Çözüm sürecinin önündeki Suriye engeli aşılabilecek mi? Roj Girasun değerlendiriyor

23.12.2025 medyascope.tv

23 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye'de çözüm süreci Suriye'ye takılmış gibi gözüküyor. Bu konuyu, daha geçen hafta Suriye'de olan Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun'la konuşacağız. Roj, hoş geldin.
Roj Girasun: Hoş bulduk, merhaba.

Ruşen Çakır: Evet, Suriye'deydin ama önce yine konuyla ilgili bir başka bir olayı konuşalım. Dün Bodrum'daydın, Amedspor'un maçını izledin. Orada neler oldu? Amedspor taraftarlarının Leyla Zana'ya destekleri oldu, bu olay nedir?
Girasun: Bodrum meselesinden önce bu küfürlü tezahüratlar Bursa'da başladı biliyorsunuz.

Ruşen Çakır: Daha doğrusu Soma'da, deplasmanda. 
Girasun: Şu açıdan şaşırtıcı; Leyla Zana Kürt siyasetinin nostaljik hafızasında yer alan efsanelerinden birisi, ama bugünle çok özdeşleşen bir isim değil. Bir çözüm sürecinden bahsediyoruz, çözüm sürecine dair bir öfkeden, nefretten, histerik bir durumdan bahsediyoruz. Ama Leyla Zana aslında bugünkü çözüm sürecinin ana aktörü değil ve vitrininde de değil. Biliyoruz ki, Leyla Zana uzun bir zamandır kendi isteğiyle biraz köşesine çekilmiş, inzivada ve siyaseten öne çıkmayı çok arzulamayan bir isim. Zaman zaman çözüm süreci ile ilgili destekleyici açıklamalarda bulundu. Ama katıldığı etkinliklerde de mikrofonu, sahneyi çok kullanan bir isim değil. O sebeple Leyla Zana üzerinden böyle bir küfür ve hakaretin edilmiş olması, akla başka soru işaretlerini getiriyor. Çünkü bugünkü lümpen milliyetçi hislerinin de tribünlerin de süreç üzerinden nefret çağrışımını uyandırabilecek bir isim değil. Bugünün ismi değil. Tribündekilerin çoğu Leyla Zana'yı yolda görse tanımayacak, hatırlamayacak, neye karşılık geldiğini çok bilmeyecek bir yaş grubunda ve apolitizmde insanlar. O yüzden bunun böyle özellikle Leyla Zana üzerinden konuşulması, tribünlerde bir dalga etkisi yaratması, bu küfürlü hakaretlerin başka tribünlere de sıçraması şaşırtıcı ve provokatif olduğunu düşündüren bir şey. Komplo teorisi gibi gelebilir ama net bir şekilde bence organize ve provokatif bir şey, çok organik bir tepki olduğu kanaatinde değilim.

Ruşen Çakır: Peki, Amedspor taraftarlarının cevapları ne oldu, dün ne yaptılar?
Girasun: Hafta sonu hem Vanspor'un İstanbulspor'la maçı vardı hem de dün Amedspor'un Bodrumspor'la maçı vardı. Vanspor tribünleri ve Amedspor tribünleri Leyla Zana'yı sahiplendiler. Ama tabii belki de provokasyonun amaçlarından birisi, bu meseleyi gündemde tutmak. Belki bunu soğutmak, buna cevap vermemek, duymazdan gelmek, bu tartışmanın dışında kalmak daha faydalı olabilir. Elbette Leyla Zana, Kürt siyasetinin en önemli fenomenlerinden, Kürt kadın hareketinin en önemli simgelerinden ve en önemli referanslarından birisi. Sadece Türkiye Kürtleri için değil, aynı zamanda diğer ülkelerde yaşayan Kürtler içerisinde de sembolleşmiş bir isim. O yüzden buraya dair böyle cümlelerin kullanılması biraz hassasiyetleri kaşıyan bir durum; güncel siyasetin dışında genel olarak Kürt toplumunun metafiziğine de oynayan bir şey. Çünkü Leyla Zana hepimizin bildiği gibi, aynı zamanda âkil insan olarak da Kürtlerin nezdinde de diğer siyasi partilerin temsilcileri nezdinde de bilinen ve hatırlanan, âkilliği, makullüğü üzerinden, kendisine bu tür konularda referans verilen bir isim. Böyle bir rijit ve hakaretamiz bir söylemin içerisinde yer alması, haysiyetsizce bir şeyin içerisinde yer almış olması düşündürüyor tabii.

Ruşen Çakır: Peki Suriye'ye gelelim. Sanki Türkiye'de süreç Suriye'ye takılmış gibi. En son üç üst düzey isim, MİT Başkanı, Milli Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı Şam’a gitti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, SDG'ye yönelik yine sert eleştiriler yaptı; SDG’nin uyum göstermediğini, 10 Mart Anlaşmaları’na uymadığını söyledi. Hâlbuki daha önce de SDG'den yapılan birtakım açıklamalarda, Şam'la görüşmelerin iyi gittiği yönünde açıklamalar vardı. Halep yakınlarında bir çatışma yaşandı. Orada tam olarak ne oluyor?
Girasun: Suriye meselesi zaten bu sürecin en önemli noktası. Zaten en başından beri, herhalde bir yıldan fazladır bu sürecin aslında bir seçim yatırımı olmadığı, aynı zamanda bir demokratik değişim kararı üzerinden şekillenmediği, bir zihinsel dönüşüme dayanmadığı, daha çok dış dinamiklerden kaynaklandığına dair çok şey konuştuk. Bugün mesele, sürecin başlama sebebine gelip takılmış durumda; burası daha çok ön planda konuşuluyor. Başından beri yine tekrar ettiğimiz bazı şeyler var. Suriye'de hiç kimsenin ideal çözümü olmayacak. İdeal çözüm, maksimalist taleplerde ısrar, yeni bir çatışma yaratacak. Burada Suriye'deki temel meselede, bu gerilimler, gerginlikler ortaya çıksa dahi ben bu konuda optimist olmaya devam ediyorum. Burada yeni bir büyük çatışmanın herkesin zararına olduğu, kimsenin bunu çok göze alamayacağı, hele masayı deviremeyeceği kanaatindeyim. Hem Şam hükümeti hem Türkiye hem Suriye'de Kürtler için böyle. O yüzden bir asgari müşterek ve bir optimal nokta bulunmak durumunda. Bu bulunacaktır da.
Ama burada şöyle krizler var: Türkiye sürecin kodlarına uygun bir yeni dil, yeni zihin oluşturmuş değil. Halen silah bırakmayan bir örgüt tasavvuru, halen Kürtler dışında bir bölgesel müttefik, bir tehdit algısı var. Bu da sanki Suriyeli Kürtler Rojava'yı bir askerî üs haline getirecekler gibi bir tehdit algısının oluşmasına sebebiyet veriyor. Hâlbuki doğalında Türkiye'nin doğal bir uzantısı gibi görürlerse, başka yaklaşımlar ortaya çıkacak. Türkiye sınırından Halep'e kadar uzanan çizgi, neredeyse Türkiye'nin hem kültürel olarak hem zihinsel olarak hem siyaseten organik bir parçası. Tabii Halep'ten Şam'a kadar uzanan hat için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Belki Suriye kendi içerisinde bu konuda farklı. Hâlbuki Kürtler, Türkiye'nin orta ve uzun vadede Şam yönetimine karşı Suriye'de elini güçlendirecek bir denge olabilir. Türkiye, Şam yönetimini yanına alıp, Kürtleri karşısına almak yerine, Kürtleri yanına çekip Şam yönetimini dengeleyebileceği bir pozisyon alabilir.

Ruşen Çakır: Ama şu anda Ankara, sanki Şam yönetimi cepte gibi davranıyor ve bir anlamda onu güçlendirmek için Kürtlerin etkisini kırmaya çalışıyor. Öyle bir görüntü var.
Girasun: Sanki cepte görmekten ziyade bence Ankara bazı risklerin farkında. Hem Şam yönetiminin Körfez’le ilişkilerinin, hem Batı’yla ilişkilerinin çok derinleşmeye başladığını görüyoruz. Şam için Ankara tek alternatif değil. Tabii ki Ankara çok çok önemli bir ayak, ama Şam'ın başka arayışları da var doğal olarak. O Arap milliyetçi hinterlandın bir şekilde içerisine dahil oluyor. Sermaye gerekiyor, bu Türkiye'den karşılanacak bir şey değil. Batı’yla ilişkilerin güçlendirilmesi, keza Körfez’le ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Ama Ankara'nın bence burada Şam'ı elde tutmak vizyonundan ziyade, halen Kobani’yle ve Kamışlı ile ilgili tehdit algısı önde geliyor. Suriye meselesinde Kobani'ye dönüp baktığınız zaman, Şam'dan olabiliyorsunuz. Yani bir küçük Kürt kasabasını görmektense, Şam'a, Halep'e odaklanmak, bunun üzerinden Arap dünyasıyla yeni ilişkilere odaklanmak, daha vizyoner bir yaklaşım olabilirdi başından beri konuştuğumuz gibi.

Ruşen Çakır: Peki sen oraya gittin, Kürtlerle de görüştün değil mi?
Girasun: Evet.

Ruşen Çakır: Nasıl bir hissiyat var?
Girasun: Bir defa Kürtlerin de dâhil olduğu, bütün bir Suriye toplumunun istikrar arzusu var. Savaştan çok bıkmış bir toplum var ve kimsenin yeni bir çatışmayı kaldırabilecek takati yok. O yüzden çok net talep, istikrar talebi ve taraflar bu istikrar talebini birbirlerinden farklı şekillerde talep ediyorlar. Kürtler Şam yönetiminin daha çok esnemesini, Türkiye'nin kendileriyle daha yakın dostluk ilişkileri geliştirmesini istiyor. Şam sonuçta bir koalisyonla yönetiliyor, Sadece HTŞ'nin olduğu bir yapı değil. Orada başka Sünni gruplar, hatta Sünni milliyetçi Arapların da dahil olduğu gruplar var. Onlar SDG'nin esnemesini, idari ve ekonomik özerklik gibi konularda Şam'a daha çok bağlı olmasını istiyorlar. Türkiye daha çok savunma meselesini önceliyor ve SDG'nin askerî yapısının küçülmesini, başka bir şekilde oraya dahil olmasını istiyor. Ama Kürtler de dahil olmak üzere herkes istikrar talep ediyor. Ankara 10 Mart Anlaşması ile ilgili sık konuşuyor diye programın başında siz söylediniz. Herkesin 10 Mart Anlaşmasından anladığı şey farklı. Çünkü 10 Mart Anlaşması içerikten yoksun bir anlaşma. Niyet göstergesi bir jenerikti. 10 Mart'ta bir jenerik vardı ama içerik yoktu. İçerik yolda kararlaştırılan bir şey olmaya başladı şu anda. O yüzden 10 Mart Anlaşması’ndan kimin ne anladığı ayrı bir tartışma konusu.

Ruşen Çakır: Evet, dediğin doğru. Çünkü mesela bir ara daha çok Kürtler 10 Mart Anlaşması’na uyulması için bastırıyordu diye hatırlıyorum, şimdi Ankara bastırıyor. Geçenlerde Mill Savunma Bakanı Yaşar Güler SDG’nin Suriye Ordusu’na entegrasyonunun bireysel olarak gerçekleşmesi gerektiğini söyledi. Kürtler Suriye Ordusu içinde üç ayrı tümen halinde katılmaktan söz ediyor. Ama Ankara “Bireysel katılım” diyor. SDG'deki unsurlar silahlarıyla beraber Suriye Ordusu’na asker olmaya mı girecek, nasıl olacak?
Girasun: Evet. Herhalde artık asayiş güçlerinin korunması, polis gücünün SDG'den olması konusunda artık Ankara'nın da bir itirazı yok gibi görünüyor. Hatırlarsanız, başlarda Ankara'nın buna da itirazı vardı, çünkü bir başka maksimalizm vardı. Bugün itibariyle bu, tartışma konusunun dışında. Bugün itibariyle tartışmalar daha çok, o tümenlerin şeklinin nasıl olacağı ve merkezi hükümette Kürtleri nasıl temsil edeceği üzerine dönüyor Bir diğer tartışma, Şam'ın önemsediğini düşündüğüm tartışma. Şam'daki tartışma, Türkiye gibi çok askerî değil, daha çok ekonomik kaynaklar üzerine kuruluyor. Yani ‘’Deyrizor ve Rmelan'daki petroller ne olacak? YPG buradaki tasarruf hakkını tamamen kendisine mi bırakacak, paylaşacak mı?’’ Yoksa Şam burayı tamamen elinde mi tutacak?’’ gibi tartışmalar daha çok dönüyor. Ankara'ya nazaran, askerî değil daha çok iktisadi tartışmalar var diyebilirim.
Ama şunu söyleyebilirim; Suriye'deki diğer bütün etnik grupların mevcut yönetime dair güven krizi ve bunalımı henüz aşılmış değil. Orada Seyide Zeynep Türbesi civarındaki Alevi mahallede Alevilerle de görüşebildik, orayı da görebilme şansımız oldu. Kürtlerle ve diğer gruplarla da temas kurabilme şansımız oldu. Orada net görünen bir şey var: Mevcut yönetimin, geniş bir yaşam garantisi, gelecek güvencesi verdiği farklı etnik ve dini gruplar henüz ortada yok. Bunların endişeleri var. Ahmed eş-Şara yönetiminin, HTŞ'nin beklenilenden daha ılımlı olduğuna dair bir kanaat de var, bunu söyleyeyim. Çünkü Şam sokakları aslında HTŞ'nin etkisinin çok az hissedildiği, hatta Türkiye'nin de etkisinin Halep'e göre daha az hissedildiği bir yer. Devlet bürokrasisinin Alevilerin de içinde olduğu bir koalisyonla yönetildiğine dair çok şey duyuyorsunuz, biliyorsunuz, görüyorsunuz, bunlar doğru. Ama zaman içerisinde Ahmed eş-Şara'nın, HTŞ'nin, diğer grupların iktidarını tahkim etmesiyle beraber bunun ne kadar kalıcı olacağına dair soru işaretleri de artıyor. Öyle ki, Ahmed eş-Şara ile HTŞ arasında da bir nüans farklılığı olduğuna dair şeyler duyabiliyorsunuz. Ahmet eş-Şara’nın kendi örgütünün ve yapısının, tabanının önünde seyrettiğine, burayı biraz dizginlediğine dair bir duygu var. Ama bunu da bazı büyük merkezlerde yapabildiğine dair görüşler de aktarılıyor. Örneğin diğer gruplar için İdlib’te, Hama'da, Humus'ta, Şam'daki kadar özgürlükçü bir ortamın olmadığı veya Şer’i yönetimin buralarda daha baskın hissedildiği, Şam'a bunun henüz uğradığını görmedik. Bir taraftan Noel kutlamaları vardı, diğer taraftan yer yer başı açık, mini etekli kadınlar görebiliyordunuz. Ama bunun Suriye'deki diğer yerlerde aynı oranda olduğuna dair bir duygu ve kanaat yok, Şam'da da bunun kalıcı olabileceğine dair bir hissiyat yok. O yüzden, kimsenin kimseye güvenmediği bir durumda, bunun kalıcılaşabileceğine dair bir duygu yerleşene kadar herkes adımlarını yavaş atmak durumunda. O yüzden, ‘’Bir yıl geçiyor, Mart Mutabakatı’na uyulacak’’ gibi bir kesin hüküm olarak görülmesi doğru değil.

Ruşen Çakır: Peki, İsrail faktörü. Şimdi bir şey okuyorum, sen daha iyi biliyorsun, Suriye haritasında Golan yok diyorlar.
Girasun: Evet.

Ruşen Çakır: Şam İsrail'e bırakmış durumda mı?
Girasun: Hatay da yok bu arada, o da önemli bir şey. Bu iddiasından vazgeçtiği görünüyor.

Ruşen Çakır: Ama Ahmed eş-Şara, Golani yani.
Girasun: İsrail'le daha fazla gerginlik yaşamamak adına, buradan tasarruf etmiş görünüyor. Çünkü İsrail Suriye'nin istikrarı açısından ciddi bir tehdit. Daha geçen aylarda, Suriye'de Başkanlık Sarayı’nın yakınlarını, Savunma Bakanlığı’nı vurmuş, Suriye'deki üstlerin önemli bir kısmını bombalamış bir devletten, bir yapıdan bahsediyoruz. Haliyle bu, Suriye'de de herkesi bir teyakkuz haline sokuyor. Diğer taraftan, Şam yönetimi şu anda Süveyda'ya, Dürzilerin olduğu bölgeye İsrail tehdidi ve korkusu sebebiyle giremiyor. İsrail Suriye'de önemli bir aktör. Hem işgal ettiği yerler hem hamiliğini yaptığı gruplar açısından böyle. Hem de diğer taraftan Türkiye'ye karşı bir tehdit olarak görülebileceği YPG ile muhtemel ilişkileri üzerinden bir mesele.

Ruşen Çakır: O ne kadar sahici?
Girasun: Ben İsrail ile SDG arasında organik ve güçlü bir ilişki ihtimalini, hem Kürtlerin hem de Türkiye'nin lehine çok görmüyorum. Bu, kaçınılması gerekilen bir mesele. Bunun bir şantaj ve tehdit unsuru olmaktan da çıkması lazım. Ama bir yandan, eş-Şara'nın İsrail'le iyi ve yakın ilişkiler kurmasını teşvik ederken, diğer taraftan, SDG'nin yumurtada bile görünmeyen İsrail yakınlaşması tehdidi üzerinden sürekli sert demeçler vermek, tehditvari cümleler kurmak da bir oksimoron.

Ruşen Çakır: Dün yine yapıldı değil mi?
Girasun: Evet. Sonuçta şu an Türkiye’nin, Şara yönetiminin Tel Aviv’le ilişkilerinin iyileştirilmesi konusunda çekinceleri yok. Hatta bunu teşvik eden bir konumda. Diğer taraftan SDG'nin böyle bir ihtimal içerisinde olmasına dair korkunç bir tepki gösteriyor. Bu bir oksimoronu gösteriyor. Buradaki karşıtlık, İsrail'le bölge ülkelerinin, bölge devletlerinin ve halklarının ilişki kurmasına dönük bir tepki mi, yoksa kendi güvenliğine dönük SDG'nin kurduğu ilişkiye dair bir tehdit mi? Bu önemli bir soru işareti. Ama dediğim gibi buradaki temel nokta, bence halen, süreç öncesindeki o tasavvurun duruyor olması. Sonuçta bir süreç varsa ve Türkiye bölge Kürtleriyle iş birliği kuracaksa, müttefik haline gelecekse, içerideki Kürtlerle barışacaksa, zaten Şam'da değil de işte Kamışlı’da, Haseke'de, Kobani'de, Afrin'de Kürt grupların yer alması bir tehdit olmaktan çıkmalı, buraların bir askeri üs gibi olmayacağının farkına varmalı.

Ruşen Çakır: DEM Parti'nin 6-7 Aralık’ta İstanbul’da düzenlediği Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı oldu, sen de katıldın mı ona?
Girasun: Hayır.

Ruşen Çakır: Ben konferansın ilk gününe uğradım. İlham Ahmed Zoom'dan canlı bağlandı. Aslında Türkiye’ye gelmesi söz konusuydu. Tahmin ediyorum, Şırnak'ta yaşanan Barzani korumaları krizi nedeniyle, o gerçekleşmedi. Çünkü fiilen oraya gelmesi de söz konusuydu. Biliyoruz ki gelmek istiyorlar. Her ne kadar devletle görüştüklerini bilsek de, açık görüşme yapılmıyor, ama gelmek ve İmralı'ya gitmek istiyorlar. Bunu da biliyoruz, dile getirdiler. Bunun sembolik olmanın ötesinde nasıl bir anlamı var? Diyelim ki Mazlum Abdi İmralı'ya gider ve Abdullah Öcalan'la konuşursa, Suriye meselesinin, Türkiye'nin de razı olacağı şeklinde çözümü kolaylaşır mı sence?
Girasun: Kuvvetle muhtemel kolaylaşır. Çünkü aktörlerin birbiriyle teması, çatışma ihtimalini azaltan bir şey. Aktörler daha reel düzlemde birbirleriyle iletişim kurmuş oluyorlar. İdeolojik bir karşılaşma halinden ziyade, daha pragmatik bir karşılaşma alanı yaratıyorsunuz. Birbirinizle temas ettiğiniz zaman iş birliği kurma, birbirinizi anlama gibi durumlar artıyor. Diğer taraftan, Türkiye'nin SDG'ye tanıdığı meşruiyet artıyor. Her ne kadar gelmemiş olsa da İlham Ahmed'in bir telekonferans yoluyla da bir konferansa katılmış olması bence önemli. Bu en nihayetinde Türkiye'nin iznini gerektiren bir şey ve bu, iznin verilmiş olduğunu, bir yumuşamanın olduğunu gösteriyor bazı açılardan. Ama diğer taraftan, dün, devletin üst düzey heyetinin Şam'a yaptığı ziyarette biraz tehditvari cümleler sarf edildiğini de görüyorsunuz. Sonrasında Halep'teki çatışma da gerginliği arttırmıştı. Ama bugün tekrar ateşkes sağlandığını görüyoruz.
Bu mesele biraz papatya falına dönüyor. Olumlu bir mesele olduğunda ‘’süreç olacak mı?’’ diye soruyoruz. Olumsuz bir durum oluyor, ‘’olmayacak mı?’’ diye papatya falına dönüp bakıyoruz. O yüzden böyle tek tek güncel aktüel meseleler üzerinden ‘’olacak mı, olmayacak mı?’’ bağlamında analiz etmenin çok sağlıklı olmayacağını düşünüyorum. Günün sonunda papatya falının son yaprağında ne çıkacak, o önemli. Ben olacağı kanaatindeyim. Gerilim tırmansa, had safhaya çıksa bile, dediğim gibi, istikrar arzusu sebebiyle olacağı kanaatindeyim. Bunu da bazı temel şeylerle açıklayabilirim. Birinci sebep, Türkiye'nin güneyden girdiği durumda, İsrail'in kendi güvenlik gerekçelerini göstererek, kuzeyden Suriye'ye bir operasyon yapma, buraya girme gibi bir meşruiyeti artar. Girme ihtimali, riskleri de var. İkincisi, Şam hükümetinin Türkiye ile beraber bir operasyona cevaz vermesi durumunda, yine kendi meşruiyetinin riske atacağı bir şeyden bahsediyoruz. Kendi topraklarındaki başka bir silahlı yapıya Türkiye'nin operasyon yapması bir meşruiyet riski doğurur. Üçüncüsü ve bence diğer ikisinden daha önemlisi, toplumun istikrar arzusu hem psikolojik olarak ortadan kalkmış olur hem de Sezar Yaptırımları henüz kalkmışken, bir istikrar arayışı sebebiyle düzelebilecek bir ekonomi, tekrar ufalır gider.
Diğer taraftan, tamam Sünni Araplar %75'lik bir çoğunluğu teşkil ediyor, ama siz Suriye’ye bu şekilde yönetemezsiniz. Klasik anlamda yönetme şansınız, durumunuz görünmüyor. Yeni bir istikrarsızlık alanı oluşturarak, farklı toplumsal, etnik ve dini kimliklerle karşı karşıya gelerek yönetemezsiniz. O yüzden ben, SDG ile Şam'ın, yani Haseke ile Şam'ın anlaşamaması durumunda, belki ABD'nin bir arabulucu olarak daha güçlü bir şekilde devreye girebileceğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Yani anlaşmaları mukadder diyorsun.
Girasun: Ben böyle görüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman teşekkürler. Evet, Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun'la, tıkanan Suriye görüşmelerini ve bunun Türkiye'ye ve çözüm sürecine etkilerini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
27.12.2025 Suriye’de bilek güreşi sürüyor
26.12.2025 Sürecin gidişatı: Temkinli iyimserlikten temkinli kötümserliğe
25.12.2025 Kadın düşmanları ve ırkçılar el ele
24.12.2025 Kürt sorununda İsrail faktörü
23.12.2025 CHP’nin Kürt sorunu ve Leyla Zana sınavı
23.12.2025 Çözüm sürecinin önündeki Suriye engeli aşılabilecek mi? Roj Girasun değerlendiriyor
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı