Hatem Ete ile söyleşi: Toplum yeni çözüm süreci ve 19 Mart krizine nasıl bakıyor?

06.08.2025 medyascope.tv

6 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin aylık kamuoyu araştırmasını, temmuz ayı raporunu direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Raporla ilgili konuşacak çok şey var raporda. Çünkü iki tane temel olay yaşıyor Türkiye. Birincisi, devam eden 19 Mart süreci var; CHP'ye yönelik operasyonlar ve CHP'nin ona karşı direnişi. Bir diğeri de çözüm süreci, ki en son dün ilk toplantısını yapan komisyonla, önemli bir aşamaya da geçmiş oldu. Siz kamuoyu araştırmasında temmuz ayında ikisini de vatandaşa sordunuz. Birbiriyle benzeyen ve çelişen bulgular da var. Birazdan onlara geliriz, ama önce parti tercihleri meselesini sorayım. Geçen ay seninle yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/07/04/hatem-ete-ile-soylesi-siyaset-kizistikca-kararsizlarin-sayisi-azaliyor/ yani haziran ayı raporunda, AK Parti birazcık öne geçmiş gibiydi. Şimdi CHP, AK Parti'nin 1,5 puan önünde gözüküyor yanılmıyorsam. Ve diğer partilerin de durumları üç aşağı beş yukarı aynı gibi. Ama iki partili sistem yürüyor gibi, değil mi?
Ete: Doğru. Aslında 19 Mart'tan beri CHP, AK Parti'nin önünde. 19 Mart her iki partinin de kararsızlardan seçmen almasına, destekçi almasına yol açmıştı. Ama CHP'nin aldığı destek daha fazlaydı ve CHP, istikrarlı bir şekilde, o 19 Mart sonrası oturduğu bantta devam ediyor. Aylık kısmi gelgitleri var, ama bu gelgitler ana fotoğrafı değiştirmiyor. Buna karşın AK Parti'nin aylık gelişmelere göre oyunu artırıp azaltması söz konusu. Geçen ay, AK Parti'yi CHP'den daha yüksek görmüştük. Aslında yüksek de görmedik, aynı bantta gördük ikisini. AK Parti noktalı kısımlarla öne geçmiş oluyordu. Dolayısıyla ikisi eşitlendi diyebiliriz. Haziran ayının anketine yansıyan temel bulgu, İsrail-İran çatışmasının ürettiği güvenlik tehdidiydi aslında. Bu güvenlik tehdidi, iktidar partisi olarak AK Parti'ye yönelik bir kısım kararsızların mobilizasyonuna yol açmıştı. Bu ay, o çatışmanın büyümeden durulması sonrasında, AK Parti tekrar haziran öncesi oy oranına geri dönmüş gözüküyor. Yani 19 Mart'ın oluşturduğu o iki üç puanlık artı bantta devam ediyor AK Parti. O bant da doğal olarak CHP'nin, AK Parti'nin önüne geçtiği bir bant olduğu için, bu ayki araştırmada, CHP, AK Parti'nin önünde devam ediyor. Diğer partilerin oy oranında da çok fazla bir değişme olmadı.

Ruşen Çakır: Ama orada bir iki ilginç şey gördüm. Mesela sizin araştırmanızda, Anahtar Parti’yi ve Büyük Birlik Partisi’ni ilk defa %1'in üzerinde oy oranlarıyla görüyorum.
Ete: Evet, doğru.

Ruşen Çakır: Bu, süreçle bağlantılı bir şey mi acaba?
Ete: Olabilir de olmayabilir de. Şu anda büyük ihtimal, süreçle ilgili olması. Bugüne kadar, sürecin, seçmenin oy verme davranışını etkileyen bir dinamiğe dönüşmediğini konuştuk hep. Biz de raporlarımızda hep bunu yazdık. 19 Mart süreci seçmeni etkilerken, çözüm süreci seçmeni etkilememişti bugüne kadar. Fakat hep şu şerhi düşüyorduk seninle konuştuğumuzda: ‘’Henüz bir adım atılmadı. Bir adım atıldığında, somut bazı gelişmeler olduğunda, bu somut gelişmelerin seçmeni etkilememesi düşünülemez’’ diyorduk. Bu ayki seçmen davranışını etkileyen en somut gelişme, PKK'nın silah bırakma töreni ve bu silah bırakma töreninin öncesi ve sonrasında kamuoyunda oluşan duygu. Bu duygu kısmen, çözüm sürecine yönelik destekte az da olsa bir düşüşe yol açmış gözüküyor. MHP'nin oy oranında kısmi bir düşüşe yol açmış gözüküyor. AK Parti'nin oy düşüşünün epeyce bir kısmını başka şeylere yormak mümkün. Biraz önce bahsettiğim gibi, İran-İsrail çatışmasının durması sonrasında oraya kanalize olan seçmenin geri dönmesi, bu ay memur ve emekli zamlarına yönelik beklentinin tatmin edici olmaması, yani enflasyon oranında zammın, seçmenin bir kısmında tatmin edici bulunmaması ki bunu da sorduk; cevap bu şekilde. Mart ayından bu yana ilk defa, tüketici güven endeksinde temmuz ayında bir düşüşün yaşanması. Biliyorsun, tüketici güven endeksi ile seçmen davranışı arasında doğrudan ilişki kurulabiliyor. Bütün bunlar bence AK Parti'nin oyunun düşmesinde ana fotoğraf. Fakat burada çözüm süreci meselesinin de etkili olduğunu, bir soru işaretiyle beraber hesaba katmamız gerekir. Çünkü sadece AK Parti'de oy düşmüyor, MHP'de de bu ay 1 puanlık bir oy düşüşüne rastlıyoruz. Fakat bunun, ilerleyen süreçlerde bir trende dönüşüp dönüşmediğini gözlememiz gerekir. Bu, temmuz ayının biraz önce bahsettiğim göstergeleriyle ilişkili bir süreç mi, yoksa çözüm sürecinin gidişatına yönelik tepki artık yavaş yavaş oy davranışını da etkilemeye mi başladı? Bunu anlayabilmek için, eylül ayında yapacağımız kamuoyu araştırmasını görmemiz lazım. Bunu bir iki ay gördükten sonra söyleyebilirim. Ama bugün itibariyle, eğer bahsettiğim bu diğer dinamiklerin yanı sıra, çözüm sürecine yönelik duygu da belirleyici oldu dersek, mantıklı açıklama şu olabilir: Cumhur İttifakı'nda bu süreçten duyulan rahatsızlık, muhalefet blokunda yer alan Zafer Partisi ve İYİ Parti'ye kanalize olmak yerine, seçmenin, Cumhur İttifakı’ndan daha müzahir gördüğü partilere bir geçişe yol açmış gözüküyor. Büyük Birlik Partisi, Cumhur İttifakı içerisinde. Yavuz Ağıralioğlu'nun kurduğu Anahtar Parti’nin de söylem tonu, terminolojisi, kavramsallaştırması, daha muhafazakâr milliyetçi kesime hitap eden, yani İYİ Parti ve Zafer Partisi'nden çok, MHP ve AK Parti'deki milliyetçilerin özdeşlik kurabileceği bir tona sahip. O nedenle de oraya kaymış gözüküyor.

Ruşen Çakır: Burada gerçekten ilginç bir husus var. Mecliste grubu olup da sürece alenen karşı olan, komisyona da milletvekili vermeyen İYİ Parti, %2'nin bile altında gözüküyor. Hatta geçen araştırmadaki orandan da düşük herhalde. Bu çok çarpıcı. Ama şu iki partili olay çok önemli. Yani siz kararsızları dağıtmıyorsunuz, ‘’Oy vermeyeceğim’’ diyenleri dağıtıyorsunuz. Yüzde 20'lik bir kararsız var. Bir ara kararsızlar neredeyse birinci seçenekti. Şu anda değil, azalıyor.
Ete: Öyle değil artık.

Ruşen Çakır: Sayıları azalıyor.
Ete: 19 Mart, kararsız oranının düşmesinde çok belirleyici oldu. Oy vermeyeceklerle kararsızları topladığımızda, 10, 15 puana yakın bir düşüş yaşandı kararsızlarda. Ben o zaman da bunun altını çiziyordum. Şimdi artık mart ayından bu yana geçen bütün aylar boyunca bu, tahkim oldu. Dolayısıyla bunun bir trende dönüştüğünü söylemekte hiç beis yok. Siyasal hareketlenme, bazen kutuplaşma formunda, bazen çözüm süreci gibi çok net bir siyasal süreç yürütme formunda olabilir. Seçmen, siyasi partilerin belli siyasi meseleler etrafında öbeklendiğini gördükçe, kararsız pozisyonundan uzaklaşıp, ana eksende yer aldığını düşündüğü, bu süreçlerin karşısında ya da yanında olduğunu düşündüğü siyasal partiler etrafında hizalanıyor. Dolayısıyla ben şu anda, kararsız seçmenin, o daha önce bahsettiğimiz tuhaflığını yitirdiğini düşünüyorum. Çünkü biz onu siyasette bir anomali olarak yorumluyorduk, bu kadar yüksek olmamalı diye düşünüyorduk. Şimdi ‘’mevsim normallerine’’ döndü kararsız seçmenin oranı. Yani seçime henüz çok fazla zaman var. Normal bir dönemden geçiyoruz. Yüzde 20, 25'ler düzeyinde bir kararsız ve oy vermeyecek seçmen oranı siyaseten de normal karşılanabilir bir oran. Tekrar oraya düştü. Siyasal hareketlilik oldukça da seçmen AK Parti ya da CHP'den birine yanaşıyor ve bu iki partili sistem çok daha fazla konsolide oluyor. Yani bu iki partili sistem artık rüştünü ispatladı diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Şimdi gelelim sürece. İki süreç var. Birisi 19 Mart, birisi çözüm süreci ve burada tabii bütün partiler var, ama en öne çıkan parti CHP. 19 Mart'ta doğrudan mağdur olan ve direnen. Ama çözüm sürecinde de çok kritik bir rol oynadı. Son ana kadar komisyona girecek mi girmeyecek mi derken, komisyona da dâhil oldu. Şimdi öncelikle şunu sormak istiyorum. Siz bu araştırmayı yaptığınızda komisyon şekillenmemişti.
Ete: Doğru.

Ruşen Çakır: CHP'ye komisyona girmemesi için baskının olduğu bir dönemde yaptınız araştırmanızı. Ama silah yakma olayı yaşanmıştı. Bunları görmüştük. Birkaç aydır insanlara süreci soruyorsunuz. İki şey soruyorsunuz, o çok çarpıcı. Hatta ben bugün bir yayında da bunu bir konuğuma söyledim soru olarak. ‘’PKK silah bıraksın mı?’’ sorusuna yüksek bir oran ‘’bıraksın’’ cevabını veriyor. ‘’Bırakır mı?’’ diye sorduğunuzda ‘’Sanmıyorum’’ cevabı geliyor. Bu tutum hâlâ sürüyor mu?
Ete: Sürüyor. Kısmi değişimler var ama ana trend aynı şekilde devam ediyor. Buna bir şekilde beklentiyle inanç arasındaki fark da diyebiliriz. Toplum, bu yürüyen sürece öngördüğü hedefler üzerinden destek veriyor. Yani PKK'nın silah bırakmasını hedefleyen bir süreç olarak bu süreci gördüğü müddetçe, sürece desteğini sürdürüyor ve ‘’Türkiye için de hayırlı olur’’ diyor. ‘’Türkiye için iyi olur’’ diyenlerin oranı da, sürece destek oranı da % 60'ları buldu. Bu da artık 50, 55'lerden başlayıp, istikrarlı bir şekilde arttı. Hatırlarsan, ilk başlarda 40'lar düzeyindeydi, şimdi 60'ta duraklamış gözüküyor. Toplumu ortadan kesebilecek bu tür siyasal süreçler için %60, çok iyi bir oran. Üstelik bu %60 oranı neredeyse bütün siyasi partilerin tabanlarında da benzer oranlarda. Yani oranlar birbirinden farklı olmakla birlikte, hâkim eğilim bütün siyasi parti tabanlarında bu yönde. O nedenle zaten %60'ı bulabiliyor. Sadece AK Parti ve MHP ya da DEM Parti olsa, %60'ı bulamazdı bu süreç. Fakat PKK'ya yönelik ciddi bir güvensizlik var hâlâ. Yüzde 5 puanlık bir artış olmuş silah yakma töreninden sonra. Ama o silah bırakma töreninden sonra da biz yine benzer şekilde iki soru sorduk. Bugüne kadar sürdürdüğümüz soru formatının trendini yakalayabilmek için, “Sizce PKK silah bırakır mı?” diye sorduk. Oradaki oranları aldık. Oradaki oranlarda 5 puanlık bir artış var. Evet, PKK silah bırakır diyenler 35-40'lar civarında. Ama ‘’bırakmaz’’ diyenler 55-60'lar civarında olmaya devam ediyor. Hâkim çoğunluk yine ‘’bırakmaz’’ diyor.
Temmuz ayındaki silah bırakma töreninden sonra da, “PKK silah bıraktı. Sizce silah bırakma bundan sonra da devam eder mi? Yoksa bu göstermelik bir tiyatro muydu sizce?” diye sorduk. Yani mealen söylüyorum, buna benzer bir duyguyu ölçebilmek için. Orada da neredeyse ‘’PKK silah bırakır’’ ya da ‘’bırakmaz’’a benzer oranlar çıkmış. Zaten ‘’PKK silah bırakır’’ diyen toplumsal kesimler, ‘’bu ciddi bir adımdı, devamı gelir’’ kanaatinde. Geriye kalanlar ‘’bu bir göstermelik adımdı, PKK silah bırakmayacak’’ kanaatinde. Şimdi bu bize bir şeyi gösteriyor: Birincisi, toplum daha önce de buna benzer süreçlerin kesintiye uğramış olma deneyimine sahip olduğu için ve hafızasında yer aldığı için. İkincisi, 40 yıllık, 50 yıllık bir sürecin bu kadar kolaylıkla silah bırakmayla sonuçlanma konusunda bir şüphe duyduğu için. Üçüncüsü başka şeyler olabilir, İktidar bu süreci doğru yürütmediği için bunun başarılı olamayacağına yönelik bir inanç da olabilir. Ama en nihayetinde, bir beklenti olarak, kanaat olarak sürece destek verirken, bunun başarıya ulaşma ihtimaline yönelik, toplumun hâlâ ciddi rezervleri var. PKK'nın silah bırakmayabileceğine yönelik bir duygusu var. Ben bunun, meclis komisyonu üzerinden, silah bırakma görüntülerinin devam etmesi üzerinden, toplumun, hem iktidarın, hem de PKK'nın bu süreçte ciddi olduğunu gözlemleyebileceği göstergeler üzerinden, tedrici olarak büyüme ihtimalini görüyorum. Ama bugünkü fotoğrafın da karar alıcılar açısından dikkate alınması gereken bir fotoğraf olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Özellikle parti tercihleri açısından baktığımız zaman, çok net farklılıklar görüyor musunuz sürece bakışta? Mesela, DEM Parti taraftarları mı daha fazla inanıyor ya da CHP taraftarları mı? Çok merak ediyorum açıkçası.
Ete: Şimdi sürece destek konusunda sıralama şu şekilde. DEM Parti sürece daha fazla destek veriyor. İkinci sırada Cumhur İttifakı partileri var. Üçüncü sırada da muhalefet var. Ama bu her üç blokta da sürece destek verenler, destek vermeyenlerden daha fazla aslında. Sadece İYİ Parti’de birbirine çok yakın oranlarda. Ama sürece destek vermeyenler daha yüksek. Fakat sürece destek verenler de oldukça yüksek. Dediğim gibi, birbirine çok yakın düzeyde. PKK'nın silah bırakmama beklentisine, kanaatine gelince, orada sadece DEM Parti diğer partilerden ayrışıyor. Ama AK Parti seçmeninde de, MHP seçmeninde de, muhalefet seçmeninde de PKK'nın silah bırakmayabileceğine, bu sürecin bir yerde akamete uğrayabileceğine yönelik risk algısı yüksek. Orada sadece DEM Parti ayrışıyor. Asıl ayrışma ve beni şaşırtan ayrışma önümüzdeki dönemde atılabilecek muhtemel adımlarla ilgili ayrışma. Belki bağımsız olarak, ‘’toplum bu atılabilecek muhtemel adımlara nasıl bakıyor?’’ meselesini de konuşuruz.
Biz bu ay, daha önceki ay kamuoyu için açık olarak gerçekleştirdiğimiz bir süreç araştırmasındaki iki blok soruyu kendi raporumuza da aldık. Bu önümüzdeki dönemde atılabilecek muhtemel adımları ikiye ayırdık. Bir, sürecin selameti açısından, Ekim ayında çıkması beklenen muhtemel adımlarla ilgili bir blok soru sorduk. Yani “Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi, Selahattin Demirtaş ve onun gibi Kürt meselesi üzerinden tutuklanan siyasi aktörlerin serbest bırakılması, eve dönüş yasası bağlamında, tutuklu bulunan PKK'lıların ya da silah bırakacak örgüt mensuplarının af süreçleri nasıl şekillenecek?” Bu bağlamdaki soruları sorduk. Bir de, Kürt meselesi bağlamında, Kürt meselesine nihai çözüm bağlamında gündeme getirilen üç temel başlığı sorduk. Anayasal vatandaşlık tanımının Kürtleri dışlamayacak bir formülle revize edilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, bir de kültürel haklar bağlamında Kürtçe anadilde eğitim hakkının tanınması. Kürt meselesi ile ilgili talepleri böyle üç bağlama sıkıştırdık. Bu ikisini farklı şekillere şekillerde sorduk. Hem bütün Türkiye açısından sonuçlar birbirinden çok ayrışıyor, hem de siyasi partiler açısından çok ciddi ayrışmalar var bu iki birime yönelik.
Temelde, Kürt meselesi ile ilgili meselelerde toplum daha açık ve destekleyici gözükürken, her üç başlıkta da, anayasal vatandaşlık meselesinde de, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi meselesinde de, Kürtçe anadilde eğitim meselesinde de sürece destek verenler, yani bu konularla ilgili adım atılmasını savunanlar, savunmayanların önünde. Bu bence çok iyi bir zemin Türkiye açısından. Beni şaşırtan bir şeydi bu. Toplumda, Kürtlerle ilişkili daha toplumsal dinamiklerin, anayasal süreçlerde bir düzenlemenin toplumsal barışı güçlendireceğine yönelik kanaat yüksek. Ve burada iktidar bloğu ile muhalefet bloku arasında bir ayrışma gözüküyor. Ama CHP ve İYİ Parti, bu meselelerde AK Parti ve MHP'den daha önde destek konusunda. Yani sürece destek konusunda AK Parti ve MHP'nin tabanı daha fazla sürece inanırken, bu tür anayasal meselelere destek konusunda CHP'nin tutumu, DEM Parti ile daha fazla özdeşliğe sahip gözüküyor.
Önümüzdeki dönemde PKK'ya yönelik silahsızlanmayı kolaylaştırmak üzere atılabilecek, daha çok PKK ile ilgili adımlar meselesindeyse, orada da ikili bir ayrım var. DEM Parti’nin önceki mensuplarının serbest bırakılması ya da kayyumların geri alınması, kayyum düzenlemesine son verilmesi meselesinde, muhalefet, iktidardan daha fazla destek veriyor. Ama geriye kalan konularda DEM Parti bütün partilerden ayrışıyor. Sadece DEM Parti destek verirken, DEM Parti dışındaki bütün siyasi partiler, PKK ile ilişkili bu eve dönüş yasası bağlamına girebilecek bütün meselelerde ciddi bir direnç geliştiriyor. Yani şöyle diyebiliriz: 15, 20 civarında destek varken, 75, 80 civarında karşıtlık var. Sadece dediğim gibi kayyum politikasında ve Demirtaş meselesinde, muhalefet, iktidarın daha fazla önünde destek veriyor. DEM parti ile orada bir özdeşlik var. Ama diğer konularda iktidarla muhalefet örtüşüyor. Sadece DEM Parti yalnız kalıyor diye gözüküyor. Uzun bir cevap verdim ama harita bu şekilde.

Ruşen Çakır: İstersen biraz da 19 Mart sürecini değerlendirelim. Neredeyse 150 gün olacak, hep ‘’CHP bunu ne kadar sürdürebilir?’’ diye beklendi ve CHP sürdürüyor. Mesela bu akşam da İstanbul Tuzla'da miting yapacak. Pazar günü Tokat'ta miting yapacak. Aksaray'da miting yaptı, Bayburt'ta miting yaptı. Böyle bir performans var ve mitingler de hiç öyle sönük falan da geçmiyor gördüğüm kadarıyla. Vatandaş ne diyor? Bu süreç biteceğe de benzemiyor. İnsanlar yoruldu mu yoksa hâlâ olaya ilgi var mı?
Ete: Şimdi önce toplumun ne düşündüğü ile ilgili fikrimi söyleyeyim. Sonra senin dediğin CHP'nin değerlendirmesine geçelim. Toplum, neredeyse ikinci aydan itibaren kemikleşmiş bir kanaate sahip. Nisan araştırmamızda bunun siyasi bir süreç olduğuna yönelik beklenti, %55'lerin üzerindeydi, %60'lara yaklaşıyordu. Ama nisan ayından sonra neredeyse keskin bir kanaat olarak bir trend oturdu. Toplumun %55'i, bu meselenin siyasi bir mesele olduğunu, yargısal süreç olmadığını düşünüyor. Toplumun %30, 35'i ise bunun yargısal bir süreç olduğunu düşünüyor. Yani bu konuda bir kemikleşme oldu. Biz başta, İmamoğlu çok ön plandayken, İmamoğlu bağlamında bu soruları soruyorduk ve sürecin trendini alıyorduk. Bu ay Adana, Antalya ve Adıyaman belediye başkanlarının alınmalarından sonra, İmamoğlu ismini anmadan, soru kökünde doğrudan bu belediyelere yönelik operasyonlar üzerinden soruyu sorduk. ‘’Trendde bir değişim olmuş mu? Seçmen, İstanbul'a yapılan operasyonla, Adana ve Antalya'ya yapılan operasyonu birbirinden ayırt ediyor mu?’’ bir görelim diye başka sözcüklerle soru sorduk. Neredeyse aynı oranlar çıktı. Yani %55 oranında seçmen, bu belediyelere yönelik operasyonun yolsuzlukla ilişkili olmadığını düşünüyor. Yüzde 30, 35'i yolsuzlukla ilişkili olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla burada kemikleşmiş bir kanaat var ve toplumun kanaatleri değişmiyor. Bu operasyonların genişlemesi, yeni bulguların ortaya çıkması, yeni iddiaların ortaya çıkması, itirafçılar vesaire üzerinden kamuoyunda sürekli yolsuzluk algısı dalgasının genişletilmesi, seçmenin kanaatlerini henüz etkilememiş gözüküyor. Yüzde 55'e, 30'luk, 35'lik ayrışma devam ediyor.
Bu ay, İmamoğlu davasının TRT'de yayınlanması meselesi geçen ay gündemde olduğu için, onu sorduk. Hem Bahçeli hem Erdoğan üzerinden bu gündeme gelmişti. CHP'nin ve İmamoğlu'nun böyle bir talebi vardı. Onlar da uygun bulmuşlardı. Toplumun büyük bir çoğunluğu bu davanın TRT'de yargılanmasına destek verecek gibi gözüküyor. Yani %60, 70'lerle, çözüm sürecine verilen destekten daha yüksek oranda bir destekle, toplum, bir nevi ‘’bu iş kamuoyunun gözü önünde yaşansın, akla kara birbirinden ayrışsın’’ kanaatine sahip gözüküyor. ‘’Sizce bu kime yarar’’ diye sorduğumuzda da büyük çoğunluk, ‘’İmamoğlu’na yarar’’ diye düşünüyor. Burada da alt metni okuduğunuz zaman, bunun siyasi bir süreç olduğuna inanan toplumsal kesimlerle, ‘’İmamoğlu’na yarar’’ diyenlerin örtüşmesine şahit oluyoruz. Eğer toplumda yolsuzluk algısı çok fazla satın alınmış olsaydı, toplumda ‘’bu, İmamoğlu’na zarar verir’’ duygusu daha baskın olurdu. ‘’Bu yargılanma İmamoğlu’na yarar’’ konusunun yüksek çıkması, toplumun yolsuzluk meselesini henüz satın almadığını gösteriyor.
Burada özellikle AK Parti ve MHP tabanındaki kırılma da çok önemli. AK Parti ve MHP tabanına ‘’sizce bu kime yarar?’’ sorusunu sorduğumuzda, büyük çoğunluk ‘’fikrim yok’’ diyor. AK Parti ve MHP kitlesindeki en büyük pastanın ‘’fikrim yok’’ diyor olması, aslında AK Parti ve MHP seçmeni, kendi liderleri böyle düşündüğü için bunun bir yolsuzluk operasyonu olduğu kanaatini söylese bile, bunun TRT'de yayınlanmasının kime yarayacağı konusunda zihninde soru işaretleri olduğunu gösteriyor. Yani bu dava yayınlandığında ‘’İmamoğlu’na yarayabilir’’ endişesi, onları ‘’fikrim yok’’ cevabına kanalize etmiş gözüküyor. Dolayısıyla seçmen dinamikleri açısından değişen bir şey yok. Fakat başta söylediğin şeyle ilişkili olarak, bence orada CHP'nin artıları ve eksileri var. İlk gün sorduğumuz temel sorularda, CHP sınavı geçmiş gözüküyor. Yani toplumsal tepkiyi siyasallaştırmayı başardı. CHP açısından en önemli soru oydu. İkincisi, kalıcılaştırmayı başardı. Bu da ikinci meydan okumaydı CHP açısından. Yani bu 10-15 günlük bir tepki mi olacak, yoksa süreç devam mı edecek?
Fakat üçüncü ve dördüncü başlıklarda CHP'nin fotoğrafı çok net değil. Üçüncü başlık şuydu bence: CHP bütün enerjisini İmamoğlu ve daha sonra devam eden yolsuzluk algısında iktidara karşı bir savunma refleksine ayırıp, kendi içindeki dönüşüm ya da memleket meselelerine bakışında ne kadar enerji sarf edebilecek meselesinde birbirine denk bir fotoğraf görüyorum ben. Orada ne başarılı ne başarısız. CHP, bu çözüm süreçleri meselesini birbirinden ayrıştırmayı başardı ve kendi parti politikasının ya da Kürtlerle ve DEM Parti ile yürüttüğü eski süreçleri, bugün iktidarla yürüttüğü sürece kurban etmedi. Orada orta dengede bulabildi. Burada bir duygudaşlık kurulursa hak da verebilirsiniz CHP'ye, ama onun haricinde maalesef, total fotoğrafta, CHP seçmene, kendi iç dönüşümüne de, bu meselelerle ilgili nasıl bir Türkiye tahayyül ettiğine yönelik meselelere de mesai ayıramıyor. Dolayısıyla bu konuda dengeli bir süreç var. Ama asıl dördüncü meselede henüz bir başarı gösterdiğine şahit olmuyorum. Yani bu süreçleri bir yerde durdurmayı başaramadı CHP. Bu toplumsal tepki, Erdoğan'ı ya da iktidarı henüz ürkütecek boyuta erdiremediği için de olabilir. İktidarla kapalı kapılar ardında başka meseleler konuşmayı başaramadığı için olabilir. İktidarın gündeminde çok önemli olan süreçlerde ne kadar sinyal bozucu bir etki uyandırabileceğini ya da destek verebileceğini göstermekte başarısız olduğu için olabilir. Bunların her birisinin kısmi etkisi var. Ama bir şekilde iktidarın 19 Mart'ta başlayan operasyonu yoğunlaşarak devam ediyor. Bunu durduramamış olması hasebiyle de CHP'nin eksileri var. Kabaca fotoğrafı böyle özetleyebilirim CHP açısından.

Ruşen Çakır: Şimdi siz bu raporda yeni bir dönemden bahsediyorsunuz Türkiye'de. Bununla toparlayalım istersen. Yeni dönem derken, esas olarak herhalde çözüm süreciyle bağlantılı bir şeyi kastediyorsunuz. Ama bir yanıyla da çözüm süreciyle 19 Mart süreci birbiriyle çelişen iki şey. Çok kabaca söylersem, birisinde savaş var, birisinde barış var. Ve savaşılan taraf, Cumhuriyet’in kurucu partisi. Barışılan tarafsa, son 40-50 yıla damgasını vurmuş bir silahlı örgüt. Şimdi bu yeni dönem iki süreci birlikte taşıyabilir mi?
Ete: Bu çok ciddi bir soru işareti. Bence de önümüzdeki dönemin ana fotoğrafını biraz bu belirleyecek. Ben temelde şöyle gözlemliyorum: Bizim şahit olduğumuz siyasal statüko, bu iki süreçle beraber bozuldu. AK Parti ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden başlayıp yargı aracıyla devam eden CHP'ye yönelik blokaj, siyasete çok güçlü bir yeni girdi işlevi gördü ve o devam ediyor. Bu ana akımda hem seçmen dinamiklerini hem de siyasetin iklimini ve psikolojisini etkileyen çok ciddi bir siyasi girdi. Bununla beraber, çözüm süreci günbegün ciddileşerek, diğer siyasal süreçleri de etkileyerek siyasal iklimi değiştirmeye başladı. Gündemimize giren üç sıcak tartışmayı hatırlayalım: Birincisi, Erdoğan'ın Kızılcahamam kampında, “Biz önümüzdeki süreci AK Parti, MHP ve DEM Parti ile birlikte yürüteceğiz” cümlesinin ağırlığı ve bu ağırlığın ürettiği siyasi tartışma. İkincisi, Türk-Kürt-Arap kardeşliği gibi bir formül üzerinden, önümüzdeki dönemde bölge ve ülke siyasetini nasıl tahayyül ettiğine yönelik verdiği işaret. Ya da Bahçeli üzerinden sızdırılan, Cumhurbaşkanı’nın kendi milletvekilleriyle yaptığı toplantıda, iki Alevi Kürt Cumhurbaşkanı Yardımcısı meselesinin kamuoyunda yaptığı tartışmaları hatırla. Bu üç mesele, bizim çözüm sürecinden önce, bu yoğunlukla tartışamayacağımız yeni soru işaretlerini getiriyor ve her gün buna benzer yeni süreçler devam edecek önümüzdeki dönemde. Günbegün hem iktidar hem muhalefetin süreçlere bakışında bir değişim yaşanıyor. Şimdi bunlar CHP ile gelip örtüşüyor, ayrışıyor. Bu meclis komisyonu öncesindeki tartışmalar bunu bütün şeffaflığıyla gösterdi. CHP'nin komisyona katılmak için ön şart olarak belirlediği iki şart vardı. Komisyon kurulduğunda, dün çıkan sonuçlara bakıldığında, CHP her iki istediğini de almış gözüküyor. Yani hem komisyonun isminde demokrasi kelimesi geçsin ısrarında bulunuyordu. Bunun, demokratikleşme ile ilgili bir iş olduğunu, demokratikleşme ile ilişkisi olduğunu hatırlatacak sembolik bir talepti bu. İkincisi de yasamayla ilgili teklif kararlarının nitelikli çoğunlukla alınmasıydı. Bu ikisini de başarmış gözüküyor.
Bu bize neyi gösteriyor? Cumhur İttifakı isterse, bu meclis komisyonunu CHP'yi dışlayarak da yürütebilirdi. Ama bu, sürecin önümüzdeki dönemde suhuletle sürdürülmesi için alınacak riskli kararlarda, CHP'nin desteğinin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir şey. Ve bu olduğu için de iktidar CHP'nin komisyona katılmamasını göze alamadı. Göze alamadığı için de CHP'nin bu iki talebi de yerine getirildi. CHP de kendi seçmeni gözünde, öngördüğü, kamuoyuna deklare ettiği ön koşulları elde ederek masaya oturmuş oldu. CHP, 19 Mart'tan bu yana ilk defa bir nevi bir mevzi kazandı diye de bakabilirsiniz bu süreçte. Benim kanaatimce, önümüzdeki dönemlerde bu iki süreç arasındaki örtüşmeler devam edecek. Sadece PKK'nın silahsızlandırılmasına yönelik, iktidar nezdinde ‘’eve dönüş yasasıyla’’ sınırlı olarak tasarlanan -benim kanaatim, bununla sınırlanmayacak olan- çalışmalarda bile CHP'nin katkısı bu kadar önemseniyorsa, önümüzdeki dönemde anayasayla ilgili tartışmalarda bu çok daha fazla gündeme gelecek. Bu nedenle, ikisinin örtüşmesine şahit olacağız ve bu ikisi, siyaseti farklı yönlerden hareketlendirecek diye düşünüyorum.
İkincisi, çözüm süreci meselesinde de, iktidarın CHP'ye yönelik baskısında da, ben iktidarın iki ortağı arasında mutlak bir örtüşme görmüyorum. Çözüm süreci ile başlayan meclis komisyonu tartışmalarında bunu göreceğiz önümüzdeki dönemde. Bu meselenin ne tür siyasal süreçleri içererek yürümesi gerektiğiyle ilgili olarak, AK Parti ile MHP arasında çok temelden net bir ayrışma var. AK Parti bu işin sadece PKK'nın silah bırakmasıyla sınırlanmasını arzu ederken, MHP, bu başlayan sürecin Türkiye'nin demokratikleşme ile ilgili süreçlerini de konuşabileceğimiz bir zemine dönüşmesini arzu ediyor. Bu, bugüne kadar somut bir adıma dönüşmediği için bir çelişki ya da ayrışmaya yol açmadı. Önümüzdeki dönemde MHP somut bazı teklifler masaya getirdiğinde, kamuoyunun gündemine getirdiğinde, burada bir ayrışma olup olmayacağını, CHP'nin, MHP ile ve DEM Parti ile saflaşarak, AK Parti'nin dışarıda kaldığı bir tabloyu görüp göremeyeceğimizi bilmiyoruz. Ama bu süreç buna açık gözüküyor.
İkincisi, MHP, iktidarın CHP'ye yönelik bu sert blokajından da çok mutlu gözükmüyor. Bahçeli, bu mutlu gözükmeme hâlini bugüne kadar çok sembolik birkaç cümleyle götürmeyi başardı. Yani ittifak içindeki kendi birlikteliğini de, çözüm sürecini de zarara uğratmayacak bir şekilde bu süreçlere destek verdi. Ama aynı zamanda AK Parti'ye bazı sınırlar da çizdi cümlelerle. Şimdi önümüzdeki dönemde CHP'nin varlığının süreç için gerekli olduğu durumlarda, eğer AK Parti'nin CHP'ye yönelik blokajı CHP'nin tutumunu etkileyecek bir noktaya gelirse, MHP nasıl bir tutum takınacak onu da bilmiyoruz. Şimdi Meclis komisyonda bunun bir örneğine şahit olduk. CHP, bu dediğim koşullar gündeme gelmezse meclis komisyonuna girmem dedi ve iktidar blokuna geri adım attırdı. Muhtemelen MHP'nin de müdahalesiyle böyle bir sonuca varıldı burada. Önümüzdeki dönemde, günbegün bu tartışmalar yaşandıkça, bu örtüşmeler artarak devam edecek. Bu ikisi neticesinde ,1 yıl sonra, 6 yıl sonra Türkiye bence her hâlükârda bugünkünden farklı konuları tartıştığımız bir yere doğru evrilecek. ‘’Cumhur İttifakı dağılacak, yeni bir blok kurulacak’’ gibi büyük laflar anlamında söylemiyorum bunu. Ama her hâlükârda, günbegün, siyasal iklim, siyasal psikoloji, siyasal tartışmaların içeriği bu iki mesele üzerinden dönüşüyor ve bu dönüşüm etkileşerek önümüze bir sürü belirsizlikler, ama bu belirsizliklerin yanında bazı imkânlar ve riskler de getiriyor. Bu dönemin, yeni bir dönemin arifesi olduğunun bilincinde olalım diye bunu söylüyorum.

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağ ol. Dolu dolu bir yayın oldu. Birbiriyle çelişen iki süreç ve insanların kafası da karışık bir yanıyla. Beklentiler var, inançlar var, ama kararsızların sayısının her geçen gün azalıyor olması aslında fena bir şey değil. Hatem Ete ile bu ayki PANORAMATR rapor değerlendirmesini, yani Temmuz 2025 raporunu konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
17.08.2025 Devletin diyaneti ➜ erkeklerin diyaneti ➜ erkeklerin devleti
16.08.2025 “Bahçeli’den demokrasi bekleyecek kadar saf mısınız?”
15.08.2025 Özgür Özel kavgayı kızıştırdı: Parayı takip edin
14.08.2025 CHP’li bir belediye başkanı niçin AKP’ye geçer?
13.08.2025 CHP-MHP flörtü
12.08.2025 Rezan Epözdemir olayı: Bu kavga neyin kavgası?
12.08.2025 Suriye sorununa “güvenlik” yerine “karşılıklı güven” açısından bakabilmek
11.08.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: CHP-MHP-DEM Parti yakınlaşması mümkün mü?
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı