düşünmeyip de bunu düşünmesi tuhaf. Dindara yakışmayacak bir şey. Sen Allah mısın da kimin cenaze namazının kabul olup, kimin olmayacağına karar vereceksin? Kaldı ki bir cenazede uygulanması gereken ritüelde dört tane tekbir getirirsin, selam verirsin sağa sola, Fatiha okursun, Sübhaneke, Salli-Barik okursun, dua edersin. Ben bunların hepsini icra ettim. Yani geleneksel fıkıh kitaplarında geçen bütün ritüelleri icra ettim.

Ruşen Çakır: Ritüellere uydun, farkındayım.
Eliaçık: Tabii, aynen uyguladım. O zaman daha neye itiraz ediyorsun? Benim görüşlerimi tartışacaksan, onun yeri ayrı. Onun yeri Sırrı’nın cenazesi değil.

Ruşen Çakır: Sırrı bambaşka bir insandı. Sen ayrı tanıyorsun, ben ayrı tanıyorum. Siz bu konuları da çok konuşmuşsunuz. Ama şunu da gördüm; sosyal medyada tabii kendilerini gösteriyorlar. Sırrı’ya gösterilen bu büyük ilginin içinde, açıkçası çok ruhani bir yön de var. Yani Sırrı’nın olayı sadece siyasi bir olay değildi. İşin içerisinde tabii AKM’deki tören var, sonra cenaze namazı var, sonra defin işlemi var. Bütün bunlarda aslında hem siyaset vardı hem bir hüzün vardı hem de bir ruhanilik vardı. Tam Türkiye gerçeğiydi aslında. Bundan rahatsız olmuş insanlar da gördüm. Sırrı’yı sevmeyenleri, yani PKK üzerinden falan laf edenleri kastetmiyorum. Sırrı’da o hep vardı zaten. Hayatında da öyle bir mistiğimsi bir yönü vardı. Ondan rahatsız olanları gördüm ve rahatsızlıklarını da böyle tumturaklı laflarla, İslam üzerinden ahkâm keserek yapmaya çalıştılar.
Eliaçık: Evet, şimdi şunu söyleyenler oldu, bana da iletiyorlar. Mesela, “Sen cenaze namazı kıldırıyorsun ama…” Benim bu ateizm hakkında, sol hakkında görüşlerim malum. “Onlara yakın duruyorsun. Onların tarafında duruyorsun. Alevileri, Kürtleri, solcuları kendine yoldaş biliyorsun. İslami kesimleri dışlıyorsun” diyorlar. Ben dışlamıyorum ki onlar beni dışlıyorlar. Benim kimseyi dışladığım filan yok. ‘’Sen bu görüşlerinle burada yer alamazsın. Bu yorumlar komünistlik’’ diyorlar. O zaman varın gidin işinize. Bence doğru olan budur ve doğruyu da bunlar savunuyorsa o zaman buradan yürümemiz lazım. Öyle yazılar yazanlar da oldu. Mesela vatandaş, “Bırak cenaze namazı kılmayı, Sırrı’ya rahmet okunmaz. Sen nasıl rahmet okuyorsun? Nasıl Allah rahmet eylesin diyorsun? Nasıl orada ‘Allah-u Ekber’ deyip cenaze namazı kılıyorsun?’’ diyorlar. Yahu sen ne biçim bir insansın ya? Sen nasıl bir dindarsın? Böyle bir dindarlık olabilir mi? Dindarların en büyük alameti, merhamettir. Merhamet nedir? Allah’ın rahmeti herkese açıktır. Yani ‘’sen de gel, sen de gel, herkes gelsin. Hepiniz Allah’ın kulusunuz’’ demen lazım. Yani onların dışlayıcı olması lazım, senin değil. Onların seni kabul etmemesi lazım. Herkes Allah’ın kulu değil mi? Yani Allah niye ona rahmet etmeyecek? Kaldı ki bana göre Sırrı Süreyya Önder görüşleri itibariyle, durduğu, savunduğu şeyler itibariyle Müslümanlığın tam ortasında duran ve konuşan birisiydi. Öteden beri klasik ‘’solcular gâvurdur, o İslam dışıdır’’ diye inanırlar. Hâlbuki şunu bilmiyorlar, bilmeleri lazım. Ben bunu yıllardır söylüyorum. Bir kez daha bu vesileyle söylemiş olayım. Sosyalizm dediğiniz şey, yirminci yüzyılın vicdanıdır ve yirminci yüzyılda ortalıkta, dünya arenasında İslamiyet yoktur, Osmanlı yoktur, imparatorluklar yoktur. İslamiyet tarihten çekildiği bir zamanda, ezilenlerin kurtuluşu adına, emeğin değeri adına, eşitlik adına sosyalizm ortaya çıkmıştır ve yirminci yüzyılın vicdanıdır.
Şimdi yedinci yüzyılın vicdanı olarak İslamiyet’in ve Müslümanlığa mensup olanların, bu yirminci yüzyılın vicdanıyla asil bir ilişki kurması, etkileşim içinde olması gerekir. Onlara dost, müttefik ve yoldaş olması gerekir. Çünkü hemen hemen yüz yıl farkıyla, argümanlar biraz farklı olabilir; Birisi seküler, birisi daha dini konuşabilir, ama aynıdır. Sırrı Süreyya bunu en güzel temsil eden birisiydi ve kendisi küçükken medrese eğitim aldığı için, dînî literatürü, fıkıhı çok iyi biliyordu. Konuştuğu zaman, “Bu adam medresede mi okudu? İmam Hatip mezunu mu?” dedirtirdi ve sadece dindarların, sadece fıkıh okuyanların bilebileceği kavramları kullanırdı. Sen hemen bu adamın başka bir yerden geldiğini hemen anlardın. Bildiğimiz bir seküler solcu ve dînî hiçbir müktesebatı olmayan birisi değil. Zaten anne tarafı Nurculuktan geliyor. Baba tarafı solculuktan geliyor. İlk tanıştığımızda da konuşmaya başladığında, “Sen bunları nereden biliyorsun?” diye şaşırmıştım. Bunları sadece İmam Hatip’e giden veya medresede okuyanlar söyler. İ’rabtan mahalli yok onun’’ diyor mesela. Bunu ancak medresede Arapça okuyan birisi söyleyebilir. Böyle laflar edince biz de şaşırmıştık. Konuşması, muhabbeti, aradaki fıkraları, samimiyeti, inanmışlığı, adanmışlığı hepimizi cezbetti ve birden acayip bir kaynaştık i. Çünkü aynı inanmışlık, adanmışlık aşağı yukarı bizde de var. ‘’O zaman beraber bir sürü şeyler yapabiliriz’’ diye yığınla hayallerin içine girmiş olduk.
Dolayısıyla benim onunla etkileşim içinde olduğum asıl dönem, bu siyaset öncesi dönemdir. Yani 2008-2011 arası dönem. Bütün bu felsefi, dini, ideolojik şeylerin temeli de bana göre orada atılmış, şimdi anlıyorum. O, siyasette biraz oyalanıyor gibiydi. Döneceğim, geleceğim” diyordu. Hatta bir keresinde bir telefon açtım. “Yine kravatı takmışsın, oturmuşsun orada böyle ahkâm kesiyorsun” dedim. “Sorma ya, bunaldım. Yarın İstanbul’a geliyorum. Sen gel de bir buluşalım” dedi. Baktım, meşin ceketini giymiş, kravatını çıkarmış, geldi. Meclise gittiğinde Sırrı’nın verdiği ilk önerge nedir biliyor musun?

Ruşen Çakır: Hayır.
Eliaçık: 2011 yılında Meclise girdiğinde Sırrı’nın ilk verdiği önerge, ‘’Milletvekilleri kravat takmasın ve başörtüsü serbest olsun.’’ İlk verdiği önerge budur. Şahsi önerge vermişti. Lenin’in bir sözünü aktarmıştı. Ben, sinemayı garip bıraktın, gidiyorsun” dediğimde, “Parlamentolar Burjuvazinin ahırıdır. Ahıra gidiyorum, biraz da biz tepinelim, bakalım ne olacak?” dedi. Bir şeyler yapıyordu, ama ben, “Ya, bu adam orada bunalıyor” diyordum. Hatta bir keresinde, “Küfür edemediğim için böyle sarkastik konuşuyorum” demişti bir programda. Ben, “Niye böyle laflar ediyorsun?” dediğimde, “Aslında içimden küfür etmek geliyor, ama yapamadığım için böyle sarkastik laflar ediyorum” demişti. Şimdi adam fiziken orada oturuyor, ama, “Şimdi bir şeyler olmasını istiyorum. Burada olur mu bu işler? Ben neredeyim?” havasında. Ama “Bunun da olması lazım. Bizim başka bunu yürütecek kimse yo,” diyor. Bir taraftan bir şeylerin değişebileceğine inanıyor. Bir taraftan bir adanmışlığı var, “Değişebilir, buradan yürüyebiliriz” diyor. Ama öbür taraftan da, “Ya biz neredeyiz, bu olur mu ki?” diye endişeler içerisinde gidiyor geliyor sürekli.

Ruşen Çakır: Geçen seferki ve bu seferki o çözüm süreçlerinde de çok kilit bir rol oynadı. Özellikle bu sonuncuda, Pervin Buldan’la beraber onun rolünün çok kritik olduğunu biliyorum.
Eliaçık: Şimdi ben oradan yola çıkarak şöyle diyorum: Sırrı olmadan, bu barış süreci görüşmeleri bu kadar gidebilir miydi? Çünkü onun kişisel üslubu… Mesela gitti Erdoğan’la görüştü. Orada kesin en az iki tane fıkra anlatmıştır. Yani güldürmüştür, yumuşatmıştır ve Erdoğan da, “Bir daha görüşelim” falan demiştir, istemiştir tekrar görüşmeyi. Onun nasıl bir muhabbet adamı, nasıl bir samimi içtenlikle konuştuğunu görmüştür. Yani o kişisel üslubuyla da insanları çekiyordu ve siyaseti yumuşatıyordu. Dediğim gibi, kişisel katkısı da bayağı çoktu. Şimdi o olmayınca, onun yerini dolduracak? Yani o yumuşaklığı kim sağlayacak? O gerilimi kim yumuşatacak? Biraz zorlaştı tabii, her yerde olduğu gibi orada da zorlaştı.
Ama benim gözümde Sırra Süreyya, gönül hiyerarşisi açısından her zaman şöyledir: Birinci sırada, Sırrı bana göre bir sinema yönetmenidir. Dindar bir üslupla söyleyeyim: Allah Sırrı’yı sinema için yaratmıştır. Allah herkesi bir şey için yaratır. Mesela seni gazetecilik için yaratmıştır, öbürünü başka bir şey için. İnsanların çoğu bunun farkında değildir, ama az sayıda insan bunun ne için var olduğunun farkındadır. Birçok insan ne için var olduğunun farkında olmadan ölür gider. Hatta bazen bir insan bir tek cümleyi söylemek için yaratılmıştır. Gelir ve altmış iki yaşında o cümleyi söyler, altmış üç yaşında ölür. Altmış üç yıl o cümle için yaşamıştır da diyebiliriz. Şimdi bana göre Allah Sırrı’yı sinema için yaratmış. Mesela sinemadan konuşurken dört saat ağzımız açık dinliyorduk. Sinema anlatıyor adam, sinemanın felsefesine giriyor. O yönetmen, bu yönetmen, kamera, şu bu.  Sinemayı da sevdirdi bana zaten. O ustaydı. Bir: Babalığı, iki: yönetmenliği. Ben onu bu hususta usta olarak görüyorum. O din konusunda bana, “Şeyhim, pirim” derdi. Ben de ona, ‘’sinema yönetmenliği ve babalık konusunda, sen bizim ustamızsın” diyordum. Nasıl bir baba olduğunu kızının konuşmasıyla da gördük zaten. Ben de kız çocuğu babasıyım, üç tane kızım var. O hususta gerçekten bir örnek oldu. Hatta bir keresinde yemek yiyorduk. Sağdan soldan konuşurken, “Hakikat nedir, usta?” dedim. Ben ona hep usta derdim. “Şu nedir usta, bu ne usta? O anda Adana kebap yiyordu, “Hakikat Adana kebabıdır şu anda” dedi. Felsefi bir ortam, ‘’hakikat nedir?’’ diye derin bir felsefi soru sormuşum, güya sofrada bunu konuşacağız. Ben de öyle bir giriş yaptım, biraz böyle mavrayla karışık “Hocam, şu anda hakikat Adana kebabıdır” dedi.

Ruşen Çakır: Onun uçuş korkusunu bilirsin.
Eliaçık: Evet, uçağa binemezdi.

Ruşen Çakır: Ama ben onunla uçakta tanıştım. O hikâyeyi de anlatacağım bir gün. Galiba Berlin’e gidiyordum. ‘’Beynelmilel’’ filmini izlemiştim. Sırrı’nın adını biliyordum ama kendisini tanımıyordum. Uçakta birisi geldi, kendisini tanıttı. Bizim yönetmen, benim arkadaşım Reha Erdem, Onlar da çok iyi arkadaşmış. Ben “Reha’nın arkadaşıyım,” dedi. Ama hatırlıyorum, sempatikti ama böyle bir garip bir hâli vardı. Sonra öğrendim ki o binebildiği son uçuşlardan biriymiş ve çok tedirgindi.
Eliaçık: Zar zor binmiştir. Mesela en son 2020’de, ‘’İslam ve Sol Çalıştay’’ı olmuştu. Onun için aradım. “Ben şu anda otobüsle Berlin’e gidiyorum. Orada bir film projesi var, onunla ilgili görüşeceğim, yoldayım” dedi. “Yine otobüse mi bindin?” dedim. “Uçağa binemem ben” dedi. Üç gün boyunca haldır haldır otobüsle ta İstanbul’dan Berlin’e gidiyor. Yoldaydı o esnada. “Tamam, yolda yazıp göndereceğim” dedi. 2. İslam ve Sol Çalıştayı için bir bildiri göndermişti 2020’de. O zaman uçağa binemediği için ta Berlin’e otobüsle gidiyordu. Ankara’dan İstanbul’a sürekli arabayla, otobüsle gidiyordu.

Ruşen Çakır: Çözüm sürecinde de Kandil’e hep arabayla gidiyordu.
Eliaçık: Evet, uçakla gidemiyordu.

Ruşen Çakır: Ama iyi araba kullanıyordu.
Eliaçık: Evet. İyi araba kullanıyordu, şoförlüğü iyiydi.

Ruşen Çakır: Peki, yavaş yavaş toparlayalım. Sırrı’nın ruhu şad olsun diyeyim tekrar. Anadolu’da çok kültürlü, çok dinli, Kürdün, Türkmen’in ortak yaşadığı bir yerde, dindarların yoğun olduğu bir yerde, ama aynı zamanda Alevinin, Sünni’nin de olduğu bir yerde, bunların tam da ortasına düşmüş. Zaten, baba komünist, anne Nurcu olan bir aileden geliyor. Böyle bir harman. Hakikaten, devletin çok söylediği birlik ve beraberlik hususunu, devletin yapamadığını yaptı. Cenazesinde bunu gördük.
Eliaçık: Evet. O cenaze görüntüsü, Sırrı Süreyya Önder’in Türkiye’yi cenazesiyle birleştirdiğini gösteriyor. Ondan sonra da cenaze namazını ben kıldırdığım için, bir sürü kişi gördü orada. Ondan beri sürekli arıyorlar. Herkes, “Ne güzel oldu, tam oldu. Tam da içimizden böyle bir şey geçiyordu” dedi. Meğer bir sürü insanın içinden geçiyormuş. Zaten İhsan Eliaçık diye ismim söylenildiğinde orada bir alkış tufanı koptu, insanlar heyecanlandılar. Sırrı resmen birleştirdi. Bir de bu barış süreci vesilesiyle iyi bir âna denk geldi. Devletin olumlu baktığı, barış süreci olacak diye, onun hatırına, zaten ‘’barış elçisi’’ diye adını iyice duyurmuştu ve Nobel Barış Elçisi Ödülü almaya layık bir kişi olarak giderek yükseliyordu. Tam da o âna denk geldi. Devlet de geldi. Yani AK Parti tabanı da sıcak bakıyordu. Hatta şöyle söyleyebilirim, tabii şimdi vefat etti gitti ama, benim gönlümdeki cumhurbaşkanı adayı, bağımsız aday Sırrı Süreyya Önder’di. Bağımsız olarak Cumhurbaşkanı adayı olsa, bana göre Ekrem İmamoğlu’nu bile geçebilir, büyük bir sürpriz yapabilir, siyasetten yılmış insanların, muhafazakârların yüzde altmışının, Kürtlerin yüzde doksanının, Ulusalcıların yüzde altmışının oyun alabilirdi. Ama kendi kişiliğiyle, bağımsız olarak. Ben ona layık görüyordum. Çünkü adamda Türkiye’yi birleştirme potansiyeli var. Üslubuyla, tarzıyla, kültürüyle, yani bir tarafıyla sol, diğer tarafıyla dînî kültür, Kürtlere yakınlığı, Türkmen geneleğinden gelmesi… Böyle insanlar Türkiye tarihinde zor gelirler; zaman zaman gelirler ve aynı zamanda Allah vergisi bir şeydir. Onun yaptığı espriler, onun yaptığı şive. Biraz da genetik. Ağabeyini dinlediğin zaman görürsün, o da aynı Sırrı gibi konuşuyor. Çok benziyor. Ağabeyi konuşurken Sırrı konuşuyormuş gibi oldum. Genetik yani. Böyle hoş bir şivesi var. Onunla insanlara dinletiyor, kendine çekiyor. Kendine özgü bir aurası var ve tam Cumhurbaşkanlığı yapacak kişiydi. Herkese gider, kalender meşrep, sinemaya, konsere gider, kiliseye gider, havraya gider, Kürtlerin yanına gider, halay çeker, Anıtkabir’e gider. Her yere gider. Gitmeyeceği bir yer yok. Birleştirmek için böyle bir şey lazım zaten. Cumhurbaşkanı dediğin de bana göre budur ve onda bütün bu vasıflar vardı, ama geçti artık. Sırrı böyle bir özelliğe de sahipti.
Ama benim nazarımda en uygunu şudur: Sırrı Süreyya Önder bir sosyalistti ve 12 Eylül’de on iki yıl ceza almıştı. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyordu. Adıyaman’da Dev-Genç’ten, sol örgütlerden yargılanmış, ceza almış. 12 yılın 6 yılını yatmış. Aslında 105 gün işkence görmüş. Bırakılması gerekirken, açlık grevleriyle cezasını yakmış, bile bile uzatmış, başka cezaevlerinde yatmış. Oralardan gelen birisi ve aynı zamanda, şimdi bizim bu savunduğumuz Antikapitalist Müslümanlık veya Devrimci İslam, Müslüman sol, Ali Şerîatî, Ebu Zer çizgisine yakındı demeyeceğim, bunun içinde olan birisiydi zaten. Bana göre kültürel olarak bunu tamamen benimsiyordu. Kalbindeki inancı nedir, onu bilmem, onu Allah bilir. Ama kültürel olarak bu damardan yürünmesi gerektiğini, bunun bu topraklarda neşvünemâ bulması gerektiğini söylüyordu. Aynı zamanda, Diyarbakır’daki Demokratik İslam Kongresi’nin oluşması, oradaki konuların belirlenmesinde de onun da katkıları vardır, burada bunu söylemiş olayım. Çünkü ben böyle bir teklif aldığımda, “Demokratik İslam Kongresi yapalım. Siz de görüşlerinizi bildirin” denildiğinde Sırrı’ya danışmıştım. O da “Şunlar şunlar konuşulabilir, şuradan girilebilir, buradan çıkılabilir, şu mevzular ele alınabilir” demişti. Oralarda da bayağı katkısı olmuş birisidir. Ve Türkiye’nin gelecek tarihinde, daha çok konuşulacak ve onun buradaki katkıları çok gündeme gelecektir. Ben tekrar kendisine Cenab-ı Hak’tan gani gani rahmet diliyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, İhsan. Evet, Sırrı Süreyya Önder’e tekrar rahmet diliyoruz. Çok önemli birisiydi, çok iz bıraktı ve daha uzun süre kendisini konuşacağız. Evet, İhsan Eliaçık’la Sırrı Süreyya’yı konuştuk, kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizleri izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı