Geçtiğimiz Cumartesi günü, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi dostum Hüseyin Yayman ile Van üzerinden Hakkari’ye geçtik. (Kürt sorunu üzerine yaptığı çalışmalarla son dönemde iyice sivrilen Yayman’ın, Doğan Kitap’tan yeni çıkan “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası”nı ne yapıp edip edinin) Hakkari’de, askeri operasyon nedeniyle bizden önce bölgeye gelmiş olan foto muhabiri arkadaşımız Burak Kara ile buluştuk ve gece geç saate kadar kentin kanaat önderleriyle PKK’nın son Çukurca baskını ve TSK’nın operasyonundan hareketle Kürt sorununda hangi noktada olduğumuzu tartıştı. Pazar sabahıysa Çukurca’daydık. Halkla, askerlerle sohbet ettikten sonra öğle vakti Yüksekova’ya doğru yola çıktık. Kürt hareketi için son derece kritik bir öneme sahip olan Yüksekova’ya tam girmek üzereyken Van’daki depremi öğrendik ve hemen bu ilimize doğru yola koyulduk.
Hakkari ve Çukurca’da görüp duyduklarımı, düşündüklerimi birkaç gün içinde bir yazı dizisi halinde yayınlamayı planladığımı belirttikten sonra tekrar deprem konusuna dönelim. İki gün boyunca içimiz dışımız “Kürt sorunu” olmasına rağmen depreme etnik açıdan bakmak Hakkarili şoförümüz Emin dahil hiçbirimizin aklına gelmedi. Van’da Paris Otel’in enkazının başında çabalayan insanların çoğunun Kürtçe konuşuyor olması da bizde böyle bir duygu yaşatmadı. Akşam saatlerinde ulaştığımız, depremin son derece acımasız davrandığı Erciş’in her köşesinde birer insanlık dramı yaşanıyordu. Gerek Ercişli, gerekse çevre il ve ilçelerden akın etmiş olan vatandaşlar görevlilerle birlikte bu dramların trajediye dönüşmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Depremle Kürt sorunu arasında doğrudan bir ilinti kurmada, Bitlis Norşin’den (Güroymak) gelmiş olan bir grup İslamcıyla sohbetimin katkısı çoktur. İki gündür kaleme aldığım, depremin bir süredir iyice zedelenmiş olan kardeşliğimizi tamirde pekala bir fırsat olabileceği fikri o sohbetten çıktı. Hatta bu düşüncemi, aynı gece Erciş’te karşılaştığım iktidar partisi heyetinden Hüseyin Çelik’le de paylaşmıştım.
Bu cüret nerden?
Meğer bizler Van’da, Erciş’te “insanlık” ve “kardeşlik” üzerine dertlenirken ülkenin batısında birileri Kürtlere yönelik nefret ve öfkelerini, gerek “sosyal medya”dan, gerekse televizyon ekranlarından kusuyorlarmış. Bir yanıyla hiç şaşırmadım çünkü Kürt hareketinin gelişmesine paralel olarak özellikle kentli orta sınıflar arasında bir “Kürt alerjisi”nin başgösterdiğini, bunun ayrımcı ve hatta ırkçı tavırlara bile yol açabildiğini görmüş ve yazmıştım. Örneğin Bilge Köyü katliamını ölen ve öldürenlerin Kürt olmasıyla açıklamaya ve normal göstermeye çalışanlar olmuştu, hatırlayacaksınız.
Öte yandan bu kişilerin deprem gibi insani duyguların son derece ön plana çıktığı bir olay daha taptazeyken ayrımcı ve ırkçı çıkış yapma cüretlerine de şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Öncelikle “bu cüreti nerden alıyorlar?” sorusu son derece hayatidir. Bu sorunun cevabını ararken karşımıza, “demokratik açılım” günlerinin “empatik” dilinin, PKK’nın son dönemde saldırılarını artırmasıyla birlikte yerini tekrar “savaşçı” bir dile bırakmış olması ve medyanın bu açıdan, genel olarak çok kötü bir sınav veriyor olması gerçeği karşımıza çıkacaktır.
Irkçılığın kaynağı
Ardından “kim bunlar?” diye soracak olursak, yukarda da değindiğim gibi, Kürt düşmanı pozisyonlar alanların çoğunun kentli orta sınıf kökenli olduğunu görüyoruz. Acı olan, bunların bazılarının geçmişte sol harekete bulaşmış olmaları, hatta kimilerinin hâlâ kendilerini solcu olarak göstermeye çalışmalarıdır. Bu kişilerin ayrımcı-ırkçı yaklaşımlara sürüklenmesinin temelinde “çoğunluk kibri” olduğunu düşünüyorum. İktidarlarının büyük kısmını dindarlara kaptırmış olmanın öfkesine ek olarak Kürtlerle eşit vatandaş olma düşüncesi kendilerini epey telaşlandırıyor.
Nitekim MHP Lideri Bahçeli’nin Van depremi için “oh olsun” denmesini “densizlik ve soysuzluk“ olarak tanımlaması alkışı hak etmenin yanı sıra “Kürt düşmanlığı” ile geleneksel Türk milliyetçiliği arasında bir bağ olmadığını bir kez daha bizlere gösterdi. Buna bağlı olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın deprem yardımlarına teşekkür ederken sürekli ve içten bir şekilde kardeşliğe vurgu yapmasını, Kürt siyasi hareketinin kendi içindeki “Türk düşmanı” eğilimlere tahammül etmeyeceğinin işareti olarak görebiliriz.
*****
Nur içinde yat Hikmet abi...
Hikmet Bila çok sevdiğim, bu meslekte bana çok şeyler öğretmiş, çok yardımı olmuş bir dostumdu. Önce Milliyet, ardından NTV’de birçok işe birlikte imza attık. Hakkari’de olduğum için cenazesine katılamadım. Sanıyorum bana kızmamıştır. Hikmet Abi’ye Allah’tan rahmet, başta eşi, oğlu ve kardeşleri olmak üzere tüm yakınları ve dostlarına başsağlığı diliyorum. Nur içinde yatsın.