Afganistan’dan gelen acı haber acaba şu soruların kamuoyu tarafından sorulmasına yol açacak mı?
1) Türk ordusu Afganistan’a ne zaman gitti?
2) Türk ordusu Afganistan’a niçin gitti?
3) Türk ordusu Afganistan’da ne kadar kalacak?
Konuyla ilgili sayılabilecek bir gazeteciyim ama hiçbir kaynağa bakmadan bu soruların cevabını hemen verebilecek durumda değilim. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: yöneticiler Afganistan’a asker gönderme konusunu hiçbir zaman kamuoyunun tartışmasına sunmadılar; medya da bu konuyu gereğince ele almadı, sorgulamadı. Dünkü 12 şehit haberi nedeniyle bazı haber ve yorumlarla karşılaşabiliriz ama bunların da ömrünün birkaç gün olacağı açıktır.
Çünkü sırada Suriye var. İki meslektaşımızın Suriye devletinin elinde olduğu iddiası, Şam Büyükelçiliği’nin faaliyetlerinin durdurulacak olması, Türk vatandaşlarının Suriye’yi terk etmeye çağrılması hiç de iyi işaretler değil. Tabii CIA Başkanı’nın hesapta olmayan Türkiye ziyareti de öyle.
Kamuoyunun çaresizliği
Evet tüm işaretler Suriye’nin sahiden bir dönüm noktasında olduğunu ve Türkiye’nin de bir şekilde bundan sonra yaşanacaklara müdahil olacağını gösteriyor. Ne var ki Suriye’de gerçekte neler olduğunu; Suriye’nin geleceği konusunda hangi alternatifler bulunduğu; hangi dış güçlerin nasıl bir müdahalesinin gündemde olduğu ve muhtemel bir müdahalede Türkiye’ye nasıl bir rol düştüğü/biçildiği konularında ciddi, özgür ve aydınlatıcı bir bilgilendirme/tartışma süreci yaşanmıyor. Birçok konuda olduğu gibi Suriye sorununda da iki ucun kendi haklılıklarını kanıtlamaya yönelik (dez)enformasyon çalışmalarının yoğunluğu, mesafeli, objektif haber ve yorumların azlığı dikkat çekiyor. Hal böyle olunca vatandaşlar da çaresiz bir şekilde ya kendi içgüdüleriyle hareket ediyor ya da kimin sesi daha gür çıkıyorsa onun görüşüne iltifat ediyor.
Türkiye müdahil olmamalı
Suriye’deki zalimliği tescilliği Baas (Esad) rejimini savunanlar bizi bir “emperyalist komplo”nun söz konusu olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Suriye’ye müdahale yanlılarıysa Baas rejiminin otoriter/faşizan yönünü öne çıkartarak sadece ve sadece bir “insanlık sorunu”nun söz konusu olduğuna inanmamızı bekliyorlar.
Aynı filmi Irak’ta da görmüştük, eğer Suriye meselesi hallolursa muhtemelen İran’da da göreceğiz. Halbuki emperyalizm ve faşizme karşı mücadele seçeneklerinden birini seçme zorunda olduğumuz dayatmasına boyun eğmek zorunda değiliz. TBMM 1 Mart 2003 günü başka bir seçeneğin de olduğunu tüm dünyaya göstermişti.
Türkiye, dün olduğu gibi bugün de kimsenin suçuna, günahına ortak olmama şansına sahip bulunuyor. Ne var ki Irak’ta batağa saplanmayan Türkiye’nin, bugüne kadar yaşananlardan hareketle muhtemel bir Suriye batağına gömülme riskinin hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Umarım yanılıyorumdur.