Bugün Diyarbakır’da toplanacak olan BDP Grubu’nun 1 Ekim’de TBMM’ye gitme kararı alacağı kesinleşti gibi. Anlaşılan Cumartesi günü, cezaevinde olanlar dışındaki BDP’li milletvekilleri (Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Leyla Zana siyasi yasakları nedeniyle herhangi bir siyasi partiye üye olamıyorlar ama BDP Grubu ile birlikte hareket edecekleri kesindir) tam kadro TBMM’de olacak ve yeminlerini edecekler. Ne diyelim: Zararın neresinden dönülse kârdır! Çünkü BDP’lierin Hatip Dicle olayını gerekçe göstererek TBMM’yi protesto etmeleri; ardından Öcalan’ın durumu, askeri operasyonlar vb.yi öne çıkararak bunu bir “boykot”a dönüştürmeleri yanlıştı. Neden yanlış olduğu hakkında daha önce çok yazı kaleme aldım, gerekçelerimi tekrarlamak istemem ama şu kadarını söylemekle yetineyim: Genel seçimlerin, AKP’den sonra ikinci galibi olan bir partinin protesto/boykotu kendisini tercih etmiş seçmenlere yapılmış bir haksızlıktı.
Evet, BDP’lilerin Meclis’e dönecek olmaları demokrasimiz için olumlu bir gelişmedir ancak 1 Ekim’den sonra Meclis’te işlerin hiç de kolay olacağını söyleyemeyiz. Çünkü PKK saldırılarını elinden geldiğince sürdüreceğe, devlet de bunları engellemek için, kara harekâtı dahil bir dizi tedbiri gündeme sokacağa benziyor. Diğer bir deyişle dışarıda alabildiğine tırmanan çatışmanın Meclis’in içine sirayet etmesi kaçınılmazdır, hele BDP’nin birbirinden ilginç ve dişli milletvekillerine sahip olduğu düşünülürse.
Tek muhalif güç
Yeni yasama döneminin hayli çetin geçeceğini öngörmek için elimizde epey ipucu var. Öncelikle CHP ve MHP’nin muhalefetleri etkisi her geçen gün daha da azaldığını ve onların boşluğunun da Kürt siyasi hareketi tarafından doldurulduğunu görüyoruz. Belli bir süredir AKP iktidarını içerde ve dışarıda istikrarsızlaştırma güç ve yeteneğine sahip yegane gücün Kürt hareketi olması bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında BDP’nin Meclis’teki güçlü varlığı güzel bir fırsat olarak algılanabilir. Ne var ki AKP’yi tehdit eden Kürt siyasi hareketini kabaca üç ayaklı (yasal, yarı-yasal ve yasadışı) olarak tarif edebiliriz ve BDP bu hareketin en zayıf ayağını oluşturuyor. Daha kötüsü, BDP kendini bu hareketin diğer aktörleri (Öcalan, PKK, KCK...) karşısında güçlendirecek adımlar atmıyor, hatta atmaya bile kalkışmıyor.
Durumu daha iyi kavramak için son günlerde peş peşe gelen PKK saldırılarını ele alalım. Gerek sivillere, gerek güvenlik güçlerine yönelik her PKK saldırısı, tüm Türkiye’yi olduğu gibi siyasi iktidarı da derinden sarsıyor. Diyelim ki hükümet bu saldırıları “ikna” yoluyla sonlandırmak istedi, kimi muhatap alması gerekir? En kolay adres hiç kuşkusuz BDP’dir, fakat bu partinin PKK eylemlerini durdurmak gibi bir gücü yok ve olacağa da benzemiyor. Hal böyle olunca devlet bizzat Öcalan’la, hatta PKK’nın temsilcileriyle doğrudan görüşüyor.
BDP içindeki görüş ayrılıkları
“İşte, Öcalan ve PKK ile görüşmelerin durduğu bir ortamda Meclis’teki BDP’ye önemli rol düşüyor” diyenler olacaktır ve diyenler var. BDP’ye bu kritik dönemde bir rol düştüğü kesin de bunun “başrol” olduğuna pek emin değilim. Öncelikle BDP Grubu’nun, başta PKK’ya bakış olmak üzere birçok konuda aynı düşüncede olmadığı son eylemler üzerine yapılan değerlendirmelerde ortaya çıktı. Örneğin Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder’in TAK’a karşı aldıkları çok açık ve sert tavrı diğer milletvekilleri açıkça desteklemedi. PKK militanlarının Güneydoğu’da “kazara” sivillerin ölümüne neden olan eylemlerinin de BDP milletvekillerinin ciddi bir bölümünü derin bir şekilde rahatsız ettiğini biliyoruz ama duygularını kamuoyuna olduğu gibi yansıtmaya yanaşmıyorlar.
BDP Grubu her konuda birlik ve beraberlik içinde hareket etse de, hiç beklenmedik bir anda Öcalan ve özellikle PKK tarafından açığa düşürülme riskleri hayli yüksek. Tam işlerin yolunda gittiği (veya öyle sanıldığı) bir ortamda PKK’nın bir karakol daha basması veya TAK’ın Batı’da sivillere yönelik yeni bir katliama girişmesi BDP’nin kredisini anında sıfırlayabilir.