Haftaya Bakış (155): İktidar ve muhâlefette ittifak tartışmaları

17.03.2023 medyascope.tv

17 Mart 2023’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, hoş geldin.
Kemal Can: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Önce Muharrem İnce ile başlayalım. Bu hafta Leman dergisinin kapağında Muharrem İnce hakkında eleştirel bir karikatür vardı, gördün mü bilmiyorum. Muharrem İnce cumhurbaşkanı adaylığını îlân edince Erdoğan çok memnun kalıyor. Bunu çizip Twitter’da paylaşmış Tuncay Akgün. Tuncay arkadaşımdır.  Ben de kendisine, “Size de, ‘siyâsetten anlamıyorsunuz’ diye mesaj yollamasın” diyerek bir taş attım. Çünkü biliyorsun Muharrem İnce, Özgür Demirtaş’a bunu yapmış. Fatih Portakal’la atışmış. Nevşin Mengü’yle atışmış.
Kemal Can: Evet, bir de aramış onları.

Ruşen Çakır: Fatih Altaylı ile konuşuyor. En son Ahmet Hakan’la yaptığı konuşmayı gördün mü? Muharrem İnce seçenekleri sayıyor: “Her halükârda seçim ikinci tura kalacak” diyor. “Ben ve Erdoğan kalırsa Kılıçdaroğlu’nun oyları bana gelir, kazanırım” diyor. “Ben ve Kılıçdaroğlu kalırsak, ben kesin kazanırım” diyor. “Eğer Kılıçdaroğlu ve Erdoğan kalırsa, oylarımın hepsinin Kılıçdaroğlu’na gideceğini garanti edemem” diyor. “Sonuçta her halükârda ikinci tur olur. İkinci tura ben kalayım, kesin kazanırım” diyor. Bir siyâsetçi tabiî ki bir şeyler söyler, iddialı olabilir. Ahmet Özal’dan BBP’ye kadar herkes, % 25 oyu olduğunu iddia ediyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda, Muharrem İnce’nin çıtayı bu kadar yukarıya çıkartması… Yani ne denilebilir ki? Benim “Olabilir” diyecek hâlim yok. Zâten kamuoyu araştırmalarında da böyle bir şey görünmüyor. Bu, belli ki iktidârın çok hoşuna giden bir durum. Çünkü sonuçta Erdoğan’ın 1. turda kazanma ihtimâli olmadığını düşünüyorum. Öncelikli hedefinin seçimi 2. tura bırakmak olduğunu ve dolayısıyla da muhâlefetin ilk turda kazanmamasını sağlayacak ne yapabiliyorsa yapmak olduğunu düşünüyorum. Bunun en ideal yolu, muhâlefet seçmeninin birden fazla adayla karşılaşması. O anlamda baktığın zaman, Sinan Oğan da oraya girebiliyor. Muharrem İnce kesinlikle oraya giriyor. Ama Doğu Perinçek girmiyor. Tabiî aday olabilecek mi bilmiyorum. Başka da adı ortada dolaşan pek kimse yok.
Şu hâliyle bakıldığı zaman, seçimi 2. tura belki bırakabilecek isim olarak Muharrem İnce, herhalde iktidârın iştahını da kabartıyordur. Sözü sana vermeden önce şunu da söyleyeyim, zâten hep söylüyorum: Ben Muharrem İnce’nin aday olacağını sanmıyorum açıkçası. Ama gündemi bir müddet daha böyle meşgul edecek kanısındayım. Ne dersin?
Kemal Can: Evet. Çünkü “Erdoğan ilk turda kazanabilir” riski, önceden sâdece iktidar taraftarlarının değil, muhâlefette de önemli bir seçmen grubunun endîşesiydi. Bu “kazanacak tartışmaları” da onun etrafında dönüyordu. Şimdi bu son gelinen durumda, Altılı Masa’nın krizi aşmasından sonra, hava birdenbire tersine döndü. Artık, iktidârın ilk turda işin bitmesini engelleyip engelleyemeyeceği konuşulmaya başlandı. Erken anketlerdeki rakamlara dayanarak söylemiyorum. Onların çoğu böyle işâretler veriyor olmasına rağmen, ben atmosfer ve seçmende oluşan havadan bahsediyorum. Şu anda en belirleyici mesele –ki bunu daha önce de söylediğimi hatırlıyorum–, bu seçimin belirleyici faktörü, seçmeni kazanacağına iknâ eden kim olacaksa onun ciddî bir avantaj elde edeceği. Yani seçimin sonucunu asıl olarak, ihtimaller ve onu oluşturan duygu durumu belirleyecek.
Şu anda yaratılmak istenen atmosfer, oy bölme konusundan biraz daha önceki bir aşamada. Hâlâ ikinci tura kalma seçeneğinin ya da şimdiden açık ara koparak gidecek bir seçim sonucunun olmadığı izlenimini yaratmak. Bunun için de çok sayıda argüman yok. Senin de, “Onun için konuşalım” dediğin Muharrem İnce burada en çok ortada olan ve en çok üzerine yatırım yapılan aktör gibi duruyor. Kendi iddialarıyla, “%28 ile başladık, %38 ile ilk turu geçeriz, %68 ile 2. turda alırız” gibi bir matematik kuruyor; ama çok basit bir sorunun cevâbı yok. Daha önce aday olmuş, sâdece ismiyle alabildiği oy olduğunu varsaysak bile... — ki doğru değil, yani koca bir partinin, CHP’nin adayı.

Ruşen Çakır: Aslında muhâlefetin de adayı.
Kemal Can: Evet, kısmen muhâlefetin de adayı. Gerçi o zaman Akşener Millet İttifâkı’nın adayı olmuştu.

Ruşen Çakır: Ama en başta, partilerinden az oy aldılar.
Kemal Can: Evet. Dolayısıyla kendinde toplanan bir oy vardı. Bu geçen süre içerisinde, 5 senede alabildiği yüzde 38 oy yerinde duruyor diye inanmamız lâzım. Yani CHP’nin ve diğer bir kısım partideki oyun Muharrem İnce’de buluşacağı iddiasını doğru kabul etmemiz lâzım. Bunun üstüne de bir oy alacağını varsaymamız lâzım. Peki, bu 5 sene içerisinde, 5 sene önce olmayan ne oldu ki Muharrem İnce böyle bir desteğe sâhip olsun? Bir sürü aktör için bakabiliriz.

Ruşen Çakır: İstersen fazla uzatmayalım, sonra biz de fırça yemeyelim.
Kemal Can: Telefonumuz çalmasın diyorsun yani. Bizi aramaz herhalde. Yani bunun bir cevâbının olması lâzım. Sen de söyledin ya? Herkes böyle yüksek iddialar ortaya atar. Ahmet Özal da atıyor. Rahmetli Erbakan’ın her mitingi 1 milyon kişiydi meselâ. O her mitinginden sonra, “Burada toplanan bir milyon kişi” diye konuşuyordu. Bu anlaşılır bir şey. Ama biraz önce söylediğim duygu durumunu değiştirecek, seçmenin hakîkaten “Acaba mı?” demesini sağlayacak bir gerekçe olması lâzım. Bu, kişisel iddialarla ya da medyada çok görünür olmakla sağlanabilir bir şey değil.
Negatif tarafına bakalım: Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ve “kazanacak aday” tartışmasının içerisinde bir sürü varsayım ileri sürülüyordu. Kılıçdaroğlu’nun seçilememe ihtimâlini öne süren varsayımlardan biri de, Muharrem İnce’nin çok yüksek oy alabilme potansiyeli olduğu, çünkü büyük bir reaksiyon oluşacağı iddiasıydı. Ama ilk göstergeler, bu varsayımın çok doğru olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla bu iddiaların çok kısa bir gelecekte hem ölçümlerle hem kamuoyunda oluşan havayla… Aslında herkes bunları birbiriyle kendi arasında konuşuyor. Dolayısıyla seçmen etkileşimi sâdece siyâset yapan profesyoneller eliyle olmuyor. İnsanların kendi aralarında konuştuklarıyla beliren birtakım eğilimler var. Bâzı siyâsetçiler bunları doğru okuyarak hamle yapıyorlar, bâzıları onları yönlendirebileceğine inanıyorlar.
Anladığım kadarıyla, Muharrem İnce bu havadan böyle bir gedik açabileceğini ve buradan bir genişleme yaratabileceğini düşünüyor. Ama bence bu, senin söylediğin gibi aday olmama ihtimâlini güçlendiren şey, bu havanın oluşmaması durumunda, “Ne koparırsam koparayım” diye adaylık yarışına girmesi, daha önce bir kez muhâlefet seçmeninde yarattığı büyük bir hayâl kırıklığının, bu sefer geri alınmaz ve tâmir edilmez başka bir versiyonu olur. Bunu yapan insanlar olmadı mı? Daha önce de oldu. Ama ben de seninle bu konuda hemfikirim. Bu tür bir hava oluşmadığı takdirde son düzlükte böyle davranmayacağını ve adaylıktan ferâgat edeceğini düşünüyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Son günlerde “Erdoğan çok rahat” diye lâflar dolaşıyor. Artık dayanamadım, Pazar günü bununla ilgili bir yayın yapacağım. Ama sana da sorayım bunu. Neye göre rahat anlamıyorum. Hiç öyle rahat bir durum yok. Belki çok yüksek sesle ona buna sataşmadığı, saldırmadığı için öyle düşünülüyor. Ama bir yanıyla da çok tedirgin olduğu, ittifâkı genişletmeye çalışmasından belli. Çarşamba günü Adını Koyalım’da https://medyascope.tv/2023/03/22/adini-koyalim-99-cumhurbaskanligi-yarisi/ konuştuk bunu. Yeniden Refah Partisi, HÜDA PAR… ANAP ve DSP kolay herhalde; ama Yeniden Refah ve HÜDA PAR’la ilgili birtakım sorunlar var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde HÜDA PAR’dan alenî desteği aldı. Milletvekilliği seçiminde de herhalde ortak listede –en azından Güneydoğu’da– girecekler gibi. HÜDA PAR henüz netleşmedi, ama onun da olma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir tedirginlik var, alabildiği kadar oy alabilmek istiyor. O tarafta hummâlı bir faaliyet var.
Kılıçdaroğlu da bugün Millî Yol Partisi’ni ve Bağımsız Türkiye Partisi’ni (BTP) ziyâret etti. Millî Yol Partisi, Büyük Birlik Partisi’nden kopanların kurduğu parti. Bağımsız Türkiye Partisi de Haydar Baş’ın kurduğu, ölümünden sonra oğlu Hüseyin Baş’ın devraldığı parti. Kılıçdaroğlu da bir açılım yapmak istiyor. Daha kenarda kalmış, ittifaklara girmemiş partilerle görüşüyor. HDP ile olan yarınki görüşme garip bir şekilde ertelendi. Onun siyâsî bir nedeni olduğunu düşünmüyorum. Öğrendiğimiz kadarıyla CHP görüşmenin bugün yapılmasını istemişti. HDP’nin eş genel başkanlarının deprem bölgesindeki programı nedeniyle olmadı. Pazar günü Kılıçdaroğlu İzmir’de İktisat Kongresi’ne gideceği için olmayacak. HDP görüşmesi herhalde hafta başına kalacak. Açıkçası ben HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na destek vereceğini düşünüyorum; kuvvetli bir ihtimal. Bunun da, seçimin ilk turda bitme ihtimâlini yükselttiğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan ve Kılıçdaroğlu var. Üçüncü bir isim, 100 bin imza toplarsa, Sinan Oğan olacak. Belki Muharrem İnce olacak. Bu sefer CHP destek vermediği için bulmakta zorlanacağını düşünebiliriz. Doğu Perinçek de belki aday olacak. Ama Doğu Perinçek’in, seçimin ikinci turuna kalabilecek güçte olacağını düşünmüyorum. Sinan Oğan konusu biraz muallakta.
HÜDA PAR meselesine gelelim. Dikkat edersen iktidar çevrelerinden yapılan açıklamalarda, bir îzah etme çabası var. Meselâ geçen gün CNN Türk’e çıkartmışlar Zekeriya Yapıcıoğlu’nu. Ona, “Bizim Hizbullah’la alâkamız yok” dedirtmeye çalışmışlar. Orada da ilginç bir durum var. Alâkaları var ama yok. Böyle tuhaf bir durumdalar. Hizbullah meselesi hâlâ bir şekilde duruyor. Bu açıkçası, “Ben Cumhur İttifâkı’na oy verecektim, HÜDA PAR’ı gördüm, oraya oy vermiyorum” duygusu yaratır mı çok emin değilim. Vereceği olan zâten oy verir. Ama özellikle “HDP Kılıçdaroğlu’nu destekliyor” propagandasını bayağı ciddî bir şekilde yaralayacak bir şey bu. “HDP’ye terörist diyorsunuz. Al işte burada da terörist var” durumu. Zâten Meral Akşener ilk günden bunu söyledi biliyorsun. Öyle bir eşitleme olacağını düşünüyorum.
Millet İttifâkı ve Cumhur İttifâkı’nın dışında ayrıca Ata İttifâkı, Ahmet Özal’ın Türkiye İttifâkı da var. Onları bir kenara koyalım. Bir de tabiî Emek ve Özgürlük İttifâkı var. Ama şu hâliyle baktığın zaman, Millet İttifâkı o aday krizinden sonra bayağı sağlam duruyor gibi. Bugün İYİ Parti’nin reklam kampanyası başladı, gördün mü bilmiyorum. Akşener’in Kılıçdaroğlu ile birlikte olan fotoğrafı, “Birlikte kazanacağız” sloganıyla, Akşener’in İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la olan fotoğrafı da, “Tarih yazacağız” sloganıyla paylaşıldı. Yani bir pürüz çıkartmayacaklarını gösteriyorlar. Bu arada, Yavuz Aliağıroğlu’nu da birileri kaşımaya çalışıyor. O da, “Ben yokum” ya da “Biz bunu kabul edemeyiz” gibi bir çıkış yapmıyor, yapacağını da sanmıyorum.
Sonuçta Millet İttifâkı’nda bayağı bir bütünlük oluşmuş gibi görünüyor. Cumhur İttifâkı da kendini genişletmeye çalışıyor. Ama Çarşamba günkü “Adını Koyalım”da da söylediğim gibi, Yeniden Refah’ın Cumhur İttifâkı’na bir katkısı olabilir, ama HÜDA PAR’dan çok emin değilim. Meselâ son cumhurbaşkanlığı seçiminde HÜDA PAR seçmeni zâten Erdoğan’a oy verdi. Gerçi açık açık söylemeden verdiler, ama zâten ona oy vereceklerini biliyorduk. HÜDA PAR’ın öncekinden farkı şu: “Biz cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyeceğiz” diyorlar. Milletvekili seçiminde de herhalde Güneydoğu’da ortak liste olacak ve Hizbullah’tan 4-5 vekilin Meclis’e girdiğine tanık olacağız. Pardon, HÜDA PAR’dan.
Kemal Can: Allah söyletmesin.

Ruşen Çakır: Anlamadım.
Kemal Can: “Kim söyletti?” diyorum.

Ruşen Çakır: Yani kendilerinin de, “Hayır, bizim kesinlikle Hizbullah’la alâkamız yok” diyecek halleri yok. Şu hâliyle baktığımızda, Cumhur İttifâkı’nda hâlâ birtakım belirsizlikler olmasına rağmen, aslında ittifakların her birinde işler yolunda gibi.
Kemal Can: Farkındaysan, bu ittifak işi bir trende dönüştü. Adaylığını açıklayan herkes, “Ben kendi başıma adayım” demiyor, mutlaka arkasına bir ittifak uydurmaya çalışıyor. Sanki ittifaksız siyâset yapılmazmış gibi bir vasat oluştu. İttifak isminin kendisi bir pozitif içerik kazandı. Hani böyle, “Biz bir şeyleri toplayabiliyoruz, farklı şeyleri bir arada tutabiliyoruz” durumu. Bu da aslında bütün sorunlarına rağmen Altılı Masa’nın becerdiği bir şey… Aslında biz ilk ittifâkı, iktidar ittifâkı olarak gördük. Yani aslında Cumhur İttifâkı olarak kuruldu ittifak. Hatta ittifak yasasını onlar getirdiler. İttifâkı mümkün kılan yasayı getirerek bunun önünü açtılar. O da Bahçeli'nin önerisiydi. Ama ittifâkı pozitif bir şey olarak seçmenin gündemine sokan, muhâlefet ittifâkı oldu. Şimdi de herkes ittifaklar peşinde ve ittifaklar da genişlemenin, biraz daha büyümenin peşinde.
Önce, senin o söylediğin “Erdoğan çok rahat” konusundan başlayayım. Hatırlarsan, referandum döneminde ve 2019 seçimleri öncesinde de benzer şeyler söylenmişti: “Erdoğan hiç topa girmiyor, ortalıkta yok, maksatlı olarak geride duruyor ya da çok emin veya bildiği bir şey var”. Zâten televizyon programlarında, Kılıçdaroğlu “Kazanacağız” dediğinde birtakım sunucuların kahkahalarla güldüğü günlerde bunlar yaşanıyordu. Ama sonra işin öyle olmadığı, Erdoğan’ın bir şey bildiği için ya da bir şeyi garanti ettiği için durduğu gibi bir durumun olmadığını hep berâber gördük. Hattâ seçimin yenilenme kararıyla ilgili de benzer tartışmalar olmuştu. Referandum meselesinde de, önce, kendisi çok devreye girmeden… Hattâ Davutoğlu iyi bir kampanya yürütmediği için Erdoğan’ın son anda müdâhale edip devreye girerek dengeyi değiştirdiği ve bu yüzden Davutoğlu ile arasının açıldığı iddiaları ortaya atıldı. Bu hep böyle gündeme geliyor.
Ama ben de seninle yakın düşünüyorum. Şu anda, sâdece HÜDA PAR görüşmesi açısından değil, atmaya çalıştığı bütün adımlar açısından hiç de öyle her şeyi garantilemiş ve bunun rahatlığıyla sâdece sonucu bekleyen, sâdece hamleler için zamanlama kollayan bir rahatlık olduğu kanaatinde değilim. Şimdiye kadar pek çok aktör, Erdoğan’ın yaptığını bekleyip ona göre adım atarken, şimdi pek çok aktör adımlarını atıyor ve Erdoğan bunlara vereceği cevaplar konusunda beklemek zorunda kalıyor. Aslında bu muhâlefet için çok kolay çalıştırdığı düğmelerin bir kısmının, artık o biçimde çalışmadığı ya da o düğmeye bastığında aynı sonucu alamadığı bir durumla karşı karşıyayız.

Ruşen Çakır: Bir örnek vereyim: Urfa’da sel felâketi oldu, muhâlefet ânında Urfa’ya gitti. Hattâ Kılıçdaroğlu, Akşener ve Davutoğlu birlikte gittiler. Erdoğan gitmedi. Onların arkasından gitmek olmazdı herhalde. Ya da, Kılıçdaroğlu’nun eşiyle birlikte, 6 Şubat depreminde Adıyaman’da çöken otelde hayâtını kaybeden öğrencilerin âileleriyle görüşmek üzere Kıbrıs'a gitmesi. Bu olay ne? Zaman meselesi... Cumhurbaşkanı bu olayda bir şey yapmadı. Belki KKTC Cumhurbaşkanı üzerinden bir şey yapmışsa bilmiyorum, ama Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi görünür bir şey yapmadı. Muhâlefet kendi önüne bakarak hareket ettiği zaman, Erdoğan’ın hayli geride kaldığını görüyorsun. Kılıçdaroğlu’nun Kıbrıs’a gitmesinden sonra, Fuat Oktay da bir tweet atıp, o olayla ilgili 3 kişinin tutuklandığını, soruşturmanın sürdürüldüğünü söyleyerek cevap yetiştirmeye çalıştı. Ama Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, insânî olarak da, siyâsî olarak da çok doğru bir hamleydi bence. 
Kemal Can: Bir de şunu hatırlatmak isterim: Depremin ilk başında Fuat Oktay’la yürütülmeye çalışılan bilgilendirme ve hattâ muhâlefetle atışma işinin, tamâmen başka bir mecrâya aktığını görüyoruz. Artık ne Süleyman Soylu ne Fuat Oktay’ı görüyoruz. Hattâ bir ara, Fuat Oktay’ın CHP’li belediye başkanlarına bile “Siz kimsiniz?” diye sözler söylediği açıklamaları oluyordu. Ama sonra birdenbire, helâlleşme için oraya giden ve aslında geriden gelen, orada da yalpaladığı açıkça görülen, ama kendisini alana çıkartarak dengelemeye çalıştığı bir problem var. Ve her yerde de, “Sorun var galiba” noktasına dönen, baştaki kendi fevrîliğinin de epey gerisine çekilmiş bir Erdoğan görüyoruz. Bence bunlar bir rahatlığın alâmeti değil, eskiden çok kolay uygulayabildiği rahatlığın aynı sonuçları vermediğini görmekle ilgili bir şey. Erdoğan’ın rahat kazanacağı iddiasını desteklemek için, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen bir televizyon programında, “Biz haftada 4 anket yaptırıyoruz. Erdoğan önde” gibi bir açıklama yapmış. Ben o kısmın sâdece “Haftada 4 anket” meselesine bakıyorum. Haftada 4 anket görüyorlarsa, bence bayağı sıkıntı demektir.
Şimdi gelelim işin muhâlefet tarafına: Evet, muhâlefet bir özgüven kazanmış durumda. Ama seçmende daha çabuk dağılmış olan endîşe üzerine kurgulanmış varsayımlar hâlâ satın alınır durumda. Eskiden iyimser, umutlu şeyler duymak isteyen insanların, negatif ya da endîşe doğuran şeylere büyük bir reaksiyonu vardı; şimdi ise, pozitif şeylere gayet alışmış ve rahatlamış olan seçmen, bence detaylarda eksikler konusunu daha komplekssiz biçimde konuşabilmeye başladı. Ama buna karşılık, siyâsî aktörlerde ve o aktörleri yönlendirme iddiasındaki birtakım danışman ya da araştırmacı gruplarında, sorunların biraz daha devam ettiği kanaatindeyim. Sâdece bir reel durumu anlamak değil, bu reel durum öncesindeki kendi tezlerini kolay terk edememekten kaynaklanan bir durumu, başka türlü rasyonalize etme çabası görüyorum. Bunun da, biraz veriler ortaya çıktığında yatışacağı kanaatindeyim. Yani ben öyle bir sıkıntının hâlâ yaşandığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Yani muhâlif seçmendeki rahatlama hâlini henüz kadrolar tam olarak yaşamıyor.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Aslında tam tersiydi. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklanmadan önce, partililer “Her şey kontrol altında” diyorlardı. Ama aşağıda millet, “Ne olacak? Nasıl olacak? Aday kim olacak? Kazanacak aday, kazanmayacak aday” diye bir telâş içindeydi. O kriz yaşanıp bitince bir rahatlama yaşanıyor, ama hâlâ…
Kemal Can: Ama o endîşenin de, rehâvetin de üretilmiş, biraz kurgusal bir şey olduğu ortaya çıktı. Onun sâhici kısımları var, ama bir de köpürtülmüş kısımları var. Şimdi o köpük giderek yatışıyor. Her ikisi de, yani mâkul bir endişeyle, mâkul bir özgüven yavaş yavaş hâkim oluyor. Bu da, iktidârın aleyhine olacak ruh hâlini besliyor.

Ruşen Çakır: Son olarak Emek ve Özgürlük İttifâkı’nı konuşalım. Emek Partisi (EMEP) ve TİP, “Tamam, ittifak hâlinde gelelim, ama bâzı yerlerde biz kendi listemizle girelim” dediler. HDP ise tek liste girmeyi dayatıyordu. Sonuçta TİP ve EMEP’in istediğine yakın bir sonuca mutâbık kalmışlar gibi görünüyor. Bu arada hâlâ HDP çatısı altında mı girileceği, yoksa Yeşil ve Sol Gelecek Partisi çatısı altında mı girileceği meselesi hâlâ netleşmiş değil. Bu konuyu biraz dalgalanmaya bırakmış durumdalar. Her ihtimâle karşı Yeşil ve Sol Gelecek Partisi olma ihtimâli var. Tabiî ki tercihleri HDP olması, ama ittifakla girileceği kesin. Aslında bu tartışma kamuoyunda açık bir şekilde yapılmadı. Bir tartışma olduğunu anladık, ama tek liste, ortak liste, ayrı liste diye çok tartışılmadı ve özellikle sosyal medyada, karşılıklı atışmalar, küçümsemeler olduğunu gördük. Ama sonuçta TİP ve EMEP’in dediği oldu.
Yayından önce sohbet ederken, sen, Cumhur İttifâkı’nın tek liste girebileceğini söyledin.
Kemal Can: Bunu aylar önce söylemiştim.

Ruşen Çakır: Evet, ama tekrar hatırlattın. Böyle olursa hiç şaşırmam. Meselâ MHP, 91 seçimlerinde Refah Partisi listesinden Meclis’e girmiş bir hareketin devâmı. Ayrı ayrı girdiklerinde, diyelim 200+40 milletvekili almak yerine, birlikte girildiğinde 260 milletvekili oluyorsa, MHP bunu rahatlıkla yapabilir. Millet İttifâkı’nda bunun olmayacağı ortada. İYİ Parti kendi listesiyle girecek, CHP kendisi girecek. Diğer partiler nasıl olabilir? Meselâ Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin birlikte girme seçeneği de var.
Emek ve Özgürlük Partisi’yle ilgili olarak özellikle TİP çevresinden insanlarla konuştum. Ama hâlâ tam anlamış değilim. TİP’in özgüveni olduğu, bir ilgi yarattığı ortada, bunu kabul ediyoruz. Medyada ve sosyal medyada, Erkan Baş bayağı popüler, Sera Kadıgil ayrı, Ahmet Şık’ı zâten biliyoruz, Barış Atay kezâ öyle. Hattâ bir kanalda tek başına yayına çıkıp bambaşka bir olay yarattı.
Kemal Can: Peşinden, deprem sırasında yaptıkları…

Ruşen Çakır: Evet, ama o daha sonraki bir olay. Bunların hepsi bir realite. Ama Türkiye gibi bir ülkede, TİP gibi yeni bir parti gerçekten bunu yapar mı çok emin değilim. Çünkü bir risk alıyorlar. Bir de bu riski HDP’ye rağmen alıyorlar. HDP onlara, “Siz seçime kendi başınıza girseniz bizim için daha iyi olur” demedi, tam tersini söyledi. Hattâ bu tartışma sürecinde, “Bu ittifak dağılıyor mu?” diye bile konuşuldu. Ama anlaşılan sonuçta HDP bu talepleri kabul etti. Açıkçası bu riske girmeye ihtiyaçları var mıydı çok emin değilim. Seçimde en çok merak ettiğim hususlardan biri bu olacak. Bu seçimde Türkiye İşçi Partisi ve EMEP kendi başlarına hatırı sayılır bir oy alsalar, Türkiye’de sol için çok iyi bir işâret olur. Ama ben çok emin değilim açıkçası.
Kemal Can: Evet, bu işin önemli bir tarafı bu. Çünkü biraz önce konuştuğumuz ve giderek seçmene de yayılan, hattâ seçmenden siyâsete doğru gelmeye başlayan bu pozitif hava, güven duygusu ve kazanacağız inancı, elbette ki buna dâhil olan bütün aktörlerin de bu ortak kazançtan maksimum faydayı ve kendi önemsedikleri katkının görünür olmasını istemelerinde anlaşılmaz bir taraf yok. Bu çok anlaşılır bir şey. Bunu böyle “küçük parti çıkarı” diye yorumlamak da çok haksız bir değerlendirme olur. Ama burada bu seçimin özelliğinden kaynaklanan çok teknik sorun var. Birincisi, senin işâret ettiğin gibi, bu, iktidar ittifâkının tek liste teklifi olarak girme ihtimali, Meclis aritmetiğinde bir anda büyük bir sayısal dengesizlik yaratabilir. Çünkü yapılan simülasyonlar, daha az oy alarak daha çok milletvekili çıkartmanın mümkün olduğu bir seçim sisteminde, tek liste olarak girenlerin önemli bir avantaj sağladığını gösteriyor.
AKP ve MHP, hem dediğin gibi daha önce bu tür deneyler geçirdikleri için hem de çok ciddî teşkilât dirençleri olmayacağı için bunu çok kolayca uygulayabilirler. Ama bu tarafta, yani sâdece Millet İttifâkı’nda değil, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda bile böyle bir sorun çıktı. Ve bu sorun çıktığında adaylık tartışmasındaki krizde de, karşılıklı argümanlar, meselenin kendisinden daha büyük sorun teşkil edecek bir atmosfer yaratıyor. Suçlama ya da herhangi bir talebin gerekçelendirilmesi, küçümseme ya da dayatma… Bu kavramların fazla ulu orta konuşulması problemin kendisinden daha büyük bir rahatsızlık yaratıyor, daha yıpratıcı olabiliyor. İkisinde de bunun hızlı geçilmesi pozitif bir sonuç verdi, ama teknik mesele ortadan kalkmış değil.
Senin söylediğin gibi, Millet İttifâkı’nda İYİ Parti’nin zâten ayrı davranacağı neredeyse kesinlik hâlinde. Gerçi orada bir ara konuşulmuştu; bu konuda komisyon kurdular çalıştılar da. “Bâzı illerde bunun dışında yapabiliriz” diye konuşulmuştu. Hele şimdi Cumhur İttifâkı o tür bir şey açıklarsa, belki sayı da artabilir. O rezervi de koyalım. Ama tamâmen tek liste olarak gidemeyecek olması… Anketlerin kabaca ölçtüğü %40-%60’ın Meclis’e yansıyamaması, yani ağırlıklı bir çoğunluk oluşturamama riskini getiriyor. Bu çok teknik bir mesele ve dolayısıyla, bu tür haklı, mâkul, anlaşılabilir pek çok gerekçe, ne yazık ki bu büyük gerekçenin altında ezilmek durumunda kalıyor.

Ruşen Çakır: Ferit Arslan bugün ilginç bir haber yaptı: Diyarbakır’da Millet İttifâkı partileri tek liste girme karârı almışlar ve hattâ birinci sırada da Türkân Elçi’nin olacağı söyleniyor. İki milletvekili çıkartmayı hesaplıyorlarmış. Yerel birtakım teşkilâtlar bunu bir yerden de bastırabilir. Aslında matematik olarak çok iyi, güvenilir, sâhaya hâkim, anket çalışan birtakım gruplar var. CHP’ye yakın birtakım yerler de var; onlar pekâlâ bunu gösterebiliyorlar. Ama orada iş hep şuna geliyor: Meselâ Muharrem İnce’nin de tabiî ki aday olmak hakkıdır, bir partinin genel başkanı; bir cumhurbaşkanlığı seçimine girmiş. O oyları kendisinin aldığını düşünüyor, tekrar girebilir. Ya da bir parti, “Ben kendime güveniyorum” deyip ayrı girmek isteyebilir. Ama öteki realiteyle karşılaşıldığı zaman, böyle birtakım formülleri bulmaları gerekecek.
Diyarbakır örneğini vereyim. Diyarbakır’da genellikle şöyle oluyor: HDP ya da o târihteki adı ne ise o parti –bâzen bağımsız da girdiler– AKP milletvekilliklerini alıyor. Bâzı durumlarda, meselâ 100 oy farkla öne geçen bir fazla milletvekili çıkarıyor. Şimdi devreye HÜDA PAR girecek ve kıl payı kazanılan milletvekillikleri konusunda AKP’nin kazanma ihtimâli artacak. Sayısı kaç bilmiyorum, ama diyelim ki Diyarbakır ayrı bir milletvekili çıkartıyor. D’Hondt sistemiyle hesaplıyorsun. Öyle bir yer geliyor ki 100 oy farkla bir milletvekili bile alabiliyorsun. Şimdi HÜDA PAR’ın böyle bir katkısı olacak orada. Meselâ orada DEVA’nın da, CHP’nin de, Saadet’in de, hiçbirisi tek başına bir anlam ifâde etmiyor. İYİ Parti pek yok, ama onların da Ensarioğlu gibi isimleri var Diyarbakır’da, belli bir oyları var. Küçük yerlerde bunu yapmak daha nispeten kolay olabilir. Daha doğrusu, Diyarbakır büyük yer de, partilerin oylarının az olduğu yerlerde yapmak kolay. Ama İYİ Parti ve CHP, İstanbul’da, İzmir’de bunu yapsa, kazanacakları milletvekili sayısı çok artar. İstanbul, İzmir, Ankara, Adana gibi yerler, aynı zamanda İYİ Parti’nin kendini göstermek istediği yerler olacak; oralarda kendisi girmek isteyecek. Sonra, birtakım araştırmacılar, “İstanbul 1. Bölge’de, CHP şu kadar, İYİ Parti bu kadar, bilmem kim şu kadar milletvekili çıkardı” diyecek. Ama CHP ve İYİ Parti’nin oyları birleşmiş olsaydı, o milletvekillerinin bir tânesi ya da belki iki tânesi, AKP yerine bunlara gidecekti. Bu tür şeyler de çıkacak önümüze. İşte burada, birlikte hareket etmek ya da kendi gücünü göstermek olayı arasında çok şeyler olacaktır. Senin dediğin gibi Cumhur İttifâkı tek liste girerse, orada büyük bir panik hâlinde, belki onlar da benzer bir arayışa girerler. Zamanları yeter mi bilmiyorum tabiî. 
Kemal Can: Evet, çünkü anladığım kadarıyla bu konuda takvim de çok sınırlı artık. Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı takvim, bu konudaki eşikleri iyice daraltmış durumda. Zâten bu seçim yasası değişikliğiyle... ki o da bir tartışma konusu aslında: Hangi seçim yasasıyla gidilecek? Ama anladığım kadarıyla, Yüksek Seçim Kurulu yeni yasanın kurallarını uyguluyor. Tabiî onun ne kadar hukukî olduğu konusunu herkes şu anda bırakmış durumda. Tıpkı “Cumhurbaşkanı 3. kez aday olabilir mi?” tartışması gibi. Zâten önceki ittifak yasası, hem ittifâkın birlikte toplam oy olarak sayılmasını hem de herkesin kendi partisiyle orada görünmesini mümkün kılıyordu. Zâten bu değişikliği yapma nedenleri, bu kolaylığı ortadan kaldırmaktı. Çünkü bu, muhâlefetin işine yarayan bir kolaylıktı. Yani bir arada durması zor aktörlerin, tek şemsiyede buluşmasını kolaylaştıran bir şeydi. Çünkü öbür tarafta Cumhur İttifâkı’nın daha simbiyotik bir ittifak formu var. Onların, partilerin gücünü göstermekle ilgili, muhâlefetteki partiler kadar ihtiyâcı yok. Tam da o yüzden o değişiklik yapıldı. Şimdi bu “Bizim de bâzı taleplerimiz var” tartışmaları, bu oyunu iktidârın kurduğu alana çekiyor. Bence, yine seçim kazanılabilir bir seçim olarak duruyor, ama bu kısa sürede eğer doğru stratejiler ve iyi hesaplamalar yapılmazsa, kazanacağın kadarından azına râzı olmaya neden olabilir. Üstelik buradaki payını gösterme konusundaki hevesler de, senin söylediğin gibi tam karşılığını bulmayabilir.

Ruşen Çakır: Evet, noktayı koyalım Kemal. “Haftaya Bakış”ı burada bitiriyoruz. İzleyicilerimize çok teşekkür ediyoruz. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı