Devlet tarikatları seviyor

01.03.2001 NTV MAG

Nakşibendi bir çocukluk arkadaşımla bir gün İstanbul Moda'da buluşmuştuk. Bana emekli orgeneral Turgut Sunalp'in evini gösterdi. Sormam üzerine de anlattı: "12 Eylül askeri darbesinden sonra Şeyda Hazretlerini (Menzil Şeyhi Raşit Erol) Çanakkale de sürgüne göndermişlerdi. Bu uygulamayı durdurmak için girişimlerde bulunduk. O zaman Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) Genel Başkanı olan Sunalp Paşa'ya da gittik." Kısa süre önce 1983 genel seçimlerinden yenik çıkmış olan Sunalp Paşa konuklarına sıcak bir şeyler ikram etmiş, kendisi de viskisini yudumlamış ve sonraki seçimlerde Menzil dergâhının partisini destekleyeceği sözünü almıştı. Tabii ki bir süre sonra Nakşi Şeyhi Erol'un sürgünü sona erdi. Turgut Sunalp ise bir sonraki seçimlerde partisinin başında değildi.
Herhalde Kenan Evren, Sunalp Paşa'nın rızasıyla Nakşi Şeyhi Erol'un sürgününü kaldırdığını hatırlamıyordur Tıpkı İskender Paşa Dergâhı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun Kasım 1980'de Süleymaniye Camii naziresine defnine izin veren kararnameyi imzaladığını; Süleymancılara ait bine yakın öğrenci yurdu ve pansiyonuna devlet tarafından el konulmasından, bu cemaatin anayasaya evet demesi karşılığında, son anda vazgeçildiğini hatırlamadığı gibi. 12 Eylül 1980. Türkiye'de birçok şeyin olduğu gibi cemaat-siyaset-ticaret ilişkilerinin de miladı oldu. Kotku'nun damadı olup onun yerine geçen Prof. Mahmud Esad Coşan'ın Eyüp Mezarlığı'na defnedilmesi ve bundan bir gün sonra bir başka Nakşi cemaati üzerine yükselmiş olan İhlas İmparatorluğu'nun çöküşüyle tekrar gündeme gelen bu karmaşık ilişkilere göz atmaya, birtakım yanlış bilgileri düzeltmekle başlamak iyi olur: Öncelikle, her Sünni İslami cemaat tarikat değildir. Günümüz Türkiyesi'nde Nakşibendilik ve Kadirilik başta olmak üzere Cerrahilik. Rıfailik, Mevlevilik gibi tarikatlar ve bunların irili ufaklı sayısız kollan mevcuttur. Nurculuk ve Süleymancılık, tasavvuf geleneğinden gelmekle birlikte tarikat değildir.

MÜRİDLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ

Tarikatlar bir tür masonik örgüt gibi. girildi mi içinden çıkılamayan, müridlerin mürşidlerin kölesi olduğu, her türlü kumpasın döndüğü, ibadet ve zikirden ziyade tarikat dışı kesimlere, özellikle de devlete karşı komploların tezgahlandığı bir yer gibi görülürler. Halbuki buralarda birey yoğun bir cemaat bağlılığı içinde bulunmakla birlikte, neredeyse aynı yoğunlukta özgürdür. Şeyh. müride emir ya da talimat değil, öğüt verir, o da çoğunlukla müridin arzulaması durumunda. Genellikle çok açık ve net olmayan bu öğütler onu yerine getirmeye niyetli olan mürid tarafından ayrıca yorumlanır. Tasavvufla ilgilenenlerin yalnızca toplumun yoksul ve eğitimsiz kesimlerinden çıktığı, dolayısıyla bu kişilerin kendilerini 'dinlerine verip' kamusal alanda fazla iddiada bulunmayacakları zannıyla tarikatların 'hoşgörüldüğü' de olmuştur. Fakat profesörler, kravatlı beyler, başı açık kadınların bile tarikatçı' olduğu fark edilince, tasavvufla ilgilenenlerin 'cahil' değil de 'gafil' oldukları düşünülür oldu.

ŞEYH ZİYARETLERİNİN KERAMETİ

Esad Coşan'ın tartışmalı bir biçimde Eyüp Mezarlığına gömülmesinden bir gün sonra Enver Ören'in İhlas imparatorluğunun çöküşü. yeniden tarikat-siyaset-devlet ilişkilerini gündeme getirdi... Kuşkusuz sağ kitle partileri, uzun bir süre. başta tarikatlar olmak üzere İslami cemaatlerle doğrudan pazarlık ettiler. Değişik cemaatlerin temsilcilerini milletvekili olarak parlamentoya soktular, bunların arasından bakanlar da çıktı. İslami cemaatlerin yasal nedenlerle yarı-gizli bir konumda olduğu dönemlerde bu tür pazarlıklar anlamlıydı, çünkü yasadışılık. resmi toplumdışılık duygusu cemaat üyelerini birbirlerine daha fazla kenetliyor, şeyh ya da liderin etkisini artırıyordu. Ancak günümüzde İslami cemaatler yeraltından çıktı, 'müridmiş gibi yapan' kişilerin sayısı da hızla artmaya başladı. Sonuçta her mürid. mürşidinin işaret ettiği parti ya da adaya oyunu vermedi. Kaldı ki bir tarikat şeyhi ya da cemaat liderinin, herhangi bir partiye çok açık bir şekilde taahhütte bulunması da enderdir. Aslında her iki taraf da her şeyin çok açık yürümemesine razıdır. Politikacı için bir şeyhi ziyaret etmek başlı başına yeterlidir (çok aleni bir biçimde terslenmediği müddetçe). Ardından kendi kanallarıyla desteği kopardığının propagandasını yapacaktır. Şeyh ise 'kapısı herkese açık olduğu için' politikacıyı da kabul etmiştir, hayır duasını ondan da esirgememiştir. Ancak söylentileri yalanlama yoluna da gitmez. Çünkü böyle yaparsa kendini küçültmüş olur. Ayrıca kendisinin ve tekkesinin bu şekilde güçlü gösterilmesine de bir itirazı olmayacağı açıktır. Politikacılarla İslami cemaatler arasında gerçekten bir pazarlık varsa, bu, cemaat liderlerinden ziyade, onların yakın çevresi, özellikle de varsa liderlerin erkek çocuklarıyla yapılır. Cemaatin önde gelenleri, pazarlıklar sonuçta bir yere varmışsa bunu bir şekilde cemaate çıtlatıp çıtlatmamakta tamamen özgürdürler. Politikacının, pazarlığın cemaate duyurulmasını denetlemesi epey zordur.

DEVLETİN TARİKAT İLGİSİ

Fakat cemaat-siyaset ilişkisi esas olarak siyasi partiler üzerinden değil, devlet (belki de moda deyimle 'derin devlet') üzerinden yürümektedir. Yazının girişinde verdiğimiz örneklerin de gösterdiği gibi, cemaatleri aktif siyasete çeken, onlarla karşılıklı taviz temelinde pazarlıklar yürüten esas güç partilerüstü devlet mekanizmalarıdır. Devlet; 1) Birtakım tehlikeli ideolojilere karşı cemaatleri paratoner olarak kullandı. Örneğin Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı mücadelede cemaatler, devletin bir nevi kitle tabanı işlevi görmüşler, cemaat üyeleri kimi zaman gönüllü istihbaratçı, kimi zaman tetikçi rolünü bilerek oynamışlardır. Aynı şekilde PKK'ya karşı da dini birtakım kalkanlar oluşturulmaya çalışıldığı biliniyor. 2) Muhafazakâr kesimlerde öteden beri egemen olan 'devlete itaat" çizgisini pekiştirdi. Buralardan sistem karşıtı hareketlerin boy vermesinin önü alındı. Veya İslam'ın radikal yorumlarının hızı, yine ılımlı cemaatler aracılığıyla kesildi. 3) Devlet, her şeye rağmen her cemaati 'potansiyel birer tehlike' olarak gördüğü için, bu ilişkiler sayesinde onlan denetim altında tuttu.'İslami şirketlerde' mürid öncelikle işçidir; cemaatin şirketinde düşük ücretle, sendikasız, kimi zaman sigortasız çalıştırılır. Sonra pazarlamacıdır. Nihayetinde müşteridir; cemaat ürünlerini o tüketir. 4) Devletin -kimi durumda kendi başlarına hareket eden bazı devlet görevlilerinin- birtakım yasalara uygun olmayan faaliyetlerinde cemaatler örtü işlevi gördü.

İHLAS'IN DOĞUŞU

Devletin cemaatlerle ilişkileri el altından da olsa o kadar içli dışlı olmuştur ki. bazı cemaatlerin yeni liderleri, tıpkı Rum ya da Ermeni patriklerinin atanmasında olduğu gibi birtakım devlet kurumlarının onayıyla belirlenmiştir. Bazı durumlarda devlet yeni cemaatlerin kurulmasına destek olmuş, hatta bizzat kurdurmuştur. Örneğin Yeni Asya cemaati lideri Mehmet Kutlular. 12 Eylül rejiminin işbirliği tekliflerini geri çevirdikleri için Nurculuğun. Erzurumlu Mehmet Kırkıncı Hoca aracılığıyla, devletin baskısıyla nasıl bölündüğünü açıkladı. Yine Kutlular. Fethullah Gülen'in de 'devlet tarafından kullanılıp atıldığını' ileri sürdü. Devletin en başarılı operasyonlarından birinin Nakşibendiliğin Işıkçılık kolu olduğu söyleniyor. Kuleli Askeri Lisesi'nde kimya öğretmenliğinden albay rütbesiyle emekli olan Hüseyin Hilmi Işık. Necip Fazıl Kısakürek'in de mürşidi olan Abdülhakim Arvasi'den şeyhliği devraldı. Işık, Suudi Arabistan'ın resmi mezhebi olan Vehhabiliğe karşı düşmanca tavrıyla dikkati çekti. Onun 'Seadet-i Ebeddiye' adlı ilmihali ve Vehhabilik karşıtı kitapları cemaat mensupları tarafından kapı kapı dolaşılarak satıldı. İşık'ın damadı Dr. Enver Ören. cemaatin dünyevi işlerini yüklendi. Önce Hakikat, ardından Türkiye gazetelerini çıkaran cemaatin önü 1970 sonlarına doğru birden açılmaya başladı. Bir iddiaya göre Türkiye'de Suudi esinli ve finansmanlı bir İslamcılığın yayılmasından endişe eden çevreler, benzer hassasiyetteki Süleymancılara ek olarak emekli bir albayın başını çektiği Işıkçılarla da temasa geçtiler. 12 Eylül'den sonra, rejime Türk-İslam Sentezi'ni 'resmi ideoloji' olarak armağan edecek olan bazı sağcı aydınlar Türkiye gazetesinde önemli köşeler tutmaya başladılar. Dr. Ören'in başarısı. Uzakdoğu ülkelerinden aparma işletmecilik ve pazarlama yöntemlerini Türkiye'ye uyarlamasından, örneğin Türkiye gazetesini, tıpkı Japon gazeteleri gibi. abone sistemiyle elden dağıttırmasından geliyordu. Fakat arada çok önemli bir fark vardı: Japon gazeteleri dağıtıcılara para verirken, burada cemaat üyeleri 'Allah rızası' için boğaz tokluğuna çalışıyor; hatta yakın çevrelerini ne yapıp edip gazeteye abone ediyorlardı. Zamanla bu sistemden hareketle bir dizi ürün ve servis pazarlandı -ilginçtir İhlas'ın ürettiği mal hemen hemen hiç yoktur, genellikle Uzakdoğu'da üretilen 'no name' (markasız) ucuz malları ithal edip kendi markasıyla satmıştır. Ender ürünlerden Kristal Kola'nın hikayesiyse ayrı bir olaydır- ve sonuçta ortaya İhlas Holding adlı dev çıktı. Bir aile şirketi görünümündeki bu imparatorluk, cemaat üyelerinin emek ve gayretleri sonucunda oluştu. Önce fedakârlık gösteren cemaat mensupları, belli bir aşamadan sonra pastadan pay da almaya başladılar.

İŞÇİ, PAZARLAMACI VE MÜŞTERİ

Modernleşme süreciyle birlikte tarikatın varlığını güvence altına alması, var kalması ve giderek güçlenmesi, diğer bir deyişle tarikatın kendisi, bir amaç halini aldı. Bu hedeflere ulaşmanın yolu ise kurumsallaşmadan geçiyordu. Vakıflar, şirketler, yayın organları kuruldu. Kurumsallaşma belirli bir hiyerarşiyi de beraberinde getirdi. Ancak bu hiyerarşiyi dini konulara hakimiyet değil, daha çok işletmecilik yeteneği belirtiyordu. Sonuçta ilim-hikmet sahiplerinin rolü sembolikleşirken, laik eğitim kurumlarında modernliği öğrenmiş 'profesyonel kadrolar" öne çıktı. Ucu 'holdingleşmeye varan bu kurumsallaşma sonucunda şeyhler 'yönetim kurulu başkanı' oldu. Bunun yakın zamana kadar en parlak örneği Dr. Ören'di. Örneğin İhlas Holding'in yanında Prof. Mahmut Esad Coşan'ın Server Holdingi'nin ya da Haydar Baş'ın 'Baş Şirketler Grubu'nun lafı bile edilmezdi. Bütün bu yapılanmalarda sistem, cemaate gönüllü olarak katılmış olan müridin bütün imkan ve potansiyellerinin sonuna kadar tüketilmesi esasına dayanır. Öncelikle mürid işçidir: cemaatin şirketinde bir servisin veya ürünün üretilmesinde düşük ücretle, sendikasız, kimi zaman sigortasız çalıştırılır. İkinci olarak pazarlamacıdır; cemaatin bu mal veya hizmetini bıkıp usanmadan satmaya çalışır. Son olarak müşteridir: cemaatin ürünlerini ilk ve en çok o tüketir. Bütün bunları 'Allah rızası'nı. 'Efendi hazretleri' veya 'Abi'nin takdirini kazanmak ve cemaatinin bekası için yapar. Sonuçta ortaya bir dizi 'Allah Rızası A.Ş.' çıkar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
04.05.2025 Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?
04.05.2025 Necati Özkan ile söyleşi: “Millet ile devletin karşı karşıya geldiği her durumda kazanan millet olur”
04.05.2025 Erdoğan 19 Mart gibi vahim bir hatayı neden yaptı?
03.05.2025 "Heybede duran büyük turplar" ne zaman dökülecek?
01.05.2025 Prof. Evren Balta ile söyleşi: Dünyada ve Türkiye'de otoriter rejimlerin geleceği
30.04.2025 Dalga dalga fiyasko
29.04.2025 Sahiden hepimiz aynı gemide miyiz?
29.04.2025 Zafer Partisi ve Ümit Özdağ realitesi
28.04.2025 Erdoğan saldırdıkça İmamoğlu kazanıyor
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı