Bölgesel ve uluslararası bağlamda Yeni Çözüm Süreci: Galip Dalay yorumladı

03.03.2025 medyascope.tv

3 Mart 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Yeni Çözüm Süreci’nin çok ciddi bir bölgesel ve uluslararası bağlamı var. Bu konuyu konuşacak en iyi isimlerden Galip Dalay konuğumuz. Kendisi İngiltere'de. Galip, sen Chatham House’da kıdemli araştırmacısın. Aynı zamanda Oxford Üniversitesi’ndesin, değil mi?
Galip Dalay: Evet.

Ruşen Çakır: Seninle uzun zamandır bunu konuşmaya çalışıyoruz, ama nasip Öcalan'ın o tarihi açıklamasından sonraya denk geldi, belki de hayırlı olmuştur. Öncelikle Öcalan'ın merakla beklenen açıklamasını okudun, belki canlı yayını da izlemişsindir. Ben salondaydım biliyorsun. Nasıl buldun, Beklediğin gibi miydi, şaşırdın mı? Eksik ya da olmasına ve olmamasına şaşırdığın şeyler var mı?
Dalay: Sizin de ifade ettiğiniz gibi, bence de tarihi bir açıklamaydı. Her hâliyle tarihi bir açıklamaydı. Hem Türkiye'nin siyasal tarih açısından en önemli dönemlerden, en önemli başlıklardan bir tanesinin artık sona erdiğini ve bu meselenin artık yeni bir evreye girdiğini açıklaması açısından tarihiydi. Öbür tarafta ise hem bölgesel Kürt siyaseti açısından hem de mücavir coğrafyadaki bölge politikası açısından da tarihiydi. Benim pozitif manada en şaşırtıcı bulduğum şey, açıklamanın kısa, net, sade ve samimi bir tonda olmasıydı. Orada bir muğlâklığa, daha farklı anlamlar çıkarılacak fazla bir yere kapı açmıyordu; çok net, gerekçelendirmesini de net bir şekilde yapan bir açıklamaydı. Bu nedenle, pozitif manada benim için sürpriz oldu. Siz benden daha da iyi bilirsiniz, Öcalan metinleri çok katmanlı olabiliyor, belli muğlâklıkları içerisinde barındırabiliyor. İlk okuduğunuzda tam olarak ne dendiğini anlamayabilirsiniz, fakat açıklama çok açık, net ve kısaydı. Bu açıdan bence hayırlı bir açıklamaydı. Uzun olsaydı, farklı muğlâklıklar barındırsaydı, arklı anlamlara gelebilecek mesajlar içerseydi, burada Öcalan ne demek istedi, hangi mesajı vermek istedi diye herkes bunu kendi açısından anlamlandıracaktı. Fakat şu anki açıklamanın bence gayet net bir açıklama olması pozitif.
İkincisi, şu açıdan yine çok tarihi bir açıklamaydı: Bu çözüm süreci veyahut artık adına ne diyeceksek, Kürk meselesi ile Türkiye'deki demokratikleşme sürecine dair, özellikle muhalif kamuoyundan epey bir tartışma yükseliyor gibi. Her şeyden önce, Türkiye'de bu ölçekteki bir şiddet döneminin sona eriyor olması hayırlı bir şey olduğunu, ondan da öte, Türkiye'deki demokratikleşme, demokrasi krizinin en önemli yapısal zeminlerinden bir tanesini de sarsıyor. Çünkü Kürt meselesi, Türkiye'deki demokratikleşmeyi kısıtlamak isteyen, ifade hürriyetini kısıtlamak isteyen, demokratik hak ve hürriyetleri askıya almak isteyenler için bulunmaz bir nimetti. Kırk yıldan fazla bir süreye yayılmıştı. Hatta Cumhuriyet tarihinden başlatacaksak, daha da uzun senelere sâri bir meseleden bahsediyoruz. Resmî rakamlara göre 50 binin üzerinde insan öldü. Dolayısıyla, hak ve hürriyetleri kısıtlamak isteyen her iktidar için en rahat kullanabilecekleri zemin Kürt meselesi, şiddet, terör, bütün bu sarmaldı. Bunun şu anda ortadan kalkıyor olması, önümüzdeki dönemde hemen kısa vadede bir sonuç üretmese de orta vadede, Türkiye'de demokratikleşmeyi sarsan veyahut demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerden bir tanesinin yapısal zeminin ortadan kalkması. Dolayısıyla, kısa vadede, bu Türkiye'de demokratikleşmeyi nasıl etkileyecek? Fakat uzun vadede, dediğim gibi Türkiye'deki demokratikleşmeyi sakatlayan en önemli yapısal zeminlerden bir tanesi de ortadan kalkmış olacak.
Son olarak da Türkiye'nin demokratikleşmesini sürekli engelleyen yegâne mesele şüphesiz Kürt meselesi değildi. Türkiye'de devletin gadrine uğramayan herhangi bir kesim, bir grup yok. Solculardan liberallere, sağcılardan İslamcılara, milliyetçilerden Kemalistlere kadar her kesim farklı dönemlerde, farklı başlıklarda ciddi manada devletin gadrine uğradı. Fakat muhtemelen Kürt meselesinin burada çok özel bir yeri var. Çünkü bu sadece dönemsel olarak devletin gadrine uğramak değil, burada devasa bir asimilasyon süreci vardı. Bu, 80'lerin sonunda, 90'larda, devâsâ köy yakmalarının sonunda, her türlü insan hak ihlâlinin sistematik olarak yaşandığı meselelerden bir tanesi. Dolayısıyla bu, sadece klasik devletin gadrine uğrayan gruplardan biri değildi. Bu, çok daha katmanlı, çok daha uzun senelere sâri olmuş ve çok daha büyük bedeller üretmiş bir devletin gadrine uğrama meselesidir. Dediğim gibi, bu mesele başarılı olursa, Türkiye'de toplum ve devlet kaynaşması için, daha anlamlı bir toplum inşa etme süreci için de çok önemli olduğu kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Sen Türkiye açısından önemini vurguladın. Ama seninle konuşacağımız esas konu, bunun bölgesel ve uluslararası bağlamı.
Dalay:  Şüphesiz.  

Ruşen Çakır: Devlet Bahçeli bu çıkışı ilk yaptığı zaman, o andan itibaren Türkiye'de büyük bir şok yaşandı, bu konu Devlet Bahçeli tarafından başlatıldığı için. Sonrasında bir yığın farklı görüş çıktı. Ağırlıklı bir kesim, ki bunların büyük bir kısmı muhalefetten, ama iktidarın içinde de belli bir kesim, bunun, Erdoğan'ın yeniden ve hatta ömür boyu Başkan seçilmesi için Kürt oylarını ve özellikle DEM Parti milletvekili oylarını kazanmaya yönelik bir tertip olduğunu düşündü. Kimileri kızarak, kimileri hoşlanarak savundu. Kimileri de bunun, aslında bölgesel birtakım kaygılardan, özellikle Gazze'de başlayan, daha sonra Lübnan'da devam eden süreçten dolayı olduğunu savundu. Bahçeli bu açıklamayı yaptıktan bir iki ay sonra Suriye'de rejim değişti. Bazıları da bunu bu bağlama oturttu. Zaten Bahçeli'nin ilk vurgularında da hep iç cephenin güçlendirilmesi vurgusu vardı. Ben şahsen bu yönün daha ağır bastığını düşünenlerdenim, ama bunu anlatmak bayağı zor oluyor. Anladığım kadarıyla sen de benzer bir şeyi çok önemsiyorsun. Nedir Ankara'nın buradaki bölgesel kaygısı? Bir de tabii Ankara'nın bu kaygısıyla, Öcalan'ın perspektiflerinin bir yerde uyuşması lazım, öyle değil mi? Çünkü sen de biliyorsun, örgütün üst düzey yöneticileri, Cemil Bayık olsun, Murat Karayılan olsun, yaptıkları değişik açıklamalarda sürekli ‘’bizim talibimiz çok. Bu anlaşmada tercihimiz Ankara, ama birçok güç bizimle ilgileniyor’’ dediler. Ne dersin, bunu nasıl bir bağlamda okumak lazım?
Dalay: Şüphesiz burada biraz da niyet okuması yapacağız. Hangi aktörün hangi niyetle bu adımı attığına dair, aktörlerin kendisi net bir açıklama yapmadığı sürece, biz kendimiz bir niyet okuması yapacağız. Birincisi, ben bunun tamamıyla Erdoğan'ın seçilmesi merkezli bir süreç olarak okunmasını makûs buluyorum. Bunun doğru olmadığı kanaatindeyim. Sonuçları itibariyle buna yol açabilir. Erdoğan'ın Kürtlere ulaşması veyahut eğer muhalefet bu sürece karşı çıkarsa, muhalefetle Kürtler arasında yeni duvarların örülmesine yol açabileceğinden hareketle, bu, iktidarın siyaset yapabilme, AK Parti’nin daha fazla kesime ulaşabilme, siyasal psikoloji, meclis aritmetiğinde daha rahat hareket edebilme gibi bir sürü imkân alanı açabilir sonuçları itibariyle. Ama Cumhurbaşkanı başka adımlar atarak da meclis aritmetiğinde veyahut önümüzdeki dönemde seçime giderken farklı öncelikleri güdebilirdi. Mesela İYİ Parti'yi de bir şekilde iktidar blokuna eklemlemeyi seçebilirdi veya Meclisteki muhafazakâr partilerin milletvekillerini de bir şekilde kapsamayı içerebilirdi. Dolayısıyla, bunu Erdoğan merkezli bir siyasal okumaya tâbi tutacaksak, bu, yegâne opsiyon değildi. Şüphesiz, siyasette yaptığınız başarılı bir adım, siyasal sonuçları açısından, sizin hareket alanınızı genişletip daha rahat siyaset yapabilme, daha önemli siyasal avantajlar elde etmenizi sağlıyorsa, bunun da çok yadırganacak bir tarafı yok. Eğer bu süreç başarılı olursa, AK Parti de bunun siyasal nimetlerinden faydalanacaktır; her şeyden önce AK Parti'nin siyaset yapabilme alanı genişleyecektir.
Uzun bir süredir, özellikle 2015 yılından sonra Türkiye'deki Kürt siyasetinin en önemli özelliklerinden bir tanesi, daha önce ‘’Üçüncü Yol’’u tercih etmesiydi. Ama 2015, 2016'dan sonra, üçüncü yoldan çıkıp, daha yapısal bir şekilde muhalefet blokunun parçası oldu. Önümüzdeki dönemde bu sürecin gidişatı, muhalefetle Kürt siyasetinin yahut DEM Parti’nin de geleceğini veya ilişkilerin dinamiğini etkileyecektir. Bu nedenle, hem iktidar, hem de muhalefet için daha dinamik, daha esnek bir siyaset yapabilme imkânı doğuyor. Muhalefet sadece, “Nasıl olsa iktidar blokuyla DEM Parti veya Kürt seçmen arasında devâsâ bir çatlak oluştu. Bu nedenle Kürtler bize mahkûm” psikolojisiyle hareket edemez. İktidar da yeni bir siyasal esneklikle yeni kesimlere ulaşma durumunda kalabilir ve bunun sonucu olarak da meclis aritmetiğinde, yeni dönemdeki anayasal tartışmalarda daha fazla avantaj, daha fazla esneklik elde edebilir. Ben bunların çoğunu sonuç olarak okuyorum. Ama en önemli kazanımlardan bir tanesi, siyasetin daha esnek ve daha geçişken bir döneme girebilmesinin muhtemel olması. Bunu da kötü bir şey olarak görmüyorum.
Bölgesel bağlamına gelecek olursak, şüphesiz, Kürt meselesinin sadece Türkiye'nin bir iç meselesi olmaması, Türkiye'nin bölgesel bir başlık olması, uluslararası bir başlık olması, Türkiye'nin bölgedeki konumunu yakından şekillendiriyor ve bu, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini de çok derinden etkileyen bir başlık. Bir örnek verecek olursam, bizim, Rusya'yla 2016'dan sonra girdiğimiz yeni bir ilişki dinamiği vardı. Bu ilişki dinamiği, Suriye'yi anlamadan sürdürebileceğimiz bir ilişki dinamiği değildi. Rusya'yla 2016 ila 2021-2022 arasındaki dönemde tutturduğumuz yeni ilişki rotasının doğum yeri Suriye'ydi. Suriye'de de bunun doğumunun ana gerekçesi Kürt meselesiydi. Türkiye'nin Amerika'yla yaşadığı, Amerika'nın PYD, YPG, SDG’ye verdiği desteğin yarattığı rahatsızlıkla, Türkiye, Suriye'de farklı opsiyonları daha fazla düşünür oldu. Operasyon yapabilmek için daha farklı aktörlere, daha farklı ilişkilere girme konusunda esnek meselelere yaklaşmaya başladı ve bunun sonucu olarak da Rusya'yla daha önce tahayyül edilmeyecek derecede stratejik, yakın bir ilişki formatı geliştirdi. Amerika'yla ilişkiler bu dönemde devasa bir kriz yaşarken, Rusya'yla ilişkiler bambaşka bir boyuta girdi. Bunun ana gerekçelerinin başında Suriye'deki Kürt meselesi geliyordu. Dolayısıyla bu sadece bölgede Türkiye'nin ulusal sistemdeki yerini de ciddi manada etkileyen bir şeydi. Rusya’yla gelişen bu yeni ilişki formatının bir sonucu olarak, Türkiye, Rusya'dan S-400 aldı. Benim şahsi kanaatim, Suriye'de Rusya'yla yeni bir hatta girmeseydik, muhtemelen Rusya'dan S-400 de almayacaktık. S-400'ün sonucu olarak da Batı’yla, özellikle de Amerika’yla derin bir kriz yaşadık. Dolayısıyla Kürt meselesi sadece Türkiye'nin bölge politikasını değil, uluslararası politikasını da çok yakından, çok derinden etkileyen bir hadise. Hâliyle bu Kürt meselesi ve demokratikleşme başlığının iç içe geçtiğini de dikkate alırsak, Türkiye-Avrupa ilişkilerini de en fazla etkileyen başlıklardandı.
Bölgeye dönecek olursak, birkaç nokta önemli. Birincisi, bölgede tekrar artık devlet içi, yani iç savaşlar değil, devletlerarası savaşın da olabileceği bir denklem doğdu ve Gazze'den sonra özellikle İran'la İsrail merkezli konvansiyonel bir savaşın ihtimal dâhiline girdiği bir ortama girdik. Dolayısıyla artık savaş bir tabu değil. İkincisi, sınırların değişebilme ihtimali de artık uluslararası denklemde bir tabu olmaktan çıkıyor. Mesela Rusya bunu Ukrayna'da yaptı, daha önce Kırım'da yaptı, daha önce Gürcistan'da yaptı. Şimdi Amerika bunu dile getiriyor, Grönland ve başka başlıklarda. Bölgede de fiili olarak yaşanan süreçler var. Mesela İsrail'in Suriye'deki işgal alanlarını kısmi ölçekte genişlettiğini görüyoruz. Dolayısıyla evet, resmî olarak bir sınır değişimi yok, ama fiili olarak da işgal alanı genişliyor. Bunun da yarattığı bir baskı olduğu kanaatindeyim. İsrail'le Türkiye'nin, ilk defa bir jeopolitik başlık nedeniyle ciddi manada karşı karşıya gelebilme ihtimali vardı. Daha önce Türkiye-İsrail krizlerinin ana noktası Filistin merkezliydi. Türkiye, İsrail'in Filistin'de yaptıklarından, zulümlerinden dolayı duyduğu rahatsızlıktan hareketle, İsrail'e güçlü, sert tepki gösteriyordu. Ama ilk defa İsrail'le Türkiye arasındaki rahatsızlığa sahici bir jeopolitik başlık girmiş oldu. Bunun da adı Suriye. Dolayısıyla Suriye'de İsrail'le artık sadece Filistin merkezli bir rahatsızlık değil, sahici bir jeopolitik başlık üzerinden de sorun yaşıyoruz. Önümüzdeki dönemde, Trump yönetiminin İran'a karşı bir şekilde sert bir politika izlemesini epey güçlü bir ihtimal görüyorum.

Ruşen Çakır: Burada sözünü kesebilir miyim? Suriye'ye döneriz de, İran'la ilgili bir şey sormak istiyorum. Genellikle çok atlanan bir husus, ama senin hâkim olduğun bir konu olduğunu biliyorum. İran'da da PKK'nın bir örgütlenmesi var, PJAK. Uzun zamandır İran rejimiyle savaşmıyor ama PKK bünyesinde İran Kürtlerinden bayağı sayıda insan var. Her an tekrar savaş başlatabilir. Bölgedeki dengeler, İran'ın destabilizasyonu gibi projeler bağlamında, PJAK, bir aktör olarak birileri tarafından arzulanıyor olabilir mi?
Dalay: Amerika eğer İran'a karşı sert bir politikaya girerse, İran'la hesaplaşmak isteyen herhangi bir aktör, PJAK’ından tutun, bazı Azeri gruplarına kadar, İran'da siyasal kırılganlık oluşturan bütün başlıkları kullanmak isteyecektir. Mesela ben Trump'la Rusya arasındaki yakınlaşmayı sadece Ukrayna merkezli okumuyorum. Muhtemelen, bunun bölgeye bakan çok önemli bir başlığı da olacaktır. Orada iki şey hedefleniyor gözüküyor. Bir, Rusya'yı bir şekilde Çin denkleminden çıkarmak. Ama bölgeye bakan ve bizim için muhtemelen daha da önemli olan, Rusya'yı, İran'la ilişkilerinden de yeni bir formata sokmak. Bu yeni dönemdeki Amerika’yla Rusya arasında girişilecek pazarlığın, bir şekilde İran denkleminde de çıkarmayı amaçladığını düşünüyorum. Bu sadece Ukrayna merkezli bir pazarlık olmayacak. Bu pazarlık muhtemelen daha büyük başlıkları içerecek. Bu başlıklardan bir tanesi de, Rusya’yla İran arasında son yıllarda var olan ilişki formatını değiştirip, bu ikisini birbirinden uzaklaştırmayı, en azından, İran'la Amerika veyahut da İsrail'in bir hesaplaşmaya girdiği bir denklemde, Rusya'yı oradan bir şekilde çıkarmayı önceleyen bir strateji olarak görüyorum. Geçenlerde Reuters'da bir haber çıktı. Rusya'nın Suriye'de üslerinin devam etmesi için, İsrail'in, Amerika nezdinde lobi yaptığını gösteriyor. Ben bunu da İran başlığından bağımsız okumuyorum. Bir şekilde Rusya'ya, ‘’İran'la arandaki makası açarsan, burada hem Amerika'nın nezdinde hem bölge nezdinde, ama özellikle Amerika nezdinde farklı imkânlar, farklı kapılar açık’’ deniliyor.
Bütün bunların bize söylediği şey şu: Bölgede tekrar savaş, tekrar sınır değişimi, tekrar devlet ve rejim çökmelerinin epey ihtimal dâhilinde olduğu bir denklem yaşıyoruz. Bu bağlamda, buraya iç tahkimatın güçlendirilmesi söylemi son derece önemli. Çünkü böyle bir denkleme girerken, kendi içerisindeki Kürt meselesiyle baş edememiş, bölgede bir sürü farklı Kürt örgütle, aktörle çatışmalı dönemde olan bir Türkiye’yle, hem kendi iç meselesini hâl yoluna koymuş, hem de bölgedeki Kürtlerle yeni bir ilişki formatı geliştirmiş Türkiye'nin, bu aktörler karşısındaki kırılganlıkları farklı olacaktır. Unutmayalım, Arap Baharı’ndan sonra İran’da PJAK, özellikle Suriye krizi başladıktan sonra silahlarını büyük oranda susturdu. Buna karşın Suriye krizi bizim de çözüm sürecinin sonlanmasına yol açtı. İran, özellikle Suriye Kürtleri üzerinden PJAK'ı yönetebilmeyi bildi. Suriye Kürtleriyle farklı bir ilişki, daha esnek bir ilişki geliştirerek, PJAK'ın İran'daki operasyonlarını veyahut da PJAK'ın İran'da hareket edebilme imkânlarını ortadan kaldırdı, buna ikna etti. Buna karşın, aynı Suriye meselesi bizim de çözüm sürecini bitiren bir mahiyet gördü. Bu yeni dönemde muhtemelen buradan da çıkarılan derslerle, Türkiye’nin, gelmekte olan bölgesel veyahut da uluslararası fırtınada, bu iç tahkimatı gerçekten önemli bir başlık olarak düşündüğüne inanıyorum.
Bunun yanı sıra şunu da unutmayalım: Türkiye'de siyaset siyasal kimlikler üzerinden inşa oluyor. Evet, Türkiye’nin Kürt meselesi var, Alevi meselesi var veya başka siyasal kimlik meselesi vardı, olmaya da devam edebilir. Gayrimüslimler meselesi vardı, daha önce İslamcıların sorunları vardı. Ama Türkiye'de siyasetin ana eksenini sosyolojik kimlikler değil siyasal kimlikler oluşturuyor. Yani İslamcı olursunuz, sağcı olursunuz, solcu olursunuz, milliyetçi olursunuz, sosyalist olursunuz. Bölgede ise siyasetin ana dinamiğini sosyolojik kimlikler oluşturuyor. Irak’ta Şii oluyorsunuz, Sünni oluyorsunuz, Kürt oluyorsunuz, Arap oluyorsunuz. Benzeri şekilde şimdi Suriye'de görüyoruz. Bu da Türkiye'nin hazmedebilme, entegre edebilme kapasitesinin daha güçlü olduğunu, daha güçlü olacağını ortaya koyuyor. Bu nedenle, Türkiye'nin, Kürt meselesi gibi bir sorunu içeride ve dışarıda yönetebilme kapasitesi, bütün sorunlarına rağmen daha güçlü. Bunun da ana sebebi, siyasetin siyasal kimlikler üzerinden oluşması. Suriye ve Irak'taki ana sorun veya Arap coğrafyasındaki ana sorunlardan bir tanesi, siyasetin bu sosyolojik kimliklere indirgenmesi. Bu nedenle, bu kimliklerin üzerine geçen yahut bu kimlikleri aşan siyasal kimliklerin oluşmaması da burada devlet yapılarını daha fragmente tutuyor. Irak'ta başbakanın kim olduğunu biliyoruz, sadece ismini bilmiyoruz. Başbakan bir Şii olacak, Cumhurbaşkanı bir Kürt olacak. Şimdi bu şekilde siyasal kimliklerin, siyasetin, sosyolojik kimliklerin bu ölçekte indirgenmesi bu ülkelerin daha kolay fragmente olmasına ve iç güçlülüklerini de negatif bir şekilde etkileyen bir mahiyete sahip. Ama önümüzdeki dönemde, Suriye Kürtleriyle, Suriye'nin ilişki formatı da Türkiye'deki Kürt meselesini etkileyecektir.

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Kimileri, “Öcalan'ın açıklamasında Suriye yok” diyor. Hâlbuki, Türkiye'deki yeni çözüm sürecinin en kritik konusunun Suriye olduğunu da herkes kabul ediyor.
Dalay:  Doğru.

Ruşen Çakır: Mazlum Abdi de, “Bizi ilgilendiren bir şey yok” dedi, ama ben çok emin değilim. Özellikle ulus-devlet, federalizm, özerklik gibi şeylerden vazgeçme önermesinin Suriye'yi de kapsadığını düşünüyorum. Bir diğer husus, Suriye'deki bu YPG, PYD örgütlenmesinin, bizzat Öcalan tarafından, kendisi Suriye’de yaşarken yaratılmış bir yapı olduğunu biliyoruz. O yapı, Kandil'den ve İmralı’dan bağımsız olarak ömrünü çok da fazla sürdürebilecek bir yapı değil. Açıkçası ben şöyle düşünüyorum, bilmiyorum katılır mısın? Taraflar arasında Suriye konuşulmuş. Ama şu anda, ilk aşamada çok fazla gündeme getirilmek istenmiyor gibi. Suriye meselesi öyle zamana bırakılabilecek bir şeymiş gibi gelmiyor bana.
Dalay: Ben de aynı kanaatteyim. Eğer Türkiye'deki süreç bir yere gelirse, bunun Suriye'yi etkilememesi düşünülemez. Türkiye'de PKK'nın silah bırakması, kendisini lağvetmesi süreci, kaçınılmaz olarak Suriye'deki dinamikleri, Suriye'deki Kürt meselesini ve Suriye Kürtleriyle, merkezi hükümet arasındaki süreçleri derinden etkileyecektir. Burada Suriye'yi bu şekilde içermesiyle, Suriye'yi takvim olarak içermesini iki farklı şey olarak görüyorum. Yani bu takvimlendirme konusunda Suriye'deki süreçle Türkiye'deki süreç birebir aynı takvimlendirmeyle mi gidebilir, bundan emin değilim. Çünkü Suriye'nin kendi iç meselelerinden kaynaklanan bir nedenle, oradaki takvimlendirmenin farklı olacağını düşünüyorum. Suriye’deki merkezi hükümetin nasıl bir ilişki geliştireceği, PYD, YPG, SDG’yle yaptığı görüşmelerde nereye varacağı, nasıl pazarlıklar olacağı… Orada Amerikan başlığı var, Amerika'nın oradaki başlığını da göz ardı ederek, yeni süreçte çok fazla yol almamız mümkün olmayabilir. Dolayısıyla, ben Suriye’yle Türkiye arasındaki bu sürecin kaçınılmaz olarak Suriye Kürtlerini de içereceğini düşünüyorum. Ama ille de aynı takvimlendirmenin olmayacağı kanaatindeyim. Suriye Kürtleriyle merkezi hükümet arasındaki başlıklara baktığımda, temelde altı başlığın ön plana çıktığı gözüküyor. Bunlardan bir tanesi, sınırların geleceği. Bir tanesi, doğal kaynakların paylaşımı veyahut kullanımı hadisesi. Bir diğeri, Suriye'deki Suriyeli olmayan kişilerin durumu. Büyük oranda Suriyeli olmayan PKK'lıların veyahut Suriyeli olmayan Kürtlerin Suriye’den çekilmesi olarak okuyabiliriz. Bir diğer başlık, IŞİD dosyasının geleceği. Bir diğeri, Suriye'deki, SDG’nin veyahut Kürtlerin merkezinde olduğu bu idari yapının geleceği. Son başlık olarak da bunların askeri yapısının geleceği.
Burada, sınırlar meselesi, kaynaklar meselesi, Suriyeli olmayan PKK'lıların Suriye'den çıkması meselesini, göreceli olarak daha rahat halledilebilecek başlıklar olarak görüyorum. IŞİD dosyasını da büyük oranda bir Amerikan meselesi olarak görüyorum. Bence orada ana aktörün kendisi SDG veyahut da YPG değil. Orada karar verici aktör Amerika. Türkiye, muhtemelen Amerika'nın buradaki siyasetini de göz önünde bulundurarak yeni formatlar öneriyor gibi gözüküyor. Amerika, bu dosyanın sadece Şam tarafından yönetilmesine rıza göstermeyecektir. Hatırlarsanız, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu konuyu Suriye'nin bölgedeki komşu ülkeleriyle, Şam'ın ortak bir dosya olarak yönetmesini önermişti. “Türkiye, Ürdün, Irak ve Suriye olarak dörtlü bir mekanizmayla bunu yönetebileceğini söylemişti. Dolayısıyla bu dört başlık bu şekilde. Çünkü IŞİD meselesi önemli. IŞİD merkeziyeti dosyası şundan önemli: Hem Amerika’yla ilişkilerinizi yapılandırıyor, hem uluslararası meşruiyetine dair bir şey söylüyor, hem de Suriye'deki önemli başlıklardan biri.
Ama asıl mesele, son iki başlık, özellikle de son başlık. Çünkü ben bu idari yapının geleceğinin de çözülmesini göreceli olarak kolay görüyorum. Asıl mesele oradaki askeri silahlı yapının geleceği. Yani bu yapı Suriye Ordusu’na mı entegre olacak? Mazlum Abdi, “Biz Suriye ordusuna otonom bir şekilde entegre olmak istiyoruz” diyor. Bir nevi, Irak'taki Haşdi Şabi veyahut da Peşmerge gibi. Suriye merkezi hükümeti için de bu, Suriye'de paralel orduların var olması demek. Dolayısıyla bunu reddediyor. Suriye'de paralel ordular olmayacağı konusunda, Suriye'nin muhtemelen daha da güçlü direteceğini mümkün görüyorum. Ama orada yönetilebilir makul bir formül ne olur, önümüzdeki dönemin muhtemelen en önemli sorusu ve sorunu bu olacak. Ama ben, Türkiye'deki sürecin Suriye'yi etkilememesini imkân dâhilinde görmüyorum. Türkiye'nin bölge Kürtleriyle ilişkisini ve daha da önemlisi, Türkiye'nin bölge coğrafyasıyla ilişkilerini yeniden şekillendirecek. Çünkü Türkiye bölgeye uzun süre Kürt meselesinin perspektifiyle baktı. Suriye'ye baktığında, Şam'dan daha çok Kamışlı’yı gördü. Türkiye şimdi Suriye’ye baktığında Kamışlı’ya, Şam üzerinden bakacak, Irak'a baktığında Bağdat’ı daha rahat görebilecek, Erbil'i daha rahat görebilecek. Aynı şekilde, Tahran’ı daha rahat görebilecek. Bu, Türkiye’nin, Suriye Kürt meselesini, bölgeyle ilişkisini bir pranga psikolojisinden çıkarıp tekrar bir köprü psikolojisine çevirebilir.

Ruşen Çakır: Son olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ilgili bir soru sormak istiyorum. Ben çarşamba günü Erbil'de Rûdaw’ın forumunu izledim ve Neçirvan Barzani'nin konuşmasını dinledim. Konuşma önce iç meselelerden başlamıştı ve soru cevap şeklindeydi. Ağırlıkla Türkiye’yi konuştular. Biliyorsun, DEM heyeti Erbil'e ilk gittiğinde, Neçirvan Barzani Ankara’daydı. Sonra Erbil'den Süleymaniye'ye gidip geri döndüklerinde tekrar görüştüler. Hatta bir iddiaya göre, Süleymaniye'de Kandil'den yöneticilerle de görüşüp geri geliyorlar. Şunu gördüm: Barzani çok bilgili ve olaya çok dâhil. Zaten Öcalan'ın açıklamasından sonra yaptığı yazılı açıklama da öyleydi. Anlaşıldığı kadarıyla, Irak Kürtleri bu sürecin hazırlanma aşamasına epeyce dâhil olmuşlar. Zaten silah bırakma, feshetme söz konusu olduğuna göre, Kandil, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin topraklarında olduğu için zaten olur, ama onlarınki böyle gönülsüz değil. Çok heyecanlı bir şekilde sahip çıktıklarını gördüm. En azından KDP'nin. KYB’den, yani Kürdistan Yurtseverler Birliği'nden yapılan açıklamalar da benzer dozda. Ne diyorsun? Aynı zamanda Irak Kürtleriyle Suriye Kürtleri, Türkiye Kürtleri bir şekilde böyle ilginç bir işbirliğine doğru da gidiyorlar. Bu arada, Suriye Kürtlerinin komutanı Mazlum Abdi de önce Barzani’yle, ardından da Talabani’lerle çok kritik bir görüşme yapmıştı. Orada üç ülke Kürtlerinin yoğun teması da var.
Dalay: Doğru. Burada çok katmanlı diyalog süreçleri olduğu gözüküyor. Suriye'de farklı Kürt yapılar arasında bir diyalog süreci vardı; ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ile PYD- YPG arasında. Hatta başta ortak bir cephe inşa etme konusundaki bir tutum üzerinde bir anlaşmaya varılmıştı. Benzer şekilde, Suriye'deki Kürtlerle, özellikle de KDP'nin veya Barzani'nin merkezinde olduğu Irak Kürt siyasetiyle önemli bir diyalog süreci yaşanıyordu. Ama aynı zamanda, KDP’yle KYB arasında da son dönemlerde bir diyalog süreci yaşanıyor. Dolayısıyla bölgesel Kürt siyasetinin iç dinamiklerinden çok katmanlı bir diyalog süreci ve bütün bunlar da Türkiye’yle yeni bir ilişki formatı geliştirme arayışını görüyoruz. Şimdi Irak Kürtleri muhtemelen bölgede Türkiye'ye en yakın grup aktörlerin başında geliyor. Ben bunu sadece Kürt siyaseti bağlamında konuşmuyorum. Mesela KDP, Irak siyasetinde de Türkiye'nin en yakın müttefiklerinin başında geliyor. Dolayısıyla bu sürecin başarıya ulaşması, aynı zamanda Türkiye’yle bölge Kürtleri arasında yepyeni bir dinamik ve yepyeni bir müttefiklik ilişkisinin imkânlarını ortaya koyan bir mahiyete sahip olacak. Unutmayalım, bölgede Kürt siyasetinin iki ana aksını PKK’yla, onun bileşen örgütleri ve KDP’yle onun temsil ettiği dünya tahayyülü oluşturuyor. Evet, KYB var, başka gruplar var, ama temelde Kürt siyasetinin bölgedeki yarılmasının iki ekseninden birini, KDP ve Barzanilerin temsil ettiği, daha muhafazakâr milliyetçi, Türkiye’yle daha yakın çalışmaya eğilimli bir siyasi yapı, diğerini de daha sol, seküler, sosyalist gelenekten gelen ve Türkiye’yle daha çatışmalı bir dinamiğe sahip bir geleneği olan PKK temsil ediyor. Burada iki akımın hem kendi iç yapılarında hem de kendi aralarındaki ilişki formatında bir değişim yaşanma ihtimali var veyahut da hâlihazırda yaşanıyor. İkincisi de, bu iki yapının bölgesel ülkelerle kurduğu ilişkilerin mahiyetinde de bir değişim yaşanıyor. Özellikle daha çok, PKK'nın kurduğu yapıların, bölge ülkeleriyle ve Türkiye’yle kuracağı ilişkilerde bir değişim yaşanması muhtemel. Çünkü bölgesel ülkeler arasında, PKK'nın yönettiği network'ün, İran'la daha yakın, daha güçlü ilişkileri vardı. Irak'ta da mesela İran'a yakın Haşdi Şabi milisleriyle yakın ilişkiler geliştirmişlerdi.
Buna karşın, daha önce de ifade ettiğim gibi KDP'nin de özellikle Türkiye’yle çok yakın ilişkileri vardı ve son yıllarda Körfez’le de yakın ilişkiler geliştiriyordu. Bu sadece başka ülkelerin Kürt siyasetiyle bir ilişkiyi geliştirmesi değil, Kürt siyaseti de başka ülkelerle dinamik ilişkiler geliştiriyor. Mesela Irak Kürtlerinin son yıllarda Suudi Arabistan'dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar'a kadar Körfez ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirdiğini görüyoruz.
Burada KDP’yle Mazlum Abdi arasındaki diyalog süreçleri başarıya ulaşırsa, muhtemelen Mazlum’un hayâli herhalde Cemil Bayık veyahut Murat Karayılan olmayacaktır. Çünkü Murat Karayılan ve Cemil Bayık, artık olmayan bir dönemin anomalisini temsil ediyorlar. Bunlar Soğuk Savaşın yarattığı aktörler. Mazlum Abdi için gelecek, muhtemelen Cemil Bayık olmaktan daha çok, Neçirvan Barzani ve Masrur Barzani olmaktan geçiyor. Bu da şu demek oluyor: Neçirvan veya Masrur Barzani ne demek? Hem Irak bağlamında siyasal meşruiyete sahipler, hem komşu ülkelerle meşru zeminde siyasal ilişki kuruyorlar, hem de uluslararası tanınırlıkları var. Mazlum’un da bunu yapabilmesi şuradan geçiyor: Birincisi, Suriye içerisinde, Suriye'deki yeni yönetimle anlamlı ve meşru bir ilişki formatı geliştirmek zorunda. İkincisi de Türkiye’yle anlamlı ve meşru bir ilişki formatı geliştirmek zorunda. Aksi takdirde, Mazlum’un krizi, bir Neçirvan veyahut Masrur Barzani olmaktan ziyade, Türkiye açısından, sürekli sakıncalı bir aktör konumunda olmaya devam edecek. Türkiye açısından bu devam ettiği sürece hem Amerika nezdinde hem de yeni yönetim nezdinde sıkıntılı, krizlerle bezenmiş bir süreç yaşayacak. Dolayısıyla, burada Barzanilerin etkin ve aktif bir rol oynadıkları aşikâr. Bu kendilerini rahatlatacak bir sonuç doğuracaktır. Çünkü PKK'nın yaptıklarının, Irak Kürtlerine ciddi manada zarar verdiğini, mağduriyetler yaşattığını zaten biliyoruz. Türkiye'nin orada daha fazla operasyon yapması için meşru bir zemin sağlamış oluyor. Dolayısıyla bu açıdan kendisi için bir hedef var. Ama öbür taraftaysa, bu yaptıklarıyla, aslında Mazlum Abdi’nin de bölgede ve hem Türkiye hem de yeni yönetim nezdinde daha meşru zeminde karşılık bulmasına katkı sunuyor.

Ruşen Çakır: Galip, çok teşekkürler. Çok doyurucu bir yayın oldu, eksik olma.
Dalay:  Rica ederim.

Ruşen Çakır: Evet, Yeni Çözüm Sürecinin uluslararası ve bölgesel bağlamını, Chatham House kıdemli araştırmacısı Galip Dalay’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
30.03.2025 Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor
27.03.2025 Transatlantik: İmamoğlu operasyonu ABD'den nasıl görülüyor? | Hakan Fidan'ın ABD temasları
26.03.2025 Erdoğan’ın CHP ve Özgür Özel öfkesi
25.03.2025 İmamoğlu operasyonu ile çözüm süreci arasında bağ var mı? Hamit Bozarslan yorumladı
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
24.03.2025 Mansur Yavaş’ın Kürtlerle ne alıp veremediği var?
23.03.2025 Erdoğan’dan CHP’ye büyük kıyak
21.03.2025 Kandil ile barış, CHP ile savaş
21.03.2025 Haftaya Bakış (259): CHP'nin kurultay kararı, çözüm sürecine İmamoğlu darbesi
20.03.2025 “Sahi ne oldu sizin süreç?”
30.03.2025 Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı