BDP, PKK’dan rol çalabilir mi?

28.09.2011 Vatan

Bugün Diyarbakır’da toplanacak olan BDP Grubu’nun 1 Ekim’de TBMM’ye gitme kararı alacağı kesinleşti gibi. Anlaşılan Cumartesi günü, cezaevinde olanlar dışındaki BDP’li milletvekilleri (Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Leyla Zana siyasi yasakları nedeniyle herhangi bir siyasi partiye üye olamıyorlar ama BDP Grubu ile birlikte hareket edecekleri kesindir) tam kadro TBMM’de olacak ve yeminlerini edecekler. Ne diyelim: Zararın neresinden dönülse kârdır! Çünkü BDP’lierin Hatip Dicle olayını gerekçe göstererek TBMM’yi protesto etmeleri; ardından Öcalan’ın durumu, askeri operasyonlar vb.yi öne çıkararak bunu bir “boykot”a dönüştürmeleri yanlıştı. Neden yanlış olduğu hakkında daha önce çok yazı kaleme aldım, gerekçelerimi tekrarlamak istemem ama şu kadarını söylemekle yetineyim: Genel seçimlerin, AKP’den sonra ikinci galibi olan bir partinin protesto/boykotu kendisini tercih etmiş seçmenlere yapılmış bir haksızlıktı.

Evet, BDP’lilerin Meclis’e dönecek olmaları demokrasimiz için olumlu bir gelişmedir ancak 1 Ekim’den sonra Meclis’te işlerin hiç de kolay olacağını söyleyemeyiz. Çünkü PKK saldırılarını elinden geldiğince sürdüreceğe, devlet de bunları engellemek için, kara harekâtı dahil bir dizi tedbiri gündeme sokacağa benziyor. Diğer bir deyişle dışarıda alabildiğine tırmanan çatışmanın Meclis’in içine sirayet etmesi kaçınılmazdır, hele BDP’nin birbirinden ilginç ve dişli milletvekillerine sahip olduğu düşünülürse.

Tek muhalif güç

Yeni yasama döneminin hayli çetin geçeceğini öngörmek için elimizde epey ipucu var. Öncelikle CHP ve MHP’nin muhalefetleri etkisi her geçen gün daha da azaldığını ve onların boşluğunun da Kürt siyasi hareketi tarafından doldurulduğunu görüyoruz. Belli bir süredir AKP iktidarını içerde ve dışarıda istikrarsızlaştırma güç ve yeteneğine sahip yegane gücün Kürt hareketi olması bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında BDP’nin Meclis’teki güçlü varlığı güzel bir fırsat olarak algılanabilir. Ne var ki AKP’yi tehdit eden Kürt siyasi hareketini kabaca üç ayaklı (yasal, yarı-yasal ve yasadışı) olarak tarif edebiliriz ve BDP bu hareketin en zayıf ayağını oluşturuyor. Daha kötüsü, BDP kendini bu hareketin diğer aktörleri (Öcalan, PKK, KCK...) karşısında güçlendirecek adımlar atmıyor, hatta atmaya bile kalkışmıyor. 

Durumu daha iyi kavramak için son günlerde peş peşe gelen PKK saldırılarını ele alalım. Gerek sivillere, gerek güvenlik güçlerine yönelik her PKK saldırısı, tüm Türkiye’yi olduğu gibi siyasi iktidarı da derinden sarsıyor. Diyelim ki hükümet bu saldırıları “ikna” yoluyla sonlandırmak istedi, kimi muhatap alması gerekir? En kolay adres hiç kuşkusuz BDP’dir, fakat bu partinin PKK eylemlerini durdurmak gibi bir gücü yok ve olacağa da benzemiyor. Hal böyle olunca devlet bizzat Öcalan’la, hatta PKK’nın temsilcileriyle doğrudan görüşüyor. 

BDP içindeki görüş ayrılıkları

“İşte, Öcalan ve PKK ile görüşmelerin durduğu bir ortamda Meclis’teki BDP’ye önemli rol düşüyor” diyenler olacaktır ve diyenler var. BDP’ye bu kritik dönemde bir rol düştüğü kesin de bunun “başrol” olduğuna pek emin değilim. Öncelikle BDP Grubu’nun, başta PKK’ya bakış olmak üzere birçok konuda aynı düşüncede olmadığı son eylemler üzerine yapılan değerlendirmelerde ortaya çıktı. Örneğin Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder’in TAK’a karşı aldıkları çok açık ve sert tavrı diğer milletvekilleri açıkça desteklemedi. PKK militanlarının Güneydoğu’da “kazara” sivillerin ölümüne neden olan eylemlerinin de BDP milletvekillerinin ciddi bir bölümünü derin bir şekilde rahatsız ettiğini biliyoruz ama duygularını kamuoyuna olduğu gibi yansıtmaya yanaşmıyorlar.

BDP Grubu her konuda birlik ve beraberlik içinde hareket etse de, hiç beklenmedik bir anda Öcalan ve özellikle PKK tarafından açığa düşürülme riskleri hayli yüksek. Tam işlerin yolunda gittiği (veya öyle sanıldığı) bir ortamda PKK’nın bir karakol daha basması veya TAK’ın Batı’da sivillere yönelik yeni bir katliama girişmesi BDP’nin kredisini anında sıfırlayabilir.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.07.2025 Bu da “yepyeni-Osmanlıcılık”: Türk-Kürt-Arap ittifakı
11.07.2025 Öcalan: “Atatürk’ten sonra tek devlet adamı var Bahçeli’dir”
11.07.2025 Silah yakılacak olmasının tarihi anlamı
10.07.2025 Öcalan aslında ne dedi?
10.07.2025 Zeydan Karalar Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “Adana demek Zey-dan demek, Zeydan demek Adana demek”
09.07.2025 Tunç Soyer ile söyleşi: “Herkes bilsin bu da geçer, güçlenerek çıkarım”
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
06.07.2025 Erdoğan çözüm sürecini ateşe atıyor
05.07.2025 Türkiye yolun sonuna mı geldi?
05.07.2025 Erdoğan ve AK Parti’nin son on yılda kazandıkları ve kaybettikleri
13.07.2025 Bu da “yepyeni-Osmanlıcılık”: Türk-Kürt-Arap ittifakı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı