Erdoğan, tek adam rejimi için İslamiyet’i kullanıyor

30.05.2016 Evrensel

Yeni hükümet ve MKYK tercihleri neye göre yapıldı? Erdoğan başkanlık hedefine ne kadar yakın? Gazeteci, yazar Ruşen Çakır yanıtladı.
Serpil İLGÜN

HDP’li milletvekillerini Meclis dışına itmeyi hedefleyen dokunulmazlıkların kaldırılmasının yankıları arasında bir miktar gölgelenen “Başbakan kim olur”, “Bakanların kaçta kaçı değişir” soruları geçtiğimiz hafta yanıtını buldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP kongresinin hemen ardından beklendiği üzere Binali Yıldırım’a 65. Hükümeti kurma görevini verdi. Jet hızıyla kurulan yeni hükümet, kurulur kurulmaz Türkiye’nin çok partili siyaset tarihinde bir ilke imza atarak ilk toplantısını Başbakanın değil, Saray’da Erdoğan’ın başkanlığında yaptı.
Güven oylaması dün yapılan 65. Hükümeti, AKP’yi yakından izleyen deneyimli gazeteci Ruşen Çakır’la konuştuk. Yeni hükümet ve MKYK tercihleri neye göre yapıldı? Bu tercihler AKP içindeki “huzursuzluğu” dindirebilecek mi? Yıldırım Hükümetinin Kürt sorununa yaklaşımı değişebilir mi? Temel hedeflerinin yeni Anayasa ve başkanlık sistemi olduğunu açıklayan Binali Yıldırım, fiili başkanlığa resmiyet kazandırabilecek mi? Politik İslam güç mü kazanıyor, yoksa inişe mi geçiyor?
Medyascope TV Yayın Yönetmeni, gazeteci, yazar Ruşen Çakır yanıtladı.

MKYK yarı yarıya değiştirildi, önceki 8 bakan yeni kabinede yok, yeri değiştirilenler de hesaba katıldığında 65. Hükümetin üçte bir oranında yenilendiği görülüyor. Erdoğan neye göre bu tercihleri yaptı? Biat, bağlılık, vefa, denge… Hangisi daha ağır basmış olabilir?
Hepsinin bir şekilde rol oynadığını düşünüyorum. Hangi kişiyi hangi kriterle aldı ya da getirdi meselesini bilmek çok mümkün değil. Ama şunu biliyoruz ki, bu tamamen Tayyip Erdoğan inisiyatifiyle oldu. Herhangi bir kişinin, kişilerin buna bir müdahalesi, dahli olmamıştır. En fazla o teamül yoklamalarında ya da Binali Yıldırım’la görüşmesinde akıl fikir sormuştur ama kendisi yapmıştır.

AKP’li kalemlerden Abdülkadir Selvi, yeni MKYK ve kabinede küskünlerin gözetildiğini, parti içinde birlik ve bütünlüğün muhafazası adına Davutoğlu’ya yakın iki isme, Mehmet Şimşek ve Lütfü Elvan’a kabinede yer verildiğini, böylece vazonun çatlamadığını yazdı. Katılır mısınız, vazonun çatlaması önlendi mi?
Bir kere Davutoğlu’na yakın kimse yok.

Davutoğlu Hükümetinde de mi yoktu?
Yoktu. Öyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Davutoğlu bir şeyler yapmak istemiştir, birilerini getirmek istemiştir ama Erdoğan, MYK, milletvekili listeleri ve kabine için zaten çok sınırlı bir imkan tanıdı ona. O anlamda Davutoğlu’nun kendisi geldi, kendisi gitti. Şu anda partinin içinde Tayyip Erdoğan’dan başka herhangi bir güç odağı yok. Tek başına bir güç atfeden bir insan da kalmadı. Yani böyle bir ekip olmadığı gibi, şahıs olarak da yok.

AKP içindeki odaklara geçmeden, Yalçın Akdoğan ve Mahir Ünal’ın kabine dışı kalmasını nasıl değerlendirdiniz?
Yalçın Akdoğan’ın en önemli özelliği zaten Tayyip Erdoğan’a yakın olmasıydı ama belli bir yerden sonra siyasal anlamda bir güç kazandı. Detaylarını bilmiyoruz ama bir şekilde Cumhurbaşkanı artık onun başbakan yardımcılığında kalmasını uygun görmedi. Kim bilir neden?

‘Dolmabahçe fotoğrafının faturası kesildi’ yorumlarının karşılığı var mı sizce?
Ama o fotoğraftaki herkese fatura kesilmedi. Mahir Ünal’la, Yalçın Akdoğan’a kesildi. Efkan Ala da vardı o fotoğrafta ama Ala, tam tersine hem MKYK’ya girdi, hem bakanlığını koruyor. Yani sırf fotoğrafta yer almak tek başına bir mesele değil. Belli ki özellikle Davutoğlu hükümetleri döneminde yapıp ettiklerine bakarak insanları değerlendirmiş. Orda çünkü şöyle bir şey var, Davutoğlu kendine özerk bir alan yaratmak istedi. O özerk alan yaratma çabasına kimileri destek olmuş, kimileri de uzak durmuş oldu. Mesela Efkan Ala yanında değildi ama Yalçın Akdoğan’ın kimi durumlarda yan yana fotoğraf verdiği oldu.

Hatta bu nedenle son dönemde ‘Davutoğlucu’ diye anılmaya başlanmıştı...
Yok, Tayyip Erdoğan varken Yalçın Akdoğan hiçbir zaman Davutoğlucu olmaz. Onun çok yakınında olan birisi ve böyle bir şey yapmaz. Davutoğlucu diye tanımlanabilecek birkaç kişi var ama onların da bir hükmü yok.

Akdoğan ve Ünal’ın olmamasını, bir önceki hükümet programında üç sayfa ayrılan ‘Çözüm Süreci’ne 65. Hükümetin programında hiç yer verilmemesi notuyla değerlendirdiğinizde ne dersiniz? Bu, savaşın durması, masaya yeniden dönülmesi beklentilerine nasıl bir yanıt veriyor?
Bunlar tabi ki önemli ama bir yerden sonra önemli değil. Tayyip Erdoğan nasıl başladıysa ve sonradan bitirdiyse, daha sonra başka bir formülle, başka isimlerle pekala yine yapabilir. O anlamda pragmatik birisi. Daha önce “analar ağlamasın” diye bir sloganı Türkiye’ye bayağı empoze etti. Şimdi de kaba tabirle “analarını ağlatacağız” sloganını hayata geçiriyor. Yarın öbür gün tekrar “analar ağlamasın” noktasına gelebilir. Burada iç ve dış konjonktürü, kendi gücünü hesaplayacaktır; çatışmanın geldiği boyutu hesaplayacaktır vs. Sorun şu; burada kolektif irade yok artık. Kolektif bir akıl olsa, gazeteciler olarak bu aklı oluşturan parçalara ayrı ayrı bakarak, buradan çıkabilecek şeyleri tasavvur edebilirdik. Yani Beşir Atalay’a bakıyorduk zamanında, Yalçın Akdoğan’a, Efkan Ala’ya bakıyorduk, MİT’e, Hakan Fidan’a bakıyorduk. Yani aktörler var gibiydi. Ama aslında yokmuş. Cumhurbaşkanı çözüm sürecinde aktörleri ortaya koydu, şimdi de o aktörlerin büyük kısmını oradan çekti.

ERDOĞAN’IN DİNDAR OLMASI BU DAVAYI İSLAMİ KILMIYOR

Davutoğlu’nun tasfiyesi, ‘AKP de artık dava siyaseti bitmiştir’ şeklinde değerlendirildi. Milli Görüş’ten bu yana bu hareketi yakından takip eden bir gazeteci olarak siz ne dersiniz, ‘dava Erdoğan’ın kendini kurtarma davasına’ mı dönüştü?

Kurtarma demeyelim, tamamen onun davası oldu. Yani Erdoğan’ın dindar vs. olması bu davayı İslami kılmıyor. Bu dava Erdoğan’ın davası oldu, Erdoğan’ın partisi oldu. Başbakan, Erdoğan’ın bir nevi müsteşarı oldu. Sonuç olarak, bu hareketin başladığındaki ilkeler, hedefler vs’ler yok. 2023, 2070’ler filan gibi şeyler söyleniyor ama bunlar ayakları çok havada şeyler. Tabii ki din bir yerlerde var ama olmasa da olabilir. Baktığınız zaman Erdoğan’ı, yani şu andaki davayı, en cansiperane, en sert savunanların mesela İslam’la filan çok alakaları yok, çoğu devşirme.

Davutoğlu, dava argümanının ideologlarından biri olarak kongredeki veda konuşmasında da dava vurgusu yaptı ve görevden alınmasını kast ederek, ‘Bu durum maşeri vicdanlarda rahatsızlık yaratacaktır’ dedi...
Davutoğlu mücadele etmemesini meşrulaştırmak için dava argümanına sığınıyor. Kendisine haksızlık edildiğini söylüyor. Tamam, peki ondan sonra? Sineye çekiyor. Hem rahatsız hem de mücadele etmiyor. “Neden” diye sorduğunuz zaman, “Edemiyorum” demiyor. “Etmiyorum çünkü davaya halel gelmesin!” Yani Davutoğlu’nun ta liseli yıllarından, Erdoğan’ın imam hatip lisesi yıllarından girmiş oldukları davayla, bugün gelinen noktadaki hedeflerin arasında hemen hemen hiçbir alaka yok.

AKP PRAGMATİK, POPÜLİST, DİNİ KULLANAN BİR HAREKET

AKP’nin kongresini yaptığı geçtiğimiz hafta sonu, Tunus’ta da Ennahda’nın kongresi vardı. Ennahda lideri Gannuşi, kongre öncesinde, Tunus’ta artık Siyasal İslam’a yer kalmadığını ve siyasal İslam’ı terk edip ‘Müslüman demokrat’ olmak istediklerini” söylemişti. Eş zamanlı olarak Mısır İhvan’ı da ‘siyasi faaliyetlerle İslami hareketleri’ ayırma niyetini açıkladı. Türkiye’de Erdoğan’ın başını çektiği siyaset ise tersine İslami referansları daha güçlü kullanıyor. Bunun başlı başına bir röportaj konusu olduğunun farkında olarak, önce Tunus ve Mısır’daki bu değişimi nasıl değerlendirdiğinizi soralım.

İslamcılık üzerinde ilk çalışmaya başladığım zamanlardan beri bilirim Gannuşi’yi. Gannuşi öteden beri dünya İslamcı hareketleri içinde çok farklı birisidir. Mesela herkesin demokrasiye burun kıvırdığı bir dönemde Gannuşi İslam’la demokrasinin bağdaşabileceğini söylemişti. İngiltere’de sürgündeyken filan İslami demokrasi gibi şeyler söylüyordu, Türkiye’de söylenmiyordu, dünyada söylenmiyordu. Müslüman Kardeşler filan da söylemiyordu. Şimdi onların geldiği nokta daha başka bir şey; onlar İslam’ın içerisinde siyaset yapmanın getirdiği sorunlardan bunalmış bir şekilde, kendilerini daha sekülerleştiren bir yöne doğru gidiyorlar.

Pragmatik mi davranılıyor peki?
Yok, daha felsefi, daha ontolojik bir şey yapıyorlar. Hem pratikte yaşadıkları deneylerden hareketle, hem de siyasi İslam denildiğinde akla El Kaide ve IŞİD geliyor, bu artık taşınabilir bir sıfat olmaktan çıktı. Hani Türkiye’de şu çok yapılıyor ya, “Gerçek İslam bu değil!” Onlar da “Gerçek İslamcılık bu değil, biziz gerçek İslamcı” demek yerine, “Demek ki bu İslamcılık kavramı o kadar sakat kullanılıyor ki, bundan kurtulmak en doğrusu” gibi bir noktaya geldiler. O anlamda bence çok değerli bir şey yapıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı İslamcılık falan değil. Tayyip Erdoğan kendi kurduğu tek adam rejimini inşa ederken İslamiyet’i de enstrümantalize ediyor. Ama bunu İslamcılık olarak görmek doğru değil. İnandırıcı da değil. Öyle bir perspektifi olsa bugün Türkiye’de pek çok şey, Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi, hükümet, külliyedeki çalışanlar, atılan adımlar falan, çok farklı olması gerekirdi. Bu tamamen pragmatik, popülist, muhafazakarlığı, dini kullanan bir hareket.

Ama eğitim başta olmak üzere dini referansların toplumsal hayatın pek çok alanında artması İslamcı yönelimlerin güçlü işaretleri sayılıyor. AKP içinde tuttuğu yer bakımından Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın ‘Yeni Anayasada laiklik olmasın’ sözü de bu yöndeki endişeleri arttırdı…
Bunlar doğru, bir İslamizasyonun devlet eliyle yapılmak istendiği doğru, ama bu tek başına bütünlüklü bir İslamcı proje anlamına gelmiyor. Bütünlüklü bir İslamcı proje toplumsal bir hareketin üzerinden yürür, mesela İran’da devrim sonrası inşa edilen rejim. Türkiye’de öyle bir şey yok. Şu anda yapılanların büyük bir çoğunluğu insanların sokaklara dökülmesiyle, -tamam başörtüsü yasaklarının kalkmasını istediler ve kalktı, ama en kolayı oydu- sıradan insanların talep etmesiyle filan olmuş şeyler değil. Bunları kendi siyasi ajandalarına göre yapıyorlar. Yani bunu böyle bilinçli, organize bir şeriata geçiş gibi kurgulamak bence doğru değil. Yapılanları önemsizleştirmek için söylemiyorum. Tayyip Erdoğan artık o anlamda, bildiğimiz konvansiyel anlamda İslamcı değil. Tayyip Erdoğan, Latin Amerika’da da, Asya’da da görülen, şu anda mesela Macaristan’da da görülen, “illiberal democracy” denilen, liberal olmayan demokrasinin çok ilginç bir örneğini hayata geçiriyor. Bir taraf Hıristiyanlığı kullanıyor, Latin Amerika’da bazıları sosyalizmi kullanıyor, bu da İslamiyet’i kullanıyor olabilir.

BAŞKANLIK ÖYLE KOLAY OLMAYACAK

Senaryolar muhtelif ama sonbaharda hem yeni Anayasa hem başkanlık sisteminin oylanacağı referandum sandığının önümüze konmasını bekliyor musunuz?

O kadar kolay olacağını sanmıyorum. Partili cumhurbaşkanlığı referandumu olabilir ama yeni Anayasa yapma olayı kolay olacak bir şey değil. Burada MHP kongresi de önemli; ama şöyle bir şey var, bir takım şeyleri yapabilir Tayyip Erdoğan, hızlı bir şekilde de yapabilir ama bunun bedelleri olacak. Mesela HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması… Bazılarını cezaevine de yollayabilir ama bunun bir bedeli olacak. Zaten Türkiye Kürt sorununda çok ağır bir bedel tekrardan ödemeye başladı. Diyelim ki bir baskın seçimde HDP’yi baraj altında bıraktı, bunun çok büyük bir bedeli olur. Yani bir takım şeyleri yapabilirsiniz ama onlar sizin o anınızı kurtarır. Tayyip Erdoğan Türkiye’de Kürt sorununu çözmüş bir siyasetçi olarak tarihe geçmek yerine, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü kalıcılaştırmış birisi olarak geçmeye doğru evriliyor.

‘Bu bedeli göze alabilir mi’ sorusunu savaşa yeniden dönmesinden bu yana sora geldik, lakin göze alıyor gibi bir görüntü yok mu?
Yok, alamaz. Kürtleri yenemez. Böyle bir şansı yok. Kimsenin yok.

Yenmek değilse de zayıflatmak, güçsüzleştirmek yolunda acıların, yıkımın büyütüldüğü aşikar…
Kürt meselesi ve Kürt hareketinin Kürtlerle iç içeliği öyle bir olgu ki, bu bir CHP’yi, MHP’yi hatta HDP’yi “halletmek” kadar kolay bir şey değil. Bu bambaşka bir şey... Bu, bir de iyice bölgesel ve küresel aktörlerin doğrudan dahil olduğu bir şey. Bunu öyle çözemezsin. Çözemeyeceğini kendisinin de biliyor olması lazım. En fazla alabildiğine güçsüzleştirerek tekrardan masaya çekmeye çalışıyor olabilir. Yoksa silahla, baskıyla, hapse atarak, şunu yaparak, bunu yaparak bu sorunu çözemeyeceğini bildiği için zaten çözüm süreçlerini filan hayata geçirmişti. Dolayısıyla dize getiremezler, teslim alamazlar. Onun için başka bir şey deniyor.

Ne kadar dener?
Bunu bilmiyorum, denedikçe herkes için fatura ağırlaşıyor. Tabii Kürtler için de ağır bir fatura ama tüm Türkiye için çok büyük bir fatura. Türkiye için kötü bir şey yapıyor ama kendisi için de çok riskli bir şey yapıyor. Bu silahla oynamak gibi bir şey. Hakim olduğunuzu sanırsınız ama elinizde patlayabilir.

‘Anayasayı değiştirene, dolayısıyla başkanlığı ele geçirene kadar bunu sürdürür’ deniyor…
Evet, şöyle bir şeye bizi inandırmaya çalışıyor bazı Tayyip Erdoğan destekçileri. “O bir başkan olsun, sonra tekrar çözüm sürecine geçer!” Sanmıyorum. Bir kere başkan olacağını sanmıyorum. Başkan olmayı çok istediğini biliyorum, olmak için koşullar çok elverişli gözüküyor ama öyle kolay olacağını sanmıyorum. Başkan olabilmesinin zemini Türkiye’de Kürt sorununun çözümünün imkansızlaşmasıyla ancak mümkün olur.

‘Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ diyerek, dokunulmazlıkların kaldırılmasını sağlayan CHP için bu desteğin faturası ne olur peki?
Buna tek cümlelik bir yanıt vereyim; İncil’de ya da Hz. İsa’nın hayatının anlatıldığı bir filmde vardı, Allah’a seslenerek şunu söylüyor: “Baba, onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar!”

SURİYE POLİTİKASINDA ADIM ADIM DEĞİŞİKLİKLER OLACAK

Binali Yıldırım’ın grup toplantısında “Dış politikada amacımız dostlarımızın sayısını artırmak düşmanlarımızın sayısını azaltmaktır” sözleri dikkat çekti.  Sizce bu cümleler Suriye politikasında bir değişikliğe gidileceği anlamına mı geliyor?

Büyük ihtimalle adım adım bir şeyler değişecek. Çünkü Türkiye’nin Suriye politikası diye bir şey yok artık. Çoktan iflas etmiş. Büyük bir fiyasko. Davutoğlu gittikten sonra bu daha da kolay olabilir. Çünkü doğrudan ya da dolaylı “o yapmıştı” gibi bir hava da yaratabilirler ki çok da yanlış değil. Türkiye’nin Suriye fiyaskosunun birinci derecede sorumlusu  Davutoğlu’dur. Tabi ki Erdoğan’ın desteği ile yaptı bunu ama Davutoğlu’nun “vizyonu” Türkiye’yi Suriye’de bu noktaya getirdi. Buradan çıkılacaktır.
Türkiye’nin gerek Türkiye’de, gerek Suriye’de Kürtlere bakışı, Suriye’de uluslararası koalisyonla iş yapmasını zorlaştırıyor. Buradan dönmesi kolay olacağa benzemiyor ama imkansız da değil. Belki kademeli bir şekilde olacaktır. Çünkü bunlar sürdürülebilir şeyler değil.

AKP’NİN HUZURSUZLARI TRENİ KAÇIRDILAR

Binali Yıldırım gerek kongrede, gerekse ilk grup konuşmasında başkanlık sistemi ve yeni anayasanın öncelikli görevleri olduğunu açıkça ilan etti. Partili cumhurbaşkanlığı seçeneğinin hayata daha kolay geçirileceği söyleniyor ama siz nasıl görüyorsunuz, Türkiye nasıl bir yöne giriyor?

Zaten fiili olarak başkanlık hayatta. Şimdi bunun yasal düzenlemesini yapmak isteyecek. Yeni anayasada başkanlık sistemini getirmek isteyecek, o olmuyorsa partili cumhurbaşkanlığını anayasa değişikliği ile geçirmek isteyecek. Gerekirse bunun için referanduma gidecek vs. Ve gerekirse -kendi oyun planına göre-, belki de ülkeyi erken seçime götürecek. Şu andaki sorun şu; Türkiye’de siyaseti sadece Erdoğan yapıyor. Ne muhalefet de, ne de iktidarın içinde herhangi bir kimse, çevre, zümre siyaset üretmiyor. Üretemiyor. Biz tamamen Erdoğan’ın hamlelerine bağlıyız. Erdoğan çok pragmatist birisi olduğu için hamlelerini de kestiremiyoruz. Bazılarının sandığı gibi tamamen dini motivasyonlarla gidiyor olsa, mesela İsrail’le tekrar iyileşmeye gitmezdi. Dolayısıyla bunları kestirmek çok mümkün değil. Ama Suriye’de yaşananlar, yaşanacaklar ve başka şeyler çok etkili olacak.
Binali Yıldırım’ın verdiği mesajların detayı, içeriği çok önemli değil. Binali Yıldırım şu mesajı verdi, “ben aslında Cumhurbaşkanı’nın buradaki işlerini yürüten kişiyim.” Davutoğlu bunu tam vermiyordu, Davutoğlu kendini başbakan olarak konumluyordu. O yüzden gitti. Binali Yıldırım bunu çok iyi bildiği için başından itibaren Cumhurbaşkanı’nın kendisine çizdiği sınırlar içinde hareket etti. Ve o sınırlar içinde siyaset yapmak yok, icraat var.

Anayasa yok, yasalar yok, teamüller yok, başkanlık fiilen yürütülüyor ama bu “sorun” olmuyor! Nasıl olabiliyor?
Bunun en önemli nedeni hem parlamento içi, hem parlamento dışı muhalefetin yetersiz olması. Türkiye’de her şeyi siyaseten AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın belirlemesi. Bunu bir tek 7 Haziran öncesinde Kürt hareketi, HDP bozmuştu. Dikkat edin o dönemde gündemi HDP belirledi. HDP’ye cevap yetiştirmeye çalışan bir AKP ve Erdoğan vardı. Ama 7 Haziran’dan sonra PKK’nın savaşa dahil olmasıyla –savaşı kimin başlattığı tartışmasını artık bir kenara bırakalım-, HDP de o savaşa mesafe koymamasıyla bu gücünü kaybetti ve iyice yalnız kaldı. CHP bir şey yapamıyor, MHP zaten kendi görüşleri hayata geçirilen bir parti, bunu da zaten söylüyorlar. Sonuç olarak, normalde anayasaya, teamüllere aykırı olan birçok şey için “o zaman gelin engelleyin” diyorlar. Bunun bir iki istisnası oldu. Mesela Can Dündarlar meselesinde Anayasa Mahkemesi’nin aslında son derece normal olan kararı, bir devrim gibi karşılandı. Çünkü Cumhurbaşkanı tutuklu yargılanmaları için talimat vermişti yargıya, yapmadı filan. En son Yargıtay’ın MHP kararı bile böyle okunur oldu. Böyle küçük küçük şeyler oldu ama onun dışında ama 7 Haziran sonrasından itibaren muhalefet partilerinin ve muhalefet güçlerinin belirleyebildiği bir gündem, değiştirebildiği bir şey yok. Tabii AKP içinde de bazı şeylerden rahatsız olanlar var.

Mesela hangi rahatsızlıklar?
Mesela başkanlık sistemi istemeyenler, parlamenter sistemin devamını isteyenler var. Bunlar da bir şey yapamıyor. Hüseyin Çelik’ler, şunlar bunlar hiçbir şey yapamadı.

AKP içindeki rahatsızların sayısının Davutoğlu tasfiyesinden sonra arttığı AKP’li kalemlerce de yazılıp çizildi. Yeni parti tartışmalarını tekrar gündem yapan da bu rahatsızlıklar oldu. Arınç, Çelik, Gül gibi isimlerin kongredeki tabloya da bakarak yeni bir parti kuracakları söylendi. Hatta buna MHP küskünlerinin de eklendiği “sağda 5. parti” senaryosu eklendi biliyorsunuz. Kongreye bu açıdan baktığınızda yeni parti olasılığının güç kazandığını düşünüyor musunuz?
Hayır, öyle bir şey yok. Öyle bir itiraz da yok, kurma şansları da yok. Kursalar bile bir şansları yok. Böyle bir niyetleri de yok anladığım kadarıyla. Rahatsız olanların sayısı artıyor ve rahatsızlıklar artıyor, bu bir gerçek. Kendi aralarında daha sık görüşüyorlar filan ama treni kaçırdılar. Zamanında belli bir güçleri olduğu zaman yapsalardı belki.

Ne zamandı o kaçırılan dönem?
Mesela Abdullah Gül, internet yasası sırasında; mesela Bülent Arınç Gezi sırasında gibi. Veya Sadullah Ergin çözüm sürecinin sonlandırılmasında. Herkesin ayrı ayrı öyküsü var. Şimdi mesela Davutoğlu ile ilgili sıralanan rahatsızlık noktaları var. Ama o rahatsızlık noktalarının hiçbirinde Davutoğlu çıkıp net bir tavır almadı. Ya da Abdullah Gül ya da Bülent Arınç. Mesela Arınç’ın istifa ettiğini, daha sonra Gül’ün araya girerek geri aldığını biliyoruz ama bunlar da tamamen kulis bilgisi. Sonuçta bunları zamanında, belli bir güce sahip olduklarında yapmadılar. Şimdi güçleri azalmış, ne milletvekilliler, ne parti yönetimindeler, büyük kısmı böyle. Ne yapabilirler? Bir de Tayyip Erdoğan’ın tabanı harekete geçirebilme gücü var. Sadece tabanı harekete geçirme de değil, mesela Bülent Arınç troller, troliçelerden vs.şikayet ediyordu. Mesela Pelikan diye bir şey çıkıyor, kim bunlar? Bu gücü, cüreti nereden alıyorlar? Bir bakıyorsun hükümet yanlısı bir takım insanlar da anında harcanıyorlar bu yayınlar üzerinden. Ve buna cevap verebilecek bir güçleri, imkanları yok. Neyle yapacaklar? Çok büyük iktidar gücü var karşılarında. Diyelim ki parti kurmaya kalktılar. Anında haberdar olurlar, girmeye niyeti olanları anında markaja alabilirler, şu olabilir, bu olabilir. Çok büyük bir güçten bahsediyoruz.

Son yaşananların AKP tabanında da rahatsızlığa, en azından kafa karışıklığına neden olduğunu bizzat AKP’lilerden okuyoruz. Bunun bir karşılığı olmaz mı?
Kafa karışık olabilir, rahatsızlık olabilir ama sonuç olarak karşısında Tayyip Erdoğan gibi bir güç görmüyor. Büyük ihtimalle de şöyle düşünüyor, “keşke Reis böyle yapmasaydı, keşke Hoca kalsaydı. Ama ne yapalım, böyle olmuş!” Çünkü “Hoca kalsın” diye ısrar etmenin ne imkanı var, ne de onu doğurabileceği sorunları göze alabilecek durumdalar. Yani hazır bir iktidar varken, bu iktidarı kaybetme korkusuyla “kol kırılır, yen içinde kalır” şeklinde davranıyor. Gezi’den itibaren başlayan, yolsuzluk meselesiyle devam eden bir yığın şey var burada. Kimisi yolsuzluk iddialarından rahatsız, kimisi Gezi’de yapılanlardan rahatsız, kimisi Kürt sorununda yapılanlardan rahatsız, farklı farklı rahatsızlık noktaları var ama rahatsızlıkların kopmaya falan yol açma ihtimali yok. Böyle bir şey olmayacak.

(Fotoğraflar: Özcan YAMAN)




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
04.12.2024 Transatlantik: Suriye’de neler oluyor? Neler olabilir?
02.12.2024 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: "PKK’nin Öcalan’a bağlılığı özde değil, ağırlıklı olarak sözdedir”
01.12.2024 RTÜK İslam dinini kurtarabilir mi?
27.11.2024 Transatlantik: Lübnan’da ateşkes - Ukrayna savaşında son durum - Trump gün sayıyor
24.11.2024 Kürt realitesi, Kürt sorunu realitesi, Kürt siyasi hareketi realitesi
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı