Fethullah Gülen cemaatinin önde gelen isimlerinden Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin son yazıları, cemaat ile Erdoğan arasında soğuk rüzgarlar estiğini kanıtlıyor
Fethullah Gülen cemaati AKP hükümetine eleştirilerini yoğunlaştırıyor ve özellikle Başbakan Erdoğan ile arasına belirgin bir mesafe koyuyor. Çünkü Erdoğan’ın Çankaya yolunu açabilmek için kendilerini gözden çıkarabileceği yolundaki spekülasyonlar, Gülen’in yakın çevresi tarafından da inandırıcı bulunuyor. Örneğin cemaatin etkili isimlerinden, Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, son bir ayda kaleme aldığı en az dört yazıda hükümete çok ciddi uyarı mesajları yolladı. Son olarak Cuma günkü “Tezkerenin sonrası” başlıklı yazısında, örtük bir şekilde, hükümetin cemaate yönelik bir operasyon düzenleyebileceğini, bunu yapması halinde AKP’nin intihar etmiş olacağını yazdı.
İşte Gülerce’nin o makalesinin son bölümleri: “AK Parti, kendisine destek verenlerle ters düşürülüp yalnızlığa mahkûm edilmek istenecektir. Öyle ki, kendisine sunulan düzmece belgeler ve medya destekli ‘resmi’ telkinlerle başlatılacak kampanya sonucunda, iktidar partisinin önde gelenlerine ‘asıl kabahat bizde değil, falanlarda’ dedirtmeye çalışacaklardır. Orada kalsa neyse. Bir de kendilerine ‘madem böyle düşünüyorsunuz, o zaman gereğini yapın’ denilecektir. Yani AK Parti siyaseten intihara sürüklenmek istenecektir.”
KOMPLO İDDİALARI
Gülerce’nin sözlerini deşifre edebilmek için, Şemdinli İddianamesi ile başlayıp Danıştay saldırısı, Atabeyler Çetesi olaylarıyla devam eden ve Org. Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığını engellemek için yürütülen kampanyayla sonuçlanan süreci hatırlamak gerekiyor. Başta yüksek rütbeli subaylar olmak üzere toplumun bir kesimi, bütün bunları TSK’yı yıpratmaya yönelik bilinçli ve örgütlü bir komplo olarak gördü. Nitekim Org. Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı devrederken yaptığı konuşmada, bu olayın faillerinden hesap sorma kararlılığını vurguladı.
Kimse açık açık isim vermedi ama Gülen cemaati ve onun polis teşkilatı içindeki uzantılarının suçlandığı yolunda inandırıcı söylentiler dolaştı. Örneğin Gülerce 18 Ağustos’ta kendilerinin haksız yere suçlandığını yazmıştı: “Hâlâ ülkemiz ve insanımız için yapılan çalışmaları ‘tehdit’ kategorisinde değerlendiren çevreler var. Bir hayır işinin arkasında dindar insanlar varsa, bundan rahatsız olanlar var. Diyalog, eğitim dedikçe yaptığınız işleri birinci dereceden tehlikeli bulanlar var. Nisbî hezeyan yaşanıyor. Rüyanızda bile göremeyeceğiniz senaryolar size mal ediliyor. Gündeme düşen her olayda sizin parmağınız aranıyor.”
Kökleri çok eskilere dayanan, son bir yılda iyice tırmanan ama adı konulmayan TSK-Gülen cemaati gerginliğinin geleceği AKP hükümetinin alacağı tavra bağlıydı. Beklenenin aksine AKP, açık ve net bir şekilde Gülen cemaatinden yana tavır almadı, onları aklamaya veya korumaya yönelik adımlar atmadı. Ama tersini de yapmadı. Bu gerilimi belli bir mesafeden, sadece izlemeyi tercih etti.
Hükümetin tavrının cemaatte yarattığı rahatsızlığı Gülerce 18 Ağustos’taki yazısında şöyle dillendirmişti: “Dost bildiğiniz bazı yönetici ekiplerde bile bu senaryolara itibar edenler çıkıyor. Hatta sizi komploculukla itham edenleri görünce, ’siz de mi?’demekten kendinizi alamıyorsunuz... Senaryolar kapalı kapılar ardında yapıldığı için sizin tavzih ve tekzip yapma imkanınız da yok. Boğazınızda bir de düğüm var: Bu derdinizi paylaşacağınız insanları fenerle arıyorsunuz... Sizin derdiniz, sancınız var, bazılarının hiç umurunda değil. İnanmışlığın ne olduğunu bilmeyenlere adanmışlığı anlatmak çok zor.”
Ne zamandır siyasi kulislerde TSK’nın hükümete baskı yaptığı, Erdoğan’ın da Cumhurbaşkanı olabilmek için Gülen cemaatini gözden çıkarabileceği söyleniyor. Gülerce’nin Cuma günkü yazısı bu spekülasyonların cemaat çevresinde de inandırıcı bulunduğunu gösteriyor. Öyle ki Gülerce yazısını şöyle noktalamış: “AK Parti içinde aklıselim sahibi insan çok. Dileriz önlerindeki süreci doğru okurlar, kendilerine güven yerine, milletin büyük çoğunluğu ile karşı karşıya gelmemenin tedbirlerini alırlar. İktidarda kalmak, cumhurbaşkanını seçtirmek, işaret ettiğimiz konunun önemi yanında ikinci derecede bile ehemmiyetli değildir...”
Aslında Gülen cemaatiyle AKP’yi kuran Milli Görüş kökenli kadroların arası hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. Örneğin Gülerce 15 Mayıs 2006 günü Vatan’da Devrim Sevimay’ın sorularını şöyle yanıtlamıştı:
Peki meselâ (Gülen’in) Erdoğan üzerinde bir etkisi olur mu?
Gülen Türkiye’de de olsa mevcut durum değişmez. Erdoğan partiyi kurarken de, belediye başkanlığı sırasında da Gülen’le çok sık görüşen biri değildi. Belki bir defa, belki iki defa görüştüler.
O zaman demek ki Gülen’le en az görüşen siyasetçilerden biri?
Evet, öyledir. Doğrusu ben şahsen keşke bugüne kadar Gülen’i ABD’de ziyaret etseydi diyorum.
Aralarında kopukluk mu var?
En azından kuvvetli bir bağ olmadığını söyleyebiliriz.
Gülen cemaati, Erdoğan’ın, Gülen’i ABD’de ziyaret etmek bir yana, yurtdışına o kadar çok çıkmasına rağmen gittiği yerlerdeki cemaat okullarına uğramamasına, Türkiye’deki hiçbir faaliyetlerine katılmamasına çok içerliyor. Bu noktada, Başbakan’ın, İstanbul’da olmasına rağmen Haziran’da İstanbul’da 4. düzenlenen Türkçe Olimpiyatı’na katılmaması bardağı taşıran damla oldu. Buna karşılık TBMM Başkanı Bülent Arınç ise aktif katılımıyla cemaatin gönlünü kazandı.
VEFA ARAYIŞI
Gülerce 10 Ağustos 2006’da “Vefa” başlıklı yazısında cemaatin Arınç’a olan şükranını şöyle tarif etti: “Onlar dava adamıdır. Onlar samimidir. Aslında aynı yolun yolcularısınızdır. Bir Türkçe olimpiyatını seyrederken sizinle birlikte heyecanlanır, gözyaşı dökerler. Sizi her yerde savunurlar. Gurbette, yalnızlığınızı gideren yiğit dostlardır onlar. Onların vefası öyle içten, öyle değerlidir ki, cennette onların komşuluğuna talip olursunuz."
Aynı yazıdaki şu satırlarda da hedef muhtemelen Başbakan Erdoğan’dı: “Kimileri de ‘Yaptıkları çok güzel hizmetler; ama sadece işlerine baksalar... Bize akıl vermeye kalkmasalar...’ derler. İyi de sen kendi işini yapan biri değilsin ki. Ülkenin geleceği ile ilgili sorumluluk taşıyorsan, demokrasinin kuralları içinde fikrimi söylemeyecek, yanlış yapıyorsan ikaz hakkımı kullanmayacak mıyım? İşimi yapıyorken üzerime üzerime tehlikeler geliyorsa boynumu büküp bekleyecek miyim? O zaman işimi nasıl yapacağım? Hem ne hakla ülkesine, insanımıza, insanlığa hizmet eden insanlara ‘kır ayağını otur oturduğun yerde’ diyeceksiniz? Allah ömür verirse göreceğiz ki, 10 yıl sonra boynu bükük gezenler bu sonuncular olacak."